30 Ağustos 2010 Pazartesi

Hem İşten Çıkarıyorlar Hem de Köylülere Saldırıyorlar

Ulukışla Maden Köyü sınırları içinde yer alan Gümüştaş Maden İşletmesi bölgede huzursuzluk yaratmaya devam ediyor. Köylülerin mart ayında yaptırdıkları su analizleri sonucunda arsenikli çıkan köylerinin suyunun temizlenmesi yönünde onlarca kez şirkete başvurmasının ardından şimdi de köylerinin sularının kaçak yollarla şirket tarafından kullanıldığı ortaya çıktı.


Dün akşam köylerinin sularının izinsiz bir biçimde şirket tarafından kullanıldığının haber alınması ardından bu suları yeniden köy suyuna katmak içinköylüler harkete geçti. İzinsiz bir biçimde şirkete taşınan su iletim hatları köylüler tarafından iptal edildi. Bunun üzerine suların köylüler tarafından yeniden köy şebekesine bağlanmasına müsaade ettikleri gerekçesiyle şirkette çalışan işçilerin iş akitlerinin şirket tarafından fesih edildiği köylülere aktarıldı.


Köye gelen işçiler önce, sizin yüzünüzden işten çıkartıldık, dedi. Ancak köylülerin, şirketin sularına el koyduğunu, onlarla aynı saflarda yer aldıklarını ve işsiz kalmalarından dolayı rahatsızlık duyduklarını açıklamaları üzerine işçileri ikna edildi. Köylülerin hiçbir şirket yetkilisinin verdiği sözü yerine getirmediğini dile getirdiler. Köy Muhtarı Erdoğan Özgüler, Hakkımızda jandarma şikayet dilekçesi vermişler, hem köylülerin sularına saldırıyorlar hem de işten işçi çıkarıyorlar ama nasıl oluyorsa bir de haklı çıkmaya çalışıyorlar, anlamıyoruz. Yasal yollara başvuracağız, dedi.

Köylülerin sularında ortaya çıkan arsenik ardından yaşanan yoğun kuraklık ile Torosların eteklerinde bile susuzluk yaşanması bölgede işletmenin açılması halinde daha büyük tehlikenin tüm Çukurova havzasını beklediğini, bu bölgedeki suyun çukurovaya kadar indiği de belirtildi.

Kaynak: ekolojistler.org

Tarlabaşı Ranta Kurban Ediliyor

TMMOB Mimarlar Odası, hukuka ve kamu yararına aykırı, kamusal olanakların özel bir şirket yararına tahsis edilmesi niteliğinde olan, yıkımların siyasi iktidar, yerel yönetim ve Çalık Holding'in ortak projesi olduğunu belirterek, 'Neyin telaşındasınız' diye sordu.


İstanbul'un tarihi semtlerinden Tarlabaşı'nda 'kentsel dönüşüm projesi' kapsamında Beyoğlu Belediyesi görevlileri tarafından gerekli önlemler alınmadan, insanlar uyarılmadan, ilk bakışta garip gelen bir telaş içerisinde 'korkutma yıkımı'na başladı.


TMMOB Mimarlar Odası, hukuka ve kamu yararına aykırı, kamusal olanakların özel bir şirket yararına tahsis edilmesi niteliğinde olan, yıkımların siyasi iktidar, yerel yönetim ve Çalık Holding'in ortak projesi olduğunu belirterek, 'Neyin telaşındasınız' diye sordu. Mimarlar Odası, 'Tarlabaşı Kentsel Dönüşüm Projesi' adı verilen yıkım ve sürgün planının biricik hukuki dayanağı olan 5366 Sayılı Yasa ve ona dayanarak Beyoğlu Belediyesi ve Çalık Holding işbirliği ile ortaya çıkan avan proje ile ilgili açılmış olan hukuki süreç henüz sonuçlanmamışken bir yıkım gerçekleştirilmesinin tek amacının bölgede yaşayan tüm insanları korkutarak kaçırmak olduğunu söyledi.


'BİZ DEVLETİZ, YIKARIZ!'


İstanbul Tarlabaşı Mülk Sahipleri ve Kiracıları Kalkındırma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği ile anlaştıkları yönünde açıklamada bulunun AKP'li Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Demircan'ı yalanlayan Dernek başkan Ahmet Gün de sert tepki gösterdi. Gün, 'Belediye Başkanı Demircan'ın baştan beri Çalık Grubuna verdiği ihalelerin 5366 sayılı yasaya aykırı olduğunu, bu anlamda suç işlendiğini, buna rağmen evlerinden çıkmak istemeyen ev sahipleri aleyhinde kamulaştırma davaları açıldığını, yani bir yandan yasalar hiçe sayılırken, diğer yandan yargının halk aleyhine kullanıldığını vurguladık' dedi. Tarlabaşı'nın kimsenin babasının malı olmadığını, burada insanların yıllardır ekmek, hayat mücadelesi verdiğini anlatan Gün, 'Bir alışveriş merkezi için, oteller için insanları yerlerinden yurtlarından etmeye kimsenin hakkı yok' diye kaydetti. Tarık Nas adlı mahalle sakini ise yıkıma gelen belediye zabıtalarına tapuları olduğu için yıkımın olamayacağını söylediklerinde, 'Biz devletiz yıkarız' cevabı verdiklerini

anlatarak, bunun bir devlet zulmü olduğunu söyledi.


Kaynak: Günlük

"Memleket Meselesi" Tartışmak Halka Yasak: Üç Ayda 249 Sanık!


2010'un ikinci çeyreğinde düşünce suçlusu sayısı önceki yıla göre ikiye katlandı. TMY sanıklarının sayısı beş kat arttı. Savaş şiddetlendikçe ifade özgürlüğü zayıflıyor.

Erol ÖNDEROĞLU

hukuk@bianet.org


İstanbul - BİA Haber Merkezi


Raporun tam metnini görüntülemek için tıklayın.


Kürt Sorunu barışçıl yollarla çözülmedikçe, parlamenter demokratik sistem pekiştirilmedikçe ve sorunlar tüm açıklığıyla tartışılamadıkça Türkiye, demokrasiyi özümsememiş ve düşüncelerini açıklayan herkesin hapis tehdidi altında yaşadığı bir ülke olarak kalmaya devam edecek gibi görünüyor.


Kürt Sorunu'ndaki çözümsüzlük ve siyasetteki tıkanma derinleşirken basın ve ifade özgürlüğüne yönelik hak ihlalleri de yeniden TSK ve PKK arasında "düşük yoğunluklu" savaşın yaşandığı 90'lı yıllar düzeyine yükselmeye başladı.


TCK 301'den açılan soruşturma ve kovuşturmaların Adalet Bakanlığı'nın devre girmesiyle büyük ölçüde sınırlandırılması, TCK'de gerçekleştirilen hapis cezalarının paraya çevrilmesi, ertelenmesi, "hükmün açıklanmasının geriye bırakılması" ve benzeri düzenlemeler de düşünce özgürlüğü standartlarını geliştirmekte anlamlı bir sonuç vermedi.


Bir yılda düşünce suçlusu sayısı iki kat arttı!

BİA Medya Gözlem Masası'nın yayımladığı Nisan-Mayıs-Haziran 2010 Medya Gözlem Raporu, 53'ü gazeteci toplam 249 kişinin düşüncelerini ifade ettikleri için yargılandığını saptıyor. 2009'un aynı döneminde 57'si gazeteci 125 kişi hapis veya tazminat talebiyle yargılanıyordu. Bir yıl içinde düşüncelerini ifade ettikleri için mahkeme önüne çıkan yurttaş sayısının yüzde yüz artmış olması çok kaygı verici.


