31 Ağustos 2011 Çarşamba

Yine bir kadın cinayeti!

Hakkında evden uzaklaştırma kararı bulunan kişi, boşanma davası açan eşini evinin balkonunda tabancayla vurduktan sonra intihar etti. 


Karapürçek ilçesi Cumhuriyet Mahallesi'nde iki oğlu ve bir kızıyla birlikte eşinden ayrı yaşayan Asiye Özcan (39), bayramlaşmaları için çocukların akrabalarına gönderdi.

Asiye Özcan, iki katlı evinin balkonunda komşusuyla birlikte çay içtiği sırada, eve gelen eşi Ali Yaşar Özcan (42) ile tartışmaya başladı.      

Tartışmanın büyümesi üzerine Ali Yaşar Özcan, Asiye Özcan'ın başına tabancayla iki el ateş etti.       

Özcan, daha sonra cinayette kullandığı tabancayla başına ateş ederek intihar girişiminde bulundu.       

Ağır yaralı olarak kaldırıldığı Akyazı Devlet Hastanesindeki ilk müdahalesinin ardından Sakarya Yenikent Devlet Hastanesine sevk edilen Özcan, buradaki müdahalelere rağmen hayatını kaybetti.        
Asiye Özcan'ın cesedi cumhuriyet savcısının incelemesinin ardından Akyazı Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı.       

Özcan çiftinin çocukları ve yakınları olay yerinde sinir krizleri geçirdi.
       
EVDEN UZAKLAŞTIRMA CEZASI ALMIŞ

Gündelik işlerde çalışarak çocuklarının geçimini sağlamaya çalışan Asiye Özcan'ın, eşi Ali Yaşar Özcan'a boşanma davası açtığı öğrenildi.       

Ali Yaşar Özcan hakkında eşine şiddet uyguladığı iddiasıyla birçok kez işlem yapıldığı ve Özcan'a evden uzaklaştırma cezası verildiği belirtildi.

Kaynak: ntvmsnbc

"Nasıl Öldüğünü Herkes Biliyordu"

Genelkurmay Başkanlığı, eski Genelkurmay Başkanı Koşaner'in ses kaydında "masum erimizi kendimiz alnından vurduk'' diye sözettiği kişinin Jandarma Komando Er Cüneyt Kızılarslan olduğunu açıkladı.

Genelkurmay Başkanlığı, internet sitesinden yaptığı açıklamada, eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Işık Koşaner'in ses kaydında söz ettiği personelin 27 Aralık 2010'da Adıyaman İl Jandarma Komutanlığında "dost ateşi sonucunda" hayatını kaybettiği iddia edilen Jandarma Komando Er Cüneyt Kızılarslan olduğunu açıkladı.

Açıklamada Kızılarslan'ın ölümü şöyle anlatıldı:

"Jandarma Asayiş Komando Bölük Komutanlığı'nda görevli personel, baraj koruma mevziinde saat 21.30 sularında gözetleme yaptıkları istikamette görüntü almış, olayın kendisine rapor edilmesi üzerine nöbetçi jandarma uzman çavuş, etrafı gözetlemiş ve anılan istikamete doğru iki el keşif atışı yapmıştır. Keşif atışı üzerine diğer mevzilerde bulunan nöbetçiler de saldırı var düşüncesiyle görüntü alınan bölgeye ateş etmişlerdir. Ateşin kesilmesini müteakip yapılan kontrolde Jandarma Komando Er Cüneyt Kızılarslan başından vurulmuş şekilde bulunmuştur."

Duruşma 4 Ekim'de

Açıklamada, 2. Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı'nın 7 Mart 2011'de bir jandarma er hakkında "silahı cephanesi hakkında dikkatsizlik ve nizamlara, emirlere, talimatlara riayetsizlik dolayısıyla başkasının ölmesine sebep olmak" suçundan Askeri Ceza Kanunu 16 ve Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 85-1 maddeleri uyarınca, olay bölgesinde nöbetçi olan jandarma uzman çavuş hakkında ise "ihmal suretiyle görevini kötüye kullanmak" suçundan Askeri Ceza Kanunu 144 ve TCK 257-2 maddeleri uyarınca kamu davası açıldığı ve 4 Ekim 2011'de duruşmasının görüleceği belirtildi.

"Bundan sonra ne söyleseler boş"

Ntvmsnbc'nin haberine göre, Cüneyt Kızılarslan'ın annesi Kadem Kızılarslan, oğlunun nasıl öldüğünü herkesin bildiğini, bundan sonra ne söyleseler boş olduğunu söyledi ve ''Ben oğlumu eve geri tabutla dönsün diye askere göndermedim'' diye ekledi.

Ağabey Mehmet Akif Kızılarslan da, kardeşinin ölümüyle ilgili yargılananların hak ettikleri cezayı almamaları durumunda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) kadar gideceğini belirtti.
Baba Halil Kızılarslan ise oğlunun ölümüyle ilgili yasal sürecin devam ettiğini, devletin olaydan sorumlu olanlara hak ettiği cezayı vereceğine inandıklarını, bu nedenle avukat dahi tutmadıklarını söyledi.

Kaynak: Bianet

30 Ağustos 2011 Salı

Kadına bayram yok

Kadına yönelik şiddet bayramda da hız kesmedi. Antalya, Kocaeli ve Bursa’da 3 kadın bıçak ve silahla yaralandı. Sakarya’da bir kadın eşi tarafından tabancayla öldürülürken, Hatay’da da denizden kadın cesedi çıktı.
   
Sakarya'nın Karapürçek ilçesine bağlı Cumhuriyet Mahallesi'nde iki oğlu ve bir kızıyla birlikte eşinden ayrı yaşayan 39 yaşındaki Asiye Özcan, bayramlaşmaları için çocukların akrabalarına gönderdi. Asiye Özcan, iki katlı evinin balkonunda komşusuyla birlikte çay içtiği sırada, eve gelen eşi Ali Yaşar Özcan (42) ile tartışmaya başladı.

Tartışmanın büyümesi üzerine Ali Yaşar Özcan, Asiye Özcan'ın başına tabancayla iki el ateş etti. Asiye Özcan olay yerinde yaşamını yitirdi. Özcan, daha sonra cinayette kullandığı tabancayla başına ateş ederek intihar girişiminde bulundu.

Ağır yaralı olarak kaldırıldığı Akyazı Devlet Hastanesindeki ilk müdahalesinin ardından Sakarya Yenikent Devlet Hastanesine sevk edilen Özcan, buradaki müdahalelere rağmen hayatını kaybetti.

Asiye Özcan'ın cesedi cumhuriyet savcısının incelemesinin ardından Akyazı Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı.

Özcan çiftinin çocukları ve yakınları olay yerinde sinir krizleri geçirdi.

Gündelik işlerde çalışarak çocuklarının geçimini sağlamaya çalışan Asiye Özcan'ın, eşi Ali Yaşar Özcan'a boşanma davası açtığı öğrenildi.

Ali Yaşar Özcan hakkında eşine şiddet uyguladığı iddiasıyla birçok kez işlem yapıldığı ve Özcan'a evden uzaklaştırma cezası verildiği belirtildi.

PERİHAN SOKAKTA BIÇAKLANDI

Antalya’ya bağlı Güvenlik Mahallesi'nde oturan Perihan Armutçu, bir süre önce ayrıldığı ve Ramazan Bayramı dolayısıyla barışmak için evine gelen eski sevgilisi E.T. ile apartman önünde tartışmaya başladı.

Barışma teklifini kabul etmeyen Armutçu'yu darp ettiği öne sürülen zanlı, eski sevgilisini sol bacağı ve kolundan bıçakla yaraladı. Çevredeki vatandaşların araya girmesinin ardından zanlı E.T, bir otomobile binerek kaçtı.

Vatandaşların çağırdığı 112 Acil Servis ambulansında müdahale edilen Perihan Armutçu, olayla ilgili “Beni darp etmeye başlayınca polisi aradım. Bu sırada 'Neden polisi aradın?' diyerek beni küçük kızımın gözü önünde bıçakladı'' diye konuştu.

Olaya tanık olan ve ismi öğrenilemeyen 5 yaşındaki kızı da, yaralı annesine terliklerini giydirerek yardım etti. Olayın şokunu uzun süre üzerinden atamayan küçük kız, polis memurları tarafından bir yakınlarına teslim edildi. Armutçu, Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kaldırıldı.

Polis ekipleri E.T'yi yakalamak için çalışma başlattı.

EMİNE AYAĞINDAN VURULDU

Kocaeli’nin Gölcük ilçesindeki TOKİ konutlarında oturan Cüneyt Koç ile imam nikahlı eşi Emine Ş., henüz belirlenemeyen bir nedenle tartışma çıktı.

Tartışmanın büyümesi üzerine Koç, yanında bulunan tabancayla imam nikahlı eşi Emine Ş'yi sağ bacağından yaraladı. Olay yerinde bulunan vatandaşların 112 Acil Ambulansına haber vermesinin ardından yaralı kadın Gölcük Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı.

Olay yerinden kaçan Koç, bir süre sonra polis ekiplerince yakalanarak gözaltına alındı.Zanlı emniyetteki ifadesinin ardından adliyeye sevk edildi.

Cüneyt Koç, emniyette verdiği ifadesinde, Emine Ş ile bir süre önce karşılıklı ayrılma kararı aldıklarını daha sonra kendisinin ayrılmak istememesi nedeniyle aralarında tartışma çıktığını, bu nedenle eşini yaraladığını söylediği öğrenildi.

HACER’E 12 BIÇAK

Bursa’nın Karacabey'in Akçasusurluk köyünde oturan 35 yaşındaki Hacer A., eşi Hacı A'ya (41) ayrılmak istediği söyledi.

Kendilerine ait çiftlikte çıkan tartışmanın kavgaya dönüşmesi üzerine, Hacı A, eşini 12 yerinden bıçaklayarak ağır yaraladı.

Çiftlikteki işçiler tarafından Karacabey Devlet Hastanesine götürülen Hacer A, buradaki müdahalenin ardından Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edildi.

Olaydan sonra kaçan Hacı A, jandarma ekiplerince yakalandı.

SÜREYYA’NIN CESEDİ DENİZDEN ÇIKTI

Hatay'ın Samandağ ilçesinde festival alanı yakınındaki sahilde denize giren vatandaşlar, suda bir kadın cesedi olduğunu görünce jandarmaya haber verdi.

Sudan çıkarılan cesedin 38 yaşındaki Süreyya Tut'a ait olduğu belirlendi.

Tut'un cesedinin otopsi yapılmak üzere Samandağ Devlet Hastanesi'nin morguna kaldırıldığı bildirildi.

Kaynak: ntvmsnbc

Yabancılar şube'nin "misafirleri" zehirlendi

Fatih'deki Yabancılar Şube Müdürlüğü Misafirhanesi'nde sınırdışı edilmek üzere tutulan yabancı uyruklulardan 8 kişi akşam verilen yemekten zehirlenerek hastaneye kaldırıldı.


Kumkapı’daki Yabancılar Şube Müdürlüğü "Misafirhanesi"nde tutulan yabancı uyruklu şahıslar, akşam verilen yemeğin ardından polislere mide bulantısı ve kusma şikayetinde bulundu.

Polisler durumu 112 Hızır Acil’e bildirdi. Olay yerine çok sayıda ambulans sevk edildi. Yabancı uyrukluların kaldığı odalara giden sağlık ekipleri ilk müdahaleyi burada yaptı. Ambulanslarla 8 kişi kaldırıldıkları Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tedavi altına alındı.

Zehirlenen yabancı uyruklu kişilerin akşam ne yediklerini konusunda polis herhangi bir bilgi vermedi.

DHA
Kaynak: Radikal

İran'da Urmiye Gölü için protesto gösterileri

Yok olma tehlikesiyle yüzyüze olan Urmiye Gölü’nün kurtarılması için İran’da Tebriz şehri ile Doğu Kürdistan’ın Urmiye şehrinde gösteriler düzenlendi. Gösterilere, güvenlik güçlerinin müdahalesi nedeniyle çatışmalar yaşandı.

Geçtiğimiz hafta, Urmiye ve Tebriz kentlerinde protesto gösterileri gerçekleşti. Kurumakla yüzyüze olan Urmiye Gölü’nün kurtarılması için yapılan gösteriler devlet güçleri müdahale etti, çatışmalar yaşandı.

5 bin 200 km2’lik yüzeyi ile İran’ın en büyük gölü olan Urmiye Gölü, bir köprü ile Tebriz ve Urmiye şehirlerini birbirine bağlıyor. Tuz rezervi bakımından dünyanın ikinci büyük gölü olan Urmiye Gölü’ndeki suyun yüzde 60’ı son 10 yıl içinde kurudu. Uzmanlara göre önlem alınmaması halinde birkaç yıl içinde göl tuzlu bir kara parçasına dönüşecek.

