19 Ocak 2014 Pazar

Maymun, hayvan olduğunu unutursa!




70'li yıllarda bir çay markasının reklamlarında oynayan Choppers isimli şempanzeye insan kıyafetleri giydirilerek, çeşitli ev işleri öğretilmişti. Reklamlarda Choppers çay servisi yapıyor, başka oyuncularla birlikte skeçlerde oynuyordu. Reklam kamuoyunun ilgisini çekmişti ancak maymunun davranışlarında pek çok değişikliğe neden olmuştu. Maymun artık insan gibi davranmaya başlamıştı!

Uzun süre insanlarla birlikte yaşadığı için insan gibi davranmaya başlayan Choppers tekrardan maymun olduğunu hatırlatacak şekilde eğitilmeye başlandı. Ve Choppers gibi eğitilen bütün primatların gönderildiği hayvanat bahçesine/hapishanesine gönderildi. Adı rehabilitasyon olsa da maymunlar orada üzerlerinde yaratılan tahribattan kurtulmaya çalışarak, mahvolmuşluğunu yaşamaya bırakılıyorlardı.

Üstelik reklamlarda oynatılıp insanlar gibi davranan bu maymunların davranışları diğer yabanıl maymunları da öfkelendiriyordu.

Choppers bugün 42 yaşında ve kendisi gibi reklam kurbanı olan oda/hücre arkadaşının ölümünden sonra yaşadığı travma onu yine ekranlara, gazetelere taşıdı. Choppers'ın yeterince "insanlaşmasına" izin verilmediği için bütün bunlardan habersiz olsa da, insan türünün yokedici kültürünü çok iyi tanıdığını düşünüyoruz.

3 yılda maymunluk eğitimi!
"Maymun olmayı sizden öğrenecek değiliz!"

Choppers gibi hayvanların tutulduğu yerlerde maymunlara 3 yıl boyunca insansı hareketler unutturulmaya çalışılıyor. Yani maymunlar önce insanın yapay kültürüne dair hareketlere zorlanıyorlar, ardından da doğalarına dönmeleri için bir eğitim alıyorlar! 
Eğitim, eğitim, eğitim eğitim!

Çünkü Choopers gibi maymunların konuşma, mimik, gülümseme gibi hareketler yapması insanları rahatsız etmişti.

Çünkü kendini doğadaki en "gelişmiş" hayvan olarak gören insanın yarattığı sembolik/yapay kültürünün başka hayvanlarda da olabileceği düşüncesi insanın egemenliğini sarsıyordu.

Çünkü doğanın bir parçası olduğunu unutup, efendisi gibi davranan insan bir gerçekle karşılaşmıştı: Aramızda bir fark yok!

İnsanlarla maymunların %98 aynı DNA'yı paylaşması bile insanın hegomonyasını yerle bir etmezken, dil,konuşma gibi yabancılaşmanın doruk noktaları, insan uygarlığı için bir tehdit olarak algılanıyor.

Elbette buna izin verilemez. Bilinen gerçekler sır gibi saklanmaya devam edilmeli.

Çünkü gerçekler ortaya çıkarsa hayvanlarla insanlar arasındaki uçurum gittikçe daralacak. Bu da insan egemenliğinin sarsılması demek. En basitinden konuşan hayvanlarda deney yapılması yasak. Bu yüzden yıllarca hayvanların acı çekmediği, hissedemediği yeterince zeki olmadığı bilim tarafından söylendi. Ve yine bilim tarafından bütün bunlar yalanlanıyor, her geçen gün hayvanlarla insanların benzerlikleri ortaya serilmeye devam ediyor. 

Örneğin 1980'de Washoe isimli şempanzeye konuşma öğretildikten sonra söylediği ilk şey "Beni serbest bırakın" olmuştur. Washoe defalarca kafesinden çevresindekilere bunu tekrarlayarak kafesinden onu serbest bırakmalarını istedi. Ancak böyle bir şey olmadı Washoe 42 yaşında kafesinde  öldü!

Türkiye'den de bir dönem fenomen olan Çarli'yi hatırlayacaksınız. Şu anda kaç kişi onun başına gelenleri biliyor ?

Çarli'de tıpkı Choppers gibi yıllarca dizilerde, tiyatrolarda, reklamlarda oynadı. Artık dizilerde oynayamayacağı kadar yaşlandığı için yapımcı şirketi en sonunda üzerinden çok para kazandığını itiraf ederek Çarli'yi İngiltere'deki bir rehabilitasyon merkezine "ücretsiz" verdiklerini açıkladı.

Katiller aranızda!
Patronlar, pazarlamacılar, reklamcılar, set ekipleri... Tecavüzcüleriniz, katilleriniz 3. sayfa haberlerinde, mahallenizde değil; televizyon ekranlarında, plazalarda!

Bir maymunun film stüdyosunda, dizi setlerinde, tiyatrolarda ne işi var?
Bir yere kapatılmaya, bir işte çalışmaya eğitim yoluyla uyum sağlayan 'bazı' insanlar, bütün canlıların da köleliğe rıza göstereceğini zannediyor.

Beni serbest bırakın diyen Washoe, Çarli, Choppers, Flipper, Lesi gibi binlerce hayvan dizilerde filmlerde kapitalizm tarafından kullanılıp bir yere atıldı. Tıpkı "Tanrılar Çıldırmış Olmalı" filminde oynatılan yerli kabileler gibi, tıpkı varoşlardan ünlenip üzerlerinde para kazanıp sonra huzur evinde ölümü bekleyen insanlar gibi hepsi kapitalizmin kurbanı.

Seyirci olmak, hareketsiz kalmak, tepki vermemek hayatımıza o kadar işlemiş ki, bu yönde o kadar eğitilmişiz ki; canlıların katline, canlıların acılarına pembe dizi muamelesi yapıyoruz. Bütün bu sirklerden, reklamlardan, canlıların türlü türlü acılarından hastalıklı bir haz alıyoruz. Kendi kökünden kopmuşluğumuzu, aidiyetsizliğimizi hayvanlarda da görmek istiyoruz.

Ne modern insanlar ne de hayatları çalınmış bu hayvanlar hiçbir yere ait değiller! Ne ormanlar ne de şehirler...

Katledilen yok edilen tüm canlılar için; son ekran kırılıncaya dek, son sahne yok olana dek, son ağaç kesilinceye dek, son plaza yıkılıncaya dek, son laboratuvar yanıncaya dek, son kafes boşalıncaya dek, uygarlık yok olana dek Uzlaşma Yok!


İnsana, hayvana yeryüzüne özgürlük 




Washoe

























17 Ocak 2014 Cuma

Etin Cinsel Politikası: Rüzgar gibi pişti!



Çok kısa bir süre önce hayvan özgürlüğü alanında çalışmalar yürüten Güray Tezcan ve Mehmet Emin Boyacıoğlu tarafından Türkçe'ye "Etin cinsel politikası" isimli bir kitap çevrildi. Kitap çok kısa sürede İdefix'te çok satanlar listesine girerek basında geniş yer buldu.  

Etin ataerki, cinsellik, sömürü, tahakküm ya da "Rüzgar gibi pişti" reklamında olduğu gibi "kadın/piliç" göndermesiyle bağlantısını göstermek için bu kitabı bir kez hatırlatmak istiyoruz. 

Etin Cinsel Politikası / Carol J Adams / Ayrıntı Yayınları

"Her on yedi saniyede bir kadın tecavüze uğruyor. Her bir saniyede yüzlerce hayvan öldürülüyor. "Dayak yiyen kadınlar" gerçekliği her gün yüzümüze çarpılıyor ekranlardan ve gazete sayfalarından. Çiftliklerin esir ettiği, mezbahaların katlettiği hayvanlar "marketteki et"e indirgeniyor günümüzde. Etin hem protein için zorunlu olduğuna hem de gücün kaynağı olduğuna inanmamız için örülen mit, aslında erkeğin potansiyel şiddet eğilimiyle üstünlük kurmasına neden oluyor. Etçilleri yiyen etçiller, kafamızdaki iktidar piramidinde en üste yerleştiriliyor ve bu haliyle gündelik hayatımızın her köşesine sızıyor. Reklamların neredeyse tamamında eti yenen hayvanların kadınsı temsil edilmesi ve erkek zihninde seks yapılacak kadının et veya piliç görüntüsünde olması yapbozu kendiliğinden tamamlıyor. 

İşte Carol J. Adams bu kitapta, yukarıda sayılan olguları ve genel olarak ataerki ile et tüketimi arasındaki diyalektiği çözümlüyor. Ona göre, erkeklik inşasının önemli bir parçası başka bedenleri denetim altında tutmaktır; et yemek de bunun önemli bir aşamasını oluşturur. "Et yemek, erkek iktidarının her öğünde yeniden ilan edilmesidir." Onun kuramıyla, pornoda veya sof-rada (aslında erkeğin yazdığı tüm "metinlerde") parça parça tüketilen tüm adsızlar, "kayıp gönderge" olarak yeniden bedene kavuşuyor. 

Bu kitap, kadın ve hayvanın tüm yönleriyle eş olduğunu savunmuyor; yalnızca şiddet ve tahakkümden beslenen erkek egemen kültürün yeri yurdu olmadığının, zayıf bulduğu her şeyi ve herkesi "erkek" tanımının dışına atarak alt edilecek bir öteki ilan ettiğinin, özneden nesneye indirgediğinin altını çiziyor. Yiyecek/giyecek başka bir şey yokmuşçasına, birtakım canlılara yaşarken kafesi, ölürken ise kan gölünü reva gördüğümüz sürece savaşları ve ayrımcılığı olumlayan eril şiddet kültürünün ve hiyerarşinin aramızdan ayrılmayacağını hatırlatıyor. 

Bu kitapta ışık tutulan erkek şiddeti, kadın düşmanlığı, et yeme kültürü ve militarizm arasındaki bağlantılar, bugün de Carol J. Adams'ın yirmi yıl önce teşhis ettiği zamanki geçerliliğini koruyor."

Kitapla ilgili bugüne kadar yapılan röportaj ve incelemeleri aşağıdan inceleyebilirsiniz.









Kitabın yazarı Carol Adams ile yapılan röportaj ve haberleri ise aşağıdan inceleyebilirsiniz.



Lades Piliç'in yaptığı diğer görsel çalışmaları:




Hayvanlar, insan eğlencesi ya da çıkarı için kullanılamaz!

