Yoksulluk ve çaresizlikten yollara düşüyorlar her yıl. Ekmek peşinde Karadeniz'e gidiyorlar. Yıllar geçse de hala hoş karşılanmıyorlar. Oysa tek istekleri var: İnsanca yaşamak!
Ötekiler, yoksullar, işsizler. Yıllarca ezilmiş; kimliklerini, kültürlerini, dillerini yaşayamamış; çocukları eğitimden mahrum kalmış, konuşamamış; otorite tarafından hep öteki ve "terörist" olarak görülmüş mevsimlik işçiler, her yıl Antep, Urfa, Mardin ve Diyarbakır gibi illerden ekmek parası için yola koyuluyor.
Tavuklarını, horozlarını, yatacak ve yemek pişirecek tüm malzemelerini de alarak ufacık minibüslere doluşuyor. Kimisi minibüs bile bulamayarak, üstü açık kamyon kasaları veya 3-4 kişilik tren departmanlarına 9-10 kişi sığışarak yapıyor bu yolculuğu.
Şayet yollarda başlarına her hangi bir kaza gelmemişse, tesadüfü bir şekilde gitmek zorunda kaldıkları illere ulaşmışlarsa, karşılarına daha incitici, daha ağır sorunlar çıkıyor.
Çaresizlik, yoksulluk ve fakirlikten belleri bükülmüş insanlar gittikleri şehirlere adım atar atmaz ilk olarak devletin otoritesini temsil eden kolluk kuvvetleriyle karşılaşıyor. Zaten yıllardır devlet onlar için kolluk kuvvetlerinden oluşuyor sadece.
Gelen insanların ne kadar "sağlıklı" olduğu, kolluk kuvvetleri tarafından göz ucuyla saptanıyor. "Sağlıklı" olduklarına karar verilirse, başlanıyor sorular sorulmaya, "neden geldiniz, niçin buradasınız, sizi buraya kim gönderdi, kaç kişi geldiniz, kaç gün kalacaksınız, nerde kalacaksınız, dayı başınız kim, daha önce buraya geldiniz mi, geldiyseniz neden geldiniz?" gibi bir sürü soru silsilesi.
"Kürtleri Ordu'ya Sokmam"
Tabi devlet bu insanların "güvenilir" olup olmadıkları öğrenmeli; bunun için de gelenlerin kimlik fotokopileri, geldikleri yerlerdeki ikamet adreslerini alarak, bekletmeye başlıyor görevliler.
Bu yıl yine saatlerce yolculuktan sonra Sakarya'ya varan işçiler trenden iner inmez trenin etrafını sarmış polisler tarafından genel sicil aramasından geçirilerek adeta vize uygulamasına tabi tutuldular.
Yıllardır insanların fındık toplamak ya da değişik işlerde çalışmak için bu bölgeye geldiği biliniyor.
Gelen insanların hepsinin gelmeden önce iş bulamadıkları da aşikâr. 1997-2006 arasında Ordu'da görev yapan eski Ordu valisi Kemal Yazıcıoğlu'nun, "Ben Ordu'ya Kürtleri sokmam çünkü bunlar PKK'li" söyleminin şimdiye kadar hiç değişmediği görülüyor.
Devlet yetkilileri özellikle "PKK Karadeniz'e iniyor" fısıltılarıyla "milli duyguları" harekete geçirerek halkı bölgeye gelen Kürt işçilere karşı kışkırtıyor.
"Nereye gitsek karşımızda polis"
Bazı işçilerle yaptığım sohbetlerde, devletin resmi kurumları ve kolluk kuvvetlerinin ayrımcı politikası dışında başka sorunlar da dile getiriliyor. Henüz 38 yaşında B.Ö. mesela. Altı çocuğu var. Ordu'ya bir iş bulmak umuduyla gelmiş. "Nereye gitsek arkamızda polis, jandarma. Bizden ne istiyorlar bilmiyorum. Yoksulluktan buradayız, yoksa ben bu kadar çocukla bu kadar yolu niye geleyim? Bazen insan olmaktan utanıyorum," diyor.