170'i gazeteci toplam 471 kişinin adının geçtiği Rapor ihlalleri "saldırı ve tehdit", "gözaltı ve tutuklamalar", "basın ve ifade özgürlüğü davaları", "düzenleme ve hak aramalar", "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi", "Sansüre tepkiler" ve "RTÜK uygulamaları" başlıklarıyla işliyor.


110 TMY sanığı!

İfade özgürlüğünü sistemli şekilde ve hukuka aykırı şekilde bastıran en etkin araçlardan birisi olarak Terörle Mücadele Yasası (TMY) öne çıkıyor.


TMY sanıklarının sayısı, 2008'den beri düzenli olarak artıyor. Nisan-Mayıs-Haziran 2010'da, 24'ü gazeteci 110 kişinin TMY'den hapis istemiyle yargılanması gündeme geldi. 2008'in aynı döneminde 14 olan sanık sayısı, 2009'da 20'ye çıkmıştı.


Yılın ikinci çeyreğinde yargılanan, henüz yargılanmaya başlayan, beraat ve mahkûm edilenler: İsmail Beşikçi, Zeycan Ballı Şimşek, Cevdet Bağca, Ferhat Tunç, Fatih Taş, Leyla Zana (10), Ertuğrul Mavioğlu, Ali Kırca, Fehmi Kılıç, Ziya Çiçekçi, Namık Durukan, Hasan Çakkalkurt, Roni Margulies, Adnan Demir, Ferhat Tüzer, Berna Yılmaz, Utku Aykar, kapatılan DTP'nin 54 belediye başkanı, Mehmet Güler, Ragıp Zarakolu, Ahmet Türk (8), İrfan Aktan, Merve Erol, Nedim Şener, Filiz Koçali, Ramazan Pekgöz, Hakan Tahmaz, İbrahim Çeşmecioğlu, Bülent Yılmaz, Hamza Gündüz, Mehdi Tanrıkulu, Vedat Kurşun, Aysel Tuğluk, Mahmut Alınak, Bedri Adanır, Selim Sadak (2), Hatip Dicle, Barış Grubu 17 üyesi, Veysi Sarısözen, Veysi Ürper ve Özlem Aktan.


4'ü gazeteci 10 kişiye TMY cezası

Azadiya Welat gazetesi sorumlu müdürü Vedat Kurşun, "PKK propagandası" içeren haberlere yer verdiği iddiasıyla 166 yıl 6 ay hapisle cezalandırıldı. Diğer ceza alanlar, Cevdet Bağca, Mehmet Güler, İrfan Aktan, Merve Erol, Hamza Gündüz, Mahmut Alınak, Selim Sadak, Leyla Zana ve Veysi Sarısözen oldu.


Örgüt suçlaması ve tutukluluğu yaygın!

Halen 25 gazeteci, Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK), Kürdistan İşçi Partisi (PKK), Marksist Leninist Komünist Partisi (MLKP) veya "Ergenekon" yargılamalarında "silahlı örgütlerle ilişki" iddiasından cezaevinde bulunuyor. PKK ve Ergenekon dosyalarından bazı sanıklar, "cezaya dönüşen uzun tutuklulukları" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşıdı.


Devrimci Demokrasi gazetesi sorumlu müdürü Erdal Güler ve Azadiya Welat gazetesi eski yetkilisi Vedat Kurşun, PKK ve Maoist Komünist Partisi (MKP) gibi örgütleri "öven yayın yaptıkları" iddiasıyla hapisteler. Güler 2014'ten önce tahliye edilmeyecek.


Savcı, üç kitap ve dergide yayımlanan haberlerde "örgüt propagandası yapıldığı" ve "suçlu övüldüğü" gerekçesiyle Aram Yayınları imtiyaz sahibi ve Hawar gazetesi yetkilisi Bedri Adanır'ın 50 yıl hapsini istedi. Dengê Hevîya Jinê kadın dergisinin sorumlu yazı işleri müdürü Gurbet Çakar, DİHA muhabiri Hamdiye Çiftçi ve Azadiya Welat'tan Ali Konar'ın tutuklulukları yeniydi.


"Ergenekon Örgütü" operasyonundan tutuklanan Cumhuriyet gazetesi eski Ankara temsilcisi Mustafa Balbay "anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmek" iddiasıyla 500'ü aşkın gündür, Aydınlık dergisi yazarı Emcet Olcayto "örgüt üyeliği" iddiasıyla, gazeteci Tuncay Özkan "örgüt üyeliği ve darbe girişiminde bulunmak" iddiasıyla Eylül 2008'den bu yana cezaevinde.


KCK'ye yönelik operasyondan tutuklanan Gün TV yetkilisi Ahmet Birsin ve Adana Radyo Dünya yayın yönetmeni Kenan Karavil ve Azadiya Welat'tan Seyithan Akyüz hakkında iddianamenin yazılması bir yılın aşkın bir süreyi aldı.

MLKP operasyonundan tutuklanan İstanbul Özgür Radyo yayın yönetmeni Füsun Erdoğan ve Atılım dergisi yayın koordinatörü İbrahim Çiçek'ün tutukluluğu dört yıla yaklaşıyor.


Aydınlık dergisi yayın yönetmeni Deniz Yıldırım ve Ulusal Kanal istihbarat şefi Ufuk Akaya, Başbakan Erdoğan'ın telefon konuşmalarına dair kayıtları ele geçirdikleri gerekçesiyle 9 Kasım 2009'dan beri Silivri Cezaevinde.


11 basın meslek örgütünün temsil edildiği G9 Platformu, başta Anayasa, TCK ve TMK olmak üzere basın ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan tüm düzenlemelerin kaldırılmasını ve hapisteki gazetecilerin tahliyesini istedi.


Yargı "kişilik hakları"na hiç olmadığı kadar "hassas"!

10 gazeteci, toplam 1 milyon 779 bin 002 TL manevi tazminat istemiyle açılan davalar çerçevesinde yargılandı.


Vakit gazetesinden Harun Aksoy ve Nuri Aykon, "Onbaşı" davasında 312 generale toplam 616 bin TL tazminat ödemeye mahkum edildi. Ceza faiz ve mahkeme giderleriyle birlikte 1 milyon 300 bin TL'yi buluyor. Ayrıca. Sesonline.net sitesi yazarı Yalçın Ergündoğan da bin 500 TL tazminatla cezalandırıldı.


Ayrıca "hakaret" suçlamasıyla 7'si gazeteci 17 kişi, ceza davaları çerçevesinde yargılandı; Berrin Tursun, Erdem Büyük, Müjde Ar ve Mustafa Arıgümüş toplam 4 yıl hapse mahkum edildiler.


Barış Yarkadaş ve Meral Tamer beraat ederken karikatürist Halil İbrahim Özdabak'ın davası zamanaşımından düştü.


Vicdani redde desteğe altı ay hapis!

1'i gazeteci 21 kişi, "halkı askerlikten soğutmak" (TCK 318) ile ilgili yargılandı. Vicdani retçi Vicdani retçi Enver Aydemir'e destek veren Volkan Sevinç, Gökçe Otlu Sevimli, Halil Savda ve Zarife Ferda Çakmak 6'şar ay hapse mahkum oldular.


