28 Haziran 2012 Perşembe

İşte ileri demokrasi: Operasyon, baskın, gözaltı, uzun tutukluluk süreleri...

Tüm muhaliflere yöneltilen devlet terörünü ve bu hafta düzenlenen KESK, ESP, Etkin Haber Ajansı (ETHA), Atılım gazetesi, Güneş Ajans’a yönelik operasyonları kınıyor, baskılar ve gözaltılar karşısında herkesi dayanışmayı yükseltmeye çağırıyoruz.

Türkiye, hükûmetin iddia ettiği gibi "genişletilen özgürlükler"in değil, gözaltı furyalarının, baskı ve sindirme politikalarının, devlet terörü-polis şiddeti-hapishane ve karakol işkencelerinin ülkesi haline dönüştürülmüştür. Ve bizler buna “ileri demokrasi gazabı” diyoruz. Her gün yeni bir gözaltı ve operasyon furyasının haberi ile güne başladığımız, böylesine baskıcı bir ülkede yaşadığımız için artık utanamıyoruz, tüm bu olup biten saçmalıkları çaresizlik ve öfke ile izliyoruz. Türkiye adeta hukuk değil, bir “tutuk” devleti haline gelmiştir.

Devletin toplumsal meselelerle ilgili samimi olmayan çözüm yöntemlerini eleştirenler, devletin müsebbibi olduğu hak ihlallerini protesto edenler, bedenini erkek egemen devlet zihniyetine teslim etmek istemeyen ve bunun için direnen kadınlar ve hak mücadelesi veren nice aktivisitler bir bir gözaltına alınarak gerçeklerle alakası bulunmayan delillerle, yasal dayanağı olmayan belgelerle cezaevine gönderilmektedir.

Geçtiğimiz ay derneğimize ve bağımsız hayvan hakları aktivistleri ile birlikte anarşistlere de operasyon düzenlenmiş, 15 anarşist 1 Mayıs’a katıldıkları, facebook’ta 1 Mayıs videoları paylaştıkları ve kara bayrak tuttukları gerekçesiyle tutuklanmış, böylelikle neredeyse gözaltını "tatmayan" hiçbir muhalif birey kalmamıştır. HES'lere direndikleri için yerellerdeki insanlar hakkında onlarca dava açılmış, bizzat kolluk şiddetine maruz kalmalarına rağmen insanların mağdur değil sanık olarak mahkemelerde yargılanmalarına devam edilmektedir. Seks işçiliği yapan transseksüeller polisin "bonus" sisteminin sistemli olarak mağduru haline getirilmiştir, özgürlük mücadelesi verdikleri için haklarında hapis cezası kararları verilmiştir. Sosyalist görüşlü bir çok insan akıl almaz gerekçelerle tutuklanmakta, birçok siyasî partiye, yayın organına, sivil toplum örgütüne sürekli olarak operasyonlar düzenlenmektedir.

Günün her dakikasında sömürülen işçiler de patron-devlet şiddetinin "vazgeçilmez" öznesi haline getirilmiştir. Sendikalara baskınlar düzenlenmiş, birçok sendikacının özgürlüğü gaspedilmiştir. Daha iki gün önce birçok şehirde eşzamanlı olarak KESK üyelerine operasyon gerçekleştirilmiş, sendika ofisleri didik didik aranarak darmadağın edilmiş, onlarca sendika üyesi tutuklanmıştır. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncesinde ve mitinglerden sonra onlarca muhalif kadın, feminist gözaltına alınmış, bedenleri, düşünceleri için özgürlük mücadelesi veren kadınlar da tutuklanmıştır. Aslında tepki verilmemesi absürd olan haksızlıklara, adaletsizliklere isyan eden, eylemlere katılan muhalif öğrenciler hapishanelere tıkılmaktadır. Kürtlerin özgürlük mücadelesinden ekoloji hareketine, feminist mücadeleden çeşitli toplumsal konular üzerine yazıp çizen, kafa yoran akademisyenler de yargının, devlet organlarının mağduru haline getirilmiş, özgürlükleri ellerinden alınmıştır. Devletin bakanının tabiriyle tacizden, tecavüzden içeride yatan gazeteciler ise yazıp çizdikleri, gün yüzüne çıkardıkları rezaletler nedeniyle aylardır hapiste... İnsan hakları savunucuları, hayvan hakları/özgürlüğü aktivistleri, vicdanî retçiler, anarşistler, sosyalistler, muhalif Kürtler, feministler, gazeteciler, akademisyenler, çevreciler/ekoloji aktivistleri, muhalif öğrenciler, LGBTT hakları aktivistleri ve daha birçok muhalif birey operasyonlarla, sorgularda hepsi birer saçmalıktan ibaret olan sorularla, soruşturma adı altında yürütülen tonlarca hak ihlali ile yıldırılmak, sesleri kesilmek istenmektedir.

