Ingrid Newkirk
Terrorists or Freedom Fighters? Reflections on the Liberation of Animals (Steven Best/Anhony J.Nocella II ) kitabının sonsözüdür.
Hiçbir toplumsal hareketin ‘militarizm kısmı’ olmaksızın başarılı olamadığını söyleme konusunda tereddüt ederim doğrusu. Siyah göstericiler şiddete başvurduğu zaman hükümet sivil haklar konusuna el attı. 1930Larda emek mücadeleleri önemli kazanımlar elde etmek için şiddete başvurmak zorunda kaldı.1850′de kölelik karşıtı beyazlar artık barışçıl yöntemleri bir kenara bırakıp köleleri özgürlüklerine kavuşturmak için eylemlerde bulunmaya başladılar, eylemlerde bulunanlara da destek verdiler. Bunlar yanlış mıydı?
Henry David Thoreau John Brown’dan söz ederek şöyle yazmıştır: ‘insanların köleyi kurtarmak için köle sahibine müdahale etmesinin son derece doğru bir hak olduğu şeklindeki görüşü John Brown’ın kendine özgü doktriniydi. Ben de Ona katılıyorum.’ John Kennedy de şöyle söylemişti: ‘ Barışçıl yollarla devrim yapmayı imkansız hale getirenler şiddet dolu bir devrimi kaçınılmaz hale getirecekler’. Kim dövüşmek istiyor? Dövüşmek zorunda kalanlar değil. Tüm istedikleri değişim onların; ama toplum kibirli, toplum ağır ve toplum pek keyfine düşkün, ne dinlemek ne de gönüllü olarak alışkanlıklarını değiştirmekten yana. Toplumun geleceğe doğru biraz itilmesi gerekiyor.
Mal ve mülke yönelik şiddetle insanlara yönelik şiddet arasında bir fark var elbette. ALF bir fareyi bile incitmezken bir binayı yakabiliyor. İkisinin eşit olduğunu söylemek mülke kutsallık atfetmekten başka bir şey olmaz. Aşırı uçlara götürüldüğünde bu, dükkanlardan birşeyler aşıran insanları polislerin vurarak öldürmesiyle aynı şey işte.
Düşünen insanlar devrimleri hazırlayabilirler, ama bu devrimleri hayata geçirecek olanlar da eylemciler. Herhangi bir halk mücadelesi sürecinde öyle bir an gelir ki düşünmeden ya da hiç istemeden boyun eğilen bir kanunun geçerliliği kalmaz artık. Bugün, hayvanları istismar eden, hayvanlara saygılı davranmaktan ve uygar olmaktan uzak insanlara hem ekstra hem de bence anayasaya aykırı bir koruma kalkanı sağlayan bu yasaların ihlal edilip edilmemesi sorusu çoktan cevabını bulmuştur.
İtaatsizlik bizleri korkutuyor. Ama ‘Sivil İtaatsizlik’ kitabının yazarı Christian Bay şöyle söylüyor: ‘özgürlüklere sahip olduğu fikriyle gurur duyan bir toplumda itaatsizlik kavramının kendisine duyulan bu yaygın korku günümüz ABD’sinin sosyoekonomik ve politik sistemi tarafından hayata geçirilmiş toplumsal değişimlere karşı gösterilen bağışıklık derecesinin bir ölçüsüdür’.
Bir şekilde hayvanları istismar edenlere arka çıkan kanunlara karşı gelmek düşüncesi bizi ürkütüyor, bunun aynısını geçmişte köleleri özgürlüklerine kavuşturmak isteyenlere de aynı şey olmuştu, sirklerde fillerin ayaklarındaki zincirleri kırmak isteyenlere de, laboratuarlarda gördüğümüz maymun ve fareleri de o sömürüden kurtarmak isteyenlere de oluyor. Hemencecik olmasını istiyoruz bu şeylerin, ama olmuyor işte. Frederick Douglass’ın söylediği gibi, ‘İktidar, insanlar bir şey talep etmeden hiçbir şey vermez. Hiç vermedi. Hiçbir zaman vermeyecek.’