"Cinayet" adlı televizyon dizisinde bir köpeğin anesteziye alınarak ölü süsü verilip teşhir edilmesi, yine klasik bir insanmerkezcilik örneği olarak karşımıza çıktı. Hiçbir hayvan, ne eğlence ne de insan menfaati için kullanılabilir; hakları yok sayılamaz. İnsanlık, türlü bahanelerle ve göstermelik tedbirlerle bu suçlarını meşrulaştırmaya, suçlarının üstünü örtmeye çalışsa da şiddeti ne olursa olsun hiçbir insanmerkezci söylem kabul edilmemeli, reddedilmelidir. Kanal D yönetimini ve Cinayet dizisi yapımcılarını, bu suça ortak olan oyuncuları bir kez daha kınıyoruz!

Yeryüzüne Özgürlük Derneği

___________________________________

Köpeklere, kedilere, atlara kıymayın efendiler!

'Cinayet' dizisindeki toprağa gömülü köpek sahnesi tepki çekmişti. Yapım ekibi köpeğe herhangi bir zarar gelmediğini açıkladı ancak uzmanlar uyutulmuş olsa bile bir köpeğin bu şekilde kullanılmasına karşı çıkıyor.


Köpekler, kediler, atlar, kuşlar… Dizi, film ve reklam sektöründe sıklıkla kullanılan bu hayvanların ortak noktası suiistimal edilmeleri... Konuyu yeniden gündeme getiren ise geçen hafta ilk bölümüyle ekrana gelen ‘Cinayet’ dizisinde kullanılan Kont isimli labrador cinsi köpek... İki dedektifin hayatını konu alan dizinin bir sahnesinde Kont, ormanlık alanda narkoz verilip toprağa gömülmüş halde görünüyordu. Peki, eğlence sektöründe hayvanların bu şekilde kullanılması doğru mu? Günlerdir tartışılan konuyu, uzmanlarına sorduk...

Çok zorunlu olmadığı müddetçe hayvanların uyutulmaması gerektiğini söyleyen Veteriner Hekim Timur Ergin, dizinin çekimleri sırasında Kont’un yanında tek bir veterinerin bulunmasını eleştiriyor. Klinik ortamında yapılmayan sakinleştiricinin büyük sorunlara yol açabileceğinin altını çizen Ergin, hayvanın aniden solunum ya da kalp yetmezliğine girmesi halinde veteriner hekimin yeterli olamayacağını, yanında mutlaka ekibinin ve cihazların olması gerektiğini anlatıyor.

Köpek psikoloğu Tamer Dodurga ise çekim sırasında uyutulmuş olduğu için Kont’un psikolojisinin kalıcı olarak etkilenmeyeceğini ancak bir köpeğin sağlık sorunu dışında sadece eğlence amaçlı uyutulmasını etik bulmadığını belirtiyor.

Yeryüzüne Özgürlük Derneği aktivisti Burak Özgüner de hayvanların filmlerde ya da insan eğlencesi alanında kullanılmasını tasvip etmeyenlerden. “İnsan menfaati için hayvanlar kesilip biçiliyor, psikolojik deneylere maruz kalıyor. Hayvanlar her şekilde hor görülür, sömürülür ya da hakları ihlal edilirken insanlar gıklarını çıkarmıyor. Ama konu insan menfaatine geldiğinde hayvanların her şekilde kullanımında hiçbir sakınca görülmüyor” diyen Özgüner, sözkonusu sahneyi etik dışı buluyor.

Özgüner, hayvanın ölü vaziyetine getirilip dekor malzemesi yapılmasını kabul etmediğini aktarırken köpek eğitmeni Ali Yeşilırmak da dizi için maket kullanılabilecekken canlı hayvan kullanılmasına itiraz ediyor: “Köpeğim Max’le bir film çektik. Filmde Max’e çarpma sahnesi vardı, 25 bin lira verildi maket yapımı için. Halbuki iki saniye göründü ya da görünmedi. Bunlara dikkat edilmeli.” Hayvanların sadece sağlık amaçlı uyutulması gerektiğini söyleyen Yeşilırmak, bir örnek veriyor: “Hayvanın dişi sallanıyordur ama ağzını açtırmıyordur. Dişini çekmek için genel anesteziye gerek kalmadan 10 dakika uyutan bir ilaç verilebilir. Hayvan sadece bunun gibi basit işlemlerde uyutulmalıdır. Dizi ise ticari ve insanların gelir sağladığı bir konu. Söz konusu görüntüyü kabul etmek mümkün değil!”

‘Eğitimli köpek kullanılmalı’

Dizi ve film sektöründe ayrıca yapımcı ve yönetmenlerin kendilerini yormayacak, eğitimli köpekleri tercih ettiğini anlatan Yeşilırmak şöyle devam ediyor: “Eğitimli bir köpek sete eğitmeniyle gider, oyun gibi eğitimini yapar, sete gittiğinin farkında bile değildir. Artık ondan her ne isteniyorsa, beklemesi mi gerekiyor, havlaması mı gerekiyor, onu yapar... Eğitimli olduğu için de uyutulmasına da gerek yoktur. ‘Cinayet’teki sahnede gerçek süsü verilmek istenmiş ama normalde ‘Öl’ komutu bilen eğitimli bir hayvana ‘Öl’ dediğiniz zaman ölmüş gibi yatar. Belki gözleri açık olur ama gözlerini göstermeden çekilebilir ya da sonradan bilgisayarla halledilebilirdi.”

‘Çekim sadece 1 dakika sürdü’

Kont’un toprağa gömülü görüntüsünün büyük tepkilere yol açmasının ardından, yapımcı firma Adam Film, Kont’un bir veteriner eşliğinde sette bulunduğunu ve sahnenin veteriner gözetiminde kısa süreli uyutularak çekildiğini açıkladı. Kanal D’de ekrana gelen dizinin yapım sorumlusu Bahadır Atay ise dün bir gazeteye Kont’un sahne çekildikten sonra karavanda ayılmasının sağlandığını ve dizide görünen çürümüş köpek görüntüsü için bilgisayar efekti kullanıldığını söyledi.

‘Cinayet’te rol alan oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan da Twitter üzerinden bir açıklama yapmış ve “Sette sahibinin de gözetiminde, veteriner tarafından Kont’a uçakta seyahat edecek hayvanlara yapılan ve etki süresi 8-10 dakika olan –narkoz vs. değil- yatıştırıcı bir iğne yapıldı. Çekim bir dakika sürdü, Kont uyanırken üşümemesi için –veterinerin uyarısı doğrultusunda- battaniye içinde karavana alındı. Karavanda sıcak ortamda uyandı. Bu sürecin tamamı kamera arkası ekibi tarafından kaydedildi. Çekim sırasında Kont’a morarmış görünmesi için makyaj uygulanmadı. İzlediğiniz görüntü –dili de dahil- çekim sonrası bilgisayar -color correction- programları kullanılarak elde edildi. Kont setten sahibi ve veterineriyle geldiği gibi sağlıkla ayrıldı” ifadelerini kullanmıştı.

Haber: İpek İZCİ
Kaynak: Radikal

19 Ocak’ta Hrant için Agos’un önünde buluşuyoruz

19 Ocak'ta "Hrant İçin, Adalet İçin" demek istesek de artık sadece "Hrant için" Agos'un önünde buluşuyoruz. Çünkü adalete dair en ufak bir inancımız dahi yok. Unutmamak, unutturmamak için saat 13.30'da Taksim'den yola çıkacağız.

Unutmayacağız, Affetmeyeceğiz!



Hrant Dink katledilişinin 7. yılında anılıyor. Türkiye’nin pek çok yerinde Hrant Dink için anma etkinlikleri düzenlenecek. Hrant’ın Arkadaşları 19 Ocak’ta saat 13.30’da Taksim’den Agos’a yürüyecek.

Anma etkinliklerinin programına ulaşmak için tıklayın.


16 Ocak 2014 Perşembe

Lice katliamı davası ertelendi

Dönemin Jandarma Bölge Komutanı ile 16 köylünün ölümüne ilişkin açılan davada, sanıkların tutuklanması talebi kabul edilmedi. Sanık avukatları, davanın başka bir kente alınmasını talep etti.


Lice'de dönemin Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın ile 16 köylünün öldürülmesinin ardından açılan davanın ilk duruşması bugün Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Sanıkların tutuklama talebini reddeden mahkeme, duruşmayı 27 Mart'a erteledi.

Duruşmaya sanıklar, avukatları ve mağdur yakınları katılırken, sanık avukatlarının duruşmanın başka bir kente alınması için yaptıkları talebi değerlendiren mahkeme heyeti, dosyanın Adalet Bakanlığı'na gönderildiğini, oradan gelen cevabın bekleneceğini söyledi.

Mahkeme, sanıklar Albay Eşref Hatipoğlu ile Üsteğmen Tunay Yanardağ'ın tutuklanması talebini ise, "Deliller bu aşamada yetersizdir" diyerek reddetti. Duruşma, 27 Mart'a ertelendi.

Lice Adalet Arıyor Platformu, duruşma öncesinde Diyarbakır Adliyesi'nin önünde açıklama yaptı, "Halkın evini bombaladınız korkmadınız, Allah'ın evini de mi bombaladığınız da korkmadınız" yazılı pankart açtı.

Platform Sözcüsü ve Lice Esnaf ve Sanatkarlar Odası Başkanı Şaban Maltaş yaptığı konuşmada, 21 yıl önce Lice'de yaşanan olaylarda çok sayıda kişinin öldüğünü ve yaralandığını belirterek, binlerce kişinin ilçeyi terk etmesi nedeniyle büyük travmalar yaşandığını söyledi.

Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesince açılan davada dönemin Diyarbakır Jandarma Alay Komutanı Emekli Albay Eşref Hatipoğlu ve Üsteğmen Tuncay Yanardağ'ın yargılandığını bildiren Maltaş, şöyle konuştu: "Dönemin Başbakanı Tansu Çiller ve dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş de bu dosyanın kapsamı içinde yargılanmalıdır. TBMM'de Lice olaylarını araştırmak amacıyla yeniden bir komisyon kurulmasını talep ediyoruz. Dün alınan son bilgilere göre sanıkların mahkemenin naklini talep etmeleri gündeme gelmiştir. Bu nakil hukuka aykırı olup, faillerin hesap vermesine engel teşkil eden bir girişimdir."

Kaynak: ETHA

15 Ocak 2014 Çarşamba

SS Ay davasında "Yeter dosyası" kabul edilmedi

İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Sedat Selim Ay'ın, ETHA hakkında açtığı davada, İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, gözaltında işkenceyle öldürülen Süleyman Yeter'le ilgili gerekçeli kararı mahkemeye sunuldu. Hakim, Sedat Selim Ay'ın söz konusu davaya taraf olmadığını iddia etti. Oysa, Süleyman Yeter davasında hüküm giyen polisler, Sedat Selim Ay'ın emrinde çalışıyordu.


İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Sedat Selim Ay'ın, ETHA hakkında açtığı "iftira ve hakaret" davasının 3. duruşması İstanbul 48. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görüldü.

Duruşmada, Gezi soruşturmasından tutuklu bulunan ETHA Yazıişleri Müdürü Goncagül Telek ve avukatları ile Sedat Selim Ay'ın avukatı hazır bulundu. Duruşmaya ETHA emekçileri de katıldı.

Hakim Mustafa Yılmaz, Tekirdağ ve Edirne hapishanelerinde bulunan Bayram Namaz ve Ali Haydar Saygılı'nın tanık sıfatıyla alınan ifadelerinin mahkemeye ulaştığını bildirdi. Namaz ve Saygılı, ifadelerinde Sedat Selim Ay'ın başında bulunduğu TİM tarafından işkence gördüklerini anlattı.


Lice Katliamı 21 Yıl Sonra Yargıda

1993’te 16 kişinin öldürüldüğün Lice katliamında babasını kaybeden Hanım Tosun, “Eğer bir hukuk varsa tüm sorumlular yargılansın, bir daha Liceler yaşanmasın” diyor. Lice’yle ilgili davanın ilk duruşması yarın.


Lice katliamı ile ilgili yargılama, olaydan 21 yıl sonra, yarın başlıyor.

Diyarbakır’ın Lice ilçesinde 22 Ekim 1993’te 16 kişi öldürüldü, çok sayıda ev ve işyeri yakıldı. Yüzlerce kişi göçe zorlandı.

Zamanaşımına bir gün kala tamamlanan iddianameye göre saldırıyı, o dönem yetkililerin açıkladığının tersine, PKK yapmadı. Dönemin Diyarbakır Jandarma Alay Komutanı Emekli Albay Eşref Hatipoğlu ile Üsteğmen Tünay Yanardağ olayın failleri olarak suçlanıyor, yarın ilk kez hakim karşısına çıkacaklar.

Peki 21 yıl önce o gün, Lice’de ne oldu?

“Bir daha Liceler yaşanmasın”

Lice’ye bağlı Licok (Çavundur) yaşayan ve katliamda babasını kaybeden Hanım Tosun, yaşadıklarını anlattı.

“O sabah köyden sabah 06:00 gibi çıktım, etraf asker doluydu yollarda panzerler vardı. Diyarbakır’a daha varmadık ki Lice’de olay çıktığı haberi geldi.”

“Ancak üçüncü gün köye dönebildim. Panzerler yolu kapatmıştı. Askerler ‘Lice’ye girmek yasak’ dediler. Köy yoluna girdik, korucular bırakmadı. Köye yaklaştığımızda yakılan evlerin dumanı yükseliyordu. Köyün girişinde teyzemi gördüm, bana ‘Başın sağolsun’ dedi, babamı öldürdüklerini böyle öğrendim.”

“Köye giren askerler, dağda veya cezaevinde çocuğu olanların evlerini yakmış. Biz de 10 ay önce ağabeyimi kaybetmiştik, korucular evimizi yakmaya gelince babam karşı çıkmış. Ona ‘Sen de teröristsin’ diyerek ahıra götürüp kurşuna dizmişler.”

“Bu olaydan sonra köyler de boşaldı, herkes göç etti. Şimdi bir hukuk varsa, Lice’yi yakanlar, insanları öldürenler ve onlara emir verenler yargılansın. Bir daha Liceler yaşanmasın.”

Yahya Berman da bianet’e yazdığı Lice ve Toplumsal Muhalefetin Yumuşak Karnı başlıklı yazısında “Bu olaydan birkaç ay önce ziyaret ettiğim kasabada devlet görevlileri, Lice’nin kurutulması gereken bir bataklık olduğunu söylemişti” diyordu.


Roboskî’deki Yürüyüşe Askerler Saldırdı

Askeri mahkemenin Roboskî soruşturması için takipsizlik kararını protesto etmek için yürüyen köylülere askerler saldırdı. Kafasına gaz kapsülü isabet eden bir kişi yaralandı.


Roboskî Katliamı’nda yakınlarını yitiren aileler Roboskî soruşturmasında Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı'nın verdiği takipsizlik kararını ve Türkiye-Irak sınırına çekilen tel örgüleri protesto etmek için sınıra doğru yürüdü.

Sayıları 200’ü bulan köylüleri barikatlarla durduran askerlerle köylüler arasında çıkan ve askerlerin gaz bombaları kullandığı olaylarda gaz kapsülü kulağının arkasına isabet eden 17 yaşındaki Serhat Encü yaralandı.

Encü Uludere Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı.

28 Aralık 2011'de, Şırnak'ın Uludere ilçesindeki Ortasu/Roboskî ve Gülyazı/Bujeh köylerinden, 28'i aynı aileden 34 kişi savaş uçaklarının bombardımanıyla öldürülmüştü.

* Roboskî katliamıyla ilgili kronolojiye ve hukuki süreçle ilgili bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.

Kaynak: Bianet

Dünyanın en güzel işgal evi


Finlandiyalı fotoğrafçı Kai Fagerström, The House in the Woods isimli kitabında Finlandiya ormanlarındaki terk edilmiş evin, nasıl yavaş yavaş ama emin bir şekilde doğa ve yabanıl hayvanlar tarafından ele geçirildiğini gösteriyor. 

Onlar insanlar tarafından işgal edilen, katledilen doğalarına geri dönüyorlar. Bu yüzden bu işgal başka işgal! Bu yüzden bu işgal dünyanın en güzel işgali!

***
Devletler, egemenler ve sistem tarafından işgal edilen, çalınan hayatlarımıza karşı kırda kentte bu şekil mekanlara girip kendi doğanızı orada oluşturabilirsiniz. Freeganlar ve veganlar yolunuz açık olsun. 

Vee insan terk eder hayat başlar!




3. KuirFest Yarın Başlıyor!

3. KuirFest yarın Ankara'da başlıyor. Festival bu yıl direniş, yaşlılık, beden, eğitim, aile ve eşcinsel aşkı merkeze alan 50’ye yakın filmle Ankaralı sinemaseverlerin karşısına çıkacak.


Pembe Hayat KuirFest 16 Ocak’ta Büyülü Fener Sineması’nda yapılacak törenle başlıyor. Sunuculuğunu Buse Kılıçkaya ve Gani Met’in yapacağı gece, “Kim Korkar Vajina Wolf’tan” filminin gösterimi ile devam edecek.

Bu yıl üçüncüsü düzenlenecek Pembe Hayat KuirFest, 16-23 Ocak tarihleri arasında Ankara’da gerçekleşecek. Venedik, Tribeca, Berlinale, Cannes ve Sundance Film Festivali programlarında yer alan birçok ödüllü filme programında yer veren 3. KuirFest, bu yıl direniş, yaşlılık, beden, eğitim, aile ve eşcinsel aşkı merkeze alan 50’ye yakın filmi 10 farklı bölümde Ankaralı sinemaseverlerin karşısına çıkacak.

Açılış töreni yarın

Pembe Hayat KuirFest’in Açılış Töreni 16 Ocak Perşembe günü Kızılay Büyülü Fener Sineması’nda gerçekleşecek.

Festival’in açılış filmi ise tamamı kadın oyunculardan oluşan komedi filmi “Kim Korkar Vajina Wolf Wolf’tan” (Who is Afraid of Vagina Wolf, 2013) adlı film olacak. Anna Margarita Albelo’nun, sanatçı olmak ve yaşlanmak temalı hareketli, eğlenceli ve ana akım sinemanın olanaklarından faydalanan filminde, muhteşem soundtrack’inin yanısıra L-World ve True Blood dizilerinden de birçok oyuncusuyla dikkat çekiyor.

Festival Büyülü Fener ve Tayfa’da

Pembe Hayat KuirFest’te film gösterimleri ve söyleşiler Kızılay Büyülü Fener Sineması’nda ve Tayfa Kitapkafe’ de gerçekleşecek. Sinemaseverler biletlerini 10 Ocak’tan itibaren Kızılay Büyülü Fener Sineması’nda açılacak gişelerden satın alabilecek.

Bilet fiyatları, öğrenciler için 9 TL, tam bilet 11 TL.

Tayfa KitapKafe’deki söyleşiler ve gösterimler ise ücretsiz olacak.

Festival programının detaylarına ulaşmak için tıklayın.

Etkinlik bülteni için tıklayın.

KuirFest nedir?

Festival, LGBT bireylere yönelik ayrımcılığa ve şiddete dikkat çekerken Türkiye’de kuir teorinin ve sanatın konuşulmasına, tartışılmasına olanak yaratmaya devam edecek.

LGBTİ hakları mücadelesine sanat aracılığıyla ifade alanları yaratmayı amaçlayan Pembe Hayat KuirFest, sinemadan edebiyata, müzikten videoya, sokakları donatan stencillerden, tiyatro oyununa, sanatın pek çok farklı türünü buluşturacak. Hem Türkiye’den hem de dünyadan kuir sanatçı ve konukları bir araya getirecek.

Kaynak: Bianet

14 Ocak 2014 Salı

Uçan Süpürge: Çocuk Gelinlerden Devlet Sorumlu

Uçan Süpürge'den Günel "Çocuk gelinler meselesinin yalnızca bir bölgeye atfedilemeyeceğini" söylerken, Doğan ise "Çocuk gelinleri yalnızca öldüklerinde hatırlamamak lazım" diyor.


Siirt'in Pervari ilçesinde 12 yaşında evlendirilen Kader Erten'in (14) 12 Ocak'ta evinde silahla vurularak ölü bulunması çocuk gelinler sorununu yeniden gündeme getirdi.

Uçan Süpürge, çocuk gelinler sorununa ilişkin bugün bir basın toplantısı düzenledi ve "Çocuk gelinler sorununu neden ortadan kaldıramıyoruz?" diye sordu.

"Temel sorumluluk devlete aittir"

Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği Başkanı Halime Günel "Toplumsal silkelenme eğer bugünse gerçekten bugün olsun" dedi ve ekledi: "Yoksa daha çok Kaderler göreceğiz. Yeni Kaderler için ağıt yakacağız."

Devletin sorumluluğu üzerine almaktan kaçındığını söyleyen Günel, "Devlet bu sorumluluğu anne babalara yüklüyor. Elbette onların da sorumluluğu var. Ancak temel sorumluluk devlete aittir" dedi.