Urmiye Gölü toplam 37 milyar metreküp su içeriyor. Urmiye Gölü, kuzeyden güneye 135 km, doğudan batıya 18 ila 55 kilometre uzunluğunda. Derinliği en fazla 16 metre olarak ölçülüyor.

Suyun büyük oranda azalması tuz oranını yükselterek litre başına 330 grama çıkarıyor. Ölüdeniz’de bile litre başına ortalama tuz oranı 275 gram olarak ölçülüyor. Çok tuzlu alanlar da bazen göçmen kuşlar açısından tuzak oluşturuyor. Artemilerin (tuzlu suda yaşayan küçük kırmızı canlılar) de bu nedenle suda çoğalmadığı kaydediliyor. Flora (belirli bir bölgedeki bitki örtüsü) ve Fauna (belirli bir bölgedeki yetişen hayvanların tümü) yok olma tehdidi altında.

Suyun azalması gölün kurumasının kısmi bir nedeni olarak görülse de çevreciler çevrede kurulan barajların temel neden olduğunu belirtiyor. Gölün kuruması sadece Doğu Kürdistan değil aynı zamanda Türkiye ve Azerbaycan üzerinde de olumsuz etkilere yol açacak. Aktivistler milyonlarca kişinin bölgeden göç edebileceğini belirtiyor.

Geçtiğimiz 16 Ağustos’ta İran parlamentosu Urmiye Gölü’nün sulanması için fon ayrılmasını reddetti.

Tebriz ve Urmiye’deki sivil toplum örgütleri de hükümet üzerinde baskı kurmak için eylem yapmaya karar verdiler. Göl içine tedbir alınması amacıyla çok sayıda eylem organize edildiği bildirildi.

Protesto gösterileri Youtube’da da paylaşıldı:



Kaynak: ANF

Nükleerden kaçış hızlanıyor


50 yıl önce, 'sayaçsız, bedava elektrik', 'sonsuz elektrik' olarak lanse edilen ve bütün dünyayı kaplayacağı varsayılan nükleer santrallerden kaçış özellikle gelişmiş ülkelerde hızla artıyor.

Fukuşima felaketinden sonra  nükleersiz Japonya hedefini ortaya koyan Japonya 55 nükleer santralden 41'ini devre dışı bıraktı.

Avusturya Filipinler ve Brezilya, yapımı biten nükleer santrallarını çalıştırmadan kapattı. İsveç, 1980 yılında yapılan referandum sonucunda 2010 yılında, tüm nükleer santrallarını kapatma kararı aldı ve ilk santralini sökmeye başladı. Almanya nükleer santrallerin en geç 2022 yılı sonuna kadar tümüyle kapatılmasını kararlaştırdı ve 17 santralı geçici olarak devre dışı bıraktı. İtalya, İngiltere, İspanya, Belçika, Finlandiya, Rusya, Çin, Endonezya, Küba, Tayland ve Vietnam nükleer planlarını terketti. Portekiz, İrlanda, Lüksemburg, Danimarka, Yunanistan, İsviçre, Hollanda, Danimarka, İskoçya, Yeni Zelanda ise nükleer santral kurmama kararı veren ülkeler arasında.

Kaynak: RedHaber

Bayramı göçük alanında geçirecekler

Maraş'ın Afşin ilçesindeki Çöllolar kömür havzasında 10 Şubat 2011 tarihinde meydana gelen büyük göçükte toprak altında kalan işçilerin aileleri, onlarsız geçirecekleri ilk bayramın burukluğunu yaşıyorlar.

Aileler, devletin cesetleri halen çıkarmamalarına öfkeli. Termik santral şirketi de her işçinin ailesine para sunarak, sorumluluğunu gizlemeye çalışıyor.

Afşin'deki göçükte yapılan arama çalışmalarında sadece bir işçinin cenazesine ulaşılmıştı. 9 işçinin cenazesi ise hala göçük altında bulunuyor.

Aradan 7 ay geçti; işçi aileleri ilk kez onlarsız bayrama girecekler.

Şimdiye kadar cenazelerin bulunmamasına tepkili olan işçi aileleri, "Bulunmuş olsalardı en azından dua edecek bir mezarımız olurdu" diyorlar. Onlar için artık tek beklenti; çocuklarının, babalarının, sevgililerinin cansız bedenine kavuşabilmek!

'YETKİLİLER BİZE YALAN SÖYLÜYOR'

Aileler, yakınlarının henüz cesetlerine ulaşılamadığı için psikolojik olarak da problemler yaşamaya başladılar. Göçük altında kalanlardan işçi Cuma Yıldırım’ın Tepebaşı mahallesinde yaşayan annesi Şenel Yıldırım, şunları söylüyor: "Oğlumu rüyamda ölmemiş olarak görüyorum, uyandığımda rüyamın gerçek olması için Allah'a yalvarıyorum. Cep telefonunu arıyorum ama ulaşılamıyor. Her gün gelecekmiş gibi kapıda onu bekliyorum. Yetkililer şimdiye kadar bize cenazesini vermedi. Bıraksalardı biz ellerimizle kazarak çıkarırdık yavrularımızı. En azından yavrumun bir mezarı olurdu, gidip dua ederdik. Bu onsuz ilk bayramımız. Her bayram elimi öperdi. Bu bayram ben onun elini öpmeye gideceğim. Bayramı göçük alanında geçireceğim."

Yetkililerin kendilerine hiçbir bilgi vermediğinden şikâyet eden anne şenel Yıldırım; "Çalıştıklarını söylüyorlar ama ben inanmıyorum. Çalışma yapılsaydı şimdiye kadar çıkarırlardı oğlumun cenazesini. Ben oğlumun kemiğini istiyorum, bir mezarı olsun istiyorum. Dua edecek mezar istiyorum" diye ferhat ediyor.

'GAZETECİLER SÖYLEDİKLERİMİZİ YAZMIYOR'

Heyelanda toprak altında kalan işçi Muhsin Koşan’ın Küçükyapalak köyünde yaşayan ailesi de işçilerin cenazelerinin hala çıkarılamamış olmasından dolayı öfkeliler. Baba Cafer ve anne Kezbani Koşar, "Aylar geçti cenazeye ulaşılamadı. Türkiye 75 milyon diyorlar, bu 75 milyon insan birer avuç toprak kazsaydı yavrumuzun cenazesine ulaşılırdı" diyor.

Şimdiye kadar defalarca gazetecilerin kendileriyle görüştüğünü, dertlerini dinlediklerini ama konuştuklarını yazmadıklarını anlatan Koşar ailesi, "Neye konuşalım ki, konuşuyoruz konuşuyoruz bir şey yapan yoktur. Konuştuklarımız bile sansürleniyor, kimlerin engellediğini de bilmiyoruz" diyorlar.

Koşar ailesi de, işçilerin cesetlerinin bulunması için devletin çalışma yaptığına inanmıyor: "Aylar geçti, çalışma yaptıklarına inanmıyorum. Bizleri kandırmak için çalışmış gibi gözüküyorlar sadece. Çalışmış olsalardı cenazeler ulaşılırdı. Fotoğraflarına bakıp kendimizi avutmaya çalışıyoruz. İki kemik dahi olsa devletten bulmalarını istiyoruz. Mezar istiyoruz."

'DEVLET BİZİ YALNIZ BIRAKDI; EŞİMİN KEMİĞİNİ BİLE VERMEDİLER'

Toprak altında kalan işçi Hacı Mehmet İpek’in eşi çiçek Vesile İpek ise, 3 çocuğuyla yalnız kaldı. "Çocuklarım yetim kaldı. işte bayram geldi, yavrularım baba diye kimin elini öpecek? Kim onların başını okşayacak?" diyerek hem isyan ediyor, hem de gözyaşları döküyor İpek... Diğer aileler gibi Vesile İpek devlet yetkililerine tepkili: "Bizi yalnız bıraktılar. Göçüğün yaşandığı gün 'ne sorununuz olursa yanınızdayız' dediler. Şimdi baktığımızda bize mezara koyabileceğimiz bir kemik parçası bile veremediler."

'KIZIM HALA PENCEREDE BEKLİYOR'

10, 16 ve 17 yaşında üç çocuk babasıydı işçi Kemal Elmas... Mezarının olmaması, çocuklarının pencereden hala onu beklemesine yol açıyor. Eşi Hülya Elmas, "Küçük kızım Yağmur her gün 'babam işten gelecek' diye pencerede bekliyor" diyor.

Cuma ise, diğer çocukları. Babasız kaldığının farkına, evdeki yükleri artınca anlamış. O, küçük kardeşlerine sadece ağabeylik değil; babalık da yapmak zorunda.

9 işçinin sorumluları, katilleri ve onları aklayanlar çok yıldızlı otellerde iftarlarını yaptığı saatlerde; sofrada babalarının her zaman oturduğu yeri yine boş bırakıp boğazlarına düğümlenen yiyeceklerle iftarını açıyor, Elmas ailesi...

Kaynak: ANF

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Canlı Kalkanlar Sınırı Geçti



Barış Anneleri İnisiyatifi'nin hava harekatlarını, sınır içi ve ötesi operasyonları protesto etmek için 10 gündür devam ettirdiği canlı kalkan eylemi sınırın ötesine taşındı.

Barış Anneleri İnisiyatifi tarafından yürütülen "canlı kalkan eylemi" sınır ötesine geçti. Şırnak'ın Silopi İlçesinden iki otobüsle Kuzey Irak'a geçen 100 kişi, eylemlerine burada devam edecek.
Silopi'ye Diyarbakır, Batman, Malatya, Adıyaman, Siirt, Şanlıurfa, Mardin, Tunceli ve Bingöl'den toplanarak gelen canlı kalkan eylemcileri, bindikleri iki otübüsle birliktr Habur Sınır Kapısı'ndan geçti.

Habur Sınır Kapısı'na gelmeden önce konuşan Barış ve Demokrasi Partisi Şırnak İl Başkanı Abit İke, istediklerinin askeri operasyonların durdurulması olduğunu vurguladı.

Aralarında BDP'li milletvekilleri, belediye başkanları, il genel meclis üyeleri ile çeşitli sivil toplum örgütü ve sendika temsilcilerinin de bulunduğu canlı kalkanların geçisi sırasında yol trafiğe kapandı.
Canlı kalkanlara konuşma yapan BDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan, Hakkari'nin Çukurca İlçesi'nde ölen BDP'li Yıldırım Ayhan'ın ailesine başsağlığı diledi. Aydoğan, 21 Ağustos'ta Kortek-Ranya yolu üzerinden geçen sivil aracı vurulmasıyla ölen aynı aileden yedi kişiyi de hatırlatarak,  hükümetin sivillerin ölümü için özür dilemesi gerektiğini söyledi.

"Savaş uçakları yedi Kürt sivili katletti. Bunun için Başbakan Tayip Erdoğan özür dilemelidir."
Grubun, Kuzey Irak'ta bir dizigörüşme yaptıktan sonra yedi sivilin yaşamını yitirdiği Ranya'ya gideceği öğrenildi.

Kaynak: Bianet

Kürt anneleri bayramı kutlamıyor


Barış Anneleri devam etmekte olan savaş nedeniyle bu yıl bayram kutlamayacak. Galatasaray Lisesi önünde oturma eylemi yapmak isteyen kadınlar polis müdahalesi nedeniyle Ömer Hayyam Parkı'nda oturma eylemi başlattı. BDP'li milletvekilleri Tuncel ve Önder de, Barış Anneleri'nin yanlarında.

Barış Anneleri İnisiyatifi'nin Galatasaray Lisesi önündeki 24 saatlik barış eylemi, İstanbul Valiliği'nin kararıyla engellendi. Polis tarafından Meşrutiyet Caddesi girişinde durdurulan Barış Anneleri'nin barış çağrısı, polisin meydana çıkan caddeleri de kapatarak tüm alanı abluka altına alması sonucu engellendi. BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel de polislerle görüştü ancak polisin katı tutumu nedeniyle sonuç alınmayınca, barikat önünde oturma eylemi başlatıldı.

Barış Anneleri, eylem boyunca "Anaların gözyaşı katilleri boğacak", "Hepimiz anayız, barıştan yanayız" sloganlarını attı.

Daha sonra BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder İstanbul Valisi ile telefonda görüşmesi yaptı. Daha sonra Barış Anneleri Ömer Hayyam Parkı'nda oturma eylemine başladı.

‘ÖLÜMLERİN ÖNÜNE GEÇİLMELİ’

Barış Anneleri İnisiyatifi adına açıklama yapan Cemile Akgün, devletin farklılıklara tahammül göstermediğine dikkat çekerek, bu durumdan en çok anneler ve çocukların zarar gördüğünü hatırlattı. Başbakan Erdoğan'ın tehditkar açıklamalarından sonra askeri operasyonların başladığına dikkat çeken Akgün, bu operasyonlar sonucu sivillerin de yaşamını yitirdiğini belirterek, "Başbakan savaş çığırtkanlığı söylemlerinden vazgeçmeli" uyarısında bulundu.

