31 Ekim 2011 Pazartesi

Kadın Mahkumlara Tecavüz Muayenesi

Adalet Bakanlığı, depremden sonra Van'da kadın tutukluların tecavüze uğradığı iddiasını yalanlarken; Keskin ve Yurtsever, kadınların rızası olmadan tecavüz muayenesinden geçirilmesinin hukuka aykırı olduğunu söylüyor.

Kadın hakları savunucuları, depremin ardından Van M Tipi Cezaevi'nde bulunan erkeklerin, kadın tutuklulara taciz ve tecavüz ettiği iddiasıyla başlatılan soruşturmanın ardından Adalet Bakanlığı'nın yaptığı açıklamaya ve kadınların Adli Tıp'a götürülerek tecavüz muayenesinden geçirilmesine tepkili. Kadınların muayene için rızası olup olmadığının belirlenmesi ve tekrar soruşturma başlatılması gerektiğini söylüyorlar.

Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuk Bürosu'ndan avukat Leman Yurtsever uygulamanın hukuka aykırı olduğunu, kadınların rızasıyla yapılıp yapılmadığının belirlenmesi gerektiğini belirtti. Yurtsever, "Bakanlığın açıklamasına göre kadınlar tecavüz iddialarını doğrulamıyor. O zaman neden tecavüz muayenesi uygulamasına gerek duyuyorlar? Ben o kadınlardan hiçbirinin rızasıyla gittiğini düşünmüyorum. Bakanlığın açıklamasından da bu anlaşılıyor.

"Bu, insan haklarına da, kadın haklarına da, hukuka da aykırı bir yöntemdir. Kadınlar hem bu iddialarla, hem de Adalet Bakanlığı'nın soruşturma yöntemiyle aşağılanıyor. Kadınların böyle bir talebi olsa bunu avukatlarına söylerlerdi" diye konuştu.

Avukat Eren Keskin de, "kadının kendi talebi olmadan herhangi bir kontrole tabi tutulmasını uygun bulmadıklarını" açıkladı ve en kısa zamanda Van'a giderek konuyla ilgili bir çalışma başlatacaklarını söyledi.

Cinsel Şiddete Karşı Kadın Platformu ise yaptığı yazılı basın açıklamasıyla "Adalet Bakanlığı'nın açıklamasının yeterli olmadığını ve Van cezaevi ile ilgili ikinci bir soruşturmanın kadın örgütlerinin işbirliğinde başlatılması gerektiğini" ifade etti.

Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

"Sadece devletin savcılarından oluşan bir heyetin bu incelemeyi yapmasını ne samimi ne de yeterli buluyoruz. Bu heyette kadın örgütlerinden, doğrudan doğruya şiddet alanında çalışan kadınlardan kimse olmadıkça da şüphelerimiz sürecek. Bir kadın uğradığı cinsel şiddeti devletin makamlarına söylemeyebilir, bulunduğu korkunç yıkım icinde bunu öne çıkarmayı tercih etmeyebilir veya aldığı tehditler yüzünden susmak zorunda da kalabilir."

Ne olmuştu?

Haberin basına yansımasının ardından konuyla ilgili bir soruşturma başlatılmış, Erzurum Cumhuriyet Savcılığı ve Adalet Bakanlığı iddiaları yalanlamıştı.

Adalet Bakanlığı, açıklamasında "Müessif deprem hadisesinin ardından, Van M Tipi Cezaevi'nde kadın tutuklu ve hükümlülerden bazılarına taciz ve tecavüzde bulunulduğu iddiaları, Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı'nca incelenmiştir. Alınan ifadelerde, kadın tutuklu ve hükümlülerden hiçbirisi taciz ve tecavüz iddialarını doğrulamamış ve yapılan Adlî Tıp muayenelerinde de tecavüz ve taciz bulgusuna rastlanılmamıştır" demişti.

Kaynak: Bianet

Savcı, Ersanlı ve Zarakolu'nun Tutuklanmasını İstedi

Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve yazar Ragıp Zarakolu'nun da aralarında bulunduğu 47 kişi tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi.

28 ve 29 Ekim'de Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) operasyonu kapsamında gözaltına alınan Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve yayıncı Ragıp Zarakolu tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edildi.

KCK'ya yönelik geçtiğimiz hafta düzenlenen ikinci dalga operasyonda Ersanlı ve Zarakolu'nun da aralarında bulunduğu 50 kişi gözaltına alınmıştı. Emniyet'teki sorgularının ardından bu sabah İstanbul Adliyesi'ne getirililen 50 kişiden 47'si savcının tutuklama talebiyle nöbetçi mahkemeye sevkedildi. Üç kişi ise serbest kaldı. Sebest kalanlar: İhsan Eliaçık, Didem Arda ve Osman Aslan.

Büşra Ersanlı'nın avukatı Züleyha Gülüm, nöbetçi mahkemeden sonucun bu gece sabaha karşı 3.00 sularında çıkacağını söyledi.

Kaynak: Bianet

Veganlar Yarın Buluşuyor


1 Kasım Dünya Vegan Günü, 1994 yılından beri dünya çapında veganlar ve vejetaryenler tarafından kutlanmakta. Yarın, Dünya Vegan Günü’nün İstanbul ayağı da bir dizi etkinlikle anlam kazanacak. Vegan Kolektif, vegan, vejetaryen, türcülük karşıtı, ekolojik yaşamı savunan herkesi yarın, 1 Kasım Dünya Vegan Günü’nde Yeşil Ev’de buluşmaya davet ediyor.Etkinlik yarın 18:00 itibariyle İstanbul Beyoğlu Yeşil Ev adresinde.

Program ise şöyle:

18:00-18:30 / Yemek: Vegan Mutfaktan Bilindik ve Sürpriz Lezzetler

18:30-19:15 / Belgesel Gösterim: The Witness (Tanık)
The Witness‘ın konusu, hayvanları sadece beslenmek için bir gıda olarak gören Brooklynli bir inşaat müteahhitinin bir kediyle olan arkadaşlığından, et yemezliğe, oradan da New York sokaklarında minibüsünün içine yerleştirdiği televizyon ile gezerek başlattığı bireysel kürk karşıtı aktivizme uzanan farkındalık ve değişiminin öyküsü.

19:15-19:30 / Tatlı-Çay Arası

19:30-21-00 / Forum

Forum, aşağıdaki başlıklar ve konuklar çerçevesinde gerçekleşecek:

- Konvansiyonel Hayvancılık ve Ekolojik Tahribat  
vegankedi.com yazarı Yasemin Yıldız Avdan

- ırkçılık=türcülük=cinsiyetçilik
 
Atalay Göçer

- Her Derde Deva: Vegan Olmak-Ya Da Olmamak İşte Bütün Mesele Bu  
Alternatif Tıp Okulu “Heilpraktikschule in Selbstverwaltung” mezunu, Loving Hut İstanbul Vegan Restoranı sahibi ve başaşçısı Gizem Schwabe

- Galaksinin Vegan Rehberi 
veganizm.blogspot.com yazarı/rehber Nükhet Everi

- Vegan Aktivizm 
Burak Özgüner

Yeşil Ev Adres: Balo Sok. İstiklal Cad. No: 21/1 Beyoğlu

30 Ekim 2011 Pazar

YÖK 30. Yılında Ankara'da Protesto Edildi

YÖK, kuruluşunun 30'uncu yılında da öğrenciler tarafından protesto edildi. Ankara'da gerçekleştirilen eylemde, 12 Eylül darbesinin ürünü olan YÖK'ün kaldırılması talep edildi.

30 yıl önce, 6 Kasım 1981 yılında 12 Eylül darbecileri tarafından kurulan Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK), bu yılda öğrenciler tarafından protesto edildi. Genç-Sen, Halkların Demokratik Kongresi Gençliği ve TÜM-İGD'nin düzenlediği eyleme Ankara'nın çeşitli üniversitelerinden yüzlerce öğrenci katıldı. Ankara Kolej Meydanı'nda saat 12.00'de biraraya gelen öğrenciler, "YÖK'e ve YÖK düzenine başkaldırıyoruz" pankartı arkasında Sakarya Meydanı'na yürüdü.

Bu yıl 6 Kasım Kurban Bayramı'na denk gelmesi nedeniyle eylem bir hafta önce yapıldı. Yürüyüş boyunca sık sık "YÖK kalkacak, polis gidecek üniversiteler bizimle özgürleşecek", "Eşit, Parasız, Bilimsel, Anadilde eğitim" sloganlarını atan öğrenciler yürüyüşün ardından Sakarya Meydanı'nda basın açıklaması gerçekleştirdi.

Eylemi örgütleyen kurumlar adına yapılan ortak açıklamada, YÖK'ün 12 Eylül askeri darbesinin bir ürünü olduğu ve kurulduğu günden beri üniversitelerin üzerinde "Demokles'in Kılıcı" gibi sallandığı söylendi. YÖK'ün eğitim sistemini paralı hale getiren bir kurum olduğunu söyleyen öğrenciler, her yıl harçlara yapılan zamlarla emekçi çocuklarının üniversitelere girmesinin zorlaştırıldığını vurgulandı. Eğitimin paralı, baskıcı, ırkçı ve cinsiyetçi bir hale getirilmesine karşı çıkanların ise tutuklamalar ve soruşturmalarla yıldırılmaya çalışıldığını belirten öğrenciler, YÖK'ü yıkana kadar, YÖK ile hesaplaşmaya devam edeceklerini vurgulayarak açıklamayı sonlandırdı.