Saldırılar 2'den 6'ya; gözaltı 2'den 3'e çıktı

Beş muhabir (Mehmet Ali Ünal, Veysel Polat, Ömer Çelik, Murat Altunöz, Pınar Ural) ve Doğan Medya Holding saldırıların hedefi olurken üç gazeteci (Serkan Demirel, Çağdaş Kaplan ve Remzi Coşkun) de gözaltına alındı. 2009'da iki gazeteci saldırıya uğramış, ikisi de gözaltına alınmıştı.


AİHM cezalarında son iki yılda yüksek artış var!

Türkiye ifade özgürlüğünü ihlalden, Abdulkerim Bingöl, Yedinci Gün ve Toplumsal Demokrasi gazetelerinin 12 çalışanı, Ercan Gül, Deniz Kahraman, Zehra Delikurt, Erkan Arslanbenzer, Özcan Sapan, Norma Jeanne Cox, Günlük Evrensel gazetesi yetkilileri Fevzi Saygılı ve Nizamettin Taylan Bilgiç'in başvurularında AİHM'de toplam 75 bin avro (yaklaşık 148 bin 300 TL) tazminat ödemeye mahkum oldu.


AİHM cezaları, 2009'un aynı dönemine göre yüzde 645 arttı. 2009'da ceza 11 bin 613 avro (25 bin 150 TL) idi. Artış, cezanın 8 bin avro (16 bin TL) olduğu 2008'den beri sürüyor.


Gazeteci cinayetleri cezasız!

Son 30 yılda işlenen Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı ve Hrant Dink cinayetlerini "azmet-tirenler" henüz ortaya çıkarılamadı. Güvenlik kuvvetlerinin gazetecilere yönelik suçları cezasız kalırken Dink cinayetinde "devlet ihmali" tüm boyutlarıyla tartışılamadı. (EÖ)

28 Ağustos 2010 Cumartesi

DERSİM'DE ORMAN YANGINLARINI DURDURMAK İÇİN AÇIK ÇAĞRI


Dersim yanıyor... Dersim yakılıyor... 38'de ataları katledilen neslin şimdilerde devlet eliyle doğası katlediliyor. Son günlerde Türkiye’nin değişik illerinde çıkan orman yangınları yaygın medyada üçüncü sayfa duyarlılığıyla yer alırken, yakılan ormanlarla ilgili tam bir sansür uygulanıyor. Ormanların yağmasını hızlandıran bu uygulamalar karşısında, iklim değişikliği konusunda hükümetin adım atmasını beklemek ise tam bir hayalperestliğe dönüşüyor. Daha 18 Ağustos 2010 tarihinde, İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu ile ilgili genelge yayınlayarak iklim değişikliğinin “tehlikeli boyutlara vardığı” kabul edilmesine karşın yakılan ormanlar konusunda bir adım atılmıyor. Yanan Kürt coğrafyası olunca ses daha bir kısık çıkıyor, ateş düştüğü yeri yakıyor.
Kürt coğrafyasının yangınları çevrecinin daniskasının bile kulağına gitmiyor. Bir yandan inançları, coğrafyaları, evleri barajlar ile sular altında bırakılan Dersimliler diğer taraftan yanan ormanlarına ağlıyor. Bu sese kulaklarını tıkayanlar, iklim değişikliği konusunda sahici adım atmaktan söz edemeyecektir. Bu sese kulaklarını tıkayanlar, ekosistemlerin parçalanmasının önüne geçilmesi, türlerin çeşitliliğinin korunması gerektiğini dillendirmekte tüm samimiyetini yitirecektir. Ordadoğu’da savaş koşullarını değiştirmeye yönelik bir irade sergilemeden bu coğrafyanın iklimlerinin değişmesinin önü alınamayacaktır.
Dersim yok ediliyor... Yangınları Durdur İklimi Kurtar

Yanan sadece Dersim değil. Kürt coğrafyasını birçok yerinde operasyonların sebep olduğu yangınlar devletin denetiminde devam ediyor. Savaşı kanıksamış bir toplumun çocukları ölen Kürt ve Türk gençlerini, savaş zahiyatı olarak görmeye alışmışken anlaşılan o ki yanan ormanlar da, dur demediğimiz savaşın normal sonucu olarak görüyor. 'Yaşamak istiyorsak enerjiye ihtiyacımız var' diyen zihniyet barajları, nükleer santralleri, hayatımızda normalleştirirken, kendi çözemediği savaşı da her türlü sonucuyla hayatımızda var ediyor.
Karadeniz’deki HES’lerle, Dersim’deki yangınları yaratan zihniyetle, Akkuyu’daki nükleer santrale, 30 yıllık bu kirli savaşta kimyasal silah kullanan zihniyetin varlığına ve her türlü varoluş biçimine topyekun dur demek gerekiyor.
Dersim'in çığlığına ses vermek gerekiyor. Belki de bu ses savaşı kanıksamış vicdanımızın yeniden nefes almasını sağlayabilir. İklim Adaleti için Dersim’de orman yangınlarının sorumluları ortaya çıkarılmalıdır. Orman yakarak, barış sağlanamaz. Orman yangınlarına sessiz kalarak iklim değişkliğine karşı mücadele edilmez. Orman yakmaları karşısında tüm duyarlı toplum kesimleri, ekoloji, çevre ve yeşil örgütlere çağrımızdır.Bu savaş hepimizi yok edecektir.
Orman yangınları konusunda sesimizi yükseltelim, İklim adaletini isteyelim. Orman yangınları karşısında, barışı savunalım. Ormanda yanan her can vicdanımızdır.Ormanda yok olan her canlıyı savunmak aynı zamanda iklimlerin kurtarılması için en sahici adımdır.
Ekoloji Kolektifi

GDO'lar Genlerimize İşler mi?

Genetiği değiştirilmiş soyadaki DNA dizilimini keçi sütlerinde de bulundu. Bu keçilerin sütünden beslenen çocuklarda da GDO’lu DNA parçacıklarının izlerine rastlandı.


Gezegen'in Geleceği adlı radyo programında Dr. Uygar Özesmi şunları söyledi:

"Testbiotech tarafından evcil hayvanlar üzerinde yapılan bir araştırmada süt, iç organlar ve kas gibi dokularda Genetiği Değiştirilmiş Bitkilerin yani GDO’ların DNA parçaları tespit edildi.

En son, Nisan 2010’da İtalya’daki bilim insanları, genetiği değiştirilmiş soyadaki DNA dizilimini keçi sütlerinde de bulduklarını rapor etmişlerdi. Keçilerde görüldüğü gibi bu keçilerin sütünden beslenen çocuklarda da ne yazık ki GDO’lu DNA parçacıklarının izlerine rastlandı.


Bu vakalar ilk kez görülmüyor; bundan birkaç yıl önce, GDO’lu mısır DNA’sı bu mısırlarla beslenen domuzlarda görülmüştü. Ayrıca, balıklarda da GDO’lu bitki DNA’larına rastlanmaya başlandı.