Roboskî'de işlenen savaş suçunun hesabını vermek bir yana, Suriye'ye karşı savaş çığırtkanlıklarının yapıldığı şu günlerde, hükûmet insan hakları konusunda diğer ülkelere ders vermeye devam etmektedir. Ancak kendi ülkesinde, ulusal ve uluslararası hukukun ayaklar altına alındığını, hapishanelerin "düşünce suçluları" ile dolup taştığını, politik menfaatler uğruna binlerce insanın cezaevlerinde yazılmak bilmeyen iddianameleri, günü gelmek bilmeyen duruşma tarihlerini beklediğini görmezden gelmektedir. Görmezden gelmektedir çünkü tüm bu olup biten hukuk skandallarının müsebbibi hükûmettir, kendi çizdikleri sınırların dışına çıkan, kendi belirledikleri oyunun kurallarına aykırı oynayan tüm kesimler, hükûmet tarafından "düşman" ilan edilmiştir. Üstüne üstlük birer cehennemi aratmayan cezaevlerinde yaşanan tüm işkencelere, tutsakların ve çocukların cinsel istismarına, koğuşlarda, ring araçlarında insanların diri diri yanmasına göz yuman idareciler, bizzat devlet tarafından terfi ettirilmekte, tutsaklar için hepsi birer ağır travma olan hak ihlalleri, sonu hiçbir tatmin edici yaptırıma ulaşmayan, göstermelik soruşturmalarla geçiştirilmektedir. Cezaevlerindeki hasta tutuklular uğradıkları haksızlıklar karşısında seslerini duyurmak için açlık grevine başvurmak zorunda bırakılmakta, cezaevi idareleri tarafından ölüme terk edilmektedirler. Birçok hasta tutuklu yeterli tedavi görmediğinden hayatlarını kaybetmektedir.

Son olarak ise haber alma hakkı ve basın özgürlüğü yine engellenmek istenmiş, Etkin Haber Ajansı (ETHA), Atılım gazetesi, Güneş Ajans polisler tarafından basılmıştır. Özgür basın emekçilerine yapılan bu saldırı ve yıldırma girişiminin, diğer toplumsal alanlarda özgürlük mücadelesi verenlere yapılanlardan hiçbir farkı yoktur, hatta bir parçasıdır. Sadece ve sadece özgürlük mücadelesi veren kesimler, düşüncelerini açıkça ifade ettikleri için, bu ülkede artık ayyuka çıkmış hak ihlallerini protesto ettikleri için, sanki birtakım gizli deliller elde edilmiş gibi ana-akım medyanın da yardımı ile Terörle Mücadele Kanunu paçavrası ve Özel Yetkili Mahkeme denilen hak gaspçısı kurumlarca hak ve özgürlükler kısıtlana kısıtlana nihayetinde devletin belirlediği tipte, görüşte bir "vatandaş" profilinin oluşturulmak istendiği, bu profile uymayanların ise zindanlarda çürütülmek, her türlü şiddet ve işkence ile yıldırılmak niyetinin artık hükûmetin resmî ideolojisi haline geldiği bilinen bir gerçek olarak yüzümüze tokat gibi çarpmaktadır.

Bu tokat karşısında, bizlere dayanışmayı yükseltmek ve güçlendirmekten başka bir çare bırakılmamaktadır. İnsan-hayvan-doğa demeden, farklı mücadele kulvarlarında özgürleşme için direnen, isyan eden tüm bireylere ve oluşumlara çağrımızdır. Ağzımızı açtığımız anda bizleri yıldırmak için elinden geleni yapanlara, bizlere sözde demokrasi dersi veren, hiçbir işe yaramayan mevzuatı ile göz boyamaktan ve hak ihlallerini meşrulaştırmaktan başka bir şey yapmayan, iki yüzlü, samimi olmayan, tecridin, katliamların baş aktörü olan bu sistem karşısında dayanışmayı güçlendirelim. Bunu yapamadığımız sürece, her gün, arkadaşlarımız, dostlarımız, ailelerimiz, yoldaşlarımız aramızdan sökülüp alınmaya, özgürlüklerimiz gaspedilmeye devam edecektir.

YERYÜZÜNE ÖZGÜRLÜK DERNEĞİ


27 Haziran 2012 Çarşamba

"Benim Ülkem Sana Dar Gelir" Davası Karara Yaklaşıyor

Hayvan hakları mücadelesinde 24 yıldır faaliyet gösteren bir derneğin kurucusu olan Eva Aksoy’u “Benim Ülkem Sana Dar Gelir, Sen Erivan’a Git” diyerek Türk olmadığı için Türkiye’den kovan, toplum içerisinde ötekileştirmeye çalışan ve bu girişimlerinde başarılı olan ve yıllardır ırkçı hakaretlerin, tehditlerin hedefi olmasına sebep olan kişi hakkında açılan kamu davası dün İstanbul 30. Sulh Ceza Mahkemesi'nde görüldü.
 
Duruşmada Eva Aksoy'un vekili Av. Ömer Kavili ve Av. Ahmet Tamer, atılı suçun yasal unsurları oluştuğundan sanığın alt sınırdan değil üst sınırdan cezalandırılmasını talep etti. Duruşmaya Aksoy'la dayanışmak için Çağdaş Hukukçular Derneği'nden avukatlar da katıldı.
 