Açıklamanın ardından öğrencilerin yürüttüğü mücadelede ve eylemlerde sürekli yanlarında olan araştırmacı-yazar Temel Demirer söz aldı. Konuşmasına, eylem nedeniyle Sakarya Meydanı'nda bulunan yüzlerce çevik kuvvet polisine dikkat çekerek başlayan Demirer, bu kadar fazla sayıda polisin alanda bulunmasının YÖK'e, AKP'ye ve emperyalizme karşı mücadele yürüten gençlerden, devletin ne kadar çok korktuğunun bir göstergesi olduğunu belirtti. Şili'de öğrencilerin yaptığı eylemleri örnek gösteren Demirer, Türkiye'nin de yakında Şili'ye döneceğinden emin olduğunu vurgulayarak sözlerini sonlandırdı.

Öğrenciler, Temel Demirer'in konuşmasından sonra halaylarla, türkülerle eylemlerini sonlandırdı.

Kaynak: Bianet

29 Ekim 2011 Cumartesi

BASIN BİLDİRİSİ: Devlet ve hükûmet "KCK" insan avına derhal son vermelidir

"KCK" adı altında muhalif Kürtlere yönelik gerçekleştirilen tüm siyasî operasyonları, gözaltıları ve linç girişimlerini kınıyor, herkesi, tezgahlanmış bu çirkin baskı rejimine tepki vermeye çağırıyoruz.

Bizler Yeryüzüne Özgürlük Derneği olarak; doğanın ve hayvanların maruz bırakıldığı baskı, sömürü ve zulüm çemberiyle, devletlerin sosyal, ekonomik ve politik alanda insanlara uyguladığı ayrımcılıkları, adaletsizlikleri, sömürü ve baskı rejimlerini birbirinden ayırmıyor, bu sömürü sisteminin sürdürülmesi için birbiriyle doğrudan bağlantılı olduklarını düşünüyoruz. Hayvanlar, insan-merkezci kültür için nasıl birer köle haline getirilmişse insanlar da sermaye ve devletlerin huzurunda birer köleden farklı değildir. Bu yüzden köleliğe ve adaletsizliğe karşı çıkmak, devletler için her zaman baskının daha da arttırılması için bir sebep teşkil eder.

"KCK" olarak anılan ve insan avı şeklinde devam eden operasyonlar ve bu kapsamda yapılan gözaltılar, bu ülkede insan haklarının yerlerde süründüğünün bir göstergesi haline gelmiştir. 19 Ekim'de Çukurca'da onlarca asker ve gerillanın öldüğü çatışmanın ardından hükûmet, medyaya da "ince ayar" vererek Kürt muhalif hareketine yönelik Türkiye sınırlarını da aşan bir linç kampanyası başlattı. Bu linç kampanyasının ardından Türkiye'nin bazı illerinde ve Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde Kürt dernekleri, siyasî partiler ve hatta Kürtlerin yaşadığı mahallelerde ve üniversitelerde sivil faşist provokasyonlar organize edildi.

23 Ekim'de Van'da gerçekleşen depremin ardından bu faşist-ırkçı nefret söylemleri medyayı da kontrol altına alarak yaygınlaştırılmaya devam edildi. Hükûmet ve medyanın aracılığıyla Çukurca çatışmasında ölen insanların faturası, depremde ölen Vanlı Kürtlere kesilerek bu coğrafyada yaşayan insanların bir insanlık sınavı vermek zorunda kalmasına neden oldu. Öyle ki, bu sınav sonucu nefret söylemini geride bırakmak zorunda kalan iktidar ve medya, bu sefer de bir felaketin içinden çıkmış olan Vanlılar'ın, devlet kurumlarının ilgisiz davranmasından hoşnutsuzluk duymalarını ve isyan etmelerini, nankörlük ve medeniyetsizlik göstergesi olarak lanse etmeye çabalamış, Türkiye kamuoyunu Kürt muhalif kurumlarına karşı kışkırtmaya çalışmıştır. Van'daki depremin ardından kışta kıyamette binlerce insanın barınma ve beslenme sorunlarına kayıtsız kalarak devletin, kara ve hava operasyonlarına devam ederek insanî dayanışma karşısında savaş siyasetini sürdürüyor olması varolan sistemin insanlık için eşitlik, özgürlük, adalet ve kardeşlikten ne denli uzak olduğunun ifadesidir.

Muhalefetin ya da karşı çıkışın, daha ilk belirginleştiği anda devlet şiddeti ve terörüne maruz kalarak bastırıldığı, muhalif insanların evlerinden, yataklarından toplandığı bu süreç ile insanlar, hak ihlallerine karşı sesini çıkaramayacak vaziyete getirilmek istenmektedir. İfade özgürlüğü, devletin her türlü organı ve olanağıyla baskı altına alınmakta, yok sayılmakta, temel hak ve özgürlüklerin içi boşaltılmaktadır.

"Herkes eşit doğar, eşit haklara sahiptir" gibi maddelerin yer aldığı uluslararası sözleşmelere taraf olan Türkiye Devleti, insan hakları alanında çıkardığı her türlü mevzuatı ve iç hukukun üstünde olan bu uluslararası sözleşmeleri birer paçavradan ibaret olarak görmekte ve hak kavramını vatandaştan vatandaşa değişen bir şekilde, istediği gibi yorumlamakta, şüpheler ya da kesin olmayan ihbarlarla, senaryolarla insanların özgürlükleri kısıtlanmakta, yıllarca süren tutukluluk süreleri ile insanlar cezalandırılmaktadır.

KCK kapsamında 14 Nisan 2009 tarihinden itibaren 8 bine yakın gözaltı gerçekleştirilmiş, bu gözaltılarda tutsak edilen yaklaşık 4 bin kişi de tutuklanmıştır. Sürekli "ileri demokrasi" olarak tanımladığı icraatlarının hiçbir zaman gözle görülmediği bu iktidar, ileri demokrasiyi, insanları ağzını açtığı anda bastırarak, gözaltına alarak, inkar ve imha politikalarıyla mı sağlamaktadır?

Devlet ve hükûmet, bu gözaltı ve tutuklamalarla, Kürt halkını kışkırtmaya çalışmakta, bu coğrafyada yaşanan tüm ölümleri Kürt halkına mal etmeye çalışmaktadır. Toplu infazlarla, toplu mezarlarla, hukuk dışı uygulamalarla, köy boşaltma ve yakmalarla, işkenceyle devlet tarafından terbiye edilmeye, zincirlenmeye çalışılan Kürt halkı üzerindeki tüm bu baskılarla ne yapılmak istendiğini çok iyi biliyoruz: Ciddi bir savaşın yaşandığı, insanların devlet eliyle öldürüldüğü, can güvenliğinin ortadan kalktığı bu coğrafyada, tepkisini dile getiren, hak ihlallerini teşhir etmeye çalışan, bölgedeki ölümler üzerine çileden çıkan Kürt halkının mücadelesi, savaş çığırtkanlıkları ve şiddet dolu söylemlerle bastırılmak istenmekte ve başta Kürtler olmak üzere direnen, özgürlük isteyen, muhalif tüm bireylere gözdağı verilmektedir. 

Kürtlere yönelik sistemli baskıya, şiddete, inkâr ve imha politikalarına karşı düzenlenen barışçıl protesto gösterilerinde bile, yoldan geçen insanlar "Kürt'e benzediği" gerekçesiyle ya da "şüpheli gözüktüğü" iddiasıyla sebepsiz yere gözaltına alınmakta, hiçbir şeyden habersiz insanlar dahi polis şiddetine, gözaltı ve soruşturmalara maruz bırakılmaktadır.

Türkiye, bu gözaltılarla ve tutuklamalarla, baskının, şiddetin, savaşın, tahammülsüzlüğün hüküm sürdüğü bir coğrafya haline dönüştürülmüştür. Gözaltında kayıpların, toplu mezarların, işkencelerin, hukukdışı tüm uygulamaların devlet tarafından hiçbir şekilde hesabı verilmezken, KCK operasyonları, bıçağın kemiğe dayandığı son nokta olmuştur.

Kürdistan'a savaş için tezkerenin uzatıldığı; kan, şiddet, nefret üzerinden Türk-Kürt çatışmasının körüklendiği, halkların birbirini yemesi için kışkırtıldığı bu coğrafyada, 

"Eğer hakkını arayan, hak ihlallerinin peşine düşen her Kürt, KCK üyesi ise bizler de KCK üyesiyiz" diyoruz.

Türkiye'de ve dünyada, insan haklarına saygısı olan herkesi, devletin uyguladığı hukuk, vicdan ve izan dışı uygulamalara karşı sesini yükseltmeye, eşitlik ve özgürlük için mücadele eden, aileleri bu uğurda kaybedilen, öldürülen, zorunlu göç politikalarıyla yerlerinden yurtlarından edilen, köyleri, evleri yakılan, nerdeyse her eylemde polis şiddetinin en beterine maruz kalan Kürt halkının sesine ses katmaya, devleti ise 12 Eylül dönemini aratmayan bu şuursuzluğa; siyasî ve askerî operasyonlara derhal son vermeye çağırıyoruz. 