Testbiotech’den Christoph Then 'DNA inceleme yöntemleri geliştikçe GDO’lu ürünlerin DNA’larını vücüdumuzda daha fazla bulmaya başlıyacağız' dedi. Geçmişte, Avrupa Gıda Güvenliği Ajansı (EFSA) GDO’lu bitkilerin DNA’larının izlerinin hayvanlarda görülemeyeceğini iddia ediyordu; fakat bundan yıllar sonra günümüzde bitki DNA’ları bağırsakta tamamıyla parçalanmadığı ve bu yüzden iç organların yapısında, damarda ve hatta farenin sperm hücrelerinde bile bulunduğu görüldü. Testbiotech’e göre milyonlarca ton genetiğiyle oynanmış soya, Avrupa’da domuzlara, kümes hayvanları ve büyük baş hayvanlarına besin olarak veriliyor.

Birçok uzman bunun ilerde büyük sağlık sorunlarına yol açacağını belirtiyor. Artık mevcut ekonominin sadece şirketlere kâr sağlayan risk sistemi ile değil toplumu düşünen temkinlilik ilkesi ile hareket etmek gerekiyor, doğanın kanunlarına uygun gelişmemiz gerekiyor."


Kaynak: NTV

Allianoi İçin Acil Destek Çağrısı

Bergama yakınlarındaki 1800 yıllık antik sağlık yurdu Allianoi yok edilmek üzere. Trakya Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Ahmet Yaraş başkanlığındaki ekibin yıllarca, bin bir emekle yaptıkları kazılarla gün yüzüne çıkardığı antik kentin Yortanlı Baraj suları altında kalması için düğmeye basıldı.


Önceki gün antik kentte DSİ’ye bağlı bir grup işçinin çalışmalara başladığı, hafta sonuna denk getirilerek arkeologlar tarafından ortaya çıkarılan açmaların içinin kumla doldurulacağı haberleri Allianoi Gönüllülerini harekete geçirdi. Edinilen bilgilere göre Koçoğlu adlı firmanın elamanları ve araçları 15 günlüğüne bu iş için kiralanırken, henüz bir çok mahkemesi süren Allianoi’nin bir oldu bittiye getirilerek doldurulmak istendiği dile getiriliyor.

Bu gelişmeler üzerine harekete geçen, Allianoi’nin yok edilmesini önlemek için kurulan Allianoi Girişim Grubu üyeleri başta Kültür bakanlığı, İzmir Valiliği ve Bergama Kaymakamlığı olmak üzere ilgili yerlere dilekçeler vererek yapılan işlemin hukuka aykırı olduğunu ve derhal durdurulması gerektiğini dile getirdiler. Grup üyeleri ayrıca İnternet üzerinden birçok kişi ve kuruma “Acil Destek” çağrısı yaptılar.

Kaynak: Evrensel
Özer AKDEMİR


NOT: İletişim ve destek için ekolojikolektifi@yahoo.com adresi ile irtibata geçebilirsiniz.

İstanbul'da 350'den Fazla Örgüt, Çözümsüzlüğe "Yeter" Dedi

İstanbul Barış Meclisi, 350'den fazla örgütün imzaladığı "İstanbul Yeter Diyor" çağrısını kamuoyuna açıkladı. Örgütler PKK'nin eylemsizlik kararına operasyonların durdurulmasıyla yanıt verilmesini, Kürt sorununun müzakerelerle çözülmesini istedi.


İstanbul - BİA Haber Merkezi

26 Ağustos 2010, Perşembe

İstanbul Barış Meclisi, "silahları susturmak, parmakları tetiklerden uzaklaştırmak, Kürt sorununda demokratik ve adil bir çözüm istemek" için sayısı 350'yi aşan örgüt ve kurumun imzaladığı metni kamuoyu ile paylaştı. Kurumlar, 13 Ağustos’ta eylemsizlik kararı alan PKK'ye, operasyonları durdurarak karşılık verilmesi gerektiğini belirterek Kürt sorununun bir an önce müzakere yoluyla çözülmesi çağrısında bulundu.


Mecidiyeköy Kültür Merkezi'nde düzenlenen toplantıyı açan Barış Meclisi'nden Hakan Tahmaz; "Umutların kırıldığı bir aşamada başlattığımız bu çalışma, PKK'nin 20 Eylül'e kadar sürecek olan eylemsizlik ilanının olduğu bir dönemde yetkililer tarafından duyulur ve silahların susmasına evrilecek bir katkı sunulur. Bu çalışmamız umarım ellerin tetikten çekilmesine yol açar" dedi.


Kürt sorununun barışçıl çözümü için imzalarıyla destek veren 376 kurum adına basın açıklamasını İstanbul Tabip Odası (İTO) Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu okudu.


"Çatışmalı ortam halkları her bakımdan yıpratıyor"

Çerkezoğlu, çatışma ortamının halkları "fiziksel, ruhsal, toplumsal ve siyasal bakımdan" yıprattığını belirterek, şunları söyledi:


"40 bin ölüm, büyük bir ekolojik yıkım ve yaşatmaya değil silahlanmaya harcanan milyar dolarlar... Bu çatışma ortamı bizleri ruhsal olarak yıprattı. Öleni ve öldüreni kardeş olan bu topraklardaki bunca cenaze töreni ve yakılan ağıtlar toplumun dokusunda büyük bir tahribat yarattı.


"Bu çatışma ortamı bizleri toplumsal olarak da yıprattı. Saldırganlık ve linç atmosferi yaygınlaşmaya başladı. En temel demokratik etkinliğin dahi bu linç kültürüne muhatap kalabileceği günleri yaşıyoruz.


"Bu çatışma ortamı bizleri siyasal olarak da yıprattı. Yıllardır inkar edilen, askeri operasyonların, silahların çözemediği, 'Asalım'cıların çözemediği, bu haliyle 'açılım'cıların da çözemeyeceğinin anlaşıldığı Kürt sorununda çözümsüzlük dayatmasıyla baş başa bırakılıyoruz. Yeter. Silahları susturmanın, parmakların tetiklerden uzaklaştırmanın zamanıdır."


Çerkezoğlu, Kürt sorununda çözümü siyasetçilere bırakmadan "toplumun aklını ve vicdanını temsil eden tüm güçleri, Kürt sorunundaki ölme ve öldürme kısır döngüsüne yeter demeye" çağırdı.


"Bu ülkede yaşayan akıl ve vicdan sahibi herkesi, 26 yıllık çatışmanın yarattığı travma ve toplumsal gerçekliğimizle yüzleşmeye, birbirimizi anlamaya, acılarımızı paylaşmaya çağırıyoruz. Ve toplumsal birliğimizi inşa etmek üzere birbirimize karşı saygı, kardeşlik, özgürlük, demokrasi, hukuk ve eşitlik temelinde bir araya gelmemiz gerektiğini söylüyoruz."


Açıklamanın ardından "İstanbul Yeter Diyor" afişi asılan sahneye çıkan örgüt temsilcileri, uzun süre alkışlandı. Toplantı daha sonra basına kapalı olarak devam etti. (BT)

Türkiyeli Romanlar Fransa'nın Romanlara Ayrımcılığını Protesto Etti

Türkiye'deki Roman dernekleri Fransa Konsolosluğu'nun önünde, Sarkozy yönetiminin Romanlara uyguladığı ayrımcılığı protesto etti; zorla yerlerinden edilen Romanlar için Avrupa Birliği'ni harekete geçmeye çağırdı.

Ezgi KARDEŞ - Selin ALTUNKAYNAK


İstanbul - BİA Haber Merkezi

26 Ağustos 2010, Perşembe


Sıfır Ayrımcılık Derneği, İstanbul Roman Dernekleri Federasyonu, Sulukule Platformu, Türkiye Gezginler Kulübü Derneği ve Sarıgöl Romanlara Yardım ve Dayanışma Derneği, bugün Avrupa'daki Romanlara yönelik ayrımcılığı protesto etti.