Eva Aksoy'un suç duyurusunun kamu davasına dönüşmesinin ardından sanık M.A.Ö, Aksoy hakkında çok sayıda suç duyurusunda bulunmuş, bir de tazminat davası açmıştı. Sanığın Eva Aksoy'a ve bir haber nedeniyle Sabah gazetesine açmış olduğu tazminat davası ile sanığın Aksoy aleyhinde açmış olduğu (hakaret, eziyet vs. konularındaki) tüm davalar  takipsizlikle sonuçlanmıştı.

Davaya yayın yasağı talebi reddedildi
 
Dün gerçekleştirilen duruşmaya sanık M.A.Ö her zamanki gibi katılmazken, sanığın vekili "Müvekkilim ve benim hakkımda basında ve internette 'ileri geri' çok sayıda yayın yapılmakta" diyerek davaya yayın yasağı konmasını, tehdit, hakaret maillerinin müvekkilinin bilgisayarından çıkıp çıkmadığı konusundaki bilirkişi istemini yineledi, fakat sanık müdafiinin talepleri mahkemece reddedildi.

Polisler: Olayı bilmiyoruz, sanıktan bilgisayar almadık
 
Geçen celsede, sanık M.A.Ö'nün iddiası değerlendirilmiş, M.A.Ö'nün evinde bir süre ikâmet eden polis memurlarının tanık ifadelerinin alınması için duruşma ertelenmişti. Sanık, üzerine atılı olan suçlamayı kabul etmeyerek, bir dönem evinde oturduğunu belirttiği polis memurlarınca tehdit ve hakaret maillerinin gönderildiğini ima etmişti. Bu celsede Van 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nden gelen cevapta tanıklığına başvurulan polis memurlarının, dava konusundan bihaber oldukları ve ifadelerinin sanığın iddiasını desteklemez nitelikte olduğu görüldü. 

Aksoy'un vekillerinden Av. Kavili, Hrant Dink cinayetine gönderme yaparak "Bu ülkede arkadan kurşunlanarak öldürülen bir vatandaş da önce çok sayıda ölüm tehdidi almıştı. 'Benim Ülkem Sana Dar Gelir', 'Senin sonun darağacıdır' demek birer ölüm tehdidir. Bu nedenle, suçun faili kim olursa olsun, bu gibi davaların sanıkları en üst sınırdan cezalandırılmalıdır. Ayrıca, müvekkilimin soyadı imalı bir şekilde değiştirilerek, müvekkilim toplumun içinde dışlanmaya, hedef haline getirilmeye çalışılmaktadır" dedi. 

Aksoy: Sanığın tacizleri devam ediyor
 
Sanığın tacizlerine devam ettiğini belirten Eva Aksoy "Sanık, geçtiğimiz ay devamlı gittiğim veteriner kliniğine gitmiş ve benim hakkımda işyeri sahipleri ile özel olarak görüşmek istediğini söylemiş. Bu isteği reddedilince sanığın işyeri sahiplerini de üstü kapalı olarak tehdit ettiğini öğrendim. Yıllardır tehditlere, hakaretlere, iftiralara maruz kalmam bir yana, sanık insanlarla olan ilişkilerimi de etkilemeye çalışıyor. Gittiği klinikte, beni özel olarak, arabamdaki mobil kamera aracılığıyla izlediğini de söylemiş. Aracımı arattım ancak herhangi bir izleme cihazı çıkmadı. Sanığın ne yapmaya çalıştığına anlam veremiyorum" dedi.
 
Duruşma, sanık müdafiinin esas hakkındaki beyanları için 19 Temmuz 2012 tarihine ertelendi.
 
Ne olmuştu?

Eva Aksoy, yıllar boyunca ırkçı hakaretlere maruz bırakıldı, ölüm tehditleri aldı, kendisine Türkiye'yi terk etmesi emredildi, ikâmetgâhının adresi internette yayınlandı, fiziksel saldırı girişimine maruz kaldı, evine ateş edildi, camları kırıldı, mahallede yapılan kulis çalışmaları ile "Türk düşmanı" olarak damgalandı, tehdit maillerinde geçen "Senin sonun darağacıdır" sözlerini hatırlatırcasına kapısının önüne metrelerce kalın halatlar bırakıldı. Aksoy'a gönderilen hakaret ve tehdit maillerinin bazıları, "Ne Mutlu Türküm Diyene" diye bitiyordu ve "biz, insanları arkadan hançerleyen Ermeni ırkından değiliz" deniliyordu maillerde. Son olarak da "Hocalı Katliamı'nı anma" mitinginden sonra bahçesine, mitingde dağıtılan "Ermeni Yalanına Sessiz Kalma" şapkalarından biri atıldı. Üstelik şapkayı bahçeye atan kişinin sanığın avukatlığını yapan emekli bir savcı olduğu da güvenlik kamerası kayıtlarından tespit edildi.
 
Irkçı hakaretlerin ve ölüm tehditlerini takiben, ikâmetgah adresinin internette yayınlanmasının ardından Aksoy, e-maillerin göndericisi olan sanık M.A.Ö. hakkında suç duyurusunda bulunmuş, M.A.Ö. aleyhinde kamu davası açılmıştı.