Yeryüzüne Özgürlük Derneği

Ekoloji Forumu yapıldı

KAOS GL'nin düzenlediği Ekoloji Forumu'nda çevre hareketlerinin mücadeleyi ortaklaştırması vurgusu öne çıktı.


KAOS GL, Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nde "Ekoloji Forumu" düzenledi. Forumda, Eko Sosyalist Hareket Aktivisti Hande Atay, Yeşiller Partisi'nin Eş sözcüsü Ümit Şahin, Yeryüzüne Özgürlük Derneği Aktivisti Güray Tezcan'ın da içinde bulunduğu çok sayıda kişi söz aldı.

Atay, "Ekososyalizm" başlığı altında yaptığı sunumda, ekososyalistlerin reformcu çevreci hareketlerden ayrıldığını ve radikal demokrasiyi esas aldıklarını belirtti. Ekososyalistlerin diğer toplumsal sorunlar ile birlikte ekoloji sorunlarının çözülebileceğine inandıklarını söyleyen Atay, insanın emeği ile varolabileceğini ve doğa ile özgür bir yaşam kurabileceğini, bunun içinde tüm çevreci ve toplumsal hareketlerin ortak mücadeleyi esas alması gerektiğini kaydetti.

Yeşiller Partisi'nin Eş Sözcüsü Ümit Şahin ise yeşil hareketi değerlendirdi. Yeşil hareketin içinde birden fazla düşüncenin yer aldığını, bu yapısıyla da eklektik olduğunu söyleyen Şahin, "Bizler ise, doğrudan demokrasiyi savunuyoruz. Gezegenin yok oluş sürecine girdiği varsayımıyla ortaya çıktık. Bu yok oluş sürecine müdahale etmek için seçimlere girme gerekliliğini dile getirdik ve Yeşiller partileşti. Pasifist bir harekettir. Che Guevera'nın yerine Gandhi'yi öneriyoruz. Liderlere, nükleere karşıyız. Gelecek nesillere yaşanabilecek bir çevre bırakmak için ortak mücadele etmeli, gelecek nesilleri etik özne olarak kabul etmeliyiz" dedi.

Yeryüzüne Özgürlük Derneği Aktivisti Güray Tezcan ise, türcülük, cinsiyetçilik ve hayvan hakları konusunda değerlendirmelerde bulundu. Tezcan, "Hayvanlar mal ve şeyler değil, kimselerdir. Faşizm, cinsiyetçilik, ırkçılık ve türcülük arasında kopmaz bir ilişki vardır. İnsan ancak hayvan ile birlikte özgürleşebilir" dedi.

Çok sayıda kişinin izlediği forumda, "Suyun metalaşması", "Tarımda endüstrileşme", "İklim adaleti", "Artvin deneyimi", "Munzur deneyimi", "Sinop, Gerze'de nükleer ve termik karşıtı mücadele" konularındaki sunumlarla devam etti.

Kaynak: ETHA

'Çocuklarımızı kaybeden Cumhuriyet'i istemiyoruz'

Cumartesi Anneleri, 344. buluşmalarında Dargeçit kayıplarının akıbetini sordu. Dargeçit kayıplarının Cumhuriyet Bayramı yıl dönümünde yaşandığı hatırlatılarak, "Çocuklarımızı kaybeden Cumhuriyet'i istemiyoruz" denildi.


Cumartesi Anneleri 344. buluşmalarında "Çocuklarımızı kaybeden Cumhuriyet'i istemiyoruz" diye haykırdı.

Cumartesi Anneleri bu haftaki eylemlerinde, Cumhuruyet'in ilanının 72. yılında 29 Ekim 1995'de silahlı askerlerce Mardin Dargeçit'te gözaltına alınarak kaybedilenlerin dosyasını açıkladı. Eyleme sanatçı Suavi ve Ferhat Tunç, yazar Necmiye Alpay'da katıldı.

20 YIL GEÇTİ ACI DİNMEDİ...

Bu hafta ilk olarak kaybedilişinin 20. yılında Hüseyin Toraman'ın kardeşi Sakine Toraman, konuştu. Kardeşinin kaybedliliş hikayesini anlatan Toraman, "Annemin, babamın, Hüseyin'in arkadaşlarının çalmadığı kapı kalmadı. Mehmet Ağar önce 'oğlunuz emniyette' dedi. Sonra elimizde yok denildi. Tanıklara rağmen hiçbir sonuç alınamadı" dedi.

"Konuşacak çok şey var ki, neresinden başlasam arkası gelmiyor" diyen Sakine Toraman, Ayhan Çarkın birçok isme söyledi, ama birçok kişinin ismini de vermedi. 20 yıl geçti acımız dinmedi. Anamın feryadı dinmedi. Kayıp ne demek biliyor musunuz? Yıllarca gittiğiniz yerlerde yüzlere bakarak acaba görecekmiyim demek. Hiçbir daha dönmeyecek olan kardeşi, anneyi, babayı, evladı ömür boyu beklemek ne demek? Demek ki bize bunu yaşatmak istediler. Bir yandan, öldürüp kaybetmek bir yandan psikolojik terörü yaşatmak istediler. Amaçları buydu, ama analar vazgeçmediler, vazgeçmeyecekler, ölene kadar evlatlarını arayacaklar" dedi.

Sakine Toraman, "Kardeşim bugün yaşasaydı 44 yaşında olacaktı. Biliyorum artık onu canlı göremiyeceğim. Ama kemiklerini verin bize" diye haykırdı.

YEĞENİ GÖZYAŞLARIYLA AMCASINI ARIYOR

Dargeçit kayıplarından Seyhan Doğan'ın 12 yaşındaki yeğeni Evin Doğan gözyaşları içinde şu şekilde seslendi: "Canım amcam seni hiç görmedim. En çok bunun için üzülüyorum. Ben büyüdüm artık. Sana bu hayatı zindan eden, çocukluğunu yaşamana izin vermeyen suçluları arıyorum. Ve hep arıyacağım, ta ki seni bulana kadar. Ölü ya da diri fark etmez yeter ki seni bulayım. Seni hiç göremesem de ne kadar iyi bir amca olduğunu tahmin edebiliyorum." Evin Doğan'ın konuşması sırasında birçok kişi gözyaşlarını tutamadı.

12 yaşındaki Davut Altunkaynak'ın dayısı Mecit Turan Kürtçe yaptığı konuşmasında, "Kemikleri bulmanın kavgasını veriyoruz" dedi.

'GÖMLEĞİ PARAMPARÇA OLMUŞTU'

Seyhan Doğan'ın kardeşi Hazne Doğan ise kardeşinin kaybedildiği güne dair tanıklığını anlattı: "Gece 03.00'da evimizi bastılar. Kimlik sorgulaması dahi yapmadan ağabeyimi atletle aldılar. Annem zorla kısa kollu bir gömlek giydirmeye çalıştı. Tam o sırada evin telefonu çaldı ve askerler telefonun kablosunu kopararak dışarı çıkmamıza izin vermediler. Sabah 08.00'da beni götürdüler. Ben o zaman 11 yaşındaydım. Annemin ağabeyime zorla giydirdiği gömlek, paramparça olmuştu. Küçücük bir çocuk olan ağabeyimi filistin askısına asmışlardı. Biz bunları yaşıyoruz. 13 yaşındaki çocuk, elektrikten, filistin askısına kadar birçok işkenceden geçiriliyor, ayaklarını yere basamıyor."

'İNSANLIĞIN BİTTİĞİ ÜLKEDE YAŞIYORUZ'

4 gün sonra kendisini bırakıldığını ancak kardeşinin bırakılmadığını ve oğlunu soran annesine askerlerin, 'Biz oğlunu bıraktık belki dağa gitmiştir' dediğini belirten Doğan, "Biz ne yazık ki insanlığın bittiği bir ülkede yaşıyoruz. Hala cenazelerimiz paramparça, kimsede çıt yok. Herkes bize demokrasi dersi veriyor ama biz hukukun olmadığı bir ülkede yaşıyoruz" şeklinde konuştu.

'95'TE KAYBEDİLDİ '92'DE NUFÜSA ÖLÜ YAZILDI

Dargeçit kayıplarının avukatlarından Eren Keskin ise, 1995'te yaşanan olay için savcılığın 2009 yılında soruşturma başlattığını ancak soruşturmanın da geçen yıllara rağmen ilerlemediğini belirtti. Keskin, 1995 yılında kaybedilen Seyhan Doğan'ın 1992 yılında nufüs kayıtlarına ölü olarak geçirildiğini söyledi.

Haftanın basın metnini okuyan Nimet Tanrıkulu, Dargeçit kayıplarından Abdurrahman Coşkun'un annesi Hediye Coşkun'un 5 Şubat'ta başbakan ile gerçekleşen görüşmede Dargeçit kayıparına dair bilgileri Başbakan'a ilettiğini ve "Sen Başbakansın istersen çocuklarımızı bulabilirsin" dediğini açıkladı.

NE YAPTINIZ?

Hediye Coşkun'un şuan Dargeçit'te kör kuyularda, toplu mezarlarda oğlundan bir iz bulma umuduyla dolaştığını söyleyen Tanrıkulu, "Başbakan'a soruyoruz; hikayelerini birinci ağızdan dinlediğiniz Dargeçit kayıpları için 8 aydır siz ne yaptınız? 12-13 yaşındaki çocukları bile kaybeden bir devlet zihniyetinin devamcısı olmayı daha ne kadar sürdüreceksiniz" diye sordu.