Bugün, Fransa'da Romanlara karşı ayrımcılığı protesto etmek üzere Fransız Konsolosluğu önünde buluşan örgütler, zorla yerlerinden edilen Romanlar için Avrupa Birliği'ni (AB) harekete geçmeye çağırdı.


"Yanınızdayız"

Dernekler basın açıklamasında şöyle dedi:


"Başta Fransa'da Romanlara, göçmenlere ve evsizlere karşı başlatılan sınırdışı etme kampanyasını protesto etmek için, Avrupa'da yükselen ırkçılık rüzgarına karşı durmak için, sınırdışı edilen Romanlara 'yanınızdayız' demek için ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'yi protesto etmek için Fransız Konsolosluğu önünde buluşuyoruz."


Sıfır Ayrımcılık Derneği Başkanı Elmas Arus, " Fransa'da, İtalya'da, Macaristan'da ve daha birçok AB üyesi ülkede Romanlara karşı yapılan ayrımcılık ortak bir politikaymış gibi" dedi ve ekledi: "AB'den artık bu yapılanların durması için müdahale bekliyoruz. Bütün bu ayrımcılık politikalarını uygulayanlar AB'ye üye ülkeler. Bu ülkelere AB yaptırım uygulamak zorunda. Gerekirse üyelikleri iptal edilmeli."


Beylikdüzü Romanlar Derneği Başkanı Adnan Demirez, sınırdışı etme politikalarının AB kriterlerine uymadığını belirtti: "Romanların serbest dolaşım hakları ellerinden alınıyor, AB bu konuda bir açıklama yapmalı, insani değerler ön plana çıkmalı."


Basın açıklamasında şu ifadeler de yer aldı:


"Sarkozy Romanların 'davranışını, kültürlerini' beğenmediği için sınır dışı ettiğini ayan beyan söylüyor. Bugün biz burada toplanırken Fransa'da yoksul Romanlar, bebek, çocuk, yaşlı demeden sınır kapılarına götürülüyorlar. Fransa hükümeti, 2009'da 29 bin dolayında göçmeni sınır dışı etti. Romanlar 10 bin kişi ile sınırdışı edilen halkların başında geliyor. Zorla yerlerinden ediliyorlar. Sarkozy şimdi de Fransız vatandaşlığına geçmiş Romanları, göçmenleri, pasaportunu iptal etmekle tehdit ediyor."


Arus, "AB'ye bağlı ülkelerin yaptıkları hangi AB ilkesine uyuyor? Nasıl oluyor da, Fransa'da, AB'ye üye Bulgaristan'dan, Romanya'dan gelen Romanlar AB'nin ikinci sınıf vatandaşları olarak görülüyor? Nasıl oluyor da Sarkozy'nin emriyle göçmenler, evsizler hamile kadınlar yerleşim yerlerinden çıkartılıp yerlerde sürükleniyor? Nasıl oluyor da, AB üyesi İtalya'da Romanlara karşı Silahlı Temizlik Örgütü kuruluyor, sokaklarda Nazi Almanya'sını aratmayan biçimde Roman 'avlanıyor'"? diye sordu.


Basın açıklamasının ardından Fransız Konsolosluğu önüne, üzerinde "Üzgünüz" yazılı siyah bir çelenk bırakıldı.


Fransa bu yıl 8 binden fazla Roman'ı sınırdışı etti

Sarkozy, temmuz sonunda ülkede yaşanan güvenlik sorunlarını, "yanlış yönetilen göç politikası"na bağlamış, ülkede "belgesiz" olarak bulunan Romanların yaşadığı kampların "suç merkezi" haline geldiğini söylemişti. Bu gerekçelere dayanarak Fransız hükümeti, ağustos sonuna kadar tüm "yasadışı" Roman kamplarının boşaltılacağını, 700 Roman'ınsa sınır dışı edileceğini açıklamıştı.


Fransa'nın göçmenlerden sorumlu bakanı, Eric Besson, Fransız Haber Ajansı AFP'ye yaptığı açıklamada bugün yaklaşık 300 Roman'ın daha sınır dışı edileceğini açıkladı. Bakanlık ayrıca, ocak ayından beri sınır dışı edilen Roman sayısının 8 binden fazla olduğunu bildirdi. (EK-SA/TK)

İran 18 Yaşındaki Hamidi'ye de Ölüm Cezası Verdi

Hamidi'ye, "eşcinsellik" ve "bir erkeğe tecavüz girişimi" suçlamalarıyla ölüm cezası verildi. Tanıklar iddiaların asılsız olduğunu söylüyor, somut kanıt yok. İşkence sonrasında iddiaları kabul eden belge imzalamak zorunda kalan Hamidi için uluslararası kampanya başladı.

Tahran - BİA Haber Merkezi

27 Ağustos 2010, Cuma


İran'da 18 yaşındaki İbrahim Hamidi, "eşcinsel olması" ve "bir erkeğe tecavüze yeltenmesi" suçlamaları ve ölüm cezası istemiyle yargılanıyor. Suçlamaları kanıtlayacak hiçbir belge olmadığı gibi, tecavüze uğradığı iddia edilen kişinin de böyle bir durumun gerçekleşmediğini söylemesine rağmen, Hamidi infaz gününü bekliyor.


Ahmedinecad: İran'da eşcinsel yoktur

Üç yıl önce Birleşmiş Milletler Genel Meclisi önünde "İran'da eşcinsel yoktur" diyerek böyle bir durumun ölüm cezası verilmesine sebep olacağını belirten İran Devlet Başkanı Mahmud Ahmedinecad, tüm dünya Sakine Aştiyani'nin idamının engellenmesi için uğraşırken, Hamidi'yi ölüm cezası istemiyle yargılıyor. İranlı Eşcinseller Örgütü başkanı Saki Kahraman suçlamaların asılsız olduğunu duyurdu.


Fransa merkezli Libération gazetesinin haberine göre, Hamidi, iki yıl önce Tebriz'de karıştığı bir kavga sırasında üç arkadaşıyla birlikte tutuklandı. Kavga ettiği kişilerden birinin Hamidi'nin kendisine tecavüz etmeye yeltendiğini, bu nedenle kendisinden şikâyetçi olduğunu söylemesi üzerine "eşcinsel olma" ve "bir erkeğe tecavüze yeltenme" iddialarıyla suçlandı.


İran polisi Hamidi'nin üç arkadaşına "Hamidi'yi suçlarsanız sizi serbest bırakırım" teklifinde bulunmasına rağmen, Hamidi'nin arkadaşları eşcinsel olmadıklarını ve böyle bir tecavüz girişiminin de bulunmadığını söylediler.


Daha sonra kendisine tecavüz edildiği iddiasında bulunan kişi polise böyle bir durumun olmadığını, ailesinin baskısıyla böyle bir suçlama yapmak zorunda kaldığını itiraf etmesine rağmen, Hamidi, günler süren işkence sonunda asılsız iddiaların doğruluğunu kabul eden bir belge imzalamak zorunda kaldı ve arkadaşlarıyla birlikte iki ay boyunca avukatsız yargılandı. Hamidi, 21 Temmuz'da ölüm cezasına çarptırıldı ve şu an Tahran'da tutuklu bulunuyor.