24 Haziran 2012 Pazar

BUGÜN Trans Onur Yürüyüşü'ndeyiz...

Her türlü tahakküme karşı çıkan tüm kesimleri Trans Onur Yürüyüşü'nde birlikte yürümeye davet ediyoruz.

Irkçılık, türcülük gibi tüm ayrımcılık çeşitleriyle paralel giden aynı faşist ve ayrımcı düşünce sisteminde ısrarla görmezden gelinen trans nefret cinayetlerini bir kez daha hatırlatmak ve  trans dostlarımızı aramızdan söküp alan, gündelik hayatta evlere kapatan transfobik nefret söylemlerini /tutumlarını protesto etmek ve dayanışmayı güçlendirmek için BUGÜN 24 Haziran Pazar günü, saat 17.00'da Trans Onur Yürüyüşü'nde Taksim Meydanı'nda buluşuyoruz.

Doğa, hayvan, insan için bambaşka özgürlük tahayyülleri için mücadele veren derneğimiz, bu yıl da translarla birlikte yürüyecek ve onların varlığını, dertlerini bir kez daha hep birlikte haykıracağız.

"Sokağındaki kuytu köşeyi bile bir köpeğe fazla gören göz, muhitindeki transseksüele kinle bakan gözden farklı değildir" 

Yeryüzüne Özgürlük Derneği

21 Haziran 2012 Perşembe

Irkçılığa, faşizme karşı dayanışmayı yükseltmeye çağırıyoruz

Hayvanların Yaşam Haklarını Koruma Derneği - HYHKD'den Eva Aksoy’a yönelik olarak, yaklaşık 8 senedir düzenli biçimde sürdürülen faşizan, ırkçı söylem ve tavırları, hakaret ve tehditleri kınıyor; 26 HAZİRAN, Salı günü, saat 11.45’de, Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 30. Sulh Ceza Mahkemesi (6. kat) duruşma salonundaki altıncı duruşmaya katılım sağlayarak, ayrımcılık karşıtı tüm bireylere dayanışma çağrısında bulunuyoruz.

Her duruşmada olduğu gibi bu duruşmada da ırkçılığı lanetlemek ve dayanışmayı yükseltmek için o gün orada olacağız.

Lütfen şimdiden duruşma gününü kaydedin. En azından yarım saatinizi ayırıp duruşmaya bizzat katılarak faşizan hakaret ve tehditler karşısında Eva Aksoy'un yalnız olmadığını gösterin. 


DAYANIŞMA ÇAĞRISI

Hayvanların Yaşam Haklarını Koruma Derneği (HYHKD) Başkanı Eva Aksoy, Türk olmadığı gerekçesiyle ötekileştirilerek, Türkiye’de birlikte yaşadığı insanların içinde yalnızlaştırılmaya çabalanarak, yaklaşık 8 yıldır düzenli olarak faşizan hakaret ve tehditlere maruz bırakılıyor.

Eva Aksoy'a gönderilen hakaret ve tehdit maillerinin bazıları, "Ne Mutlu Türküm Diyene" diye bitiyordu ve "biz, insanları arkadan hançerleyen Ermeni ırkından değiliz" deniliyordu maillerde... Aksoy, yıllar boyunca son derece çirkin ırkçı, faşizan hakaretlere maruz bırakıldı, ölüm tehditleri aldı, kendisine Türkiye'yi terk etmesi emredildi, ikâmetgâhının adresi internette yayınlandı, fiziksel saldırı girişimine maruz kaldı, evine ateş edildi, camları kırıldı, mahallede yapılan kulis çalışmaları ile "Türk düşmanı" olarak damgalandı, tehdit maillerinde geçen "Senin sonun darağacıdır" sözlerini hatırlatırcasına kapısının önüne metrelerce kalın halatlar bırakıldı. Son olarak da Hocalı mitinginden sonra bahçesine, mitingde dağıtılan "Ermeni Yalanına Sessiz Kalma" şapkalarından biri atıldı...

Eva Aksoy'un "katılan" sıfatıyla yer aldığı, kamuoyunda "Benim Ülkem Sana Dar Gelir" diye bilinen dava, tüm deliller sabit olmasına rağmen 3 yıldır, sanığın ve sanık vekillerinin anlamsız talepleri ile devam ediyor. Eva Aksoy'un bahçesinde bulunan "Ermeni Yalanına Sessiz Kalma" şapkasının ise Aksoy ile aynı sokakta oturan ve davada sanık olarak yargılanan kişinin avukatlığını yapan, bir emekli savcı tarafından atıldığı, güvenlik kamera kayıtları ile tespit edildi. Eva Aksoy bu kadar yoğun tehdit altındayken ve tüm bunlar gündelik yaşantısını etkilerken, açık bir tehdit olduğu kolayca anlaşılan bu nefret eylemi hakkında yapılan suç duyurusu ise, daha "millî" gördükleri konularda pek keskin olan savcılarımızın verdiği "takipsizlik kararı" ile sonuçlandı ve dava açılmasına gerek dahi duyulmadı.