Tanrıkulu, "Gözaltında kaybedilen çocuklarımız, 88 yıldır bize dayatılan totaliter, antidemokratik, yurttaşı devletin varlığı için birer araç olarak gören bu Cumhuruyet'in bir sonucudur. Kaybedilen çocuklarımızın akıbetinin açığa çıkarılması, faillerinin yargılanması için devleti yurttaş için bir araç olarak gören, insan hakları üzerinde yükselen demokratik bir rejime ihtiyacımız var. Bizim öncelikli talebimizdir. 88 yıl yeter hemen şimdi" şeklinde konuştu.

DARGEÇİT KAYIPLARI

29 Ekim 1995'te ağır silahlarla 7 eve baskın düzenleyen askerler, 50 yaşındaki Süleyman Seyhan, 20 yaşındaki Abdurrahman Coşkun, 20 yaşındaki Mehmet Emin Aslan, 18 yaşındaki Abdullah Olcay, 13 yaşındaki Seyhan Doğan, 13 yaşındaki Nedim Akyol, 12 yaşındaki Davut Altunkaynak gözaltına alınarak Dargeçit Tabur Komutanlığı'na götürüldüler.

O GÜNDEN SONRA SU İÇMEDİ

Seyhan Doğan 'ın kardeşi Hazne Doğan ve Davut Altunkaynak'ın annesi Hayat Altunkaynak da bir müddet sonra gözaltına alındı. Hayat Altunkaynak o dönemki tanıklığını şu cümlelerle ifade etmişti: "Davutu çırılçıplak, gözleri bağlı bir şekilde duvara asmışlardı. Baygın bir vaziyetteydi. 'Ana su, ana su' diye inliyordu. Ona su vermeleri için yalvardım ama vermediler. Beni bıraktılar Davut kaldı. O günden beri artık ben de su içmiyorum."

SERBEST BIRAKTIK...

Dargeçit'te gözaltına alınanları arıyan ailelerine 'Serbest bıraktık' denildi, fakat hiçbiri evlerine geri dönmedi. 5 ay sonra Süleyman Seyhan'ın yakılmış bedeni bir kuyuda bulundu. Altın olan dişleri sökülmüştü. Diğer 6 kişiden bir daha haber alınamadı.

Kaynak: ETHA

Kürecik’te direniş çadırı açıldı

Kürecik Halk Komitesi, füze kalkanı kurulmak istenen bölge üzerindeki Karahan Geçidi'nde çadır açtı. Jandarma açılan çadırın kaldırılmasını istedi. Halk direndi, Kürecik'te kurulmak istenen füze kalkanına karşı direniş çadırı açıldı.


Kürecik’te kurulmak istenen füze kalkanına karşı Kürecik Karahan Geçidi'nde direniş çadırı açıldı. Köylülerin ve Kürecik Halk Komitesi'nin daha önceki toplantılarında almış oldukları karar bugün hayata geçirildi.

“Füze kalkanına hayır”, “Kürecik'te füze kalkanı istemiyoruz”, “Unutmadık, unutturmayacağız” yazılı devrimci önderlerin fotoğraflarının yer aldığı pankartlar asıldı.

150 kişinin katıldığı direniş çadırı kurma eyleminde Kürecik halkı adına Ercan Yılmaz açıklama yaptı.

NATO’nun, emperyalizmin savaş aygıtı olduğunu söyleyen Yılmaz, Kürecik halkının savaşın suç ortağı olmayacağına dikkat çekti. Yılmaz, AKP’nin, ABD’nin çıkarları doğrultusunda halkı tehlikeye attığını kaydeden, füze kalkanıyla Kürecik ve dolayısıyla Malatya’nın savaşın hedefi haline getirildiğini belirtti.

Füze kalkanı üssünün çevreye yayacağı radyasyonun Kürecik'in çevre ve doğa tahribatına yol açacağını ifade eden Yılmaz, “Ağaçlar kuruyacak, sular zehirlenecek ve bölge insansızlaşacak” dedi.

Bugüne olduğu gibi bundan sonra da Kürecik’te kurulacak olan füze kalkanına karşı mücadeleye devam edeceklerini aktaran Yılmaz, tüm Malatya ve Türkiye halkını duyarlı olmaya çağırdı.

Yılmaz’ın ardından Malatya Füze Kalkanı Karşıtı Platform adına söz alan Eğitim-Sen Şube Başkanı Ali Ekber Baytemur, 19 Kasım’da Malatya’da düzenlenecek olan füze kalkanı karşıtı mitinge katılım çağrısı yaptı. Baytemur, mücadeleyi füze kalkanını kaldıracak bir aşamaya getirmeye çalışacaklarını kaydetti.

Açıklamaya ESP İl Başkanı Ayhan Yener ve ESP üyeleri de katıldı.

Kürecik halkının Karahan Geçidi'nde füze kalkanı üssüne karşı çadır kurma eylemleri sürerken, füze kalkanı üssüne yük taşıyan araçların geçişi de devam etti.

Kaynak: ETHA

Kurbanlıklar eziyet çekmesin

Türkiye'nin çeşitli illerindeki mezbahalarda kaydedilen görüntülerde hayvanların nasıl kesildiği, kesimden sonra hayvanların dakikalarca nasıl kıvranarak can verdiği çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriliyor. Bu şekilde kesilen etin 'helal' olup olmadığı tartışılırken, ilahiyatçılar da görüntülere tepkili.

Geçtiğimiz haftalarda bir e-posta aldım. Hayvansever bir gruptan geliyordu. Kim oldukları belli değildi ama bir internet sitesi kurmuşlardı ve 'Zulmü Görüntüle' logosuyla birtakım görüntüleri servis ediyorlardı. Yolladıkları linki tıklayınca, ekranın karşısında neredeyse düşüp bayılacaktım, çok kısa bir süre dayanabildim ancak. Görüntülerde ne mi vardı? Kesime sevk edilen büyükbaş ve küçükbaş hayvanların, kesim öncesinde, esnasında ve sonrasında maruz kaldıkları içler acısı durum ortaya konmuştu. Herhangi bir uyuşturma, bayıltma, şoklama ya da buna benzer bir uygulamaya tabi tutulmayan kasaplık hayvanlar, oradan oraya itilip kakılıyor, dakikalarca çırpınarak can veriyordu. Sonra onları yakından tanımaya karar verdim. Kimdi bu hayvanseverler ve bu görüntüleri nasıl çekmişlerdi? Kesinlikle kendilerini deşifre etmek istemiyorlardı ve "Kim olduğumuzdan çok ne talep ettiğimizi konuşma taraftarıyız," dediler ve başladılar anlatmaya: "Bizler, hayvanlara uygulanan zulümle insanlara uygulanan zulüm arasında hiçbir fark olmadığını düşünen, doğa için ve dünyada yaşayan her canlı için istisnasız özgürlük isteyen bir grup insanız. Hayvanlara uygulanan zulmün, ancak teşhir edilerek görünür kılınabileceğini düşünüyoruz. Mezbahaları dolaşmak, oralarda yaşanan zulme tanık olmak ve bunları kamuoyuna aktararak toplumsal bir farkındalık yaratmak istedik sadece."

BUNLARIN DAHA KÖTÜSÜ DE VAR

Onlarla yaptığımız görüşmede öğrendik ki bu görüntüler, sadece 'izlenebilecek' durumda olan kesitlerden oluşuyormuş. Yurtdışındaki hayvan hakları aktivisti arkadaşları, Türkiye'ye gelip mezbahaların ve hayvan çiftliklerinin durumunu incelemek istediklerini bildirmişler. 'Zulmü Görüntüle' sitesinin kurucuları da onlara refakat etmeyi kabul etmiş ve yola düşmüşler. Bu süreçte hayvanlara uygulanan zulme tüm çıplaklığıyla tanık olmuşlar. Mezbahalara girerken, "Yurtdışından mezbahalarla ve et endüstrisi ile ilgilenen arkadaşlarımız geldiler. Konuya dair farklı ülkelerdeki yöntemleri merak ediyorlar. Tesisinizi gezebilir miyiz?" diye sorunca kapılar açılmış. Sonradan gizli olarak çekildiğini öğrendikleri bu görüntülerin internet ortamında paylaşılmaya başlandığını söylüyorlar: "Biz de böyle bir kayıt varken, bu videoyu, hayvanlara uygulanan zulümden bihaber insanların görmesi için yeniden düzenledik ve Türkiye'de yaygınlaşmasını sağladık." "Siz bunları sadece görüntülemek ve yaymakla mı yetiniyorsunuz? Mezbahalardaki bu korkunç düzenin değişmesi için yetkili mercilere ulaşmaya çalışıyor musunuz?" diye sorduğumuzda ise şöyle yanıt veriyorlar: "Zulmü Görüntüle kampanyasının amacı, sadece zulmü teşhir etmek. Bugün hayvanlara uygulanan zulmün münferit veya kişisel olaylar olmadığının izahının, muazzam bir hayvan endüstrisi varlığının teşhiri ile mümkün olabileceğini düşünüyoruz. Bir şeyleri görünür kıldığınız anda, zaten birilerini harekete geçirirsiniz. Bizim yaptığımız da bu." 'Zulmü Görüntüle'yi yakından tanımak için: http://zulmugoruntule.wordpress.com

PROF. DR. ALİ OSMAN ATEŞ (Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı)

BU GÖRÜNTÜLER İSLAM'A UYGUN DEĞİL

"Zulmü Görüntüle adlı siteyi inceledim. Kesilen hayvanlara yapılan olumsuz muameleyi hiç beğenmedim ve çok üzüldüm. Umuyorum ki İslam'ın onaylamadığı bu tür kaba davranışlar, ülkemizde hayvan kesimi yapılan tüm yerlerde yaygın konumda değildir. Bu sitede yer alan görüntüler kesinlikle İslam'a uygun değil. Kesilmeye giden hayvanları, böylesine itip kakmak, onlara kaba muamele yaparak eziyet etmek, zulüm sayılacak davranışlarda bulunmak, İslam'la bağdaşmaz. Hayvan kesecek kimseler ehil, yani bu alanda eğitim alıp uzmanlaşmış olmalıdır. Mesleği olmayan birtakım kimseler, kasap diye bu işle görevlendirilmemeli, dinimizin onaylamadığı bir takım davranışlara yol aıp, insanımızın vicdanı yaralanmamalıdır."