Avukatı da zor durumda

İran'da idam istemiyle yargılanan Aştiyani'nin de avukatı olan Muhammed Mustafai, Hamidi'nin suçsuz yere idam edileceğini kendisinin de tehditler aldığı için Türkiye'ye kaçtığını ve sığınma talebiyle Norveç'e ulaştığını bildirdi. Mustafai, idamla yargılanan yüzlerce kişinin avukatı olduğunu belirterek "Peki karşılığı ne oldu? Beni, eşimi ve kayınbiraderimi tutukladılar" dedi.


Uluslararası kampanya

Britanya merkezli insan hakları örgütü Outrage ve Ortadoğu Eşcinseller Örgütü, Hamidi'nin idam edilmemesi için kampanya başlattı. Ayrıca Uluslararası Af Örgütü, 1 Ekim 2010'a kadar, Hamidi'yi destekleyenleri Arapça, İngilizce, Fransızca, Farsça ya da kendi dillerinde idamın durdurulması için mektup yazmaya davet etti.


İran'da her yıl eşcinsel olduğu gerekçesiyle 30, 40 civarında insan tutuklanıyor. Bugüne kadar içlerinden beşi ölüme mahkum edildi. Her yıl yüzlerce İranlı eşcinsel İran yasalarından kaçmak için Türkiye'ye sığınıyor. (SA/TK)


* Bu haberi Selin Altunkaynak derledi.

Sakine Aştiyani İçin Dünyanın 100 Şehrinde Ortak Eylem Kampanyası

İran Komünist İşçi Partisi, Türkiye'deki bütün özgürlükçü kişi ve kurumları, İran'da ölüm cezasına çarptırılan Sakine Mohammedi Aştiyani'nin serbest bırakılması için "Dünyanın 100 Şehri Recme Karşı" kampanyasına destek vermeye çağırdı.

İstanbul - BİA Haber Merkezi

25 Ağustos 2010, Çarşamba


İran Komünist İşçi Partisi, İran'da ölüm cezalarına çarptırılan Sakine Mohammedi Aştiyani'nin serbest bırakılması için dünyanın 100 şehrinde ortak eylem düzenliyor.


Parti, Türkiye'deki bütün özgürlükçü kişi ve kurumları da 28 Ağustos'ta "Dünyanın 100 Şehri Recme Karşı" ortak eylemine destek vermeye çağırıyor.


Recme Karşı Uluslararası Komite (ICAS) ve İdama Karşı Uluslararası Komite (ICAE) Sözcüsü Mina Ahadi, Tahran Yüksek Mahkemesi'nin Aştiyani davasında yine bir karara varamadığını ve duruşmayı gelecek Çarşamba'ya ertelediğini belirtti.


"Sakine için mücadele, recme karşı mücadeledir"

Ahadi, dünyadaki tüm kişi ve kurumları, kampanyayı desteklemeye çağırdı:


"Sakine'nin davasında karar hukuki değil, siyasetçilerin alacağı bir karar olacak. Recm cezaları ve idamlar, rejimin İran halkına karşı uyguladığı siyasi araçlardır. Recme karşı mücadele, İran İslam rejiminin barbarlığına karşı mücadeledir. Sakine'yi kurtarmak için mücadele, recme karşı ve idam hücresindeki bütün tutuklular için mücadeledir."


Ahadi'nin çağrı metninde şu ifadeler yer aldı:


"Sakine'nenin destekçilerine,


ICAS ve ICAE, Sakine Aştiyani'yi kurtarmak için desteklerini ifade eden ve eylemlerde bulunan bütün kişilere ve örgütlere teşekkür eder.


Çocuklarıyla yaptığı bir konuşmada Sakine, 'Artık tutukevinde olmaya dayanamıyorum. Yakında serbest bırakılıp bırakılamayacağımı kendime soruyorum. Buradan hemen çıkmayı diliyorum' diyor.


Bizim hareketimiz ve eylemlerimiz, Sakine'yi özgürleştirene kadar devam etmelidir. Gelecek Cumartesi, 28 Ağustos'ta, 'Dünyanın 100 Şehri Recme Karşı' kampanyasıyla, bir kez daha İran'daki ve başka yerlerdeki recme itirazımızı göstereceğiz ve Sakine Aştiyani'nin derhal serbest bırakılması için baskı yapmak üzere biraraya geleceğiz.


Tahran Yüksek Mahkemesi, bir kez daha, Aştiyani'nin davasında bir karara varmadı ve duruşmayı gelecek Çarşamba'ya erteledi. Ancak Sakine'nin davasında karar, hukuki değil, siyasetçilerin alacağı bir karar olacak. Recm cezaları ve idamlar, rejimin İran halkına karşı uyguladığı siyasi araçlardır. Recme karşı mücadele, İran İslam rejiminin barbarlığına karşı bir mücadeledir. Sakine'yi kurtarmak için mücadele, recme karşı ve idam hücresindeki bütün tutuklular için bir mücadeledir.


Mina Ahadi"


Aştiyani, "zina" ve "eşini öldürmek" suçlamasıyla önce recm cezasına çarptırılmış, daha sonra uluslararası baskı sonucu cezası idam cezasına çevrilmişti.


* Kampanya hakkında ayrıntılı bilgi için tıklayın.

Tarlabaşı'nda Yasadışı Yıkım, Direnen İnsanları Korkutmak İçin

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, herkesi Tarlabaşı'nda yıkımlara karşı tepki vermeye çağırdı. Odanın avukatı Atalay, "hukuksuzluk" diye nitelediği yıkımlarla ilgili "Yerel mahkeme kararı dahi olmadan yıkımlar başladı. Avan projeye dayanarak yıkım yapamazlar" dedi.


İstanbul - BİA Haber Merkezi

27 Ağustos 2010, Cuma


Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Tarlabaşı'ndaki "kentsel dönüşüm" yıkımlarının yasadışı olduğunu açıkladı; karşı tepki vermeye çağırdı.


Oda, yazılı açıklamasında Beyoğlu Belediyesi'nin gerçekleştirdiği kısmi yıkımların evlerini satmayan ya da terk etmeyenleri korkutmaya yönelik olduğunu söyledi; "Tarlabaşı'nda bir korku yıkımı gerçekleştiriliyor. Çünkü siyasi iktidar, yerel yönetim ve Çalık grubu, 'Tarlabaşı Kentsel Dönüşüm Projesi' kapsamında bir yıkım gerçekleştirilemeyeceğini gayet iyi biliyor" dedi.


"Beyoğlu Belediyesi, gerekli güvenlik önlemlerini almadan, yıktıkları binaya bitişik binada yaşayan insanları uyarmadan, garip bir telaş içerisinde 'korkutma yıkımı'na başladı. Bu yıkımların gerçekleştirilmesinin tek amacı, bölgede yaşayan tüm insanların korkutulması. Bu siyasi iktidar, yerel yönetim ve Çalık ittifakının en çok gereksinim duyduğu şeydir."


Belediye, bölgede yaşayanların "nokta atışı" diye nitelediği, belli binaların yıkımına içeriden başlamış, dün (26 Ağustos) de bir binanın dış cephesini yıkmak için ekip göndermişti.