Açıklamada, PKK Lideri Öcalan'ın avukatlarıyla görüştürülmemesinin, devletin topyekün bir savaşa hazırlandığı yönündeki kuşkuları artırdığına dikkat çekildi ve eklendi: "Abdullah Öcalan ile müzakerelere başlanmalı ve ölümlerin önüne geçilmeli. Bu sorunu 'terör' olarak gören anlayışın Kürt sorunun çözemediğini anlamak için daha kaç tane Türk'ün, kaç tane Kürt'ün ölmesi gerekiyor?"

Barış Anneleri'nin Erdoğan'a da soruları vardı: "Sayın Başbakan, Suriyeli sivillere yönelik haklı tepkinizden yola çıkarak Kürt bebeklerinin parçalanmış bedenlerine de benzer tepkiyi verebilecek misiniz? Sizin tahammülünüz var mı bu ölümlere?"

Barış Anneleri, açıklamalarının sonunda şunları söyledi: "On binlerce evladımızın ölümünü geri döndürmek anaların yaşadığı üzüntü ve acıyı onarmak mümkün olmayacaktır. Artık başka çocuklarımız ve eşlerimizin ölmemesi için barış içinde yaşamaktan başka bir yol olmadığına inanıyoruz. Bütün anneleri barış için çalışmaya ve bizimle hareket etmeye çağırıyoruz."

'HAKKARİ VALİSİ ÖLÜM EMRİ VERDİ; AYHAN KATLEDİLDİ'

BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ise İstanbul Valiliği'nin eylemi fiili olarak yasakladığına değinerek, engellemeye tepki gösterdi. Tuncel, Valiliğin annelerin barış talebinin diğer yurttaşlar tarafından duyulmasını istemediğini ifade etti.

Hakkari'deki canlı kalkan eyleminde Yıldırım Ayhan'ın bizzat devlet tarafından öldürülmesini kınayan Tuncel, İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın "90'lara dönülmeyecek. Hukuk dışı birşey olmayacak" sözlerini hatırlatarak, şöyle dedi: "90'larda da bir hukuk vardı. OHAL Bölge Valiliği'nin de bir hukuk vardı. Şimdi de bir hukuk var. Bu hukuk OHAL'den kötü bir hukuktur. Şimdi her il valisini özel olarak görevlendirdiniz, Hakkari Valisi bir arkadaşımızın ölüm emrini vermiştir. İçişleri Bakanlığı, Başbakanlık'tan bağımsız değildir bu. Yeni hukuk bunu gerektiriyor."

Başbakan Erdoğan'ın "tarafınızı belirleyin" ve "pozisyon alın" şeklindeki sözlerine de, "Bizim tarafımız, barıştan, kardeşlikten, eşitlikten yanadır. Tarafımız savaştan yana asla olmayacak" diye yanıt verdi.

'BU ÜLKE ÇOK ZALİM GÖRDÜ'

BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder de, Türkiye'de tarih boyunca birçok zalime şahit olunduğunu söyleyerek, şöyle konuştu: "Çiller'leri, Ağar'ları, Kozakçıoğlu'nu, Büyükanıt'ları rahmetle anan, şefkatle anan bir tek insan bulamazsınız. Bunun sebebi onların savaşı bir ekmek kapısına dönüştürmüş olmalarıydı. Bugün de savaş emperyalistlerin Ortadoğu'da doymak bilmeyen iştahlarına bir sofra açmaktır, başka birşey değildir. Bu evlatları savaşa kurban eden herkes bundan 10 sene sorna lanetle alınacaktır. Bu bedduları üzerine almayın, bırakın hiçbir ananın oğlu dağda, askerde, yolda belde kalmasın, hepsi evine dönsün."

Açıklamaların ardından Barış Anneleri Ömer Hayyam Parkı'na geçtiler. Anneler, burada 24 saatlik oturma eylemine başladı. Eyleme çeşitli siyasi partilerden kadınlar da destek verdi.

Kaynak: ANF

Otopsi raporu: Ayhan ateşli silahla öldürüldü

Hakkari'nin Çukurca İlçesi'nde Vali'nin emriyle askerin açtığı ateş sonucu yaşamını yitiren BDP'li Yıldırım Ayhan'ın otopsisi tamamlandı. Ateşli silahla öldürüldüğü belirtilen otopsi raporunda, Ayhan'ın vücudunda ne olduğu anlaşılmayan ancak bomba olduğu tahmin edilen bir cisim çıkarıldı.

Canlı kalkan eylemi için gittiği Hakkari'nin Çukurca İlçesi'ne 10 kilometre kala askerin açtığı ateş sonucu yaşamını yitiren BDP'li Van İl Genel Meclis Üyesi Yıldırım Ayhan'ın otopsi işlemleri tamamlandı. Cumhuriyet Savcısı Muhammet Murat Salman ve Adli Tıp Uzmanı Neva Danışkan Sataloğlu tarafından yapılan ile Van Barosu avukatlarından Yalçın Sarıtaş'ın hazır bulunduğu otopside, Ayhan'ın nasıl öldürüldüğü net olarak ortaya çıktı.

Üç sayfalık otopsi raporunda, Ayhan'ın kesim ölüm sebebinin ateşli silah yaralanması sonucu kaburga kırıklarıyla birlikte akciğer ve kalp zarı sonucu meydana gelen iç ve dış kanamaya bağlı olduğu belirtildi. Raporda, Ayhan'ın ölümüne neden olan cismin ne olduğu anlaşılmayan ancak bomba olduğu tahmin edilen bir cisim olduğu belirtilerek, "Otopsi işlemleri detaylı olarak yapıldı. Göğüs açıldıktan sonra detaylı otopsi yapıldı. Göğüs boşluğunda 1x1 cm çapında plastik mavi renkli kapak ve 8x4 cm silindir şeklinde metalik yabancı bir cisim çıkarıldı. Sağ akciğer orta alt lob birleşim yerinde ve lob arasında yaklaşık 3x3 cm'lik kahve renkli, siyah renkli yanık alanı görüldü. Kalp dışındaki perikartın parçalanmış olduğu görüldü" denildi.

'KESİN ÖLÜM NEDENİ ATEŞLİ SİLAH'

Raporda görüş belirten bilirkişi doktoru ise, Ayhan'ın ölüm nedenini şöyle açıkladı: "Kişinin kesin ölüm sebebinin ateşli silah yaralanması sonucu kaburga kırıklarıyla birlikte akciğer ve kalp zarı yaralanması sonucu meydana gelen iç ve dış kanamaya bağlı olduğu trajeni vücut içerisinde önden arkaya doğru seyrettiği isabet eden bölgenin elbiseli bölge olması nedeniyle atış mesafesi tayını açısında olay esnasında üzerinde bulunan elbiselerin uygun olacağı cesetten alınan kan örneğinin toksokolojik analizinin uygun olacağı kanaatindeyiz."

Raporda kesin ölüm nedeni net olduğu için cenazenin, Adli Tıp Kurumu'na gönderilmesine gerek olmadığına, aileye teslim edilmesine karar verildi.

Kaynak: ANF

28 Ağustos 2011 Pazar

Gaz bombasıyla vurulan Ayhan hayatını kaybetti

Hakkari'nin Çukurca ilçesinde operasyonların durması için sınıra yürümek isteyen kitleye Vali Muammer Türker'in emri ile yapılan müdahale sonucunda BDP Van İl Genel Meclisi üyesi Yıldırım Ayhan yaşamını yitirdi.

Operasyonların ve çatışmaların durması için Şırnak'ın Silopi ilçesi ile Hakkari'nin Çukurca ilçesinde 16 ilden gelen ve aralarında BDP'li milletvekilleri, belediye başkanları, sivil toplum örgütleri, barış anneleri inisiyatifi ve kadın derneklerinin de bulunduğu binlerce kişiye Şırnak ve Hakkari valilikleri tarafından izin verilmedi.

Habur Sınır Kapısı'na gitmek için Silopi'nin Başverimli beldesinden yola çıkan binlerce kişi asker ve polis tarafından engellenirken, Hakkari'de bir araya gelen binlerce kişi bugün sabah saatlerinden itibaren yolda çeşitli engellemelere rağmen Çukurca ilçesine doğru yola koyuldu.

Vali Muammer Türker'in emri ile Çukurca'ya girmelerine izin verilmeyen binlerce kişi ilçeye 10 kilometre kala Narlı köyü yakınlarında oturma eylemi yaptı. Burada BDP'li milletvekillerinin Valilik, Kaymakamlık ve askerlerle yaptıkları görüşmeden sonuç çıkmayınca binlerce kişi oturma eylemine başladı.

HEDEF AYSEL TUĞLUK MUYDU?

Yaşanan oturma eylemi ardından Valilik emri ile kitleye askerler gaz bombaları ile saldırdı. Olaya tanık olan görgü tanıklarının anlatımına göre, kilolu, beyaz tenli ve gözlüklü yüzbaşı rütbeli bir subayın milletvekili Aysel Tuğluk'u hedef alan gaz bombasının isabet ettiği BDP Van İl Genel Meclis üyesi Yıldırım Ayhan yaralandı.

Kitleye yönelik saldırı devam ederken, ağır yaralanan Ayhan önce Çukurca'ya daha sonra da helikopterle Van Yüzüncü Yıl Araştırma Hastanesi'ne kaldırıldı. Ayhan burada yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.

Ayhan'ın ölüm haberi ardından Araştırma Hastanesi önünde halk ve BDP'liler birikmeye başladı.

BDP: Ayhan'ın ölümünden AKP hükümeti sorumludur

Çukurca sınır hattındaki canlı kalkanlar, göğsüne isabet eden gaz bombasından yaşamını yitiren BDP'li Yıldırım Ayhan'ın cenaze törenine katılmak üzere eylemlerine son verip, Van'a geri döndü. BDP Eş Genel Başkanı Hamit Geylani, Ayhan'ın ölümünden AKP hükümeti, Hakkari Valisi ve Çukurca Kaymakamı sorumlu olduğunu vurguladı.

Demokratik Toplum Kongresi'nin (DTK) çağrısı üzerine operasyonları protesto etmek amacıyla Hakkari'nin Çukurca İlçesi'ne giden canlı kalkanlar, askerin müdahalesinde göğsüne aldığı gaz bombasından yaşamını yitiren Van İl Genel Meclis Üyesi Yıldırım Ayhan'ın cenazesine katılmak üzere eylemlerine son verip, Van'a döndü. Geri dönmeden önce kısa bir açıklama yapan BDP Eş Genel Başkanı Hemit Geylani, olayın sorumlusunun AKP hükümeti, Hakkari Valisi ve Çukurca Kaymakamı olduğunu söyledi. Olaydan önce Hakkari Valisi Muammer Türker ile görüştüğünü ve Vali'den olay yerine yetişinceye kadar müdahale edilmemesini istediklerine dikkat çeken Geylani, süre tanınmadan müdahalenin başladığını dile getirdi. Olayın failleri belli olduğunu da dile getiren Geylani, olayın hesabını soracaklarını ifade etti.

Kürt coğrafyasında akıtılan kanın sonunda kutsal Çukurca toprağına da akıtıldığını belirten Geylani, "Biz barış için bedenini kalkan yapmaya gelen ve hayatı kaybeden Yıldırım Ayhan'ı barış şehit ilan ediyoruz ve onun yollarında mücadele edeceğimize söz veriyoruz" dedi. Kür halkı üzerinde 30 yıldır imha ve inkar politikasının sürdüğünü belirten Geylani, 30 yıldır bitirilmeyen Kürt halkının bundan sonrada asla bitirilemeyeceğini söyledi.

Geylani, şöyle konuştu: "Bu akan kanın sorumlusu Hakkari Valisi, Çukurca Kaymakamı ve AKP hükümetidir. Bu olayın yaşanmaması için bütün görüşmelerimiz sonuçsuz kaldı. İçişleri Bakanı telefonlarımıza cevap vermedi. Vali 15 dakika içinde müdahale edileceğini söyledi. Bütün ısrarımıza rağmen vali olay yerine yetişmemize bile izin vermeden müdahale talimatını verdi. Bunun için bu olayın failleri bellidir. Başbakan ve buradaki yetkililerdir." Geylani, bedeli ne olursa olsun mücadelelerini sürdüreceklerini belirterek, asla mücadelelerinden taviz vermeyeceklerini dile getirdi.

Yapılan açıklamadan sonra kitle Yıldırım Ayhan için Van'da yapılacak olan cenaze törenine katılmak üzere Van'a doğru yıla çıktı.

Kaynak: ANF

Af Örgütü, Kortek katliamının soruşturulmasını istedi

Uluslararası Af Örgütü, Türk ordusunun hava saldırısı sonucu 7 sivilin yaşamını yitirmesiyle ilgili bağımsız ve adil bir soruşturmanın yürütülmesini istedi.