Çocuk gelinler meselesinin yalnızca bir bölgeye atfedilemeyeceğini söyleyen Günel "Bu mesele Türkiye'nin her yanına sirayet etmiş durumda. Bugün belki Ankara'da da var. Saha çalışması için gittiğimiz 81 ilde de bu sorunu gördük."

"Bu konuyu her zaman gündemde tutmak gerekiyor"

 "18 yaşını doldurmadan evlendirilmiş kız çocukları, çocuk gelinlerdir" diyen Selen Doğan ise uluslararası sözleşmeleri hatırlattı.

"1990 yılından beri taraf olduğumuz Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre bu yaşın altındaki bireyler çocuktur. Uluslararası sözleşmeler Anayasamız gereği iç hukukun da üzerindedir. Dolayısıyla 18 yaşını doldurmadan evlendirilmek, evlenme izni için yasal zemin oluşturmak ve buna göz yummak Anayasal suçtur."


13 Ocak 2014 Pazartesi

2013'te 1235 İşçi Öldü

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'ne göre 2013'te 1235 işçi yaşamını yitirdi. 103'ü kadın 1132'ü erkek, 59’u çocuk, 22’si göçmendi. Ölüm en çok inşaat sektöründe yaşandı. Ancak işçilerin çoğu yollarda öldü.


İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin yazılı, görsel, dijital basın ve emek-meslek örgütleri ve işçilerden gelen bilgiler doğrultusunda 2013 yılında en az 1235 işçi yaşamını yitirdi.

Rapora göre ölen işçilerden 103'ü kadın 1132'ü erkek işçiydi. İşçilerden 59’u çocuktu, 22’si göçmendi.

Şehirde İstanbul başı çekerken, en çok ölüm inşaat sektöründe yaşandı. Ancak ölüm nedenlerinde trafik kazası başı çekti, 433 işçi yollarda öldü. Mayıs ayıyla birlikte mevsimlik işçilik artmaya başladığı için ölümler de bu aydan itibaren artmaya başladı.

59 çocuk işçi

Yaşa göre dağılım şöyle:

14 yaş ve altında 18 çocuk işçi; 15-17 yaş arasında 41 çocuk/genç işçi; 18-27 yaş arasında 249 işçi; 28-50 yaş arasında 594 işçi; 51 yaş ve üstünde 189 işçi ve yaşı bilinmeyen 144 işçi.

Mayısta artmaya başlıyor

Aylara göre dağılım şöyle:

Ocak 81, Şubat 60, Mart 74, Nisan 74, Mayıs 114, Haziran 104, Temmuz 120, Ağustos 130, Eylül 124, Ekim 113, Kasım 129 ve Aralık 112.

İnşaat ilk sırada

İş kollarına göre dağılım şöyle:

İnşaat, Yol 294; Tarım, Orman 198; Taşımacılık 131; Ticaret, Büro, Eğitim, Sinema 95; Madencilik 93; Metal 79; Belediye, Genel İşler 62; Enerji 44; Tekstil, Deri 36; Savunma, Güvenlik 36; Konaklama, Eğlence 24; Gıda, Şeker 23; Çimento, Toprak, Cam 22; Petro-Kimya, Lastik 19; Ağaç, Kağıt 19; Gemi, Tersane, Deniz, Liman 18; Sağlık, Sosyal Hizmetler 15; Basın, Gazetecilik 7; İletişim 4 ve işkolu belirlenemeyen 16 işçi.

En çok yollarda ölüm var

Nedenlerine göre dağılım şöyle:

Trafik, Servis Kazası nedeniyle 433; Ezilme, Göçük nedeniyle 222; Düşme nedeniyle 189; Patlama, Yanma nedeniyle 79; Elektrik Çarpması nedeniyle 79; Zehirlenme, Boğulma nedeniyle 60; Nesne Düşmesi, Çarpması nedeniyle 33; Kesilme, Kopma nedeniyle 11 ve diğer nedenlerden dolayı (kalp krizi, intihar, yıldırım düşmesi, saldırı vb.) 129 işçi.

İstanbul ilk sırada

Şehirlere göre dağılım şöyle:

İstanbul’da 96, İzmir’de, Antalya’da 46, Bursa’da 45, Şanlıurfa’da 44, Muğla’da 41, Manisa’da 40, Zonguldak’ta 38, Kocaeli’nde 37, Adana’da 36 ve Samsun’da 31 işçi.

Geçen sene en az 861 ölüm

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin 2012 raporuna göre, en az 861 işçi hayatını kaybetmişti. Ölümler yine en fazla İstanbul'da ve inşaat sektöründeydi.

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ise 2012 yılında 745 işçinin öldüğünü açıklamıştı. SGK, 2013 raporunu yıl sonuna doğru açıklayacak.

Sorumlular cezalandırılmalı

Raporda şu talepler dile getirildi:

* İş yasaları tüm çalışanları kapsamalı.

* İşyeri içinde veya dışında; çalışırken, işe gelip giderken, barınırken, beslenirken,  yani “iş süreçlerinin bütününde” yaşanan ölümler iş cinayeti olarak kabul edilmeli.

* Meslek hastalıklarının gizlenmesinden vazgeçilmeli ve tespit eden/önleyen bir yaklaşım hayata geçirilmeli.

* İşçi sağlığı talebi ile iş güvencesi ve asgari ücret mücadelesi birbirinden ayrılamaz.

* İş cinayetlerinin sorumluları devlet ve sermaye. Yaşanan her işçi ölümünde adalet sağlanmalı ve sorumlular en ağır biçimde cezalandırılmalı.

* Raporun tam metnine ulaşmak için tıklayınız.

Kaynak: Bianet

"Air France boykot" yazan hayvan aktivistlerine Beşiktaş'ta gözaltı

Beşiktaş Darphane'deki Air France - KLM genel müdürlüğü çevresindeki kaldırımlara "Cehenneme Giden Yol" ve "Hayvan Deneylerine Son! Air France KLM boykot" yazıları yazan hayvan özgürlüğü aktivistlerinin Beşiktaş Emniyeti'ne götürüldüğü ortaya çıktı. 

Air France - KLM maymunları doğal ortamlarından koparıp Batı'daki deney laboratuvarlarına taşımaya devam eden tek büyük havayolu firması olarak yıllardır dünya çapında eylemlere konu oluyor.


Olay 7 Ocak Salı gece yarısı gerçekleşti. Boykot etmenin ve ifade özgürlüğünün tartışılamaz hakları olduğunu belirten aktivistler, Beşiktaş'ta devriye gezen polisler tarafından "aralıksız olarak gelen 155 şikayetleri" gerekçe gösterilerek karakola götürüldü. Yaklaşık 2 saat boyunca hangi maddeden ötürü eylemcileri cezalandıracaklarını bulamayan emniyet yetkilileri sonunda kabahatler kanunundaki çevreyi kirletme maddesi gereğince iki eylemciye 88'er TL idari para cezası kesti.

Karakoldaki polislerin eylemcilere suçsuz olduklarını bildiklerini, ancak 155'e gelen ısrarlı çağrılar meseleyi üst makamlara taşıdığı için sembolik bir ceza kesmek zorunda olduklarını söylemesi dikkat çekti. Karakolda şiddet görmediklerini bildiren aktivistlere göre bunun sebebi hayvan özgürlüğü meselesinin devletin gözünde "siyasi" olmaması. İsmini vermek istemeyen bir eylemci "Emniyet amiri bir ara bizim boykota katılır gibi konuştu; özellikle de protesto ettiğimizin Fransız havayolları olduğunu duyunca" diyerek durumu özetledi.

Eylemcilerin sokaklara yazdığı Cehenneme Giden Yol adlı siteden alınan bilgilere göre, Asya ve Afrika'daki ormanlardan Batı'ya uçak bagajlarındaki kafeslerde taşınan maymunların beşte dördü yakalanırken veya yolda ölüyor. Air France - KLM'nin taşıma ısrarının arkasında ise yönetim kurulundaki bazı üyelerin ilaç endüstrisi ile yakınlığı yatıyor. Boykotun çeşitli eylemlerle sürmesi gerektiğini kaydeden Yeryüzüne Özgürlük Derneği ise herkesi 0212 310 19 19'u arayarak boykotu firmaya bildirmeye ve #boykotAirFranceKLM hashtag'i ile Twitter'dan yaygınlaştırmaya çağırdı.

Geçen hafta boykotu başlatan eylem şöyleydi: https://www.youtube.com/watch?v=TnlNOGsYZOo

2013’te En Fazla Çocuk İşçi Ölümü Tarım Sektöründe Yaşandı

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin raporuna göre, 2013’te 25’i tarım sektöründe olmak üzere en az 59 çocuk işçi hayatını kaybetti.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi 2013’e dair yayınladığı raporda, geçen yıl en az 59 çocuk işçinin hayatını kaybettiğini duyurdu.

Aynı raporda 2013’te en az 1235 işçinin hayatını kaybettiği de belirtildi ki, bu da ölen çocuk işçilerin toplam işçi ölümlerinin yüzde 4,7’sine karşılık geldiğini gösteriyor.

Raporda yaşları tespit edilemeyen 144 işçinin de olduğu, bu rakamın da oranlamaya katılmasıyla 2013’te ölen işçilerin yüzde 5,4’ünün çocuk işçilerden oluştuğu belirtiliyor.

Rapor yazılı, görsel, dijital basından takip edilen ve emek-meslek örgütlerinden gelen bilgiler üzerinden hazırlanıyor.


Ferhat Gerçek Davası, Hasan Ferit Gedik'e Örnek mi Olacak?

Kendisini vuran polislerden daha fazla ceza alan Ferhat Gerçek’le ilgili davada "deliller kaybolduğu” için Adli Tıp detaylı rapor yazamamıştı. Gülsuyu'ndan vurulan Hasan Ferit Gedik'in de giysisi "kaybedildi."

Ferhat Gerçek’in kendisini vuran polislerden daha fazla ceza aldığı davanın gerekçeli kararı açıklandı. Kararda, polislerin “havaya ateş açtığı” savunması tekrar edilirken, Adli Tıp Kurumu’nun, “deliller (Gerçek’in vurulduğu an giydiği tişört) kaybolduğu için” kurşunun atış mesafesini ve yönünü tespit edemediği de belirtildi.