Halklar arasındaki kardeşlik bağını budamaya çalışan, ırk ayrımcılığını kışkırtan ve toplumu ırkçı söylemlerle farklı etnik gruplara karşı harekete geçirmeye teşvik eden sanık (Ergenekon iddianamesinde “Kafes Eylem Planı”nda adı “saldırıya uğrayan gayrimüslimler” listesinde saldırgan olarak işaretlenen) hakkında açılan kamu davası, 6. duruşma ile görülmeye devam edilecek.

Haklara saygılı tüm bireyleri bu duruşmaya katılmaya, dayanışmaya, bu vesile ile bir kez daha ırkçılığı ve ayrımcılığın her türlüsünü lanetlemeye çağırıyoruz.

Yeryüzüne Özgürlük Derneği
Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu

İletişim:

20 Haziran 2012 Çarşamba

Ormana Adım Atmak Parayla Olur mu ?

Orman Genel Müdürlüğü Eğitim Daire Başkanlığı’nın 2010 yılında hazırladığı “Bazı Faaliyetlerin Ücretlendirilmesi” başlıklı yazıyla bundan sonra orman alanı kapsamına giren yerlerde yapılacak “doğa yürüyüşü”, “fotoğraf çekimi” ve “video çekimi” gibi faaliyetlerden ücret alınması resmen yürürlüğe girmiş bulunuyor.



Orman alanlarında gezi yapacak gruplardan kişi başına 1,5 TL, fotoğraf çekimlerinden ise 100 TL gibi ücretler alınması tüm canlılara ait olan yaban hayat alanlarının resmen bakanlığın tapulu malı haline getirildiğini belirten Yeryüzüne Özgürlük Derneği’nden Yaban Hayatı Araştırmacısı Selçuk Armağan“Şehirdeki modern hayata hapsedilmiş insanların, en azından hafta sonlarında bile olsa hobi olarak yabanla bütünleşmesine imkan veren amatör faaliyetlerin ücrete tabi tutulması; dünya üzerindeki tüm canlılara ait olan “yaban hayatı” alanlarının ne yazık ki yine ticarî bir meta unsuru olarak algılandığını gözler önüne serdi. Bu uygulamaya göre; amatör olarak dahi olsa bütün dernek, topluluk, doğa sporları kulüpleri gibi kuruluşların yapacağı her türlü orman içi aktivite ücrete tabi tutulacaktır. Ayrıca bu uygulamayla birlikte, insanlar bir parçası oldukları doğaya ücret ödemek zorunda kalacağı gibi, aynı zamanda da Anadolu topraklarındaki koruma çalışmalarının da büyük sekteye uğrayacağı da açık olarak gözükmektedir. Bugün devletin maddi imkansızlıkları öne sürerek yapmadığı birçok koruma faaliyeti, bu amatör grupların kendi çabalarıyla yaban hayatı alanlarında kuş, sürüngen, bitki ya da memeli hayvan popülasyonlarının dağılımları ile ilgili yaptıkları faaliyetler sonucunda belgelenmektedir.” dedi.


Hafta sonlarında modern yaşantıdan uzaklaşarak doğa aktiviteleri yapmak isteyenlerden ücret talep edilmesinin akıl dışı olduğunu söyleyen Selçuk Armağan açıklamalarına devam ederek “Profesyonel olarak fotoğrafçılık ve kuş gözlemi yapan kişilere de bu uygulamayla Av Turizmi ruhsatı alması zorunluluğu getirilmiştir. Doğa için yapılan faaliyetleri; avcılık gibi doğayı tamamen yok etmeye yönelik bir faaliyetle aynı kefeye koyan zihniyetin; doğa ve yaban hayatı konusunda ne kadar bilgi sahibi olduğu ve doğaya bakış açılarının ne olduğu bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Doğa severlerden ücret talep eden bakanlığın, her yıl binlerce av ruhsatı vermesi ve binlerce av fişeğini bedava olarak zararlı hayvanlarla (domuz,kurt,çakal,vs) mücadele kapsamında dağıtması da başka bir vahim olaydır. Amatör veya profesyonel olarak yaban hayatı araştırmacılığı yapan kişilere, eli kanlı avcı muamelesi yapılması affedilemez bir durumdur. Biz bir parçası olduğumuz doğadan koparılmamıza seyirci kalmamamız gerektiğini belirterek bu uygulamanın acilen geri alınmasını; doğayla uyumlu yapılacak kuş-bitki-sürüngen-kelebek-memeli gözlemciliği, doğa fotoğrafçılığı, dağcılık, doğa yürüyüşü, kampçılık gibi faaliyetlerin tamamen ücretsiz olması dışında; avcılık gibi doğaya zarar veren tüm faaliyetlerin de tamamen durdurulmasını  talep ediyoruz.” dedi.

5 Haziran 2012 Salı

TEPKİLİYİZ: 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin



ORTAK DEKLARASYON

5199 sayı ile 2004 yılında yürürlüğe giren Hayvanları Koruma Kanunu ile ilgili olarak, gerek basında gerekse hükûmet kaynaklarında birçok haber çıkmış, Kanunun hayvan hakları kuruluşlarını tatmin edecek şekilde düzenleneceği, hayvanların kapsamlı bir şekilde korunacağı ve zaten sahip olunan hakların geliştirilip gözetileceği kamuoyuna duyurulmuştur.