Af örgütü yaptığı açıklamada, 21 Ağustos günü meydana gelen olayda, Huseyîn Mustefa Hesen, 43 yaşındaki eşi Mer Haci Mam Kak, kızı 20 yaşındaki Rezan Huseyîn Mustefa, iki kız çocukları Sonya Şemal Hesen ile Solîn Şemal Hesen, oğlu 11 yaşındaki Zana Husseyîn Mustefa ile yeğeni 10 yaşındaki Oskar Xuzer Hesen’in yaşamını yitirdikleri hatırlatıldı.

7 sivilin Türk savaş uçaklarının saldırısı sonucu yaşamlarını yitirdiklerinin bildirildiği kaydedilen açıklamada, saldırının Güney Kürdistanlı siyasetçi gazeteci ve insan hakları örgütleri yanı sıra halk tarafından da düzenlenen protestolarla kınandığı belirtildi.

Türk yetkililerine olayla ilgili “adil ve bağımsız soruşturma” açma çağrısında bulunan Af Örgütü, “Türk ordusunun uluslar arası insani hukuk ile uluslar arası insan haklarına saygılı davranıp davranmadıklarını içerecek olan” soruşturma sonuçlarının kamuoyuna da açıklanmasını istedi. Af Örgütü ayrıca, olayla ilgili şüphelilerin uluslar arası adil yargılama çerçevesinde yargılanmasını, yaşamını yitirenlerin ailelerine tazminat ödenmesini istedi.

Kaynak: ANF

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Barış herkes için ihtiyaçtır


Barış İçin Kadın Girişimi üyeleri dün İstanbul Taksim Meydanı'nda bir basın açıklaması yaparak 'Barış herkes için ihtiyaçtır' dediler.

Basın açıklamasının tam metnini yayınlıyoruz:

Silahlar susun 
Savaşa karşı barışın sözü sesi duyulsun

Savaş bitsin barış olsun diye yine sokaklardayız. Savaşın, ülkenin doğusunda-batısında herkesi, ama en çok kadınların tümünü derinden yaraladığını, etkilediğini hep birlikte görüyoruz, yaşıyoruz. Barış için Kadın Girişiminden kadınlar olarak bizler, sözün bitmediğini, bitmeyeceğini biliyoruz. Barış içinde yaşamanın ne kadar güzel olduğunu hayal etmeye ve barış için ısrar etmeye hep devam ettik ve edeceğiz. Çünkü barış hepimiz için su gibi ihtiyaçtır.

Barış herkes için ihtiyaçtır.

Biz kadınlar, erkek egemen sistemin bileşenleri olan başta iktidar partisi olmak üzere,  tüm militarist sivil ve askeri güçleri ve sermayedar egemenleri, Kürt halkının en meşru talepleri için adım atmaya yanaşmayanları bu savaşın sorumluları olarak görüyoruz.

Apaçık görünüyor. 30 yıldır devam eden savaş yüzünü tam barışa dönecekken, savaştan çıkarı olanların ve yandaşı medya tarafından savaş çığırtkanlığı ile yerini bir kez daha savaşa, ölümlere, göçe, halklar arasında düşmanlığa bıraktı.

Artık iyice artan bir şekilde iktidar partisinin açılım diye diye seçim sürecinde başlattığı cinsiyetçi, şovenist, militarist ve heteroseksist politikaları devam ediyor. Bildik savaş senaryoları bir kez daha devreye sokuldu.

Barış için ısrar ısrar ediyoruz.

Seçim sürecinde meydanlarda urgan atanlar, günlerdir süren askeri operasyonları ayakta alkışlamakla kalmıyor, savaş kışkırtıcılığı da yapıyor. Türkiye’de bir arada yaşamaya çalışan halkları, toplumun bağrına ekmeye çalıştıkları düşmanlık tohumlarıyla zehirlemeye çalışıyorlar.

Yazık ki, bir dönem hepimizi umutlandıran 'acaba barışa yaklaştık mı' hissiyatı, son askeri operasyonlarla yerini derin bir hüzne ve öfkeye bıraktı.

Savaş, kadınlar için yaşanan yerlerden sökülüp atılmak, hayatın iyice kıyısına itilmek, zorunlu seks işçiliği yapmak anlamına geliyor. Savaş, evde ve sokakta askerileştirilen erkeklerin şiddetinin, tecavüzünün artması anlamına geliyor.  Kadın intiharları artıyor. Savaş, işşizlik, açlık ve yoksulluk sınırında yaşamak zorunda kalmak, sosyal hakların gaspedilmesi, kadınların ihtiyaç ve talepleri, savaşın ihtiyaçları karşısında görünmez olması anlamına geliyor. Kadınların eşitlik ve özgürlük istedikleri bir anayasanın savaş koşullarında asla mümkün olmayacağı ortada. Bütün bunları görmek için daha ne gerekiyor.

Savaşa karşı barışa söz ver..

Savaştan ya katil ya da ölü olarak dönmemek mümkün değil. Yine gencecik bedenler ölümle buluştu, yine kadınlar öldürüldü, yine çocuklar patlayan mayınla, tüfekle hayattan koparılıp alındı. Savaşın yaşadığımız toprakları hiç kimsenin güvende olmadığı bir cehenneme çevirdiğini anlamak için daha ne gerekiyor.

Savaş bahanesiyle demokratik hak ve özgürlükler gaspedilecek,  bütün ülkede anti-demokratik uygulamalar meşrulaştırılacak.

Bizler tarafız. Savaşa karşı barışın, ölüme karşı hayatın tarafıyız. Bir tek canımızı daha kaybetmek istemiyoruz. Yeter, artık asker, gerilla ve sivillerin cenazelerini kaldırmayalım. Tüm canlı hayatı tahrip ve tehdit eden bu savaş devam edemez. Meclis açılmayı beklemeden bir an önce toplanmalı ve barışı sağlayacak bütün adımlar atılmalıdır.

Bizler söz bitti diyenlere inanmıyoruz. Sözü bitirmek isteyenleri dinlemiyoruz.  Söz bitmedi, bitemez diyoruz. Bu savaşın acilen bitirilmesi, ancak karşılıklı söyleyerek, dinleyerek, konuşarak mümkün. Savaşın bitmesi, bombaların insanların üzerine yağmaması, silahların bırakılması ve özgür bir yaşamın kurulması için, sınır boylarında, mahallelerde, meydanlarda biz kadınların sözü var.

Savaşa karşı söz barışın olsun!

Barış için ısrar ediyoruz!

Em ji bo aştiye bi ısrar in

Yaşasın kadınların dayanışması!

Biji yekitiya jiyan..

İstanbul Barış İçin Kadın Girişimi

Kaynak: RedHaber

Muhteşem Yüzyıl'ın Çekimlerinde At Kıyımı

Aç, susuz çalıştırılan atlar ölüyor: Muhteşem Yüzyıl'ın çekimlerinde kıyım...


Sesonline.net isimli haber portalında yer alan iddialara göre Muhteşem Yüzyıl isimli dizi çekimlerinde çalıştırılan atlar, aç susuz bırakılmış ve öldü. Konuya ilişkin haber şöyle;

Timur Savcı'nın yapımcısı olduğu, Yağmur Taylan ve Durul Taylan'ın yönettiği, Meral Okay'ın senaryosunu yazdığı Muhteşem Yüzyıl dizisinin yeni sezon çekimleri Edirne'nin Karaağaç ilçesi köylerinde başladı. İlk yayınlandığı günlerde bazı çevrelerin protestosuna uğrayan, ilerleyen günlerde ise izleyici rekorları kıran 'Muhteşem Yüzyıl' dizisinin yeni dönem çekimlerinin hayvan katliamlarına sahne olması protestoların oluşmasına neden oldu. Ağır ve ilkel koşullarda çalıştırılan atlardan 3'ü koşullara dayanamayarak öldü. Atların ölümü, set çalışanları ve oyuncuların da tepkisine neden olurken, olayı duyan hayvan hakları savunucuları tepki gösterdi. İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu, Dünya Yalnız Bizim Değil Platformu (DYBD) ve Yaşam Hakkına Saygı Derneği, "dizi filmin çekiminde hiç bir masraftan kaçınılmazken, atların ağır koşullarda, aç, susuz çalıştırılmasına yönelik" tepki göstererek, Hayvanları Koruma Yasası nezdinde de yasal girişimde bulunacaklarını ifade etti. Film seti prodüksiyon şirketine yönelen tepkiler yükselirken, çekimler sürdürülüyor. Sette görev alan, set çalışanları ve oyunculardan edindiğimiz bilgilere göre; "filmde çalıştırılan atların maliyeti düşük olsun diye Uşak'taki ciritcilerden temin edilmiş. 18 Ağustos Perşembe günü, Edirne'nin Karaağaç ilçesi yakınındaki Süvari köyünde çekimi başlayan dizi için kötü taşıma ve ulaşım koşullarında nakledilmekte olan 30 attan biri yolda ölmüş. Atlardan ikisi ise, film setinde hayatını kaybetmiş...

Set çalışanlarının ifadelerine göre; "aç,susuz çalıştırılan atlar, sıcağa ve yorgunluğa rağmen yürüsün, koşsun ve binicisinin talimatlarına uysun diye, atın ağzının içine dişlerinin arkasına gelecek şekilde yerleştirilen metalden yapılma 'kantarma' denilen aletler de, emsallerine göre çok ağır..." 

Öte yandan, nakliye sırasında ve sette ölen atların dışında, artık çekimlerde kullanılamayacak hale getirilen ayakları şiş ve yara bere içindeki atlar, setin 2 kilometre uzağındaki güneş altındaki bir alanda ölüme terk edildi.

Kaynak: Hayvansever Gazetesi

Mahkeme: TİB Kayıtları Göndermeli

Hrant Dink cinayetinin davasında mahkeme, telefonla konuşan kişinin tespiti için istenen kayıtların verilmesine itiraz eden TİB'i haksız buldu, kayıtların gönderilmesini istedi.


İstanbul 9'uncu Ağır Ceza Mahkemesi, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB)'nın itirazını reddetti ve kurumdan Hrant Dink cinayetinin işlendiği yerdeki tüm telefon görüşme kayıtlarının mahkemeye gönderilmesini istedi.

Dink cinayeti davasına bakan İstanbul 14'üncü Ağır Ceza Mahkemesi, Dink Ailesi'nin avukatlarının talebi üzerine TİB'den cinayet yerindeki telefon kayıtların istemiş, ancak TİB şüpheli ya da sanık olmayan kişilerin kayıtlarının alınmasının özel hayatın ihlali anlamına geleceğini gerekçe göstererek talebi geri çevirmişti. TİB aynı zamanda bir üst mahkeme olan 9'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'ne giderek mahkemenin bu talebini geri çekmesini de istemişti. Ancak 9'uncu Ağır Ceza Mahkemesi oybirliğiyle aldığı kararda "özel hayatın gizliliğinin ihlal edileceği" gerekçesini kabul etmeyerek TİB'in isteğini yerinde bulmadı ve bir kez daha kayıtların gönderilmesini istedi.

TİB'deki kayıtların saklanması için beş yıllık zaman sınırı var. Mahkemenin istediği kayıtlar 19 Ocak'a kadar ulaştırılmazsa silinecek ve davanın seyrini etkileyebilecek çok önemli bir kanıt yok edilmiş olacak.

Dink Ailesi'nin avukatları İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'ne başvurarak, cinayet öncesi ve cinayet sırasındaki kayıtlar incelendiğinde olay yeri fotoğraflarında görülen bir kişinin, iki ayrı görüntüde telefonla görüştüğünü bildirmişti.

GSM şirketleri: TİB'den talep yok

Bu arada TİB'i zor duruma düşürecek açıklamalar sürüyor. Turkcell ve Vodafone'dan sonra Avea da TİB'den kendilerine konuyla ilgili olarak bir talep gelmediğini açıkladı. "Değerli gazeteci merhum Hrant Dink ile ilgili olarak bizlerden; olay günü GSM operatörleri üzerinden gerçekleşen görüşmelere dair herhangi bir bilgi/döküm talebi olmamıştır. 2006 yılında çıkan kanun gereği bu tür bilge ve talepler hususunda tek yetkili merciin TİB olarak belirlenmiş olmasıdır. Bildiğiniz üzere söz konusu vahim vaka 2006 yılı sonrasında vuku bulduğu için mahkemelerin bu tür talepleri yönlendirilmiş olup, asıl bilgi ve soruşturma TİB kanalı ile yürütülmektedir."