Eğer bir toplama kampı ya da laboratuar yakılıyorsa bu şiddettir ama hiç zarar görmeden olduğu gibi kalırsa daha da fazla şiddet dolu değil midir? Tavuk üretim çiftliklerinde 30,000 tavuk her 6-8 haftalık sürede küçük bölmelere tıkılıyor, kanatları kırılıyor, kamyonlara çuval gibi atılıyorlar, soğukta ya da sıcakta mahvoluyorlar, ayaklarından aşağı asılıp çığlık çığlığa ,gözlerinde ve kalplerinde korkuyla, boğazları kesiliyor. Bu tavuk çiftlikleri günümüzün toplama kampları değil mi? Yoksa bizler bizimle alakası olmayan canlıların kurban haline getirilip aşağılanmasını ve yok edilmesini umursamıyor muyuz? Hangisi daha şiddet dolu?
Eğer bir eşya şiddeet uygulamak için kullanılan bir mekanizmaysa, platformsa veya bir araçsa, yok edilmemeli midir?
Neden ALF’e ihtiyaç olduğunu sormak zorundayız. Şüphesiz başkalarının maruz bırakıldığı acının ve katliamın sona ermesini sosyal değişimi on yirmi sene beklemeden yaşamak isteyen insanlar var. Belki onların acısı ağlayıp sızlayıp bazı şeylerin yanlış olduğunu bilen ama sömürücü toplumun çerçevesi içerisinde çalışmaya devam eden , o sömürüyü sürdüren ama ‘bir gün’ herşeyin farklı olacağını ümit eden insanların acısından daha yoğundur.
Belki ALF insanlar rahatlarına çok düşkün olduğu için vardır. Ne de olsa, eğer barışçıl yöntemler işe yarasaydı ALF için yapacak bir şey kalmazdı; bir işe yaramazdı. Yüz seneden fazladır nazik mektuplar ve dilekçeler yazarak hayati değişimlerin yaşanma ihtimali başarısız olunca bizler daha güçlü bir şeyler yapma ihtiyacı hissedenleri kınamalı mıyız yoksa değişmeyi reddedenleri mi kınamalıyız ?
Eğer sevdiklerimiz bizden koparılsa, esaret altında tutulsa ve işkence edilse kaçımız editörlere mektuplar dilekçeler yazıp nazikçe sevdiklerimizin içinde bulundukları durumdan bahsederdik? Kızkardeşlerimiz zorla güç kullanarak beslense sesimizi çıkarmadan oturur muyduk? Ama birilerinin kız kardeşi şu anda zorla besleniyor. ALF’i kalkıp da buna son vermeye çalıştığı için suçlamalı mıyız?
Avrupa’da ALF hem büyük hem de savaşçıları korkusuz. İnsanlar eğer zorunluysa hapse giriyorlar. Bunu daha işin başında anlıyorlar. Şaşırtıcı değil onlar için.Eğer kısa çöpü çekerlerse ağlayıp sızlanmıyorlar. Gidiyorlar, öğreniyorlar, bekliyorlar, ve içerden ilham alıyorlar. Hapisanedeki yerlerinin uğurlarında savaştıkları canlıların içine tıkıldıkları yerlerden çok daha iyi olduğunu biliyorlar. ABD’de federal bir hapisanede sessiz ve onurlu bir şekilde senelerde zaman geçire Amerikan Yerlisi hayvan özgürlükçüsü olan Rod Coronado onlara ‘savaşçı’ adını veriyor.
İşte hayvanları sömürenleri ve hayvanları koruyanları dürtükleyenler bu savaşçılar. Onların varlığı toplumun nasıl değiştiğinin bir kanıtıdır. Ayrıca, belki de, hayvanların da en büyük umududur.
Çeviri: CemC
Kaynak: Hayvanozgurlugu.com