Atalay: Hukuki süreç devam ederken yıkım yapılamaz


bianet'in görüştüğü, Oda'nın avukatı Can Atalay, yıkımları "hukuksuzluk" olarak nitelendirdi:


"Yenileme Kurulu'nun 'Yıpranan Kent Dokularının Yenilenmesi, Korunması ve Kullanılması Hakkında Kanun Tasarısı' adlı 5366 sayılı yasaya dayanarak kabul ettiği bir avan proje var. Bu kararın iptali istemiyle dava açtık. 3. İdare Mahkemesi'nde görülen davada, mahkeme karar vermemişken yıkımlar başladı. Bu yapılan hukuksuzluktur. Tarlabaşılılardan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvuranlar da oldu. Bu iki süreç de devam ederken, hukuki karar beklenmeden yıkımlara başladılar. Bu projelere dayanarak yıkım yapamazlar."

Devletin Tarlabaşı Projesi'nin ihalesini alan Çalık grubuna kamusal olanakları kullandırarak Tarlabaşı'ndaki mal sahipleriyle pazarlık yapma şansı verdiğini söyleyen Atalay, ekledi:


"Hiçbir biçimde eşit olmayan bir pazarlık usulü söz konusu. Oradaki insanlara özetle 'Burayı kamulaştıracağım, git Çalık grubuyla anlaş' diyor."


"Yoksulun mülkiyet hakkı askıya alındı"

Yıkımların "mahalledeki direnişi kırmak için" haber verilmeden yapıldığını söyleyen Atalay, sözlerini şöyle sürdürdü:


"100'e yakın mahalleli davaya katılma talebinde bulundu. Zaten bu nedenle yıkım yapılacak evlerin bitişiğindeki binaları da uyarmadılar; daha erken bir tepki oluşmasını engellemek için. Çalık şirketine, olanaklarını kullandırarak evlerin tapularını toplamasına yardımcı olan devlet, yoksulun mülkiyet hakkını askıya aldı."

Atalay, yıkım sonrası evlerin yanı sıra bölgede yaşayanların iş alanlarının da yok olacağına işaret etti:


"Orada yaşayan insanların büyük çoğunluğu işlerine yürüyerek gidip geliyor; kimi selpak satıyor kimi yemek sektörünün yoğun olduğu Beyoğlu'nda garson olarak çalışıyor... Bu insanların yıkımlar sonrası sürülecekleri yerlerde emeklerini sattıkları bir alan bulma şansları olmayacak. Sulukule örneğinde olduğu gibi..." (BT)

Koruma Kurulu Allianoi'yi Korumamaya Karar Verdi

İzmir 2 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, dünyanın en eski sağlık külliyesi Alliano'nin kumla doldurulup Yortanlı Barajı suları altında bırakılmasına izin verdi. Doldurma için ot temizliği başlatıldı. Yeşiller Partisi "skandal" kararı veren kurul üyelerini istifaya çağırdı.

Bergama - BİA Haber Merkezi

27 Ağustos 2010, Cuma



Allianoi antik kenti İzmir 2 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun kararıyla kumla doldurulduktan sonra sular altında bırakılacak.


Kurul Daha önce "siltli kil" ile doldurulmasına karar verilen İzmir'in Bergama ilçesindeki antik kentin "kumla doldurulduktan sonra" Yortanlı barajı sularının altında kalmasına izin verdi.


Yeşiller Partisi kararı skandal olarak niteledi ve "derhal" geri alınması çağrısında bulundu.


Basın açıklamasında görevi "Kültür ve tabiat varlıklarını 'korumak'" olan bir kurulun "olağanüstü tarihsel ve arkeolojik öneme sahip 2 bin yıllık bir antik sağlık merkezinin bir sulama barajının suları altında kalmasına 'izin vermesi' akıl alır gibi değildir," diyen parti sözcüleri, Allianoi Girişim Grubu'nun yanında olduklarını açıkladılar.


Allianoi'nin sular altında kalmasını önlemek için açılan bütün davaların kazanıldığını ve konuyla ilgili çok sayıda iptal ve yürütmeyi durdurma kararı alındığını anımsatan Yeşiller Partisi, kararı geri almamaları halinde İzmir 2 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun bütün üyelerini istifaya davet etti.


Ot temizliği başladı

bianet'in görüştüğü Allianoi Girişim Grubu Avukatı Hilal Küey, 2009'da antik kentin kumla kaplanması kararının çıktığını ancak yaptıkları itirazlar sonucu yürütmeyi durdurma kararının alındığını söyledi.


Küey'in verdiği bilgiye göre, Bayındırlık Bakanlığı'nın itirazı üzerine 4 Ağustos'ta sunulan raporla verilmiş olan, "Allianoi'nin siltli kille kaplanması" kararında 17 Ağustos tarihinde "küçük" bir değişiklik yapıldı. DSİ'nin de önerisi doğrultusunda, "kentin kumla kaplanarak" korunmasına karar verildi. Küey, kararın ardından Bergama Müzesi kontrolünde antik kentte ot temizliği çalışmalarının başladığını bildirdi.


Kumla doldurmak kente daha büyük zarar verecek

Allianoi Girişim Grubu üyesi, Jeofizik Mühendisi Erhan İçöz, kil yerine kum kullanmanın antik kente daha büyük zarar vereceğini ileri sürdü: "Siltli kil, kilin biraz daha büyük tanecikli olanıdır. Kil suyu geçirmez, kendi bünyesine alır ve şişer kum ise suyu geçirir. Kum ise en iri taneli olan malzemedir. Bu durumda antik kalıntıların suyla teması kesilmeyecek ve üzerlerindeki kum nedeniyle de sürekli tahribata maruz kalacak"


Kurul üyeleri görevlerini kötüye kullanıyor

Avukat Küey, iki yıl önce kentin su altında kalmasına neden olan kararlarla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gidildiğini ve başvurunun kabul edildiğini söyledi. Ancak Küey Türkiye'de aynı konuyla ilgili olarak sürekli dava açılmaya devam edildiğini belirtti: "17 Ağustos'ta yapılan değişiklik yeni bir idari işlem olduğundan, bunun için tekrar iptal davası açmamız gerekecek. Bu konuda sürekli önümüze engel çıkarılmasından bıktık ve kurul görevlilerinin 'görevi kötüye kullandığı' iddiasıyla suç duyurusunda bulunacağız."


Antik kentin korunması için çaba gösterenlerin kurduğu allianoi.org'da verilen bilgilere göre antik kent 1998'de, sulama amaçlı Yortanlı Baraj gölet alanının ortasında, bir arkeolog grubu tarafından keşfedildi. Dokuz yıl süren kazılar sonunda yalnızca yüzde yirmisi ortaya çıkartılabilen Allianoi'de dünyanın en büyük ve en sağlam Roma ılıcasıyla birlikte çeşmeler, hamamlar, yollar, caddeler, kiliseler, köprüler gibi mimari unsurlar bakımından zengin, büyük bir yerleşme saptandı. Allianoi'de arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık, mühendislik, tıp, ilâçbilim ve subilim tarihi bilimlerinin literatürüne girebilecek çok önemli sonuçlar çıktı.

Vicdani Retçi İnan Suver'i Serbest Bırakın


Barış İçin Vicdani Ret Platformu, "firar" gerekçesiyle tutuklanan vicdani retçi İnan Suver'in serbest bırakılmasını ve tedavisine devam edilmesini istedi. Beş gündür açlık grevinde olan ve 12 Ağustos'ta hastaneye kaldırılan Suver için "Öldürmeyi reddetmek suç değildir" sloganı atıldı.