Daha önce Vodafone'da TİB'in "Vodafone'un o bölgede kayıtlı baz istasyonu bulunmadığını" iddiasına karşılık açıklama yapmış ve TİB'i yalanlamıştı. Vodafone'nun konuyla ilgili olarak yaptığı kısa açıklamada "Şirketimiz şehir merkezi sayılan Şişli'de tam olarak kapsamayı sağlayacak yeterli sayıda baz istasyonuna sahiptir ve bölge, şirketimizin tamamen kapsama alanı içerisindedir" denilmişti.

Kaynak: Bianet

Ovacıklılar Siyanürlü Altın Arama İstemiyor

Dersim'in Ovacık İlçesi'nde siyanürlü altın aranmasına halk karşı çıkıyor. Avukat Yıldırım, Munzur Vadisi'ne zarar verecek arama için ÇED raporu alınmadığını, konuyla ilgili hukuki süreci başlatacaklarını söyledi.


Dersim'in Ovacık ilçesine bağlı Cevizdere köyünde Rio Tinto Şirketi'nin taşeron şirketi  Tunçpınar tarafından yapılması planlanan "siyanürle altın arama"ya karşı halk tepki gösteriyor.

Şirketin 2004'te başlayan sondaj çalışmasına karşı köylüler 2008'de bir gösteri yaptı, o tarihten sonra da çalışmalar durdu.

Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, bu yazın başında şirket temsilcilerinin kendileriyle görüşmeye gelerek, konunun faydalarını halka anlatma teklifinde bulunduğunu söylüyor.
"Şirket yetkililerine bunun doğaya zarar vermeyeceğini sizin ve bizim belirlediğimiz bilim insanları ile yapacağımız toplantıda konuşalım dedik. Biz ikna olalım ki halkı ikna edelim dedik ama sonra gelmediler."

"Halk kararlı"

Şirket yetkililerinin daha sonra halkı çalışma yaptığı Erzincan İliç ilçesine götürdüğünü söyleyen Sarıgül, "Halk orada çalışma yapılan yere yaklaştırılmadığını görünce ve köylülerle konuşunca ikna olmamış" dedi.

Sarıgül, köye gidip halkla konuştuklarını herkesin "siyanürle altın aramaya" izin vermemekte kararlı olduğunu ve kimsenin evini şirkete satmayacağını söylediğini belirtti.

"Aramada yapılan bütün artıklar bizim için kutsal olduğu için de çok önemli olan Munzur suyuna akacak."

"ÇED gerekli değilmiş"

Avukat Barış Yıldırım da altın araması yapılmak istenen bölgenin Munzur Vadisi Milli Parkı'nın su havzasında yer aldığını, dolayısıyla vadiye büyük zarar vereceğini söylüyor.

" Siyanürlü altın arama  Cevizlidere köyü tabii kaynakları ve Munzur gözeleri, suyu ciddi tehdit ediyor. Şirkete Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporu olmadan bakır, altın ve molibden madeni arama izni verilmiş. Bu uluslarası sözleşmelere aykırıdır. Konuyla ilgili hukuki süreci başlatacağız."
Yıldırım, özellikle 1994'te boşaltılmış köylerin seçilmesinin bölgeyi insansızlaştırmak amacını da taşıdığını söyleyerek, "Bu sadece ekosisteminin bozulması değil, bölgenin tasfiye edilme planıdır" dedi.

Ovacıklılar yürümüştü

Çarşamba günü (24 Ağustos) Cevizdere köyü sakinleri, demokratik kitle örgütleri ile birlikte konuya dair yürüyüş yapmıştı.

Cevizdere köyünden Fırat Çılgın şirket tarafından daha önce kamuoyuna "Siyanürle altın aranmayacağı sadece maden çeşitliliği araştırması yapıldığı" yönünde açıklamalar yapıldığını fakat  Erzincan İliç ilçesine  giden heyetin siyanürle altın arandığına bizzat tanıklık ettiklerini söyledi.

Kaynak: Bianet

"Kimyasal Silahla 437 Kişi Öldü mü?"

İHD Diyarbakır Şubesi'nin açıkladığı "Kimyasal Silah Kullanımı" raporunda, TSK'nın 1994'ten günümüze 46 kez kimyasal silah kullandığını, bunun sonucunda da 437 kişinin yaşamını yitirdiği öne sürülüyor.

İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) 1994'ten günümüze PKK'lilere karşı kullandığını iddia ettiği "kimyasal silah raporu"nu açıkladı.

Rapora göre, bugüne kadar 46 kez kimyasal ve biyolojik silah kullanıldığı belirtilirken, yaşanan bu olaylarda 437 kişinin yaşamını yitirdiği ileri sürüldü.

* Militanlara Yönelik Kimyasal Silah Kullanımı İddiası :  39

* Doğa ve Araziye Yönelik Kimyasal Silah Kullanımı İddiası : 5

* Biyolojik Silah Kullanımı İddiası :  2

* Kimyasal Silah Kullanımı Sonucu Yaşamını Yitiren Kişi Sayısı : 437

* Kimyasal Silah Kullanımı Sonucu Telef Olan Hayvan Sayısı : 134

Raporu açıklayan İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, raporun, şubelerine yapılan başvurular, İHD tarafından oluşturulan heyetlerin hazırladıkları raporlar, çatışmalı sürecin taraflarından yapılan açıklamalar, basın yayın organlarında yer alan haberlerden oluştuğunu ve verilen iddia düzeyinde olduğunu söyledi.

"İddialar araştırılsın"

Bilici,  insanlığa karşı işlenen suçlar olarak tanımlanan kimyasal silah kullanımının bu kadar yaygın kullanılmış olma ihtimalinin ciddiye alınarak araştırılması gerektiğini söyledi.

"Bölgedeki Toplu Mezarlar konusunda yaptığımız araştırmalar ile bu raporu karşılaştırdığımızda, mezarların fazla oluşunun en büyük nedenlerinden birinin yaşamını yitiren militanların nasıl öldürüldüğüne ilişkin gerçeklerin gizlenmek istenmesi olduğu sonucuna ulaştık."

Bilici, bayram sonrasında Kandil civarındaki köylerin boşaltılarak PKK'lilere karşı kapsamlı bir harekatla kimyasal silah kullanılacağı iddialarının da araştırılmasını istedi.

Raporda, kimyasal silahların niteliği, çeşitleri, kullanım şekilleri, insan üzerindeki etkileri, kimyasal silahların tarihçesi, kimyasal silahların kullanımının yasaklanmasına ilişkin anlaşmalar, Türkiye'de kimyasal silahın kullanımının tarihçesi ve kimyasal silah kullanımına ilişkin iddialar yer alıyor.

"Son iddia Şemdinli'deki çatışmadan"

Açıklamada, rapordan üç örnek olay verildi:

"Şırnak'ın Silopi İlçesi'ne bağlı Ballıkaya Köyü yakınlarında 11 Mayıs 1999'teki çatışmada 20 PKK'linin kimyasal silahlarla öldürüldüğü ile sürüldü. Almanya'da bulunan kriminal laboratuarda yapılan inceleme sonrası tanzim edilen raporda; materyalin (tüpün) kimyasal madde içeren ve öldürücü niteliğe sahip kimyasal gaz olduğu belirtilmişti."

"Hakkâri'nin Çukurca ilçesinde 2009'daki çatışmada çatışmada ölen sekiz PKK'linin silahla öldürülüdüğü iddia edildi. Alman insan hakları savunucuları ve siyasetçiler uluslararası soruşturma isterken, Hamburg Üniversitesi TSK'nın kimyasal silah kullandığını raporla ispatladı. Söz konusu olaya ilişkin ortaya çıkan fotoğrafları inceleyen Hans Baumann adlı bir uzman, resimlerin gerçek olduğunu kanıtladı ve Hamburg Üniversitesi Hastanesi de militanların büyük bir olasılıkla kimyasal silahla vurulduğuna dair rapor verdi"

"31 Temmuz 2011'de  Hakkari'nin Şemdinli İlçesi'nde çıkan çatışmada yaşamını yitiren PKK'li Bedran Kaya Kaya'nın vücudunda herhangi bir kurşun izinin olmaması ve cenazesini yıkayanlar tarafından derisinin parça parça döküldüğüne dair bilgiler verilmesi kimyasal silah kullanıldığı şüphesi yaratıyor."

* Raporun tamamına ulaşmak için tıklayınız.

Kaynak: Bianet

Şerzan Kurt Davası Yine Ertelendi

Muğla'da polis kurşunuyla hayatını kaybeden Şerzan Kurt'u vuran polisin yargılandığı davada gizli tanık yine dinlenemedi, dava bir kez daha ertelendi.

Eskişehir'de görülen Şerzan Kurt davasının bugünkü duruşmasında da kayda değer bir ilerleme olmadı. Mahkeme bir sonraki duruşma tarihi olarak 21 Ekim'i belirledi. Şerzan Kurt'un ölümüne neden olduğu iddiasıyla yargılanan polis memuru Gültekin Şahi'in tahliye ve beraat talebi reddedildi.
Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi gizli tanığın dinlenmesi ve eksikliklerin tamamlanması için davayı 21 Ekim'de yapılacak duruşmaya erteledi.

Kurt Ailesi'nin avukatlarından Nezahat Paşa Bayraktar bugünkü duruşmayla ilgili olarak bianet'te verdiği bilgilerde gizli tanığın teknik donanım temin elde edilemediği için dinlenmediğini söyledi.
Avukat Nezahat Paşa Bayraktar, daha önce karara bağlanıp geçilen, atış menzilinin dışında olan mermi çekirdeğiyle ilgili olarak mahkemenin "bir geriye dönüş yaparak bununla ilgili tekrar bir araştırma istediğini de belirtti ve kaygılarını dile getirdi: "Müdahil avukatlar olarak yargılamanın bu şekilde sürüncemede bırakılması bizi üzüyor. Davanın hukuk dışı olarak Eskişehir'e taşınması, aylardır tanıkların dinlenmemesi, yargının bu şekilde aksaması bizi kaygılandırıyor."

11 Mayıs 2010'da, Muğla Üniversitesi İşletme Bölümü 2. Sınıf öğrencisi Şerzan Kurt Muğla'da çıkan olaylarda sivil polis Gültekin Şahin tarafından vuruldu. Ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan Kurt, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 24 Mayıs'ta hayatını kaybetti.

7 Ağustos 2010'da Şerzan Kurt'u vuran polisin yargılandığı dava Muğla Valiliği'nin talebi üzerine Eskişehir'e taşındı. Bu durumdan tedirgin olan Kurt'un ailesi avukatları aracılığıyla bu duruma itiraz etse de sonuç alamadı.

Eskişehir'de yapılan duruşmalarda davayı takip etmek için Eskişehir'e gelen Şerzan Kurt'un arkadaşları saldırıya uğradı.

Kaynak: Bianet

26 Ağustos 2011 Cuma

Türkiye sera gazı salımı azaltma taahhüdü vermekten kaçınıyor

Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi, Betam, Araştırma Görevlisi Barış Gençer Baykan tarafından "Türkiye sera gazı salımı azaltma taahhüdü vermekten kaçınıyor" başlıklı araştırma notu hazırlanarak yayınlanmıştır.

‘Gelişmekte olan ülkelerin sera gazı salımları 1990’dan bu yana, yüksek büyüme oranları, artan nüfus ve enerji ihtiyacı ile doğru orantılı olarak artıyor. Gelişmiş ülkelerin sera gazı salımları ise 1990’dan bu yana azalıyor fakat 1850’lerden günümüze toplam sera gazı salımlarının büyük bölümünden sorumulular. İklim müzakerelerinden salım azaltımlarında bağlayıcı bir karar çıkması gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerin mutabakatına bağlı. 2009 yılı toplam sera gazı salımları 1990 yılına göre %98 artış gösteren Türkiye bugüne kadar hiçbir sera gazı salım taahhüdünde bulunmadı. Uluslararası  iklim müzakerelerinde bağlayıcı kararlar çıkmadığı sürece Türkiye özel koşullarını bahane ederek iklim değişikliğine karşı ulusal ve uluslararası planda etkin bir mücadele vermekten kaçınmaya devam ediyor.’ denen raporda Türkiye’nin sera gazı salımı 1990 yılına göre %98 arttığı ve İklimin kaderini gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin müzakeresinin belirleyeceği tespitleri detaylı analizler eşliğinde açıklanıyor.

Kaynak: RedHaber

25 Ağustos 2011 Perşembe

AKP'den 29 yıllık rant imkanı!

AKP Hükümeti, yürürlüğe soktuğu yeni kanun hükmüyle birlikte artık meralara el koyabilecek. Kararname'ye göre, bir ildeki toplam mera, yaylak ve kışlakların binde 5'i Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 29 yıllığına isteyenlere tahsis edilecek.

Hükümet, 18 Ağustos’ta yürürlüğe soktuğu 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye (KHK) göre bir ildeki toplam mera, yaylak ve kışlakların binde 5’ini, bu dönem oluşturulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı aracılığıyla 29 yıllığına isteyenlere tahsis edebilecek.