Kararda, “Polislerin, kalabalık meydanda havaya açılan ateş sonucu insanların yaralanabileceğini ya da ölebileceğini öngörebilir durumda oldukları” belirtildi ancak her birine “olası kastla insan öldürmekten” 2’şer yıl 6’şar ay hapis cezası verildi.

Havaya ateş açmışlar

Gerçek ile ilgili Bakırköy 9. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen dava 20 Aralık 2014’te sonuçlandı. “Mala zarar vermekle” suçlanan Gerçek, kendisini silahla vurarak sakat bırakan polislerden daha fazla ceza aldı.

Polisler 2’şer yıl 6’şar ay hapis cezası alırken, Gerçek “polis aracına zarar verdiği ve polise hakaret ettiği” gerekçesiyle 3,5 yıl ceza aldı.

Adli Tıp raporuna göre, “Ferhat Gerçek ateşli silah yaralanmasıyla hayati tehlike geçirdi, duyularından veya organlarından birini yitirdi.”

Belden aşağısı felç olan Gerçek şu anda tekerlikli sandalyeyle yaşıyor. Vurulduğunda 17 yaşında olan Gerçek şimdi 25 yaşında.

“Kaporta zarar gördü, ateş açtık”

Gerçek’in avukatlarının polisler hakkında yaptığı “öldürmeye teşebbüs, tehdit, hakaret, kasten yaralama” gibi suçlarla ilgili ise henüz savcılık aşamasındayken kovuşturmaya yer yok kararı verilmişti.

Polisler Cengiz Çalış, Yavuz Özer, Aydın Özdere, Hasan Bayrakdar, Emre Taşkın, Can Koçbülbül ve Muzaffer Ünal savunmalarında “atılan taşlardan resmi araçların kaporta ve camları zarar gördüğü için, kalabalığı dağıtmak amacıyla havaya ateş açtıklarını” söyledi.

Ancak kararda da belirtildiği üzere kalabalık cop, kalkan ve biber gazıyla dağıtıldı.

“Ferhat’ı yerde de tekmelediler”

Polisler ayrıca “Gerçek’in arkadaşlarının müdahaleyi engellediğini” de ileri sürdü.

Gerçek ise savunmasında, yerde vurulmuş halde yatarken yanına gelen polisin “Bırakın gebersin” dediğini anlatmıştı.

Olay anında Gerçek’in yanında olan Bülent Kemal Yıldırım da polislerin kendilerine “Buradan ayrılın” dediğini, tehdit ettiğini ve Gerçek’i yerde yatarken tekmelediklerini anlattı:

“Ne yapıyorsun diye tepki gösterdik, bir polis bana ‘Seni de vururum’ dedi. Yaralının hastaneye götürülmesi için ısrar edince diğer polisler de gelip Ferhat’ı tekmelemeye başladı.”

Deliller kaybedildi

Adli Tıp, olay yerinden alınan kovanların ikisinin polis Can Koçbülbül’e, üçünün de polis Emre Taşkın’a ait olduğunu açıkladı.

Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi’nin 25 Aralık 2007 tarihli raporuna göre, polislerin tabancalarıyla kurşun örnekleri karşılaştırıldı ancak mermi örneğinde tanı için yeterli iz bulunamadığından inceleme yapılamadı. Bu nedenle Gerçek’i vuran kurşunun hangi polisin tabancasından çıktığı da belirlenemedi. Adli Tıp “Gerçek’in olay günü giydiği kıyafetlere ulaşılamadığını” yazdı. Bu sebeple de atış mesafesi ve yönü tespit edilemedi.

Ancak kıyafetler adli emanete alınmadan “kaybedilmişti.” Gerçek’in avukatları mahkemeden birçok kez “Gerçek'in tişörtünün kaybedilmesiyle ilgili araştırma açılması ve sorumlularla ilgili delil karartmadan suç duyurusunda bulunulmasını” talep etmiş, istekleri her seferinde reddedilmişti.

Adli Tıp bu bulgularla, Gerçek’in “seken kurşunla yaralandığı” sonucuna vardı.

Gülsuyu’nda vurularak öldürülen Hasan Ferit Gedik’in gömleği de halen kayıp. Gedik’in avukatları, olay günü hastaneye giren şüpheli iki kişinin giysileri çaldığını iddia ederek suç duyurusunda bulundu ancak hiçbir işlem yapılmadı.

Kaynak: Bianet

12 Ocak 2014 Pazar

Kadıköy’de Mahalleevi Açıldı

Caferağa Dayanışması tarafından Kadıköy’de işgal edilen terk edilmiş bir bina kamu yararına yürütülecek faaliyetler için “Mahalleevi” olarak kullanılacak.



Kadıköy’de ikinci işgal evi Hacı Şükrü sokakta açıldı. Caferağa Dayanışması tarafından açılan “Mahalleevi” kamuya açık, kamu yararına yürütülecek faaliyetler için kullanılacak.

Caferağa Dayanışması’nın facebook sayfasından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Bu ev hepimizin ortak evi olacaktır; mahalle meclisimizin, forumun ortak karar ve istekleri doğrultusunda hepimizi ilgilendiren meseleler için, bizler için ortak bir yaşam alanı oluşturmaktayız.

“Bilgilenmek, sorunları paylaşmak, çözümler üretmek, sokağımıza, mahallemize, kentimize ve dünyaya sahip çıkmak, bizim diyebilmek için ortaklıklarımızı üretebileceğimiz, deneyimine sahip olacağımız ve bilgisini üretebileceğimiz bir evimiz var artık.

“Mahalleevi, Caferağa Dayanışmasının ortak kamusal mekânıdır. 7’den 77’ye hepimizin olacak Mahalleevimiz’in temizlik, ilaçlama, tamirat ve tadilat işlerini hallederek mahallemize yakışan bir şekle sokacağız.

“Mahalleevimiz’in tamiratı, bakımı ve korunmasında destek olmak isteyen herkese kapı açıktır. Ve biz komşularımız olmadan eksik kalacağımızı biliyoruz bu nedenle de hepinizi bekliyoruz.”

Ekim ayında da Yeldeğirmeni Dayanışması tarafından 15 yıldır inşaat halinde duran bir bina işgal edilmişti.

Kaynak: Bianet

11 Ocak 2014 Cumartesi

"Sahte Delillerle Mahkumiyetlere Son Verilsin"

Aralarında radyocu Füsun Erdoğan'ın da olduğu MLKP davasından hapis cezası alanların aileleri yakınlarının özgür kalması için "Uydurma-Üretme Sahte Delillerle Mahkumiyetlere Son!" başlıklı imza kampanyası başlattı.

Aralarında bianet yazarı ve Özgür Radyo eski Genel Yayın Kordinatörü Füsun Erdoğan ile gazeteciler Bayram Namaz, Sedat Şenoğlu, İbrahim Çiçek, Ziya Ulusoy ve Arif Çelebi'nin de bulunduğu 29 sosyalistin yargılandığı Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) davasında hapis cezasına çarptırılanların aileleri  hukuksuz yargılama ve verilen cezalara karşı başlattıkları kampanya için TMMOB Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nde basın toplantısı düzenledi.

Toplantıda dava avukatlarından Özlem Gümüştaş ile müebbet hapse çarptırılan Arif Çelebi’nin ailesinden Abidin Çelebi ile Nimet Çelebi dava ve tutuklular hakkında bilgi verdi.

Ne olmuştu?

2006'daki "Gaye operasyonuyla" gözaltına alınıp tutuklanan gazeteciler için "Anayasal düzeni değiştirmek” suçlamasıyla 29 sosyalistin yargılandığı dava 4 Kasım’da sonuçlandı. Mahkeme Ali Hıdır Polat, Naci Güner, Ziya Ulusoy, Bayram Namaz, Arif Çelebi, İbrahim Çiçek ve Füsun Erdoğan’i müebbet hapis cezasına çarptırdı. Yedi kişinin her birine ayrıca, MLKP'nin yaptığı 155 eylemden dolayı yaklaşık 3 bin yıl hapis cezası verildi. Yine her birine 24'er yıl da hapis cezası verildi.  Verilen diğer cezaları buradan görebilirsiniz.

Kaynak: Bianet

* Haberin tamamına ulaşmak için tıklayın.

* “Uydurma-Üretme Sahte Delillerle Mahkumiyetlere Son!” kampanyasına buradan imza verebilirsiniz.

"Sadece Katledilenleri Değil Katledenleri de Unutturmayacağız"

Cumartesi Anneleri/İnsanları'nın 459. buluşmalarında Güçlükonak katliamı ve Metin Göktepe anıldı.


Cumartesi Anneleri/İnsanları'nın Galatasaray Meydanı’ndaki 459. buluşmalarında Güçlükonak katliamı ve Metin Göktepe anıldı.

Hacer Elçin’in okuduğu basın açıklamasında faili devlet olan bütün katliamlarda sorumluların hesap vermesi gerektiği belirtildi. Yargı ve medyanın görevini yapmadığı belirtildi.
 
“Yurttaş karşısında devletten yana taraf olan yargı adalet değil, adaletsizlik üretti” dendi.

“Güçlükonak’tan Roboski’ye devleti yöneten akıl değişmedi. Evlatlarımızı devletin gücüyle katledenlerin cezasız kalmaya devam etmesi bunun göstergesidir.

“Yalnız kaybedilen, katledilen evlatlarımızın eğil, kaybeden ve katledenlerin de unutulmaması için hakikate sahip çıkmaya devam edeceğiz.

“Hiç kimsenin hukukun üstünde olmadığı, kamu görevlilerine karşı suçlamaların evrensel hukuka uygun soruşturulduğu, yurttaşın devlet karşısında haklarının korunduğu, gerçek adaletin tesis edildiği bir yargı sistemi talep etmeye devam edeceğiz.”

Güçlükonak katliamı nasıl olmuştu?

12 Ocak 1996’da Güçlükonak ve Yatağan köylerine baskın yapan askerler, Abdulah İlhan, Ahmet Kaya, Ali Nas, Neytullah İlhan, Halit Kaya ve Ramazan Oruç’u gözaltına alarak Taşkonak Jandarma Taburuna götürerek işkence yaptı.

15 Ocak’ta taburdan Koçyurdu köyüne telefon ederek köy muhtarı ve aynı zamanda korucu olan Mehmet Öner’e gözaltına alınanların serbest bırakılacağı ve onları almak için minibüsle gelmeleri söylendi. Mehmet Öner köy korucuları Hamit Yılmaz, Abdülhalim Yılmaz ve Lokman Özdemir şoför Ramazan Nas’ın kullandığı minibüsle tabura gitti.