İSLAMİ AÇIDAN HAYVAN KESİM ŞARTLARI:

* Kesilecek hayvanlara kesinlikle şefkatle muamele edilmeli, itip kakarak dövmek gibi hayvanlara eziyet olarak nitelendirilecek davranışlarda bulunulmamalıdır. Bu tür davranışlar peygamberimiz tarafından kesinlikle yasaklanmıştır. (Bu konudaki hadisler için bakınız: Müslim, Sahih, III, 1557; Ebu Dâvud, Sünen, III, 229-230 vb. kaynaklar)

* Hayvanın kesileceği yer hijyenik şartları taşımalı, kesecek bıçak bir anda kesecek şekilde çok keskin olmalı. Kesmeyen bıçakla kesmeye kalkışarak hayvana eziyet edilmemelidir.

* Hayvan kesildikten sonra da, canı çıkıncaya kadar dokunulmadan bırakılmalı, ölmeden hayvanın derisini yüzmek, organlarını kesmek gibi davranışlardan sakınılmalıdır.

Kaynak: Sabah




Röportajın tam hali


Öncelikle siz kimsiniz? Mezbahaları dolaşıp görüntülemek nereden aklınıza geldi?

Kim olduğumuzdan çok ne talep ettiğimizi konuşma taraftarıyız; isimlerimizin, mesleklerimizin, yaşlarımızın hiçbir önemi yok. Bizler, hayvanlara uygulanan zulümle insanlara uygulanan zulüm arasında hiçbir fark olmadığını düşünen, doğa için ve dünyada yaşayan her canlı için istisnasız özgürlük isteyen bir grup insanız. Farklı toplumsal mücadele kulvarlarından bir araya gelmiş bireyleriz, aramızda feministler de var, anarşistler de var, insan hakları savunucuları da var, anti-militaristler de var, eşcinsel aktivistler de var, hayvan hakları savunucuları da var, ekolojik mücadele veren kişiler de var. Homojen bir birliktelik ya da örgüt değiliz. Ortak paydamız, hepimizin, bu zulmün ne kadar acı verici, onur kırıcı, yaşama karşı ciddi suçlar barındıran davranış ve eylemlerden oluştuğunun farkında olması ve bu zulme karşı ses çıkarmayı, harekete geçmeyi hayvanların içinde bulundukları fena koşullardan kurtarılması için bir zorunluluk olarak görmemiz.

Hayvanlara uygulanan zulmün, ancak teşhir edilerek görünür kılınabileceğini düşünüyoruz. Mezbahaları dolaşmak, oralarda yaşanan zulme tanık olmak ve bunları kamuoyuna aktararak toplumsal bir farkındalık yaratmak istedik sadece.

İnternet sitenizdeki mezbaha görüntüleri gerçekten tüyler ürpertici. Tamamını izlemek mümkün değil. Hem kesim aşamasında hem de öncesinde hayvanlara zulüm edildiği gözleniyor. Bu görüntüleri nasıl çektiniz? Nasıl izin verdiler?

O görüntüler, sadece "izlenebilecek" durumda olan kesitlerden oluşuyor. Kayıtların tamamını biz bile izleyemedik. İzlerken bile, insana acı veren görüntüler. İnsan, bu görüntüleri izlerken bile bu derece kötü oluyorsa o hayvanların yaşadığı acıyı tahmin bile edemiyoruz. Aslında bu görüntülerin çekildiğinden haberdar değildik. Bizler, hak mücadelesi veren birçok kuruluşla irtibat halindeyiz, sadece Türkiye'de olup bitenlerle değil, dünyada varolan zulmün tamamı ile ilgileniyoruz. Bir gün bir e-mail aldık, hayvan hakları aktivisti arkadaşlar, Türkiye'ye gelip mezbahaların ve hayvan çiftliklerinin durumunu incelemek istediklerini yazmıştı. Bizler de onlara refakât etmeyi kabul ettik ve yola düştük. Bu süreçte yaşadıklarımız, hayvanlara uygulanan zulme tüm çıplaklığıyla tanık olduğumuz için hayatımız boyunca unutamayacağımız anılar olarak hafızamızda kalacak.

"Yurtdışından mezbahalarla ve et endüstrisi ile ilgilenen arkadaşlarımız geldiler. Konuya dair farklı ülkelerdeki yöntemleri merak ediyorlar. Tesisinizi gezebilir miyiz" sorusunun ardından olumlu cevap aldığımız tesis ve çiftlikleri gezdik. Sonradan gizli olarak çekildiğini öğrendiğimiz bu görüntüler internet ortamında paylaşılmaya başlandı. Biz de böyle bir kayıt varken, bu videoyu, hayvanlara uygulanan zulümden bihaber insanların görmesi için yeniden düzenledik ve Türkiye'de yaygınlaşmasını sağladık.

Gezdiğiniz yerlerde kesilecek hayvanlara iyi davranan ya da işlemin acısız olması için çaba sarf edenler de var mıydı? Yoksa hepsi böyle kötü müydü?

Böyle bir çaba sarfeden kişiye ya da tesise denk gelmedik. Hepsi, hayvanları bir canlı gibi değil, kesilip biçilecek bir kumaş gibi görüyordu. Çuval taşırmış gibi yerlerde sürükleyerek canlı hayvanları kesime taşıyorlardı. Canlı olan koyunlar, daha birkaç dakika önce bir arada oldukları diğer koyunların boğazı kesilirken izliyordu. Kesime giderken yerde sürüklenen koyunlara, ölmesine birkaç saniye kala tokat, tekme atan insanlara tanık olduk. Kesim yapan kişiler için can almak, o kadar normalleşmiş ki hayvanların boğazını keserken gülüşüyorlar, eğleniyorlar, şakalaşıyorlardı. Bu insanların, evde eşine, çocuğuna da çok rahat şiddet uygulayabileceğini, hatta başka insanları, hayvanları öldürebileceğini de düşünüyoruz. Felaket bir manzaraydı, kelimeler yetersiz kalır, izlemek lazım gerçekten.

Bu mezbahalar hangi şehirlerde ve şirket veya kurum olarak büyüklükleri konusunda bilgi verebilir misiniz?

Türkiye'nin çeşitli yerlerindeki mezbahalar ziyaret edildi. Sitedeki videoda yer alan mezbahalar, Bursa'dan ve İstanbul'dan tesisler. İstanbul'da ziyaret ettiğimiz mezbaha, Balkanlar'ın ve Türkiye'nin en büyük mezbahasıymış. Günde iki bin küçükbaş hayvan kesiliyormuş. Hem İslamî hem de koşer (Yahudilerin helal kesim usulü) usule göre kesim yapılıyormuş. Ayrıca kesimden sonra hayvan cesetlerinin işlendiği devasa bir tesisti. Hepsinde aynı kesim yöntemleri kullanılıyordu. Bu büyük tesisin dışında irili ufaklı mezbahalar da vardı. Buralar, daha ilkel görünümlü yerlerdi. Ama neticede hepsi birer ölüm tesisi...

Peki hayvanların kesimiyle ilgili sizin öneriniz nedir? Hayvanların kesiminin önüne geçmek mümkün olmadığına göre peki nasıl kesilmeli? Acısız yöntemler de var mı?

Hayvanların boğazlanırken acı çekmeyeceğini nasıl düşünebiliriz? Onları öldürürken daha az acı vermeyi tartışabileceğimizi bile düşünmüyoruz. Onları öldürme hakkına sahip olmadığımız görüşündeyiz. Ağrısız kesim, şoklama ya da hayvanlar yaşarlarken uygulanan hayvan refahı uygulamalarının altındaki temel mantık bile insana hizmet ediyor. Hayvan refahını savunanlar, hayvanlardan alacakları verimi arttırmak veya zulümden haberdar olan insanları bu hayvanların “insanî” bir biçimde barındırılıp yaşatıldıktan sonra acısızca öldürüldügüne ikna etmek için bu uygulamaların teorisini savunuyor.  Hayvanların acı çekmemesi, çok daha iyi koşullarda yaşaması kesinlikle önemli, ama bütün bunlar hayvanların tabi tutulduğu zorunlu köleliğe karşı çıkmıyor ki aksine bu köleliği meşrulaştırıyor. Biz, hayvanlara sadece anlık yararlar sağlayan, hayvanların zorunlu köleliğini devam ettiren, sadece "daha iyi" koşullarda yaşamalarını ancak yine kaçınılmaz bir son olarak gırtlaklanmalarını öngören hiçbir düşünceyi desteklemiyoruz. İnsanlara bizim önerebileceğimiz şu: Onları hayvanlara uygulanan zulmü kendi bulunduğumuz yerden gerekçesizleştirmek için vegan/vejetaryen beslenme biçimlerine dönmeye çağırıyoruz. Sonuçta hayvanlara uygulanan zulmün yaşadığımız sistem ve kültürle doğrudan bağlantısı var ve bu yaşam biçimi değişmedikçe ne hayvanlar huzura erebilecek ne insanlar ne de doğal dünya…

Siz bunları sadece görüntülemek ve yaymakla mı yetiniyorsunuz? Mezbahalardaki bu korkunç düzenin değişmesi için yetkili mercilere ulaşmaya çalışıyor musunuz?