648 sayılı KHK, imar yetkisini belediyelerden Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na aldığı ve koruma kurullarını ortadan kaldırdığı için de tartışma yaratmıştı. Aynı kanun böylece yeni bir tartışmaya daha yol açtı. Mera, yaylak ve kışlakların da ranta açılmasını sağlayan düzenlemelerde, şunlar dikkat çekiyor:

“Bu taşınmazlardan kamu hizmetleri için gerekli olanların dışındakiler... talep sahiplerine bedeli karılığından yirmidokuz yıla kadar tahsis edilebilir. Bu yerlerde... inşa edilecek yapıların kat adedi bodrum hariç olmak üzere ikiyi, yapı inşaat alanı 200 metrekareyi geçemez. Bu fıkranın uygulanmasına, bu fıkra kapsamında tahsis edilecek mera, yaylak ve kışlakların il genelindeki toplam mera, yaylak ve kışlakların binde beşini geçmemek üzere oranının belirlenmesine, bu yerlerin kiralanmak ve irtifak hakkı tesis edilmek suretiyle tahsisine, tahsis sürelerine, tahsis bedellerine, kullanım şekline... ilişkin esas ve usuller, bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle belirlenir.”

Aynı maddedeki şu hüküm de, mera, yaylak ve kışlakların ranta açılmasını sağlıyor: “Mera, yaylak ve kışlakların 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu uyarınca ilan edilen turizm merkezleri ile kültür ve turizm gelişim bölgeleri kapsamında kalan kısımları, ot bedelleri alınmaksızın tahsis amacı değiştirilerek tapuda Hazine adına tescil edilir ve bu yerler, 2634 sayılı kanun çerçevesinde kullanılmak ve değerlendirilmek üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis edilir."

Kaynak: Haberlink

Mühendisler nükleer sızıntıdan korkmadı!

Akkuyu nükleer santralında görevlendirmek üzere Rusya'nın eğiteceği mühendis adayları, nükleer sızıntı tehlikesini mutfak tüplerinin riskiyle kıyaslayan Başbakan Erdoğan'ı aratmadı.

Akkuyu nükleer santralında görevlendirmek üzere Rusya'nın Moskova'da eğiteceği 50 öğrenci, dün Enerji Bakanı Yıldız'la buluştu. 6'sı kız olan öğrenciler, 5.5 yıllık eğitimin ardından nükleer mühendisi olarak çalışacak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Akkuyu Nükleer Santralı'nda çalıştırılmak üzere Rusya'da eğitim görecek öğrencileri Bakanlık binasında kabul etti. 50 kişilik kontenjan için 9 bin genç başvurmuştu. Elemede seçilen öğrenci Moskova'da 5.5 yıl sürecek eğitimin ardından nükleer mühendisi olarak yurda dönecek ve Akkuyu nükleer santralında çalışmaya başlayacak.

Bakan Yıldız eylülde Moskova'ya gidecek öğrencilere hitaben şöyle konuştu: 'Sizler, Türkiye'nin geleceğine konan tuğla taşlarından bir tanesi olacaksınız. 5,5 yıllık bir eğitim sürecinden sonra, biz o zamana kadar inşallah santralı hazırlamış olacağız, siz de gelip ülkenize hizmet etmiş olacaksınız. Bizler için vazgeçilmez elemanlar arasına gireceksiniz' dedi. Yıldız, öğrencilere en az 500 dolarlık burs, sigorta, sağlık güvencesi, barınma imkanları sağlanacağını söyledi. Akkuyu'da çalışırken alacakları maaşın sorulması üzerine de Yıldız, 'Ücreti daha sonra konuşuruz' dedi. 50 öğrenciden 6'sının kız olmasına dikkat çekilmesi üzerine de Yıldız, seçimin cinsiyete değil, puana göre yapıldığını söyledi.

'RENGİN'İ BİZE ALALIM'

Öğrencileri temsilen de Bilkent Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü'nde öğrenim gören Rengin Türker söz aldı. Türker, nükleer enerjiyi överken, bu enerji kaynağının alternatifsiz ve ucuz olduğunu savundu. Türker'in nükleer teknolojilere yönelik bu övgü dolu sözleri üzerine Bakan Yıldız, 'Rengin'i Rusya'ya yollamak yerine direkt Bakanlığa alalım' diye espri yaptı. Fukushima'daki sızıntının kendilerinde korku yaratıp yaratmadığının sorulması üzerine de Türker, 'Yürürken bile kafamıza şimşek düşebilir' dedi. Türker'in sözleri Başbakan Erdoğan'ın, Riski olmayan hiçbir yatırım yok. Yani evinize Aygaz tüpü de o zaman koymamak gerekir" açıklamalarını hatırlattı.

Kaynak: Haberlink

Somali'ye yardım, Kürtlere kurşun

Bu eserini de gör artık

Yüzde doksan yedi nokta dokuz.. Afrika’ya ait olmadığından, bu rakam dikkatinizi çekmemiş olabilir. İyidir de… Çünkü bu rakam dikkatinizi çekmiş olsaydı, rahat uyuyamazdınız. E rahat uyuyamayınca da bir şeyler yapmak gerekirdi ki, ne gerek var Afrikalı değil de seninse çocuklar, kadınlar.

Yüzde doksan yedi nokta dokuz.. İluh, Petrol ve Seyitler adlı Batman’ın üç mahallesi. Bu kendini yüzde yüze tamamlamak için can atan rakam ise mahallelerin yoksulluk oranı. Ve bu üç mahalledeki 3060 aile Batman’ın genel ahvalini yansıtır. Şöyle ki…

2009’da yapılan Sosyoekonomik Durum Araştırması’na göre Batman’da ortalama gelir düzeyi hane başına aylık 364 lira. Bu nasıl bi lira biliyor musunuz… TÜİK’e göre olmayan ve olamayacak türde. Çünkü TÜİK diyor ki; 4 kişilik bir evin aylık açlık sınırı 414 liradır. Yoksulluk değil, açlık sınırı! Halbuki ayda eline 364 liradan fazlası geçmeyen Batman’daki bu evlerde ortalama 7 kişi yaşıyor. Açlığın da en alçak haliyle karşı karşıyayız. Hemen yanı başımızda, bizim topraklarda.

Baktı ki olacak gibi değil Batman, kadınların mutsuzluktan ölmeyi yeğlediği, milletin açlıktan, yoksulluktan yerlerde süründüğü bir şehir olarak “Aç insan umudunu da yer” noktasını geçmek üzereler… Toplanıp başlarının çaresine bakmaya karar verdiler. Ama ne bakmak. Örnek bir zekâ ve ruhla tasarlanmış bir sivil hareket oluşturdular. İki hafta önce açılan Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği şehirdeki 40 kurumun öncülüğünde ilk iş olarak bir Gıda Bankası kurdu.

Projenin başında Batman’ın ve galiba Türkiye’nin en genç Belediye Başkanı Serhat Temel var. Fikri ve altyapıyı 20’li yaşlarındaki Ethem Çağır yönetiyor. Öyle modern ve mantıklı bir sistem ki Gıda Bankası, hem BDP hem AKP destek veriyor. Hem ticaret ve esnaf odaları hem de işadamları var kurucu üyeler arasında. Her bağışın izlediği yolun kaydı tutuluyor.

Son bir haftadır şehirdeki kadınların büyük bölümü Gıda Bankası’na geldi. Onları gönüllü bir sosyolog karşıladı. Sadece yoksulluklarını değil, mutsuzluklarını da dinledi. Evleri ziyaret edildi. Sonra da 15 temel gıda maddesi (çay, yağ, pirinç, makarna, şeker, mercimek, salça, nohut, fasulye, bulgur vs.) verildi. Bir defaya mahsus değil, her ay yapılacak bu gıda bağışı.

Ethem şöyle anlatıyor: “Para yardımı yapmıyoruz. Bu bir yardım ya da şefkat kurumu değildir. Dayanışma kültürünü esas alan anlamlı bir iştir. Sadece oruçta veya bazı özel durumlarda çalışmaz, belirlenen aileler on iki ay boyunca belirlenen kredileri ölçütünde bu bankadan yararlanır.”

“Yoksullukla mücadele ediyoruz” çok afili bir siyasi söylem. “Ediyorsun da nasıl” diye sorarlar. Mesela karşılığını beklediğin bir sadaka mıdır yoksullukla mücadele politikan… Yoksula yardım bir koz olarak kullanıldığından artık ezberlenmiş, kendi kendini ötekileştiren bir kültür oluştuğuna birebir tanıklık ettiğini anlatıyor Ethem: “Mağdur dilini muazzam derecede kullanan, hayatlarını yalvarma, hatta yalan söyleyip anlık bir şey kapma üstüne kuran bu insanlar bizim eserimiz…”

Ethem Çağır, benzer bir proje olan Diyarbakır’daki Sarmaşık için de çalıştı. Zihni yorulmadan zehir gibi üreten, okuyan, durmadan koşturan bir Kürt gencidir. Bu böyle biline… Şimdi sen, Afrika’da yoksullukla mücadele et, Kürtlere gelince… “Herkes silah bıraksın, yoksa vururum” de. Vur. Eline silah almamış, yoksulun peşinde koşan cevher gençleri de uyduruk davalarla tehdit et. Dünyada büyük iddiaların sahibi olmaya aday Türkiye Cumhuriyeti Devleti… Bu da senin eserin. Gör artık.

Ezgi Başaran / Radikal
Kaynak: Haberlink

"Sağlıkta Ticaret Ölüm Demektir"

SES, hükümetin Sağlık Bakanlığı Teşkilat Kanunu'nda değişiklik öngören kanun hükmünde kararnameyi çıkarma planını Ankara, Adana ve İstanbul'da eş zamanlı olarak protesto etti.


Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'na (DİSK) bağlı Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Aksaray ve Şişli Şubesi, hükümetin çıkarmayı planladığı Sağlık Bakanlığı Teşkilat Kanunu'nda değişiklik öngören kanun hükmünde kararnameyi (KHK) protesto etti.

Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde toplanan doktor ve hastane personeli, "Kamu Hastane Birlikleri: Hastaneler işletme, hastalar müşteri, çalışanlar köle demektir" pankartı önünde, "Hastaneler halkındır satılamaz", "Sözleşmeli köle olmayacağız", "Sağlık haktır satılamaz" sloganları attı.
"Bakanlık icracıdan düzenleyiciye geçecek"

Basın açıklamasını okuyan SES Şişli Şube Başkanı Mehmet Ali Alataş,  kararnamenin varolan "Kamu Özel Ortaklığı" sistemine, "Kamu Hastane Birlikleri" ve Sağlık Bakanlığı Teşkilat Yasasındaki değişiklikleri de ekleyerek, sağlık üretiminde "icarcı" konumundaki Sağlık Bakanlığı'nın  "denetleyici, düzenleyici" hale getirildiğini ifade etti.

Alataş, halkın sağlığını ilgilendiren son derece önemli bir bakanlığın teşkilat yapısını değiştiren bu KHK'nin,  çatışmanın yoğun olduğu bir dönemde, apar topar örgütlü kurumlara danışılmadan yapıldığını belirtti.

"Hastaneler ticari kuruma dönüştürülüyor"

Alataş, tamamına yakını özelleştirilen sağlık hizmetinde tek eksik kalan "mülkiyet devri" kısmının "Kamu-Özel" ortaklığı ihaleleri ile kamunun arsalarını 25-49 yıllığına tahsis eden "Entegre Sağlık Kampüsleri" sistemi ile başlatıldığını söyledi.

"İşte bu kararname ile de kiralama ya da satış yoluyla mülkiyet devrinin önünü açan, hastaneleri tümüyle özelleştirerek "ticari" bir kurum ve çalışanları da sözleşmeli hale getiren "Kamu Hastane Birlikleri Yasası"nın da Meclis'ten geçmesine gerek olmadan uygulamaya konmasını sağlanacak"

"Bir yanda performans sistemi bir yanda taşeron"

Alataş, sağlıkta dönüşüm programının, sağlıkta özelleştirme anlamına geldiğini hep söylediklerini hatırlatarak, süreci şöyle özetledi:

* Aile Hekimliği sistemi nedeniyle, kolera salgınından, şarbon salgınına bir sürü bulaşıcı hastalık yeniden başladı. Tüberküloz vakalarında artış var.

* SSK Sağlık Bakanlığı'na bağlandıktan sonra tüm hizmetleri tek tek özelleştirildi.

* Sağlık alanında kadrolu-güvenceli sağlık emekçisi kadar taşeron çalışan var.

* Özel hastanelere sevkin önü açılarak,  özel sağlık kuruluşlarının payı yüzde altıdan, 30'a çıkarıldı.

* Her kademede katkı ve katılım payları getirildi. Birinci basamaktaki katkı sendikamız sayesinde iptal edildi. Hizmet alanı daraltıldı, özel sağlık kuruluşlarına fark ödenmesi meşrulaştı.