Tabura gelen dmrt korucu da öldürüldü. Öldürülen 10 kişinin bedeni koltuklara bağlanıp başlarına çuval geçirilerek jandarma kontrolündeki minibüsle yola çıktı.

Güvenliğinden Taşkonak Seyyar Jandarma Birliğinin sorumlu olduğu yol diğer araçların geçişine yasaklandı. Minibüs bir noktaya gelince aracın çindeki jandarmalar inerek uzaklaştı. Yolu kesen özel tim, minibüsü silahla taradu. Sonra atılan roketler sonucu minibüs ve içindekiler kömür haline geldi. Şoför de minibüsten uzaklaşırken taranarak öldürüldü.

16 Ocak’ta Genelkurmay Başkanlığı helikopterle Güçlükonak’a gazetecileri getirdi. Genelkurmay sözcüsü Albay Kalelioğlu olayın bir PKK eylemi olduğunu, PKK’nin Taşkonak Köyü’ne giden köylüler ve koruculara saldırdığını söyledi. Haber medyada “İşte PKK katliamı” şeklinde verildi.

Diyarbakır DGM’ye, OHAL Valiliği’ne, İçişleri Bakanlığı’na, Genelkurmay Başkanlığı’na defalarca suç duyurusunda bulunuldu. Ancak etkin soruşturma yerine suç duyurusunda bulunanlara dava açıldı.

Dava AİHM’e taşındı. Türkiye mahkum oldu.

Katliamdan 13 yıl sonra dönemin İnsan Haklarından Sorumlu Bakanı Adnan Ekmen “Olayı araştırınca arkasından devlet çıktı. PKK'nın değil JİTAM’in işiydi, söyleyemedik” dedi. 

Kaynak: Bianet

10 Ocak 2014 Cuma

255 Sanıklı Gezi Davasının İlk Celsesi Üç Hafta Sürecek

255 kişinin yargılandığı İstanbul Gezi Direnişi davasının ilk duruşmasının üç haftada görülmesi kararlaştırıldı. Avukat Eyüboğlu, iddianamenin de duruşmanın bu şekilde bölünmesinin de hukuka aykırı olduğu görüşünde.


Gezi direnişiyle ilgili 255 kişinin yargılanacağı davanın ilk duruşma tarihleri belli oldu. Buna göre 6 Mayıs’ta başlayacak duruşmalar 22 Mayıs’ta son bulacak. Pazartesi ve Cuma günleri ise duruşma yapılmayacak.

Sanık avukatlarından Meriç Eyüboğlu bianet’e yaptığı değerlendirmede kalabalık davalarda duruşmaların üç beş güne bölünebildiğini ama böyle bir duruma ilk kez şahit olduğunu söyledi.

Farklı tarihlerde farklı yerlerde ve farklı eylemler nedeniyle gözaltına alınan kişilerin tek bir iddianameye sokulduğunu dile getiren Avukat Eyüboğlu, böyle bir yargılama olamayacağını ve bu durumun en temel hukuk kurallarının hepsine aykırı olduğu görüşünü savunuyor.

“Absürt bir iddianame”

“Bu iddianamede Gezi sürecinde Haziran'dan Ağustos ayına kadar değişik tarihlerde değişik yerlerden gözaltına alınanlar var. Bu çok absürt bir durum. Nedendir bilinmez, iddianame 13 maddeye bölünmüş.

“Yargılanan arkadaşların bir bölümü 31 Mayıs ve 1 Haziran tarihinde Taksim'de gözaltına alınanlar. Bir bölümü 3 Haziran'da Beşiktaş'tan alınanlar. Bir bölümü 5 Haziran'da Başbakanlık Çalışma Ofisi'nin orada gözaltına alınanlar. Bir bölümü 16 Haziran'da gözaltına alınanlar. 4 Ağustos günü gözaltına alınanlar da var. Bunların hepsi toplu halde gözaltına alınanlar.

“Sonra iddianame tek tek isimlere dönüyor. Mesela bu dosyada yargılananlardan biri 3 Haziran'da tek başına gözaltına alınmış. Böyle bir iki kişi gözaltına alınanların sıralandığı bir bölüm var. Bunların hepsi de farklı tarihlerde farklı yerlerde gözaltına alınmışlar. Tek tek gözaltına alınanların hiçbiri eylem sırasında gözaltına alınanlar değil.

“Ramada Otel'de kendisilerini  hekim olarak tanıtan üç kişi de camide olduğu iddia edilen dört kişi de iddianamede yer alıyor.

“Doktorlara ‘suçluyu kayırma’ suçlaması”


“Camide gözaltına alınanlardan ikisi benim müvekkilim olan doktorlar. Diğer ikisi ise camide olduğu tespit edildiği ileri sürülen kişiler.

“İddianamede ‘Kanun dışı eylemlerde yaralanan eylemcilere temin edilen ilaçlarla yardımda bulundukları ve bu şekilde suç şüphesi altında olan şüphelileri kanuni takip yapacak merciiye bildirmedikleri gibi aksine şüphelileri kayırdıkları anlaşılmıştır’ deniliyor.

“Suçluyu kayırma diye geçiyor ama camide zor durumda olan insanlara yardımcı olmakla suçlanıyorlar. Bu çok dramatik bir şey.

“Keyfekeder bölmüşler”

“Burada suç olduğunu sanmıyorum ama suç varsa bile ayrı iddianamelere konması gerekir.

“Öte yandan bazıları gözaltına alındığı için polisçe ifadeleri alınmış, bazıları ise gözaltı işlemi de yapılmadığı için ifade verememiş durumdalar.

“Gezi'nin üç savcısından biri İsa Dalgıç elinde bulunan 10 ayrı klasörü birleştirip tek iddianame yapmış. 55. Asliye Ceza Mahkemesi de 25 Aralık'ta bu iddianameyi kabul etti.

“Bugün duruşma günü belirlendi. Çok kişinin yargılandığı duruşmaları üç beş güne bölüyorlar. Bunlar ise duruşmaları 3 haftaya bölmüşler ve pazartesi ile cuma günlerine duruşma koymamışlar. Yani 6 Mayıs'ta başlayacak duruşmalar 22 Mayıs'a kadar devam edecek.

“Camide bulunarak tıbbi yardım vermekle suçlanan iki müvekkilimiz ise iki ayrı güne düşmüş durumda. Yani insanları iddianame içinde gruplandırdıkları şekilde de ayırmamışlar. Tamamen keyfekeder şekilde günlere bölmüşler.

“Aynı dosyada yargılananlar sadece kendisiyle ilgili işlemleri değil, diğerlerinin nasıl ifade verdiklerini, dinlenen tanıkları, şikayetçileri de dinleme hakkına sahipler.

“Bu dosyayı hakkıyla takip etmek isteyen avukatlar, gazeteciler üç hafta boyunca her gün duruşmaya gitmek zorunda kalacaklar.”

Kaynak: Bianet

Erkekler 2013'te 214 Kadın Öldürdü

Erkekler 2013’te 214 kadın ve 10 çocuğu öldürdü, 167 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti/tecavüz girişiminde bulundu. Kadınlar en çok kocalarından şiddet gördü, yüzde 15’i boşanmak istedikleri için öldürüldü.

BU HABERİN UZANTILARI
Erkek Şiddetinin 2013 Grafiği
2010-2013 Erkek Şiddeti Çeteleleri ve Düşündürdükleri

Erkekler 2013’te 214 kadın ve 10 çocuğu öldürdü, 167 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti/tecavüz girişiminde bulundu, 241 kadın ve kız çocuğuna şiddet uyguladı, 161 kadın ve kız çocuğuna cinsel tacizde bulundu.

2013’te her 10 kadından biri şiddet gördüğü için kolluk kuvvetlerine, mülki amirlere ve savcılara defalarca şikayette bulunmasına ya da koruma tedbir kararı çıkartmasına rağmen ağır yaralandı.

Kadınlar en çok kocalarından şiddet gördü, yüzde 15’i boşanmak istedikleri için öldürüldü.
Tecavüzcülerin ise yüzde 52’si tanıdıkları erkeklerdi. Tecavüz vakalarının yüzde 36’sı kadınların evlerinde gerçekleşti.

Cinayet


Erkekler 2013’te 214 kadın ve 10 çocuğu öldürdü.

Kadınların yüzde 13,5’i şiddet gördükleri için şikayetçi olduğu ya da koruma tedbir kararı çıkarttığı halde öldürüldü: Öldürülen 13 kadının katilleri hakkında tedbir kararı sürüyordu; dört kadının katilleri hakkındaki koruma tedbir kararları cinayetin hemen öncesinde sona ermişti; 12 kadın ise katilleri hakkında defalarca şikayette bulunmuş ancak talepleri cevapsız kalmıştı.

Ayrıca dört erkek şiddet suçundan yattıkları cezaevinden izinli ya da denetimli serbestlik kapsamında çıkarak ya da tahliye edildikten hemen sonra cinayet işledi.

Kadınların yüzde 15’i boşanmak istedikleri için öldürüldü: boşanmak isteyen 32 kadın öldürüldü, 19 kadın şiddet gördü.

Kadınların yüzde 54’ü kocaları veya eski kocaları, yüzde 12’si sevgilileri, yüzde 18’i akrabası olan erkekler tarafından öldürüldü: 104 kadını kocaları, 12’sini eski kocaları, 25’ini sevgilileri, altısı eski sevgilileri, 10’u babaları, dokuzu damatları, 18’i akrabası olan diğer erkekler (kayın peder, dünür, ağabey, kardeş vs.), üçü birliktelik teklifini reddettiği erkekler, biri aile kararı, dördü arkadaşları, dördü nişanlısı, üçü tacizcisi, üçü hırsızlar, üçü tanımadığı erkekler, ikisi komşuları, ikisi kan davalı olduğu ailelerin erkekleri tarafından öldürüldü. Bir kadının ailesi, eski kocasının sevgilisini öldürdü. Dört kadının katilleri ise haber yayınlandığı tarihte kesinleşmemişti. (İkisinin birlikte yaşadığı ve cinayetten sonra ortadan kaybolan erkeklerden şüpheleniliyordu, iki trans kadının ise failleri hala meçhul).

Kadınların yüzde 54’ü ateşli silahlarla, yüzde 30’u bıçakla öldürüldü: 116 kadın ateşli silahlarla, 65 kadın bıçakla, 16 kadın boğularak, dokuz kadın darp edilerek, dördü işkenceyle, ikisi balkondan düşerek, biri yakılarak öldürüldü. İki kadının öldürülme şekli haberlerde yer almadı.