Berivan TAPAN

berivan@bianet.org


İstanbul - BİA Haber Merkezi

14 Ağustos 2010, Cumartesi


Barış İçin Vicdani Ret Platformu, açlık grevine başlayan ve iki gündür hastanede tedavi altına alınan vicdani retçi İnan Suver'in serbest bırakılması için basın açıklaması yaptı.


Bugün Galatasaray Meydanı'nda "İnan'ınki Firar Değil Ret" yazılı afiş açan 50 kişilik grup, "Reddet, diren, 'hayır' de, askere gitme" "Askere gitme kardeş, kanı dökme", "Öldürmeyeceğiz ölmeyeceğiz, kardeş kanı dökmeyeceğiz", "Orduya sadece fındığa gideriz" sloganları attı.


Geçen hafta polis tarafından gözaltına alınan ve 6 Ağustos'tan beri Kasımpaşa Askeri Cezaevinde tutuklu bulunan Suver 9 Ağustos'ta açlık grevine başlamıştı. 12 Ağustos'ta da Haydarpaşa Askeri Hastanesi'ne kaldırılan Suver, 2001'de askere alınmış, ancak vicdani ret hakkını kullanmıştı. Evli ve üç çocuk babası olan Suver, 2003 yılında yakalanmış, vicdani retçilerin adlandırmasıyla, "Şirinyer Askeri İşkencehanesi'nde" tutulmuştu.


"Vicdani ret bir haktır"

Suver için bugün yapılan basın açıklamasında, şu ifadelere yer verildi:


"Bugüne kadar eline hiç silah almamış ve almamakta kararlı olan bir insana zorla askerlik yaptırmak, öldürmeyi öğrenmeye zorlamak hangi hukukta vardır. İnan, askerden kaçarak bir suç işlemiş olamaz. O sadece 'öldürmeyi reddetme' hakkını kullandı. Bu yüzden bir an önce serbest bırakılmalı ve yaşadığı işkenceler nedeniyle Türkiye İnsan Hakları Vakfı'ndaki (TİHV) tedavisine devam edilmeli."


Açıklamanın ardından söz alan İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Abdülbaki Boğa, vicdani reddin, özgürlük, düşünce gibi bir hak olduğunu söyledi.


Boğa, "Bu ülkede İnan'ların çok olması 40 bin insanın ölmemesi, faili meçhullerin olmaması demektir. Savcıların zerre kadar vicdanları varsa İnan'ın tutuksuz yargılanmasını ve tedavisine devam edilmesini istiyoruz" dedi.


"Her Türk insan ve sivil doğar"

Yeşiller Partisi Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Ümit Şahin de "Vicdani ret anayasal bir hak olarak tanınmalı ve zorunlu askerlik kaldırılmalıdır" diye konuştu.


İnsan hakları savunucusu Şanar Yurdatapan şunları söyledi:


"Her ülkede ilk vicdani retçiler her zaman en büyük acıları çekmişlerdir. Bu ülkede 'Her Türk askere gider' diye bir söz vardır. Ben de anneme sordum; 'Ben üniformalı mı doğdum' diye. Hayır, çıplak doğmuşum, yani sivil. Her Türk insan ve sivil doğar."


Eyleme, aktivist ve oyuncu Mehmet Atak, Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ile Barış Anneleri de destek verdi.


Türkiye'nin vicdani ret karnesi

Türkiye, 28 NATO ülkesi içinde vicdani ret hakkını tanımayan tek, 47 üyeli Avrupa Konseyi'nin vicdani ret hakkını tanımayan üç ülkesinden biri. 2006 yılında vicdani retçi Osman Murat Ülke'nin davasından dolayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde mahkum oldu. Türkiye, tutuklanan ve işkence gören vicdani retçilerden dolayı Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi tarafından sürekli uyarılıyor.


Suver'in vicdani ret gerekçesi

Suver, yazdığı bir mektubunda askere neden gitmek istemediğini şöyle anlatıyordu:


"...Çünkü ben biliyordum 12 Eylül'de işkencelerde öldürülen insanları, ben biliyordum insanlık için mücadele eden devrimcileri idam sehpalarında sallandırdığınızı, ben biliyordum işsizlikten dolayı, kaçakçılıktan başka mesleği olmayan amcamı sizin öldürdüğünüzü, ben biliyordum köylerini yakıp evsiz yurtsuz bıraktığınız insanları, ben biliyordum ana dillerini yasakladığın eğitimini yabancı dilde verdiğinden ve de parasızlıktan dolayı eğitimsiz mesleksiz bir halkı, ben biliyordum öldürülen gazetecileri, ben biliyordum seçimlerdeki barajları, ben biliyordum gelir dağılımda ki eşitsizliğinde bu ülkenin dünyanın en üst sıralarında bulunduğunu, ben biliyordum bu ülkede hiçbir başbakanın, bakanın, paşanın çocuğunun doğru düzgün askerlik yapmadığını, ben biliyordum ki bu ülkede hiç bir halkın diğer bir halkla bir sorununun olmamasına rağmen, iki kardeşi bir birine öldürttüğünü. ben biliyordum parası olanın rüşvet ile bir şekilde kacak dolaştığını, ben biliyordum bedelli askerlik altında zenginlerin çocuklarının ayırt edildiğini... " (BT)


İnan Suver'in mektubunun tümünü okumak için tıklayınız.


DAYANIŞMA ÇAĞRISI


Vicdani retci Inan Suver 7 Agustos’ta yapilan bir kimlik kontrolu sirasinda “firari” oldugu gerekcesiyle gozaltina alindi ve hala Sirinyer Askeri Cezaevi’nde tutuklu bulunuyor. Daha once 2001 yilinda da ayni cezaevinde 7 ay kalan Inan, burada iskence gormustu. Vicdani retci olduklari gerekcesiyle tutuklanan diger vicdani retci arkadaslarimiz da cesitli cezaevlerinde iskence gormuslerdir. Bu nedenle Inan’in sagligindan endiseliyiz!




2001 yilinda İmzir’de askerligini yaparken militarist zihniyetle dogrudan tanisan İnan, askerlik yapmak istemedigi icin birliginden kacmis, 7 ay Sirinyer Askeri Cezaevi’nde iskence gordukten sonra birligine donmesi icin serbest birakilmisti. Ancak Inan hicbir gerekceyle ve kimseye karsi eline silah almak istemedigini soyleyerek vicdani reddini acikladi. Savasa alet edilmek istenen tum genclere de “Savasmiyoruz!” demeleri cagrisinda bulundu.




Taraf oldugu uluslar arası anlasmalarin geregini yerine getirmeyip vicdani ret hakkını tanımayan Turkiye, daha once 2006 yilinda vicdani retci Osman Murat Ulke davasinda mahkum oldu. Buna ragmen hala Avrupa Konseyi’nin 46 uye ulkesi icinde Azerbaycan ve Belarus’la birlikte vicdani ret hakkini tanimayan 3 ulkeden biri.




Hepinizi savasmayi reddettigi, insan oldurmeyi ogrenmek istemedigi icin tutuklanan vicdani retci İnan Suver’in serbest birakilmasi, iskence gormeyeceginin garantisinin verilmesi ve vicdani ret hakkinin taninmasi icin duzenleyecegimiz basin aciklamasina cagiriyoruz.




Öldürmeyi reddetmek suç değildir!


Savaslarin insan kaynaklarini kurutun!




Yer: Yuksel Caddesi İnsan Haklari Aniti onu



Tarih: 31.08.2010 Sali



Saat: 18.30




Vicdani Retci İnan Suver’le Dayanisma İnisiyatifi