* Çalışanlar performansa dayalı ücretlendirilmeye mahkum edildi. Sözleşmeli çalışma getirilerek iş güvencesi ortadan kaldırıldı.

SES Aksaray Şubesi Başkanı Ersoy Adıgüzel, Kamu Hastane Birlikleri'nin yedi kişilik yönetim kadrosuna Sanayi Ticaret Odası'nda getirilecek üye ile hastanenin bir ticaret kurumu haline getirileceğini söyledi.

SES Ankara ve Adana şubesi de eş zamanlı olarak eylem yaptı.

Kaynak: Bianet

Belediye İşçilerine Yine Saldırı

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Fatih İtfaiyesi'nde çalışan Belediye-İş üyesi işçilerin sendika değiştirme baskısına karşı yaptıkları eyleme polis cop ve biber gazıyla müdahale etti.


İstanbul Büyükşehir Belediyesi Fatih İtfaiyesi'de çalışan Belediye-İş Sendikası'na  bağlı iki yönetici, dört işyeri temsilcisi ve 12 üye işçi, Belediye-İş'ten Hizmet-İş'e geçmeleri için "sürgüne gönderme" tehdidi ile yapılan baskıyı protesto etti; polis cop ve biber gazı ile müdahale etti.

Belediye-İş Sendikası İstanbul Şubeleri binası önünden dün (24 Ağustos)  toplanan işçiler, İtfaiye Daire Başkanlığı önüne doğru yolu trafiğe kapatarak yürüdü.

Yapılan açıklamada, Belediye İş üyelerine sekiz aydır sürgün tehdidi ile sendika değiştirmeleri için baskı yapıldığı ancak işçilerin sendika değiştirmemekte kararlı olduğu belirtildi.

Açıklamanın ardından işçiler, Unkapanı'ndaki surların üzerine büyük bir pankart asarak İtfaiye Daire Başkanı Ali Karahan'ı protesto etti.

Pankartta İtfaiye Daire Başkanı Ali Karahan tarafından Anadolu Yakası İtfaiye Müdürü Mehmet Eroğlu'na 14 Şubat 2011'de gönderilmiş e-posta iletisi yazılıydı.

E-posta iletisinin içeriği imla hatalarına dokunulmaksızın şu şekilde:

"Mehmet abi hayırlı kandiller. İşçi sendikası çalışmalarında senden istifa edipte hizmet işe geçen işçi sayısı 8 .çok kötü senin performansına yakışmayan bir durum.bence güvendiğin bir işçi arkadaş üzerinden bu sayısı çoğaltman gerekiyor. Birde hizmet iş bizim işçilerin lehine olacak. Eğer anlaşılmayan bir durum varsa hizmet iş den ali Osman kart beyle tekrar görüşebilirsiniz.mehmet abi biraz çalışmak gerekiyor. ali Osman kart beyle görüşebilirsiniz.ali Osman kart beyin cebi. 05.. ... .. .."

Pankart polis müdahalesiyle indirildi. Açıklamanın ardından sendikaya dönen işçilere Büyükşehir Belediye binası önünde polis cop ve biber gazı ile saldırdı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde çalışan Belediye-İş'e üye işçiler de pazartesi (22 Ağustos), Hizmet-İş'e geçmeleri için yapılan baskıları İBB önünde yolu trafiğe kapatarak protesto etmiş, çevik kuvvet işçilere biber gazı ve copla saldırmıştı.

Kaynak: Bianet

ODTÜ arazisinden yol geçirip Sinop’a bağlamak!…

Bir süredir ODTÜ yönetimi ile Ankara Büyükşehir Belediyesi arasında bir tartışmadır gidiyor. Aslında pek tartışma da sayılmaz. Oğluna spor kulübü, kendine Ankara’nın yarısını satın alacak kadar köşeyi dönmüş Melih Gökçek‘in 2008 yılında ”ODTÜ binalarının kaçak olduğu” suçlamasıyla 45 bina grubunun yıkılmasına ve üniversiteye yaklaşık 1,8 trilyon lira (1.8 milyon TL) ceza kesilmesiyle başlayan bir tartışmanın uzantıları. Peki, her şey bir yana, 50′li yıllarda kurulan ve ”Cumhuriyet Döneminin En Önemli 20 Mimari Eseri” arasında sayılan ODTÜ yerleşkesinde nasıl oluyorda kaçak bina bulunabiliyor? Evet yanılmadınız, “Bu işin arkasında başka bir şey var”

Peki nedir ODTÜ arazisini bu kadar değerli ve önemli yapan?

Her şeyden önce ODTÜ Kampüsü Ankara’nın merkezinde olup, 45.000 dekardır (4500 hektar). Bunun 30.430 dekarı (3043 hektar) orman alanıdır. Ve haliyle yeşildir. Yani bütün doğal çevreler gibi cezbedicidir. Daha da önemlisi piyasa değeri yüksektir. Arazinin bir tarafında Bilkent, diğer tarafında Çankaya ve Oran’ın burjuva mahalleleri yer almaktadır. Bu özelliği ile de fazlasıyla iştah kabartmaktadır. Ankara’nın medar-i iftiharı Melih Gökçek başta olmak üzere, Ankara Sanayi Odası‘ndan (ASO) Ankara Ticaret Odası‘na (ATO) burjuvazinin çeşitli örgütleri “O zaman içine yol yapalım” şeklinde ki çıkışları ise durumun başka bir yönüne; şehirleşme ve kentsel dönüşüm kısmına işaret etmektedir.

Olağanüstü Yetkili Yeni Bir Bakanlık!

İşte tam da bu günlerde, şehircilik ve yerel yönetim denilince alt-üst geçit ve lüks- çok katlı binalar anlayan, bunu da kolay zenginleşmenin veya zenginleştirmenin aracı olarak kullanan belediyecilik zihniyeti, burjuvazi ve onun devleti yeterli görülmediğinden olsa gerek sessiz sedasız bir Kanun Hükmünde Kararname geçirildi.

Daha önce yerel yönetimlerin yetkisi altında olan bir çok iş “tek elden” olması için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘na devredildi. Bu bakanlığın olağanüstü yetkileri ise 17 Ağustos’ta Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamesinde şu şekilde belirtilmektedir: “Kentsel dönüşüm, yenileme, transfer alanları geliştirmek, bu alanların her ölçekteki imar planı ve imar uygulamalarını, kentsel tasarım projelerini yapmak, yaptırmak ve onaylamak; bu çerçevede paylı mülkiyetleri ayırmak, birleştirmek, arsa ve arazi düzenlemeleri yapmak, imar hakkı transfer etmek, kamulaştırma ve gerektiğinde acele kamulaştırma yoluna gitmek; yapı ruhsatı ve yapı kullanma izinlerini vermek ve kat mülkiyeti ve tescilini sağlamak Bakanlığın yetkisine verilmiştir”. Bu ne anlama gelmektedir?

Artık şehirlerde ve sit arazilerinde ister kamu kurum ve kuruluşu ya da özel kişinin, isterse devletin hüküm ve tasarrufu altında olsun bütün tapu ve araziler üzerinde istediği tasarrufu yapma yetkisi yalnızca ve yalnızca Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndadır.

Bununla da yetinmeyen burjuvazi gözünü SİT alanlarına dikerek Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü‘nü kapatmış milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, doğal SİT alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgelerinin kullanma ve yapılaşmaya ilişkin kararları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘na devredilmiştir.

ODTÜ Dahil Bütün Doğal ve Arkeolojik SİT Alanları Tehlike Altında!

Peki bu KHK’dan sonra, şimdiye kadar türlü yalanlarla kandırılmaya ve suça ortak edilmeye çalışılan bizlerin başına neler gelebilir? Her şeyden önce apar topar çıkarılan 648 sayılı KHK ile doğanın el değmemiş her yeri kirletilerek yeni sermaye birikim alanları yaratılmak istenmektedir. Dün Sinop’ta HES şeklinde, Akkuyu’da Nükleer Santral ve ODTÜ’de şehirler arası duble yol olarak karşımıza çıkan bu talan politikası yarın özel ya da devlet malı, şehir ya da orman arazisi, sit alanı ya da köylü toprağı, yer altı ya da yer üstü farketmeyecek şekilde burjuvazinin ihtiyaçlarına sunulacaktır. İşin can sıkıcı başka bir tarafı ise, doğaya ve insanlığa yapılan tüm bu saldırılar yine “insanı ihtiyaçlar” kisvesine sığınılarak yapılmaktadır ve yapılacaktır. Doğanın ve yaşam alanlarımızın burjuvazi tarafından böylesine fütursuzca katledilmesi, kimi zaman “elektrik ihtiyacını karşılamak” şeklinde açıklanırken kimi zaman “Ankara ulaşımını rahatlatmak” adıyla yapılmaktadır.

Bu ve bunun gibi saldırılar, çıkması muhtemel diğer yasalarla artarak devam edecektir. Edecektir diyoruz çünkü, biliyoruz ki bu saldırılar sonucunda işçi sınıfının değil sermayenin doymak bitmez ihtiyaçları karşılanacaktır.

Ufak bir not: AKP hükümeti döneminde, yol yapım ve onarım masrafı olarak devletin kasasından burjuvaziye 60 milyar dolar para akıtılmıştır. Böylesi paraların ortalıkta dolanmasındandır ki Demirel Cumhurbaşkanı iken, Uluslararası gıda tekeli olan Cargill’in Türkiye’de arazi aradığı günlerde “Gerekirse Köşkün arka bahçesini bile veririm” diyebilmiştir.

Kaynak: Haberlink

"Cezaevinde Yaşananlar Kaygı Verici"

ÇHD, "Tekirdağ Cezaevi'nde yaşananlar kaygı ve korku verici" diyerek İkinci Müdür Ak hakkında suç duyurusunda bulunuyor; Ak hakkındaki şikayetleri işleme koymayan Savcı Arda'yı da HSYK'ya şikayet edecekler.

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), yarın (26 Ağustos) Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Cezaevi'nin İkinci Müdürü Haydar Ali Ak hakkında suç duyurusunda bulunacak.

Hakkında onlarca şikayet olmasına rağmen Ak hakkında herhangi bir işlem yapmadığını ifade ettikleri Cezaevi Savcısı Metin Arda'yı da Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'na (HSYK) şikayet edecekler.

Suç duyurusunun ardından bir de basın açıklaması yapacak olan ÇHD'li avukatlar, Ak'ı, TBMM İnsan Hakları Komisyonu'na, Adalet Bakanlığı'na ve Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü'ne de şikayet etti.

"Sürekli baskı altındalar"

Şikayet dilekçesinde, cezaevindeki tutuklu ve hükümlülerin yüzde 15'iyle görüşüldüğü ifade edildi ve "Ortaya çıkan tabloya bakıldığında, Tekirdağ 1 Nolu F tipi Cezaevi'nde yaşananların kaygı ve korku verici olduğu açıktır" dendi. "Ak'ın bizzat içinde bulunduğu olaylarla ilgili" şu noktalara yer verildi:

* Sabah sayımlarında tutuklu ve hükümlülere yönelik saldırılar normal uygulama halini aldı. Süngerli hücreye atılanların sayısı belirgin şekilde arttı. Aylık, haftalık olağan arama dışında tutuklu ve hükümlülerin kaldığı yerlerde ani arama işlemi yapılıyor. Havalandırma hakkı keyfi bir şekilde kısıtlanıyor.

* Bizzat Ak tarafından hücrelerde kullanılan tabak, demlik, bardak, battaniye, kalemlik, defter, radyo, paspas sapı, dergi, kitap gibi pek çok eşyaya keyfi olarak el konuluyor. "Adına kayıtlı olmadığı" gerekçesiyle alınan kitapların başka cezaevlerine ve dışarıya gönderilmesi engelleniyor. El koymalara itiraz edenler darp ediliyorlar, haklarında disiplin soruşturması açılıyor.

* Disiplin cezalarının büyük bir kısmı hücre cezası ile cezalandırılıyor. Üç kez hücre cezası alan mahkûmun şartlı salıverilme hakkı ortadan kalkıyor. Tutuklu ve hükümlüler sürekli fiziki ve ruhsal baskı altında tutuluyor.

"Günaydın"a disiplin cezası

Dilekçede, bu tür hak ihlalleriyle ilgili verilen 45 ayrı örnekten bazıları şöyle:

* 13 Ekim 2010'da Ak, C Bloktaki hücrelerden birinde kalan Muzaffer Öztürk'e "Günaydın" dedi. Öztürk, kendisine cevap vermeyince "Sen teröristsin" diye bağırdı. Hakkında soruşturma cezası açılan Öztürk disiplin cezası aldı.