Cinayetlerin yüzde 10,7’sinde katiller intihar etti; yüzde 10,7’sinde katiller kolluk güçlerine teslim oldu: 23 erkek cinayetin ardından intihar etti; yedisi intihara teşebbüs etti; 23’ü cinayetin ardından kolluk kuvvetlerine teslim oldu.

Cinayetlerin dörtte biri Marmara, beşte biri Ege bölgelerinde yaşandı. Kadın katlinin en çok yaşandığı iller sırasıyla İstanbul (29), İzmir (18), Antalya (12), Ankara (9), Diyarbakır (9) ve Antep (9): 214 cinayet vakasının yüzde 25’i Marmara Bölgesi’nde, yüzde 20’si Ege, yüzde 15’i Akdeniz yüzde 13’ü Güneydoğu Anadolu, yüzde 11’i İç Anadolu, yüzde 8’i Karadeniz ve yüzde 8’i Doğu Anadolu bölgelerinde gerçekleşti.

Tecavüz


Erkekler 2013’te 167 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti/tecavüz girişiminde bulundu.

Kadınların yüzde 52’si tanıdıkları erkeklerce tecavüze uğradı: 22 kadına arkadaşları, 17 kadına akrabaları, 10 kadına iş dolayısıyla tanıdıkları erkekler, yedisine eski kocaları, yedisine eski sevgilileri, yedisine komşuları, altısına kocaları, üçüne doktorları, üçüne annelerinin ya da kızlarının sevgilileri, ikisine öğretmenleri tecavüz etti. Üç kadın tecavüze uğradıktan sonra fuhşa zorlandı.

Tecavüzlerin yüzde 36’sı kadınların evlerinde, yüzde 26’sı sokakta, yüzde 23’ü kadınların alıkonulduğu mekanlarda yaşandı: Erkekler 60 kadına evlerinde, 43 kadına sokakta, 38 kadına alıkonuldukları mekanlarda, 10 kadına zorla bindikleri araçta, 9 kadına kuaför, otel, muayenehane gibi hizmet alınan mekanlarda, dördüne işyerinde, ikisine okulda, birine asansörde tecavüz etti.

Tecavüzlerin yüzde 31’i Marmara, yüzde 23’ü Karadeniz’de gerçekleşti: 167 tecavüz vakasının yüzde 15’i Akdeniz, yüzde 14’ü Ege, yüzde 8i, Doğu Anadolu, yüzde 6’sı İç Anadolu, yüzde 3’ü Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşandı. En çok tecavüz vakası yaşanan iller İstanbul (31), Samsun (16) ve Antalya (11) oldu.

Şiddet – yaralama



Erkekler 2013’te 241 kadın ve kız çocuğuna şiddet uyguladı. Kadınların yüzde 8’i boşanmak istedikleri için ağır yaralandı.

Kadınların yüzde 10’u 6284 nolu yasa kapsamında yasal girişimlerde bulunduğu halde ağır yaralandı: Kadınlardan 16’sı koruma tedbir kararı çıkartmalarına ya da sığınmaevine yerleştirilmelerine rağmen, altısı kolluk kuvvetlerine, mülki amirlere ve savcılara defalarca şikayette bulunmalarına rağmen ağır yaralandı.

Bir erkek şiddet uyguladığı için dört ay kaldığı cezaevinden çıkar çıkmaz karısını yaraladı. Bir erkek bir ay içinde karısını dört kez darp etmesine, bir erkek öldürmeye teşebbüs ettiği halde ifadeleri alınıp serbest bırakıldı.

Kadınların yüzde 52’si kocalarından şiddet gördü: 126 kadını kocaları, 32 kadını akrabaları, 26 kadını eski kocaları, 19 kadını sevgilileri veya eski sevgilileri, ikisini komşuları, üçünü birliktelik teklifini reddettiği erkekler, üçünü arkadaşları, 30’unu tanımadıkları erkekler yaraladı.

Erkek şiddeti vakalarının 59’u darp ederek, yüzde 27’si bıçakla, yüzde 9’u silahla işlendi: 
Diğer yüzde 5’lik kısım balkondan atma, boğma, işkence, arabayla ezme ve yakma şeklinde.

Erkek şiddetinin en çok yaşandığı bölge Marmara, il ise Kocaeli oldu: 2013’te yaşanan erkek şiddeti vakalarının yüzde 33’ü Marmara, yüzde 17’si Akdeniz, yüzde 15’i Karadeniz, yüzde 13’ü İç Anadolu, yüzde 12’si Ege, yüzde 7’si Güneydoğu Anadolu, yüzde 3’ü Doğu Anadolu’da yaşandı.

Taciz

Erkekler 2013’te 161 kadın ve kız çocuğuna cinsel tacizde bulundu.

Kadınlar ve kız çocuklarının yüzde 64’ü tanıdıkları, yüzde 36’sı tanımadıkları erkeklerce taciz edildi. Tacizcilerin yüzde 23’ünü öğretmenler, yüzde 9’unu kendini din insanı olarak tanıtan kişiler oluşturdu: 37 kadın ve kız çocuğu öğretmenlerinin, 14’ü kendini din insanı olarak tanıtan kişilerin, 12’si okul çalışanlarının, 11’i polislerin, 10’u iş arkadaşlarının, beşi eski koca ve eski sevgililerinin, beşi akrabalarının, üçü komşularının, üçü sağlık çalışanlarının, ikisi arkadaşlarının, biri tecavüzcüsünün tacizine uğradı.

Taciz vakalarının yüzde 39’u sokakta, yüzde 32’si okulda, yüzde 7’si evde, yüzde 6’sı telefon ve internet aracılığıyla gerçekleşti: Diğer taciz olayları işyeri toplu taşıma, karakol gibi mekanlarda yaşandı.

En çok tacizin yaşandığı bölge Marmara, il ise İstanbul ve Antep oldu: 161 taciz vakasının yüzde 36’sı Marmara, yüzde 14’ü İç Anadolu, yüzde 12’si Karadeniz, yüzde 12’si Güneydoğu Anadolu, yüzde 10’u Ege, yüzde 9’u Akdeniz, yüzde 1’i Doğu Anadolu’da, yüzde 6’sı ise iletişim araçlarıyla gerçekleşti.

Bölgelere göre


2013’te 71 ilde 783 erkek şiddeti, cinayet, cinayete teşebbüs, taciz, cinsel şiddet, tecavüz ve yaralama vakası basına yansıdı.

Erkek şiddeti en çok İstanbul (131), Kocaeli (52), Adana (45), İzmir (44) ve Konya’da (35) yaşandı.

783 vakanın yüzde 31’i Marmara, yüzde 15’i Ege, yüzde 15’i Akdeniz, yüzde 14’ü Karadeniz, yüzde 11’i İç Anadolu, yüzde 9’u Güneydoğu Anadolu, yüzde 5’i ise Doğu Anadolu’da yaşandı.

Kaynak: Bianet

9 Ocak 2014 Perşembe

Yazılama Yapan 13 Yaşındaki Çocuk 301’den Yargılansın!

Yola yazı yazdığı için altı yıla kadar hapsi istenen 13 yaşındaki çocuk hakkında duruşmaya zorla getirme kararı çıktı. Polisin Çocuk Şube’ye yazdığı raporda ise “bu suçun TCK 301. madde kapsamına girdiği” ileri sürüldü.


Çanakkale’deki İnönü Caddesi’nde Gezi direnişine destek yürüyüşü sırasında yola “Hükümet istifa”, “Faşizme ölüm” yazarak duvarı kirletmekle suçlanan 13 yaşındaki çocuğa, 21 Ocak’taki ikinci duruşmaya katılma zorunluluğu getirildi.

Çocuk, Türk Ceza Kanunu’nun 152/1. maddesi uyarınca, “Kamu kurum ve kuruluşlarına ait, kamu hizmetine tahsis edilmiş veya kamunun yararlanmasına ayrılmış yer, bina, tesis veya diğer eşya hakkında, mala zarar verme” suçundan yargılanıyor.

Çanakkale 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde açılan davada, hakkında 2-6 yıl arası hapis cezası isteniyor.

İl Emniyet Müdür Yardımcısı T.G., “yazılama olayı hakkında” başlıklı raporunda Çocuk Şube Müdürlüğü’ne şunları yazdı:

“Olayın, 5237 Sayılı TCK’nin ‘Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama’ başlıklı 301. maddesi kapsamına girdiği değerlendirildiğinden, konunun adli makamlarla paylaşılması hususunu…”

“Faşizmin ne olduğunu bilmem”

Sanık çocuk, 4 Temmuz 2013’da savcılıkta verdiği ifadesinde şunları söyledi:

“3 Haziran’daki kalabalık yürüyüşe katıldım, bir ara yazı yazanlardan bitmek üzere olan bir sprey boyayı aldım. Slogan atanlardan duyduklarımı yazdım. Tam olarak ne yazdığımı da hatırlamıyorum.”

“Duvara yazı yazmadım, yolun üzerine yazdım. Kimse bana ‘Şöyle yaz, şunu yaz’ diye bir şey söylemedi.”

“Ben faşizmin ne olduğunu da bilmem.”

“Adli Tıp bizi bağlamaz”

Adli Tıp Şube Müdürlüğü, Savcı Ozan Kaya’ya sunduğu raporda, çocuğun cezai ehliyeti olmadığını yazdı:

“İşlediği fiilin hukuki anlamını ve sonuçlarını algılayıp davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olduğu, farik ve mümeyyiz olmadığı kanaatine varılmıştır.”

Ancak Savcı Kaya, iddianamede bu raporla ilgili şunları yazdı:

“Doktor raporuna göre, işlediği suçun anlam ve sonuçlarını kavrayamayacağının belirtildiği, fakat yeni ceza kanunu sisteminde bu konuda karar verme yetkisinin, yargılamayı yapan mahkemeye ait olması nedeniyle raporun bağlayıcı olmadığı, mevcut deliller karşısında atılı suçtan kamu davasının açılmasına yeterli şüphe elde edildiği anlaşılmakta…”

“Zorla” getirilecek

Davanın ilk duruşması 27 Kasım’da görüldü. Çocuk ilk duruşmaya katılmadı.

Çanakkale 1. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi Dilek Özben Buluç, çocuğun bir sonraki duruşmaya zorla getirilmesine karar verdi.

21 Ocak’taki duruşmada Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü'ne bağlı bir bilirkişi de bulunacak.

Kaynak: Bianet

Roboski’ye Takipsizlik, Ferhat Encü’ye Dava

Roboski katliamında yakınlarını kaybeden Ferhat Encü’ye jandarmaya hakaret ettiği gerekçesiyle dört yıla varan hapis istemiyle dava açıldı. Encü, “Hak, hukuk tanımayan mahkemeyi biz de tanımayız” diyor.