Zulmü Görüntüle kampanyasının amacı, sadece zulmü teşhir etmek. Bugün hayvanlara uygulanan zulmün münferit veya kişisel olaylar olmadığının izahının, muazzam bir hayvan endüstrisi varlığının teşhiri ile mümkün olabileceğini düşünüyoruz. Bugüne kadar, Türkiye'de çekilmiş doğru düzgün görüntü olmadığı için, insanlar hep, tüm rezaletin, zulmün yurtdışında yaşandığını, Türkiye'deki koşulların, durumun hayvanlar için güllük gülistanlık olduğunu düşünüyor. Bir şeyleri görünür kıldığınız anda, zaten birilerini harekete geçirirsiniz. Bizim yaptığımız da bu. Mevzuatla ya da yasal girişimlerle bu işin çözüleceğini de düşünmüyoruz açıkçası. Türkiye'de zaten yasalar, yönetmelikler var. En göz önünde olan sokak hayvanları için bile hak ihlalleri önlenemiyor mevzuata rağmen. Biz, bu tarz hukukî girişimleri pek samimi bulmuyoruz. Belli bir bilinç seviyesine gelmeden, isterseniz dünyadaki en iyi yasal düzenlemeyi yapın yine sonuç alamazsınız, zulüm devam eder.

Kesimhanelerdeki kurallarla ilgili yasal düzenleme hakkında bilginiz var mı? Bu görüntülediğiniz yerler hakkında yasal düzenlemeye uymadıkları yönünde bir suç duyurusu yapılabilir mi?

Bu konudaki yasal düzenlemeleri çok iyi biliyoruz. Ama biraz önce dediğimiz gibi samimi bulmuyoruz. Hayvan refahıyla ilgili, hayvanları korumayla ilgili mevzuat zaten mevcut Türkiye'de. İncelediğinizde son derece trajikomik maddeler barındırdıklarını görürsünüz. Mesela, 5996 sayılı Gıda, Yem ve Veteriner Hizmetleri Kanununun 9. maddesinin 2. fıkrası "Hayvanların kesimi ve hastalık kontrolü amacıyla itlafı, hayvanlarda heyecan, acı ve ıstırap oluşturmadan, uygun araçlar kullanılarak yerine getirilir." diyor. Sormak istiyoruz, bir hayvan ölüme gittiğini bile bile, diğer hayvanların ölümüne, can verirken çırpınışlarına, çığlıklarına tanık olurken nasıl heyecanlanmaz; kesilirken nasıl acı ve ıstırap çekmez? Kanun çıkarmak kolay da akla, mantığa yatkın maddeler, hükümler yazmak zor sanırız Türkiye'de. Öyle gözüküyor ki yasa koyucular bizimle dalga geçiyor. Mezbahalarda yaşanan zulme kulak tıkamak için vicdanlarımızın gerçekten körelmiş olması gerekiyor.

İşin bir de dini boyutu var. Acısız yöntemlerle dini yöntemlerin bir arada uygulanması mümkün mü?

İşin dinî boyutu, apayrı ele alınması gereken bir konu. Tüm semavi dinler, doğanın ve hayvanların insana hizmet için yaratıldığını söylüyor, insanı doğumundan itibaren bu şekilde şartlandırarak insanmerkezci bir bakış açısıyla yetişmesini, yaşamasını buyuruyor. Ee durum böyle olunca, insan gözünde her şey, tüketilebilir oluyor. Hele ki günümüz tüketim toplumunda... Önümüze gelen bonfilenin bir zamanlar yaşayan bir hayvanın parçası olduğu, bu hayvanın doğumundan ölümüne kadar neler çektiği kimseyi düşündürmüyor, herkes midesinin derdinde.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın zaman zaman yapmış olduğu "Ağrısız kesim caizdir" açıklamalarından haberdarız. Ama öyle bir görüş yaygın ki hayvanlar son nefesini verirken bile eziyet çekiyor bu yüzden. Yaygınlaştırdığımız görüntüleri izleyen Müslüman insanların çoğu, bu kesimlerin İslamî usule uymadığı şeklinde yorumlar yaptı. Bu değilse hangisi İslamî usul? Madem olan bitenden rahatsızlar neden hiçbir şey yapmıyorlar? Dinlerin de pompaladığı insanmerkezci düşünce yapıları yüzünden bu zulüm devam etmiyor mu? Bu zulümden rahatsız olan tepki vermeli, zulmü sonlandıracak çözümler üretmeli... "Bu İslamî usul olamaz, değil" diye yorum yapmak gerçekten çok kolay ve de hiç samimi değil.

Kurban Bayramı yaklaşırken, topluma nasıl bir mesaj vermek istersiniz?


Hiçbir canlı, inanç uğruna gırtlaklarından kesilerek katledilmeyi hakketmiyor. Derdimiz paylaşmak, dayanışmak ise bir bayrama ya da özel bir güne ihtiyacımız yok. Bir bayram, can alarak kutlanılabilir mi? Yılın 365 günü, zor durumdaki insanlarla dayanışabilir herkes, bunun için özel bir günün gelmesini beklemeye, o gün geldiğinde bir hayvan öldürüp etini dağıtmaya gerek yok.

Kurban Bayramı için İHH gibi kurumların ülkenin dört yanına astığı, “Kurban paylaşmaktır!” gibi kandırmaca ve zulmü örtbas eden söylemlerin yazılı olduğu pankartları kullanmasını da ciddi bir paradoks olarak görüyoruz. Bu paradoks deşifre edilmeli. İsrail devletinin İHH’nin yardım gemilerine yaptığı baskında katledilen ve şiddet gören o insanlar ne yaşadılarsa, hayvanlar da benzer bir mezalimi Kurban Bayramı’nda yaşayacak yine. Hatta daha fazlasını... Kurbanı, “paylaşmak” ve bereket olarak lanse ederek zulmü meşrulaştırmaya çalışan herkese, kendilerinin “hayvanlara göre birer İsrail devleti olduğunu” söylemek istiyoruz.

Sitenizdeki tek görüntü mezbahalardan değil. Deney hayvanlarından barınaklara geniş bir yelpazede hayvanlara yapılan zulüm görüntüleri de var. Böyle hayvanlara yapılan zulme şahit olan ve görüntüleyen kişiler sizinle temasa geçebilir mi?

“Zulmü Görüntüle!” kampanyası herkesin bulunduğu yerden bir şeyler yapmasına yönelik bir çağrı. Bizler kimseyi bize katılmaya davet etmiyoruz. İstenirse birlikte çalışabileceğimizi söylüyoruz.

Aktivistlerin, üniversitelerde, zulme ortak olan veya zulmü icra eden kurum ve firmalarda bağlar kurabilmesine, bilgi akışını sağlayabilmesine, nihayetinde aktivistlerin doğrudan eylemleri gerçekleştirebilmesine olanak sağlayacak iş birliklerini yaratabilmesi önemlidir. Kampanyamızla ilgilenen kişiler, http://ZulmuGoruntule.wordpress.com adresinden daha detaylı bilgiyi elde edebilirler.

Kaynak: Zulmü Görüntüle

Erkek Şiddetinin Temmuz 2011 Raporu

bianet'in derlediği çeteleye göre 2011'in ilk yedi ayında erkekler 155 kadın öldürdü, 54 kadına tecavüz etti. Temmuz ayında kadınları en çok kocaları öldürdü.

bianet'in yerel ve ulusal gazetelerden ve ajanslardan derlediği haberlere göre erkekler Temmuz'da 26 kadını öldürdü. Fail erkeklerin üçü intihar etti, biri cinayet sırasında yaralandığı için öldü.

21 kadın tecavüze, dokuz kadın taciz ve cinsel şiddete uğradı. Erkekler 32 kadını yaraladı, üç kadını rehin aldı, bir kadını kaçırdı. Üç çocuk aile içinde istismara uğradı.

Basına yansıyan haberlere göre kadınları en çok kocaları öldürdü. Onları sevgilileri, boşandıkları eski kocalar, eski sevgililer ve tanıdıkları erkekler izledi.

Kaynak: Bianet

Detaylı rapora ulaşmak için tıklayın.

28 Ekim 2011 Cuma

Medyada Nefret Kürtleri ve Ermenileri Hedef Aldı

Medyada Nefret Söylemi İzleme Raporu, Mayıs-Ağustos döneminde medyanın ürettiği nefret söyleminin en çok Ermenileri ve Kürtleri hedef aldığını gösteriyor.