"Amaç dışı radyo kullanımı"

* 10 Kasım 2010'daki sabah sayımında kapıya vurdukları gerekçesiyle, C-89'da kalan Veli Özdemir ve Murat Aktaş'ın havalandırma kapısı kapatıldı ve gün boyu kapalı tutuldu. 26 Kasım 2010'daki genel aramada Hikmet Kale'ye ait olan "puşi" yasak olduğu gerekçesiyle alındı.

* 10 Aralık 2010'da C-87, 89, 91, 94, 97 ve 84 Nolu hücrelerde kalan tutuklu ve hükümlüler slogan attıkları için birer gün hücre cezasına çarptırıldı. 20 Ocak 2011'de C 61'de kalan Aligül Alkaya darp edildikten sonra radyosu "Amaç dışı kullanıyorsun" denilerek el konuldu. 26 Ocak 2011'deki sabah sayımında A-29 Nolu hücrenin duvarında asılı olan Che Guevara fotoğrafına ve çocuk fotoğraflarına el konuldu.

* 14 Temmuz 2011'de hakkında açılan soruşturma nedeniyle ifade vermeye giden Özcan Bayram, kendisine saldıran Ak'a ifade vermeyeceğini söyledi. Sinirlenen Ak, Bayram'a tokat attı. Bayram hakkında bir soruşturma daha açıldı.

Kaynak: Bianet

"Koşaner'in Bahsettiği Er, Benim Oğlum"

Koşaner'e ait olduğu iddia edilen ses kaydındaki, “ (...) Kendi erimizi alnından pat diye vururuz. Kabahatli biziz” ifadesi, askerlik yaparken intihar ettiği ileri sürülen Murat Oktay Can'ın davası için bir umut olabilir mi? Avukat Belen bianet'e, "Bu kaydı yok sayamayız" dedi.


Murat Oktay Can, Tunceli'nin Hozat ilçesinde askerlik yaparken öldü. 2009'un Ekim ayıydı. Askeri makamlar Can'ın ailesine oğullarının intihar ettiğini bildirdi.

24 Ağustos 2011'de Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'e ait olduğu iddia edilen ses kaydının ortaya çıkmasının ardından, iki yıldır oğullarının intihar etmediğini kanıtlamaya çalışan aile için yeni bir umut doğdu.

Murat Oktay Can'ın ailesinin avukatı Ahmet Çevik, Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'e ait olduğu öne sürülen ses kaydını, mahkemede delil olarak kullanacaklarını söyledi.

Ancak, Hukuk Usulü ve Ceza Muhakemesi Hukuku'na göre, hukuka aykırı şekilde toplanılan kanıtlar, direkt delil niteliği taşımıyor. Hukuka aykırı olarak alınan ses ya da görüntü kayıtları da buna dahil.

Peki, ses kaydındaki "Alnından vurulan er"le ilgili bölüm, davanın seyrine nasıl etki edebilir? 

"Ordu, 'ağır hizmet kusuru'ndan tazminat ödeyebilir"

Durumu bianet'e yorumlayan İstanbul Barosu eski yönetim kurulu üyelerinden avukat Bahri Bayram Belen, ceza yargılamalarında şüpheyi artıracak her türlü faktörün önemli olduğunu ve kullanılabileceğini belirterek, şunları söyledi:

"Örneğin Koşaner, bu kayıtla yargılanamaz; kayıt onun aleyhine delil olarak kullanılamaz. Ama Murat Oktay Can'ın ölümüyle ilgili söylenilenler, ordunun 'ağır hizmet kusuru'ndan tazminat ödemesini gerektirebilir. Kayıtta söylenenlere istinaden, o dönemde ilgili yerde bulunanların ifadeleri tekrar alınabilir; böylece yeni sorumlular ortaya çıkabilir. Birinin mahkûm olup olmayacağı, diğer delillere bağlı. Bu konuda kesin bir beyan verilemez ama bu kaydı yok sayamayacağımız aşikâr."

"Vurduk mu, haberiniz var mı, var değil mi?"

Koşaner'in olduğu iddia edilen kayıtta şöyle deniyor:

"Lider pozisyonunda olanlar piyasada yoklar. En acısı da silahını da bırakıp gidenler. Roj TV silahın numarasını da beraber gösteriyor. Ben olsam o rütbelinin yerine insan içine çıkmam. Ama utanmıyor adam. Bunlarla iş yapamayız. Yoksa canı sıkılan çeker gider. Ondan sonra mevziimize de girilir; bir sürü de şehit veririz."

"Artık her şey milletin önünde açık arkadaşlar. Bakın yine örnek dilimin ucuna geliyor söylemek istemiyorum. Böyle timi sahip olmazsa, orada bir tane karaltı görür tak diye ateş eder. Başlar sesi duyan herkes ateş eder basıldık diye. Arkadaşımızı, bir erimizi alnından vururuz. Vurduk mu, haberiniz var mı, var değil mi? Olayı takip ediyorsunuz."

"Herkesin cebinde artık telsiz var, eskisi gibi de değil. Bak ben ateş ediyorum. Herkes sussun diyeceksin. Herkes duyacak, kimse bir şey yapmayacak. Bırakırsanız keyfine adam, "Ateş et" der. Vay basıldık diye herkes silaha sarılır. Bir masum erimizi alnından pat diye vururuz. Kabahatli biziz."

"Bir insan nasıl kendini tüfekle alnından vurur?"

Askere göre, 2009'da Sarıtaş Karakolu 51. Motorlu Piyade Tugay Komutanlığı'nda görev yapan Piyade Er, kendini G-3 tüfekle alnından vurmuştu.

Babası, "Bir insan nasıl kendini tüfekle alnından vurur?" diye sordu.  Ailenin avukatı Ahmet Çevik, "Bir insan G3 piyade tüfeğiyle intihar edemez. Tabancada bile boynunun altına sıkarsın. Alnına doğru sıkman mümkün değildir. Bu tamamen alından, iki kaş arasından, alnının ortası. Söylenen, hayatın akışına uygun değil" dedi.

Ama Elazığ 8. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı ve Malatya Kara Kuvvetleri Komutanlığı 2. Ordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi takipsizlik kararı verdi; olayla ilgili kovuşturmaya gerek olmadığını söyledi.

Çevik, otopsi, kriminal ve balistik incelemenin sivil kurumlarda yapılmasını talep etti. Can'ın parmağında tetik izi bulunmadığı için otopsiyi yapan doktorlarla ilgili de suç duyurusunda bulundu. Yaptıkları fazla işe yaramadı.

Aile, 2010'da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurdu.

Askeri mahkeme, ailenin talepleri karşısında "Kesin olarak kovuşturmaya yer olmadığı" kararını geri aldı; tahkikatın genişletilmesine karar verdi.

"AİHM'e ve Askeri Mahkeme'ye delil olarak sunacağız"

Ortaya çıkan ses kayıtlarıyla birlikte davanın gidişatının değişmesi mümkün gibi görünüyor. Avukat Çevik gazetelerde çıkan açıklamasında, "Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner, 'Alnından vurulan er' diyor. Bu vurulan er  Oktay Can'dır. Biz bunu bir hukuki delil olarak değerlendiriyoruz. İlk kez resmi bir kurum gayri resmi şekilde askeriyedeki ölümlerin intihar, eğitim zayiatı olmadığını, kendi içinde de ölümlerin olduğunu, askerin askeri vurduğunu beyan etmiştir. Bu husus bir delildir;  AİHM'de ve Askeri Mahkeme'de bunu delilimiz olarak mahkemelere sunacağız'' dedi.

Boyacılık yaparak geçimini sağlayan baba Oktay Can ise şöyle diyor: "Ses kaydında 'Kendi erimizi alnından vurduk' diye bahsettiği er, benim oğlum Murat Can'dır. Ben baba Oktay Can'ım. Şu ana kadar takipsizlik verildi ve yeniden dosya açıldı. Soruşturmanın yeniden derinleştirilmesine kadar verildi. Benim çocuğum alnından iki kurşun vardı. Kurşunun izinin birisi estetik ameliyatla kapatılmış. Ben de bir acılı baba olarak bu olayın peşini bırakmadım. Sonuna kadar gideceğim."

Kaynak: Bianet

Polisin gazlı dayak fantezisi

Başkent Ankara’da bulunan Akdere polis karakoluna bacanağının saldırısı ile ilgili şikayette bulunan Kemal Tunç, 8-10 polisin birden işkencesine maruz kaldı.


Polislerin Tunç’un bacanağı ile konuştuktan sonra sebepsiz yere Tunç’un üzerine biber gazı sıktığı ve ters kelepçe ile yere yatırıp dövdükleri bildirildi. Avukat Halil İbrahim Vargün, bunun bir nefret suçu olduğunu ve karakoldaki polislerden davacı olacaklarını belirtti.

Mamak Akdere Karakolu’nda mağdura da biber gazı, kelepçe ve dayak var. Kemal Tunç isimli bir şahıs, bacanağından şikayetçi olmak için Mamak Akdere karakoluna gitti. Polisler Tunç’un bacanağı ile kısa bir konuşma yaptıktan sonra, Tunç’a iki polis iki taraftan biber gazı sıkmaya başladı. Tunç, polislerin kendisini ters kelepçe ile yatırıp işkence ettiklerini de iddia etti.

‘İKİ TÜP BİBER GAZINI ÜZERİMDE BİTİRDİLER’

Olay, 17 Ağustos’ta yaşandı. Tunç ise 18 Ağustos’ta İHD’ye başvuru yaptı. İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi’nde gazetemize açıklama yapan Tunç, “Biz karakola davacı olarak gittik. Avluya gittiğimizde bacanağım ve eşi polisler ile konuşuyordu. Ne polislere karşı ne de karşı tarafa hiçbir fiili harekette bulunmadığım halde polisler beni tutuyor, beni çekiştiriyor, karşı taraf da tehdidine devam ediyordu. Bu arada iki polis birden iki ayrı yerden biber gazı sıktılar bana. Ne olduğunu anlayamadım, birer tüp üzerimde bitti zaten. Ondan sonra en az 8-10 polis bana saldırdı. Yüz üstü yere yatırıp, ters kelepçe taktılar. Aynı şekilde vurmaya devam ettiler. Eşim ‘vurmayın’ dediği halde devam ettiler. Yarık olan alnımın üzerine bile yumrukla tekmeyle vurdular. Beni kaldırıp eşime de bağırıp,beni vura vura götürerek hasmımın bulunduğu nezarete  koydular” dedi.

‘OLAY NEFRET SUÇUDUR’

Tunç, kendisini kelepçeli halde nezarette beklettiklerini ve sabah 5.30 civarında bıraktıklarını, davacı olduğu kişinin ise önceden çıkıp gitmiş olduğunu belirtti. Tunç, kendisinin Kürt olduğu için bacanağı ve ailesi tarafından dışlandığını ve polislerin de Kürt olduğundan dolayı işkence ettiklerini söyledi. Davacı olacağını söylediğinde polislerin kendisini tehdit ettiğini ve “hiçbir b.k yiyemezsin” dediklerini belirten Tunç, daha sonra ise bir polisin kendisini aradığını ve “çay içmeye gelmek istediğini” söylediğini belirtti. Tunç, şikayetini tehditlere rağmen asla geri almayacağını vurguladı.

Avukat Halil İbrahim Vargün ise savcılığa başvuruda bulunduklarını ve bu olayın takipçisi olacaklarını belirtti. Vargün, olayların incelendiğinde polislerin bu saldırısının “nefret suçu” olarak tanımlanabileceğinin altını çizdi.

İHD Genel Başkan Yardımcısı Sevim Salihoğlu ise, işkence yapanların cezalandırılmadığınıbunun da güvenlik güçlerini cesaret verdiğini kaydetti. Belli hükümetin ve Başbakan’ın şiddet içeren sözleri ve tutumunun işkencecileri cesaretlendirdiğini ifade etti. Tunç’un Kürt olduğundan dolayı bu saldırıya uğradığına dikkat çeken Salihoğlu da “Bu bir nefret suçudur” dedi.

POLİSE ‘ÖRTÜLÜ’ GAZ VERİLMİŞTİ!

Stoklarındaki gaz bombalarını cömertçe (!) kullanan polisin elindeki gaz ilk beş ayda bitmişti. Bir yıl için aldığı gazı 5 ayda bitiren polisin imdadına ise Başbakanlık yetişmişti.

Yeni gaz alımı için ‘Örtülü ödenekten 2.3 milyon lira aktarılarak polisin ‘ihtiyacı’ karşılanmıştı. Emniyet Genel Müdürlüğü’ne, 170 bin gaz bombası, gaz solüsyonu, yangın söndürme aparatı ve savunma tüfek mühimmatının “acele” alınması için Başbakanlık örtülü ödeneğinden yaklaşık 2.3 milyon lira aktarılmıştı. Türkiye’deki aracı bir kuruluş üzerinden gerçekleştirilen, yaklaşık 1 milyon 200 bin lira tutarındaki gaz mühimmatı ABD ve Güney Kore’den ithal edilmişti.

Kaynak: Evrensel