Şu anda TBMM Çevre Komisyonu’nda bekletilen iki adet kanun teklifi olmakla birlikte, Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nca hazırlanmış başka bir değişiklik tasarısının da Başbakanlığa gönderildiğini ve görüşüldüğünü öğrenmiş bulunmaktayız. Meclis ihtisas komisyonlarında bekleyen tekliflerden 2 / 366 sayı numaralı olan düzenleme, bugüne kadar yürürlüğe sokulan ve görüşülmek üzere bekleyen diğer teklif ve tasarılar gibi, hayvanları korumaktan, yaşam haklarını gözetmekten son derece uzak, ülkeye özgü koşullar umursanmadan ve göz ardı edilerek, pek çok hayvan ırkını toptan yok edecek felaketlerin önünü açmak maksadı ile hazırlanmıştır.

        Söz konusu teklifle, hayvanların ne şekilde öldürüleceği hükme bağlanmakta, hayvanların korunması ve yaşatılması değil, hayvanlar için asgarî "lüks" standartlarından oluşan “hayvan refahı” düşüncesi şart koşularak, 5199 sayılı Kanunun maddelerideğiştirilmek istenmektedir.

Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nca hazırlanarak Başbakanlığa sunulan “HAYVANLARI KORUMA KANUNUNDA VE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI” da diğer kanun tekliflerinde olduğu gibi beraberinde birçok hak ihlalini getirecektir: 

Şöyle ki;

1- Evlerde kaç hayvan bulundurulacağı; “tehlikeli ırk” adıyla hayvanların yaftalanması; hayvanlardan kaynaklanabilecek sorunlara dair tedbirlerin (öldürme, toplu imha, izolasyon vs.) diğer bakanlıklarla birlikte belirlenerek yönetmeliklerin çıkartılması,

2- Hayvanların imhasına olanak sağlayan 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu ile 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun yeni tasarıda da yer alması,

3- Deneylerde kullanılacak denek hayvanların etik kontrolden uzaklaştırılması, bu konuda mümkün olduğunda denetimlerin keyfiyete bağlanması,

4- Kanun tekliflerinin ve tasarının içeriği incelendiğinde, amacın hayvanları korumak ve hakları gözetmek değil, hayvanları bertaraf etmek olduğunu kanıtlanmaktadır.

Biz, aşağıda imzası bulunan STK ve oluşumlar,

Hem TBMM komisyonlarında bekletilen yasa tekliflerini hem de Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nca hazırlanarak Başbakanlığa gönderilen yasa tasarısını, aşağıdaki nedenlerle desteklemediğimizi, tüm bu felaket tasarılarına karşı çıktığımızı ve tekliflerin bu hali ile yasalaşması halinde, uluslararası resmî teşkilatlarca (Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Hayvan Sağlığı Teşkilatı vb.) uygulatılmak ve bizzat devletçe de uygulanmak istenen “hayvanlardan arınma” politikasının teşhiri için gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında her türlü propaganda aracını kullanacağımızı kamuoyuna ve ilgili makamlara duyururuz.

-   Amacı ve adı “HAYVAN KORUMA” olan bir yasada hayvanların sorun olarak görülmesi,  her canlının şahsına özgün fizikî ve karakter özellikleri, yetiştirilişi ve geçmişi, yaşadıkları incelenmeden, “tehlikeli” sıfatıyla yaftalanması asla kabul edilemez; basit, insanî mazeretlerle hayvanların öldürülmesi ve nasıl bertaraf edilecekleri de adı koruma olan bir kanunun ESASINI OLUŞTURAMAZBu nedenle değiştirilmek istenen 5199 sayılı yasa, 5996 ve 1593 sayılı kanunlardan ayrı bir şekilde ele alınmalı ve bu kanunlar da 5199 sayılı yasaya göre güncellenmeli, bu yasaların içinde yer alan imha maddeleri derhal kaldırılmalıdır.

-       İnsanî bir seçenek, çözüm olarak sunulan, “uyutma” diye bilinen, solunumu durdurucu iğne ile öldürme yöntemi, bir hak değil, aksine yaşam hakkının sonlandırılmasıdır. Bu nedenle, hayvanların refahını sağlama adı altında yürürlüğe girecek herhangi bir yasanın içinde de bu maddeye yer verilemez. Bu hakkı, hiçbir kurum, kişi ve kuruluş, çok istisnai durumlar haricinde, tıbbî gerekçesiz, uygulayamaz.

-         Tasarı, yasalaştığı takdirde evlerde yaşayan hayvanların sayısına ciddi kısıtlamalar getirilecek ve muhtemelen bu sayı, tek bir hayvan ile sınırlandırılacaktır. Bir hayvan “sahibi”nin, evinde tek ya da birkaç hayvan bulundurma sınırlandırmasına, dayatmasına yasalar ile kesinlikle karar verilemez. Bu hayvan hakları ihlali olduğu kadar, aynı zamanda da bir insan hakları ihlalidir ve Anayasa’daki, mülkiyet hakkına aykırılık teşkil etmektedir.  Adı üzerinde, mevzuata göre “evcil”  olarak tanımlanan hayvan türleri, ferdin hanesinde, kendi tasarrufundadır ve mülkiyet hakkından ayrı düşünülemez. Şahsî mülkiyet edinmek de kişinin kendi tasarruf inisiyatifindedir. Anayasa ile koruma altına alınmış bu hakka hiçbir şekilde dokunulamaz.