Hrant Dink Vakfı tarafından hazırladığı Medyada Nefret Söylemi İzleme Raporu'nun yedincisi yayımlandı.  Rapor Mayıs- Ağustos 2011 döneminde ulusal ve yerel medyada yayınlanan nefret söylemi içeren haberlerin çetelesini ve analizini yapıyor.

Bu dönem çalışması esas olarak etnik ve dini temelli nefret söylemine odaklanırken, cinsiyetçi ve homofobik söylemleri de tarama kapsamına alıyor.

Dini gruplara yönelik nefret söylemi

Raporda etnik ve dini grupları hedef alan 41 köşe yazısı ve haber içeriği yer alıyor. Etnik grupları hedef alan haberlerin büyük çoğunluğunda Ermeni ve Kürtlere yönelik. Dini gruplarda ise ilk sırada Hristiyanlar ve Yahudilere yönelik nefret söylemleri yer alıyor.

Hristiyanlara yönelik söylemler misyonerlik konusu üzerinden kurulurken, Ermenileri de hedefliyor. Yahudilere yönelik söylemler belli bir konu hedef alınmadan, farklı gündem maddeleri etrafında olumsuz çağrışım yapacak şekilde kuruluyor. Bunun dışında Rum, Yunan, Arap, Alevi ve Zerdüşt topluluklara yönelik nefret söylemleri de medyada yerini alıyor.

Etnik gruplara yönelik nefret söylemi

Geçtiğimiz dört aylık dönemde en fazla hedef alınan grup Hristiyanlarken, bu dönem Kürtler ve Ermeniler. Ermenilere yönelik söylemler gündemden bağımsız konularda kuruluyor. Bunlardan bazıları PKK ile ilişkilendirerek, "asıl düşman Ermeniler" anlayışıyla üretiliyor.

Kürtlere yönelik nefret söylemleri "terör" başlığı altında gündeme geliyor. Kadın cinayetleri, yolsuzluk vs gibi suçlar Kürtlere mal edilirken, köşe yazılarında olumsuz çağrışımlar ve küçük düşürmeye yönelik söylemler üretiliyor.

Gazetelerde nefret söylemi

Belirlenen dönemde medya içeriklerinde tespit edilen nefret söylemlerinin yüzde 87,8'ini köşe yazıları, yüzde 9,7'sini haberler, yüzde 2,4'ünü ise okur mektupları oluşturuyor. Nefret söylemine en fazla rastlanan gazete Ortadoğu. Onu sırayla Anayurt, Yeniçağ, Yeni Akit, Günboyu, Gazetem Ege, Hürriyet, Türkiye ve Sözcü izliyor.

Üretilen nefret söylemi biçimleri arasında en çok başvurulan yöntem ise "doğal kimlik öğesini nefret aşağılama unsuru olarak kullanma ve simgeleştirme".

Kadınlara ve LGBT'lere yönelik nefret söylemi

1997'de Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilen nefret söylemi tanımına uygun olan 10 içeriğin sekizinde eşcinsellere yönelik nefret söylemi üretiliyor ve bunların yedisinde küfür/hakaret/aşağılama yer alıyor.

Travestilere yönelik haber içeriklerinde "doğal kimlik öğesini nefret aşağılama unsuru olarak kullanma ve simgeleştirme" gözlemleniyor.

Kadına yönelik nefret söylemi içeren köşe yazısı ide Serdar Turgut'a ait. Turgut'un yazısı küfür/hakaret/aşağılama kategorisinde değerlendiriliyor.

* Raporun içeriğine http://www.nefretsoylemi.org/ adresinden ulaşabilirsiniz.

Kaynak: Bianet

Gerze'de 5 tutuklama

Gerze'de termik santrale karşı mücadele eden 5 kişi tutuklandı. Tutuklamalara ilişkin ETHA'ya açıklama yapan Yeşil Gerze Çevre Platformu Sözcüsü Şahin, "Üzerine basa basa söylüyoruz; yılmak yok, mücadeleye devam" dedi.

Sinop'un Gerze ilçesinde yapılmak istenen termik santrale karşı mücadele eden 5 kişi molotof kokteyli attıkları iddiasıyla tutuklandı.

21 Eylül'de gözaltına alınarak serbest bırakılan Ümit Küçük, Murat Akgöz, Fatih Asna, İlker Özcan ve Nusret Kuruoğlu hakkında, savcının itirazı üzerine tutuklama kararı verildi. Bugün mahkemeye çıkalan 5 kişi, yüzlerine tutuklama kararı okunarak cezaevine gönderildi.

Gözaltı haberini alan Gerzeliler ise adliye önüne gitti. Mahkeme sonuna kadar bekleyen Gerzeliler, tutuklamaları sloganlarla protesto etti.

Termik santral için verilen yer lisansının yürütmesi mahkeme kararıyla durdurulmasına rağmen Anadolu Grubu, sondaj çalışmaları için defalarca Yaykıl Köyü'ne girmeye çalışmıştı.

Bölgede 8 Ağustos'tan beri 24 saat nöbet tutan Gerze halkı ise iş makinelerini durdurmuş, şirketin çalışma yapmasına izin vermemişti.

Son olarak 5 Eylül günü çalışma için yeniden köye gelen Anadolu Grubu'nun ekiplerine Gerzeliler izin vermemişti. Polis, köylülere gaz bombası, tazyikli su, cop ve plastik mermilerle saldırmıştı. Saldırıda onlarca köylü yaralanırken, atılan gaz bombalarından ormanda yangın çıkmıştı.

Ümit Küçük, Murat Akgöz, Fatih Asna, İlker Özcan ve Nusret Kuruoğlu, 5 Eylül'de molotof kokteyli attıkları iddiasıyla 21 Ekim günü evlerinden gözaltına alınmış, gece saatlerinde çıkarıldıkları mahkemece serbest bırakılmıştı.

'BİZİ YILDIRAMAZLAR'

Tutuklamalara ilişkin ETHA'ya açıklama yapan Yeşil Gerze Çevre Platformu Sözcüsü Şengül Çalışkan Şahin, molotof kokteyli iddiasının kesinlikle doğru olmadığını söyledi.

Karara Pazartesi günü itiraz edeceklerini belirten Şahin, tutuklamaların, yaşam alanlarını savundukları için verilen mücadeleyi bastırma amaçlı olduğunu dile getirdi.

Şahin, tüm köylülerin adliye önünde toplandığına dikkat çekerek, şöyle konuştu: "Mücadelemizi 3 yıldır sürdürüyoruz. Yıldırımazlar. Biz de baskılar köylüleri korkutur mu acaba diye düşündük ama burada büyük bir kalabalık var. Üzerine basa basa söylüyoruz; yılmak yok, mücadeleye devam."

Kaynak: ETHA

BDP Van Raporu: ‘Acil İhtiyaç Çadır Ve Battaniye’

Van’da meydana gelen 7,2’lik depremin üzerinden beş gün geçti. Depremin etkisinin büyük olduğu Erçiş başta olmak üzere birçok ilçede yüzlerce insan enkaz altında. Çadır ve battaniye ihtiyacı ise ihtiyaçlar listesinde en başta geliyor. Barış ve Demokrasi Partisi Van’da meydana gelen deprem üzerine bir rapor yayınlandı. Raporda: ‘Şehir merkezinde 50 bin üzerinde çadır ve mevsimden kaynaklı 100 bin üzerinde battaniye ihtiyacı bulunmaktadır’ denildi. 

‘Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı: 534 ölü, 2300 yaralı var’

Raporda AFAD’ın 27 Ekim itibariyle Van depreminde ölen ve yaralanan insan sayısına dair yaptığı açıklamaya yer verildi. Açıklamaya göre:’ Depremde hayatını kaybedenlerin sayısının 534, yaralıların sayısının 2300 olduğu kaydedildi’  denildi.

‘Van merkeze bağlı köylerde şu ana kadar hayatını kaybeden insan sayısı 72’dir.’

89 bin konutun bulunduğu Van’da %60 konut hasar görmüş durumda. Can kayıplarının meydana geldiği Van merkeze bağlı köylerde yaşanan can kayıpları ise raporda şöyle yer alıyor: ’ Adıgüzel: 1, Alakaöy: 10, Arısu: 2, Canik:  10, Dağgönül:  10, Dibekdüzü: 10, Gedikbulak: 7, Gülsünler: 2, Güveçli: 14, İkkaynak: 1, Mollakasım: 1, Yaylıyaka: 2, Yemlice: 2 kişi yaşamını yitirmiştir.’ Yaralı sayısının ise henüz kesin olarak belirlenemediği belirtildi.

‘Erciş İlçe merkezi ve köylerde acil çadır ve battaniye ihtiyacı devam etmektedir.’

Raporda, depremde en yoğun yıkımın yaşandığı merkez ilçe olan Erciş’e büyük bir yer ayrıldı. Şehir merkezinde ki çok katlı binaların %80’nin yıkıldığı belirtilen raporda Erçiş’e dair ayrıca şu bilgilere yer verildi: ‘ Kentte 27 Ekim 2011 tarihi 14.00 saati itibariyle hala arama ve kurtarma çalışmaları 50 binada devam edildiği kaydedilmiştir. Arama ve kurtarma çalışmaları yetersizdir. Kentin dinlenme alanları olan kafelerin olduğu bölgede enkaz altında yüzlerce kişinin olduğu tahmin edilmektedir.
Arama/kurtarma çalışmaları, sivil savunma, AKUT, GAP Belediyeler Birliği tarafından çeşitli belediyelerden gönderilen kurtarma ekipleri, Erzurum, İstanbul ve diğer illerden gelen ekipler tarafından sürdürülmektedir (27 Ekim 2011).