Bir haftalık torununu kucağında sağlayan A.Ş. (63), gelini daha iyileşmeden yola çıkmak zorunda kaldıklarını anlatıyor. Beş oğlu varmış. "Ne yeriz ne içeriz diye soran yok" diye dert yanıyor. Valinin"Ordu'dan gidin" dediğini başka da bir şey demediğini söylüyor. "Biz insan değil miyiz? Hak sadece onlara mı var, hani bizim haklarımız?" diye soruyor.
Biraz ileride çadırda konuştuğum M.S (55) ise "Bize öcü gibi bakıyorlar. Biz Müslüman değil miyiz? Camiye gidip namaz kılamıyoruz. Köylerden su alamıyoruz. Telefonları bile şarj edemiyoruz. Bakkaldan alışveriş yapmakta zorlanıyoruz" diye anlatıyor yaşadıklarını. "Dilenci değiliz. Sadece çalışmak, emeğimizle kazanmak istiyoruz" diyor.
Başka bir teyze derdini anlatmaya çalışıyor: "Daha dün bahçe sahibi çocukları tuvalete bırakmadı. Gözümün önünde onlara vurdu."
Yevmiye de ayrıcılık
Değişik illerden gelen Kürt işçiler, her yıl en çok fındık üretiminin gerçekleştiği Ordu ve Giresun'un yanı sıra Trabzon, Düzce, Bolu ve Sakarya gibi illere akın ediyor. Bu sayının 150-200 bin arasında olduğu tahmin ediliyor.
Bazı işçilerin konaklama ve yeme-içme ihtiyaçları fındık sahipleri tarafından giderilirken, birçok fındık sahibi, işçilerin konaklama ihtiyacını karşılamıyor. Bu nedenle buldukları boş arazide zor da olsa çadır kuran işçilerin içinde yaşadığı şartlar Afrika'nın yoksul ülkelerini aratmıyor.
Batı ve Doğu Karadeniz bölgelerinde yıllık iki milyar dolar civarında döviz getiren fındığın, büyük kısmını Kürt illerinden gelen geçici mevsimlik işçiler topluyor. Kürt işçiler, günlüğü 12-14 saat karşılığı 25-30 TL'ye çalıştırılıyor. İşçilerin konaklama ve yeme-içme masrafı fındık sahibi tarafından karşılandığı takdirde bu fiyat 23 TL'ye kadar düşebiliyor.
Buna karşın, yerli işçiye 8-10 saat karşılığı 50-60 TL yevmiye verilmesi, Kürtlere karşı nasıl bir ayrımcılık yapıldığını da ortaya koyuyor. Bu ayrımcılık son yıllarda yoksulluktan dolayı Gürcistan'dan fındık toplamaya gelen işçilere karşı da uygulanmaya başlandı.
İnsanca yaşamak
İşçiler, belediyelerin kendilerine hijyenik seyyar tuvalet, su ve gıda gibi yardımlarda bulunmasını ve insanca muamele etmesini istiyorlar. Sürekli kolluk kuvvetleriyle karşılaşmak istemiyorlar. Yerli işçilerin aldığı kadar yevmiye alarak, çalışma saatlerinin azalmasını istiyorlar. Fakat yerel kamu kurumlarından yalnızca emniyet ve jandarma kendilerine ilgi gösteriyor.
Gerçi bu yıl Ordu'da işçilerin kalabilecekleri yerler inşa edildi. Fakat Melen çayı kenarına inşa edilen çadırlar yaşanan sel nedeniyle işçilerin can güvenliğini ciddi derecede tehlikeye soktu. Birçok işçinin eşyaları sele kapılarak yok oldu.
Mevsimlik işçiler çok şey istemiyor aslında. İnsanca yaşayabilecekleri bir altyapı, yevmiyelerdeki ayrımcılığın kaldırılması, kendilerine insan gibi davranılması, çocuklarının eğitim alabilmesi; kısacası "güvenliğe" gösterilen hassasiyetin insanca yaşam için de gösterilmesi.
* Fotoğraflar: Veysi Altay
Kaynak: Bianet