-       Kısırlaştırma, yeni bir iş, istihdam, kolay para kazanma kolu olarak görülemez, bu konuda ihaleler açılamaz. “Sahipsiz” hayvanlara devletçe uygulanan kısırlaştırma işlemi, günümüzde bir “soykırım” haline dönüşmüştür. Zorunlu bir uygulama, şart haline getirilen bu işlemin, ciddi bir operasyon olduğu unutulmuş veya bilinçlice göz ardı edilmiştir. Operasyon öncesinde, sırasında ve sonrasında asgarî önlem ve işlemler dahi uygulanmamakta, bu da ciddi hayatî riskler ve eziyetli hak ihlallerinin ölümle sonuçlanmasına neden olmakta, kısırlaştırmayı bir imha aracı haline getirmektedir. Koruma, hayvanlara soykırım uygulayarak sağlanamaz.

-      Hayvanların, deneylerde kullanılması da başlı başına etik bir sorundur. Ancak mevzuat, etik sebeplerden dolayı oluşan bu karşıt görüşümüzü değil, devletin ve ilaç endüstrisinin çıkarları doğrultusunda hayvanların birer denek olarak kullanılmasını onaylamaktadır. Bakanlığın, Başbakanlığa sunmuş olduğu yasa tasarısında ise, hayvan deneylerinde veteriner hekimin bulundurulması zorunluluğu da ortadan kaldırılacaktır.

-          İşkence ve kötü muamele, idarî para cezaları ile geçiştirilmektedir. Yine Bakanlığın Başbakanlığa sunduğu tasarıda, hayvanlara işkence yapan kişi, sadece 750 TL’lik bir idarî para cezasını devlete ödeyerek bu fiilini gerçekleştirebilecektir. Hak ihlallerinin yasal hükümlerle önlenmesi gayesi taşınıyorsa cezaların caydırıcı olması ve yükseltilmesi şarttır.

-      Mevzuatça “tehlikeli ırk” olarak tanımlanan hayvanların, bakımevlerine teslim edilmesi zorunluluğu da Türkiye’de belli hayvan ırklarına karşı yapılmak istenen haksız bir yaftalamadır. Bu uygulama, insanlara yapıldığında ya da yapılacak olduğunda adı “soykırım” olurken, yasa koyucu, bu uygulamayı hayvanlar için çok rahat bir şekilde dile getirebilmekte, bunu bir çözüm olarak sunmaktadır. Hukuken ve vicdanen böyle bir uygulamanın meşruiyeti mümkün değildir.

-          Hayvanlar, sadece kedi, köpek gibi evcil hayvanlardan oluşmamaktadır. Ancak mevcut Kanun ve bu Kanunun değiştirilmesi için sarfedilen çabalar, daha çok evcil hayvanları kapsamaktadır. Her gün muazzam bir zulme maruz bırakılan, “çiftlik hayvanları” diye anılan ya da mevzuatça “kesim hayvanı” olarak tanımlanan hayvanlar, deneylerde sömürülen ve işkence edilen hayvanlar, “yarış hayvanları”, hayvanlı sirklerde, gösteri endüstrisinde sömürülen ve hak ihlallerine maruz kalan hayvanlar, hayvanat bahçelerinde hapishane koşullarında yaşayan yaban hayvanları için hiçbir olumlu düzenleme getirilmemektedir. Bu, büyük bir samimiyetsizlikten ve illüzyondan başka bir şey değildir.

-          AB müktesebatı dâhilinde hayvan refahı ile ilgili Türkiye’de yürürlüğe giren tüm mevzuat, hayvanların haklarını değil insanların refahını korumaktadır; insanmerkezci ve bencil bir düşünce yapısıyla hazırlanmıştır ve hayvanların “ekonomiye katkı payı” hesabı ile yaşatılmasına veya öldürülmesine karar verme yetkisini ısrarla otoritelere vermek istemektedir. Bu nedenle, maksat, yine hayvanları korumak değil “hayvan refahı” adı altında göz boyamak ve hayvanlara uygulanan zulmü, işkenceyi ve tahakkümün devamını sağlamaktır. Bu yüzden mevcut olan tüm mevzuatı reddediyor ve hayvan haklarını gözetmek iddiasıyla yürürlüğe konmak istenen mevzuatın hazırlanmasında rol alan hayvan refahı derneklerini, hayvanseverleri ve Bakanlık yetkililerini kınıyoruz.