Roboski katliamında 11 akrabasını kaybeden Ferhat Encü’ye “jandarmaya hakaret ettiği” gerekçesiyle dava açıldı.

Encü bianet’e yaptığı açıklamada, Roboski katliamını soruşturmasında takipsizlik kararı çıkarken Roboskililere dava açılmasına tepki gösterdi:

“Adliyeye gitmeyeceğim, duruşmalara katılmayacağım. Hak, hukuk gözetmeyen yargıyı da biz tanımıyoruz. Katliamı değil bizi soruşturuyorlar.”

Dört yıla varan hapis

Savcı Hasan Serdar Çelikbilek’in hazırladığı iddianamede, Encü’nün kendisini yolda durduran jandarmalara “Sana ne”, “Sizden nefret ediyoruz” şeklinde hakaret ettiği ileri sürülüyor.

Encü’nün Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 261/1. maddesi uyarınca “Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit” ve 125/3. maddesindeki “kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret” suçlamasıyla dört yıla varan hapis istemiyle yargılanıyor.

Savcı Çelikbilek, “görevi yaptırmamak için direnme” suçundan soruşturulan Mazlum Encü için de kovuşturmaya yer yok kararı verdi.

Altı kez “sehven” gözaltı

Şırnak'ın Uludere ilçesindeki Ortasu/Roboski ve Gülyazı/Bujeh köylerinden, 28'i aynı aileden 34 kişi savaş uçaklarının bombardımanıyla 28 Aralık 2011'de öldürüldü.

Ferhat Encü, Roboski katliamından 16 Ağustos 2012’ye dek aynı suçlamayla altı kez gözaltına alınıp bırakıldı.

Altıncı kez “sehven oldu” denilerek bırakılınca tazminat davası istemiyle mahkemeye başvurdu. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi, "hakkında soruşturma olduğu" gerekçesiyle talebini reddederek, Encü'nin tekrar gözaltına alınmasının yolunu açtı.

Encü o dönem de bianet’e konuşmuş, “Adalet arayışım rahatsız etti” demişti.

Encü hakkında soruşturmalar açılırken, Genelkurmay Askeri Savcılığı, 7 Ocak’ta Roboski katliamıyla ilgili takipsizlik kararı verdi.

Kovuşturmaya yer yok kararında, “TSK personelinin kendilerine verilen görev gereklerini yerine getirdiklerini, görevi yerine getirirken kaçınılmaz hataya düştükleri dolayısıyla eylemleri hakkında kamu davası açılmasını gerektiren sebep bulunmadığının anlaşıldığı” ifade edildi.

* Roboski katliamıyla ilgili kronolojiye ve hukuki süreçle ilgili bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.

Kaynak: Bianet

8 Ocak 2014 Çarşamba

Maltepe Cezaevi’ndeki Çocuklar Hastaneye Sevk Edilmiyor

Sincan’da darp edildikten sonra Maltepe’ye sevk edilen dört çocuk, vücutlarındaki darp izlerine rağmen hastaneye sevk edilmiyor. Çocukların koğuşa geçme isteği ise kabul edildi.

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi Genel Sekreteri Güçlü Sevimli, Maltepe Cezaevi’ne sevk edilen dört tutuklu çocuk ile Pazartesi günü ve bugün tekrar görüştüklerini söyledi ve son durumlarını anlattı.

Avukat Sevimli, genel sağlık durumlarının, ilk geldikleri güne oranlar daha iyi olduğunu da ekledi.

Tek kişilik hücrede tutuldukları, doktora götürülmedikleri ve içme suyuna bile ulaşamadıkları için açlık grevi kararı alan çocuklar, koğuşlara sevk edildi. Çocuklar açlık grevi kararlarından da vazgeçtiler.

Sincan Cezaevi’nde ağır şekilde darp edilip Maltepe’ye sürülen çocuklar ring aracında da dövülmüş ve kötü muameleye uğramıştı.

Maltepe Cezaevi’nde de tek kişilik hücrelerde tutuldular, girişte çıplak aramaya maruz kaldılar ve musluk suyu içmek zorunda bırakıldılar.

Adli mahpuslarla kalıyorlar

ÇHD’nin ilk raporuna göre, darp izleri gözle görünür şekilde belli olan çocuklar, halen tüm taleplerine rağmen hastaneye sevk edilmiyor. Sadece hapishanedeki revir doktoruna muayene olabildiler.

Dört çocuk, ikişerli olarak adli mahpusların kaldığı koğuşlara sevk edildi. Bunun üzerine açlık grevi yapmama kararı aldılar.

Çocuklar siyasi tutuklu ancak Maltepe Cezaevi’nde siyasilerin kaldığı bir koğuş olmadığı için adli mahpuslarla yan yana kalıyorlar.

Pozantı’dan gelenler de var

Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği'nden (CİSST) Zafer Kıraç’ın bianet’e verdiği bilgilere göre, Ankara Sincan’da darp edilen 12 çocuğun dördü İstanbul Maltepe Cezaevi’ne, üçü İzmir Şakran Cezaevi’ne gönderildi. Biri tahliye edildi, dördü Ankara Sincan’da kaldı.

“Yaşları 15-17 arasındaki, hepsi tutuklu 11 çocuğun çoğu son dönemde Hakkari ve Mardin’de tutuklanarak Sincan’a gönderildi, aralarında Pozantı’dan gelenler de var. Hepsi tutuklu, hiçbiri hükümlü değil.”

Kıraç, cezaevlerinde bugün itibarıyla bulunan 1978 çocuktan 1554'ünün tutuklu olduğuna ekledi.

Kaynak: Bianet

7 Ocak 2014 Salı

Roboskî Katliamına Takipsizlik; Karara STK'lar Tepkili

Askeri savcılık Roboski katliamı soruşturmasında takipsizlik kararı verdi. Avukat Elçi: "Olayda sorumluluğu olan kurumun bünyesindeki askeri savcılığın soruşturmayı tarafsız ve adil yürütemeyeceğini söylemiştik.



Genelkurmay Askeri Savcılığı, Roboski katliamıyla ilgili takipsizlik kararı verdi.

Katliamda aile fertlerini kaybeden Roboskili Ferhat Encü, bianet’e yaptığı açıklamada “Sözün bittiği yerdeyiz” dedi.

Diyarbakır Barosu Başkanı, Roboskili ailelerin avukatı Tahir Elçi de kararın henüz kendilerine tebliğ edilmediğini, ancak “böyle bir kararın hukuka aykırı ve kabul edilemez olduğunu” söyledi.

Elçi, “Böyle bir karar bizim için sürpriz olmaz. Olayda sorumluluğu bulunan kurumun bünyesinde yer alan askeri savcılık tarafından, soruşturmanın objektif tarafsız ve adil yürütülemeyeceğini söylemiştik” diye konuştu.

"Görevlerini yaptılar"

Soruşturmada şüpheli askerler İlhan Bölük, Yıldırım Güvenç, Aygün Eker, Halil Erkek ve Ali Rıza Kuğu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi:


6 Ocak 2014 Pazartesi

Deri Ekolojik Bir Ürün Değildir!

Türkiye'deki "Organize Deri Sanayi Bölgeleri"nin insana ve doğaya verdiği zararların haritası!


Haritayı buradan inceleyebilirsiniz.

Kullandığınız, giydiğiniz derilerin ekolojik olduğunu mu düşünüyorsunuz? Öyleyse bu yazıyı mutlaka okuyun ve haritayı inceleyin! 

Deriler ve kürkler tabaklanırken envayi çeşit kimyasallar kullanılır. Bu zehirli kimyasalları soluyan işçiler kanser olur. Deri fabrikasına bir kez gidenler, kokudan duramaz ve hemen oradan ayrılmak ister! Bu fabrikalarda kopuk parmaklı deri işçileri sıradan bir olaydır ve işçilerin yüzünden kimyasalı görebilirsiniz! 

Bu listeyi oluştururken özellikle organize sanayi bölgelerini almak istedik, yoksa Türkiye'de yüzlerce deri fabrikası var. Listedeki bütün organize deri sanayi bölgelerinin kıyı kenarlarında ya da nehir yakınlarında olduğunu göreceksiniz. Bunun sebebi, kimyasal atıkların doğrudan denize, nehirlere, göllere atılmasıdır! Bu kimyasallar yüzden suyun içinde yaşayan bütün deniz canlıları ve sudan beslenen diğer bütün hayvanlar zehirlenerek ölür! Balıklar sudaki kimyasaldan kurtulmak için, kendilerini dışarı atmaya çalışır! Tarımda kullanılan bu sular yüzünden bölge halkı da zehirlenerek kanser olur! (Kanser oranları raporlarını lütfen okuyunuz)

Deri ve kürk sanayisi hayvanlar için katliam, işçiler ve bölge insanları için kanser; nehirler, dereler ve denizler için ekolojik yıkım demektir!

Not 1: İstanbul'da bu yıl 8. düzenlenen İstanbul Deri Fuarı Raporu'na göre bu yıl Fuar'a 64 ülke, 12,743 ziyaretçi katıldı. Fuara katılan firmaların en başında kimya şirketlerinin olması ise çok manidar! Fuar'la ilgili çarpıcı bilgileri buradan okuyabilirsiniz: 

Not 2: İstanbul Deri Fuarı (İDF) yıllardır çevre ve hayvan aktivistleri tarafından aralıksız protesto ediliyor.

6. İDF: http://www.youtube.com/watch?v=ewWgWr9mHSM
7. İDF: http://www.youtube.com/watch?v=6ZAL9XLnnAc
8. İDF: http://www.youtube.com/watch?v=Uc5CWF9nJFY

Not 3: Bu fuarın bu kadar ilgi çekmesinin tek nedeniyse, Avrupa'da ekolojik felaketler yüzünden kapatılan deri firmaları geliyor. Avrupa'da yıllardan beri yapılan eylemler, insanların isyanları, devletlerin biraz olsun politikasını değiştirmeye neden oldu. Ancak fabrikalar kapatılsa da insanların deri ya da kürk fetişi son bulmadı! Kendi ülkelerinde belki dereler kirlenmiyor ama ihracat edilen ürünlerle başka toprakların kirlenmesine neden oluyorlar!

Özetle yeryüzünün bir bütün olduğunu anlayamayan devletler katletmeye devam ediyor!

Kirliliğin resmi!