-          Hiçbir dernek, federasyon ya da grup, hayvanları ya da hayvan hakları savunucularını tamamı ile temsil tekeline sahip değildir. İnsanlardan çok daha fazlasını hissedebilen, duyguları ve bilinci olan, acı çekme yetileri olan hayvanlar hakkında mevzuat çıkartılırken, hayvanlar mevcut yasalar karşısında birer eşya, mal olsalar dahi, onların gerçekte insanlar gibi acı çeken, hissedebilen, canlı bireyler oldukları unutulmamalıdır. Bu unutulduğu takdirde; insanın, doğanın önemli bir paydası olan, ekosistemde en az insanlar kadar bir yere ve doğal haklara sahip olan hayvanlar üzerindeki bencil hükümranlığının, basit ekonomik hesapların sonucundaki bilançonun iflas olacağı, bunun yaşama karşı ciddi bir suç oluşturacağı, bu suçun yasalar ile meşrulaştırılması ile de önce vicdanlarımıza, sonra da tüm canlılara karşı hiçbir şekilde hesabını veremeyeceğimiz ve telafisi olmayan ciddi zararlar doğacağı, acı gerçeğin ta kendisi olarak karşımıza çıkacaktır.

SONUÇ ve TALEP:

-        Hayvanlar aleyhinde olan, hem TBMM komisyonlarında bekletilen tekliflerin hem de Bakanlıkça Başbakanlığa sunulan tasarının ivedilikle geri çekilerek, hayvanlara ve yaşama karşı telafi edilemeyecek felaketlerin önlenmesini talep ediyoruz.

-      Hayvan koruma ve hak savunusu iddiası ile hazırlanan yasalar, adına yaraşır bir içeriği barındırmalı, ilkeleri ve amacı ile çelişmemelidir. Bu bağlamda, öncelikle hayvanı korumalı, hayvanları homojen bir toplam olarak kabul edip belli bir potada eritmemeli, hepsinin birer birey olduğunu kabul ederek ve Türkiye şartları (altyapının mevcut olmayışı, kadro yetersizliği, toplumun hayvana bakış açısı vs.) göz önünde bulundurularak, hayvanların YAŞAM HAKLARINI savunurken misyonunda ve vizyonunda samimi olan, amaçlarını faaliyetleri ile ispatlamış STK ve oluşumların görüşü alınarak, katılımcı ve çoğulcu bir perspektifle kaleme alınmalıdır.

İMZACILAR:

1.    Amargi Kadın Kooperatifi
2.    Animal Protection Group Arbeitsgruppe für Tierrechte e.V., Almanya
3.    Büyükçekmece Sokak Hayvanlarını Koruma ve Sevenler Derneği (SOHAYKOSEV)
4.    Çandarlı Hayvan Koruma Derneği (ÇANHAYKODER)
5.    Çeşme Doğa ve Hayvanseverler ve Koruyanlar Derneği
6.    Datça Çevre ve Turizm Derneği
7.    Demokrat Eğitimciler Sendikası (DES)
8.    Doğal Yaşam Derneği
9.    Doğayı ve Hayvanları Seven Sevdiren Derneği
10.  Dünya Yalnız Bizim Değil Platformu (DYBD)
11.  Engelli Hayvanları Koruma ve Hayvan Hakları Derneği
12.  Etik Vegan Yaşam Grubu
13.  Ev-Eksenli Çalışanlar Sendikası (Ev-Ek-Sen)
14.  Feminist Sanatçılar Platformu
15.  Feministbiz
16.  Hayvan Hakları Aktivistleri Derneği (HAYVİST)
17.  Hayvan Haklarını Koruma Derneği (HAYHAK)
18.  Hayvan Haklarını Koruma ve Geliştirme Derneği (HAGİD)
19.  Hayvan Özgürlüğü İnisiyatifi (HÖİ)
20.  Hayvanları Doğal Ortamda Yaşatma Derneği (HAYDOY)
21.  Hayvanları Koruma Derneği Manisa (HAKDEM)
22.  Hayvanların Yaşam Haklarını Koruma Derneği (HYHKD)
23.  İmece Evi - Doğal Yaşam ve Ekolojik Çözümler Merkezi
24.  İstanbul LGBTT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti, Transseksüel) Dayanışma Derneği
25.  İzler Derneği
26.  İzmir Kent Konseyi Çevre Çalışma Grubu
27.  İzmir Yenikapı Tiyatrosu
28.  KaosGL LGBTT Dayanışma Derneği
29.  KESK - ESM (Enerji, Sanayi, Maden Kamu Emekçileri Sendikası) İstanbul Şubesi
30.  Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği
31.  Muğla Savaş Karşıtı Kadın İnisyatifi
32.  Sarıyer Kent Konseyi Hayvan Hakları Çalışma Grubu
33.  Sinop Çevre Dostları Derneği
34.  Sokak Hayvanlarını Koruma ve Kurtarma Derneği (HAYKUR)
35.  Sol Arayış
36.  Sosyalist Parti
37.  Türkiye HomeNet Ev-Eksenli Çalışan Kadınlar Dayanışma Ağı
38.  Validebağ Gönüllüleri Derneği
39.  Vegan Kolektif
40.  Yedikule Hayvan Dostları Derneği
41.  Yenişehir Mahallesi Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
42.  Yeryüzüne Özgürlük Derneği
43.  Yeşiller Partisi
44.  Yunuslara Özgürlük Platformu