Erciş İlçe Merkezinde iki bölgede çadır kent kurulmuştur. Çadır kentlerin toplam 2000 çadırdan oluştuğu belirtilse de yerel kaynaklar sayının 1000’i dahi bulmadığını ifade etmektedir.

Erciş Merkez ve köylerinde çok sayıda ölü ve yaralı olduğu bilgilerine ulaşılmıştır. Her saat değişen bilgilerden dolayı İlçe ve köy bazındaki kayıplar hakkında net bir bilgi alınamıyor. Erçiş’e bağlı köylere 27 Ekim 2011 Tarihi itibariyle hala tümüyle ulaşılmamış, arama kurtarma çalışmaları tamamlanmamış ve hasar tespiti yapılmamıştır.’

Raporda BDP’li belediyelerin yapmış oldukları yardımlara da yer verildi

Raporda GAP Belediyeler Birliğinin yardımlar konusunda ki açıklamasına da yer verildi. Açıklamaya göre GAP Belediyeler Birliğine bağlı 55 belediyenin, depremzedelere yaptıkları yardımlar şöyle: ‘43 TIR, 258 kamyon, 23 kamyonet, 16 iş makinesi, 2 su tankeri, 4 pikap, 7 transit, 4 toplu taşım aracı, 2 kurtarma aracı, 15 kişilik arama kurtarma ekibi, 26 hemşire gönderildi. Ayrıca 9 bin kişiye sıcak aş imkânı sunan seyyar mutfak, sağlık ekibi ve çok sayıda ambulans gönderildi.’

 Raporda ayrıca Van’a bağlı Özalp, Saray, Gürpınar, Başkale, BAHÇESARAY, Gevaş, Muradiye, Çatak ve Edremit ilçeleri hakkında da bilgi verildi. Rapora göre bu ilçelerde can kayıpları olmazken çok sayıda hasarlı binanın olduğu belirtildi.

Kaynak: KaosGL

Berfo Ana Oğlu İçin AİHM'de

12 Eylül darbesinden hemen sonra gözaltına alınan ve gözaltında kaybedilen Cemil Kırbayır'ın ailesi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)'ne başvurdu.

1980'de gözaltında işkencede kaybedilen Cemil Kırbayır'ın ailesi AİHM'e başvurdu. bianet'in konuştuğu Kırbayır Ailesi'nin avukatı Eren Keskin başvuruyu geçtiğimiz çarşamba (26 Ekim) yaptıklarını bildirdi.

Kırbayır Ailesi'nin AİHM başvurusunda Türkiye'nin de imza attığı uluslararası sözleşmelerin maddelerine atıfta bulunuldu. Başvurucuların Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin bazı maddelerinin ihlal edildiğini düşündüğü vurgulandı:

"Sözleşmenin 2. maddesi her bireyin yaşama hakkının hukuk tarafından korunması gerektiğini açıkça belirtmektedir. Olayda, Cemil Kırbayır'ın yaşama hakkı bizzat devlet güçleri eliyle ortadan kaldırılmış ve bu olay Türkiye'de bir ilk olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonu tarafından da kabul edilmiş ve bu konuda rapor düzenlenmiştir.

Başvurucular, yakınları Cemil Kırbayır'ın gözaltında kaybedilmesinin ardından, olayın bağımsız ve tarafsız bir mahkemede, makul bir sürede ve adil ve aleni olarak yargılamasının yapılmamış olması nedeniyle, sözleşmenin 6. maddesinin kesin olarak ihlal edildiğini düşünmektedirler.

Başvurucular, yaşadıkları söz konusu olay nedeniyle, ulusal bir makam önünde bir hukuki yola başvuruma hakkına sahip olamamışlar ve böylece hak arama özgürlükleri bizzat devlet güçleri tarafından ihlal edilmiştir. Bu nedenle sözleşmenin 13. maddesinin ihlal edildiğini düşünmektedirler."

31 yıl önce kaybedildi

Cemil Kırbayır 13 Eylül 1980'de Kars, Göle'deki evinden gözaltına alındı. 8  Ekim'de işkenceyle öldürülerek bedeni kaybedildi. Bugüne kadar tüm girişimlere rağmen Kırbayır'ın katledilmesiyle ilgili olarak kimse yargı önüne çıkarılmadı, cezalandırılmadı, Kırbayır'ın mezarı için bir girişimde bulunulmadı.

Cemil Kırbayır'ın ağabeyi Mikail Kırbayır kardeşinin akıbetini araştırdığı için tehdit ve idari baskıya maruz kaldı; görev yeri değiştirildi, bu yolla olay yerinden uzaklaştırılarak zorunlu ikametgaha tabi tutuldu.

TBMM İnsan Hakları Komisyonu Cemil Kırbayır'la ilgili olarak yürüttüğü soruşturmada "gözaltında işkence gördüğünü, işkence sonucu hayatını kaybettiğini ve cesedinin sorgulamaları yapan kamu görevlilerince ortadan kaldırıldığını" belirlemişti. Komisyonun incelemeleri sırasında onca yıl boyunca soruşturma açılmadığı ortaya çıktı. Komisyon, resmi makamların Cemil Kırbayır'ın "firar ettiği" yönündeki iddiaları nedeniyle de bir soruşturma açılmadığını tespit etti.

TBMM Komisyonu Başbakan'ın Cumartesi Anneleri'yle yaptığı bir toplantıda, Kırbayır'ın annesi Berfo Ana'nın talebinin ardından oluşturulmuştu. Komisyon raporunu bu yılın mayıs ayında yayınladı. Rapora göre, Cemil Kırbayır, darbenin gerçekleşmesinden bir gün sonra evinden alındı, önce 247. Piyade Alayı'na, bir hafta sonra da Kars Askeri Gözetimevi'ne gönderildi. 8 Ekim 1980'de işkencede hayatını kaybetti.

Kaynak: Bianet

Mültecilere Gidecekleri Şehirde Yardım Garantisi Yok

Van'daki depremde yardım alamayan mültecilere yavaş da olsa destek geliyor; BMMYK, mültecilerin başka şehre transferi konusunda inceleme yapıyor ancak gidecekleri yerde yardım garantisi veremiyor.

Van'da 7,2 büyüklüğündeki depremin ardından düne kadar yardımlara ulaşmakta büyük sıkıntı çeken mültecilere yavaş yavaş yardımlar ulaşmaya başladı.

bianet'e konuşan İranlı mülteci Hamit Askari, çeşitli illerden yardımların gelmeye başladığını, sivil toplum kuruluşları koordinasyonunda da bunları dağıtmaya başladıklarını söyledi.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Dış İlişkiler Sorumlusu Metin Çorabatır, bu sabah Van'a bir heyet gönderdiklerini söyledi.

Van'da son rakamlara göre, 2 bin mülteci olduğunu söyleyen Çorabatır, kaldıkları evlerin çoğunun tahrip olduğunu belirtti.

Sığınma sisteminde Avrupa dışından gelen mülteciler geçici koruma alıyor; işlemi bitinceye kadar belli illerde ikamete tabi.

Çorabatır, heyetin incelemesi sonucu, eğer mülteciler isterse başka şehirlere nakilleri konusunda çalışma yürüteceklerini belirtti; ancak mülteciler kendi başlarına şehri terk ederse statüleri yasadışı hale gelebilir.

Şehri terk eden mülteciler, işlemleri bitene kadar orada kalmak zorunda ancak Çorabatır, mültecilere başka şehre gittikleri anda kira yardımı gibi herhangi bir yardım yapma garantisi veremediklerini de ekliyor. Normal şartlarda sahip oldukları sağlık yardımı, çocukları okula göndermede destek gibi hakları saklı.

Düne kadar mültecilere yardım ulaşamadığını hatırlattığımız Çorabatır, Van'da doğal afet nedeniyle genel bir yardım sıkıntısı olduğunu ancak mültecilerin dil bilmemesi nedeniyle muhtara ya da görevlilere, yerli insanlar kadar kolay ulaşamadığını söyledi.

Kaynak: Bianet

"Çocuk Gelinler" TBMM'deydi

Uçan Süpürge, "Çocuk Gelinler: Yıkıcı Gelenekler ve Ataerkil Sosyal Mirasın Mağdurları" projesini ve araştırma sonuçlarını TBMM'de anlattı.


Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği, Sabancı Vakfı'nın desteğiyle hayata geçirdiği "Çocuk Gelinler: Yıkıcı Gelenekler ve Ataerkil Sosyal Mirasın Mağdurları" projesinin final toplantısını 27 Ekim 2011 Perşembe günü Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptı.

Çocuk evliliklerine karşı harekete geçilmesini hedefleyen proje kapsamında 18 ay boyunca gerçekleştirilen çalışmalar ve 10 ilde gerçekleştirilen araştırmanın sonuçları parlementoya aktarıldı.

TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu'nun (KEFEK) desteğiyle düzenlenen kapanış toplantısında, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, Sabancı Vakfı Genel Müdürü Zerrin Koyunsağan, 23. Dönemde KEFEK Erken Evlilikleri İnceleme Alt Komisyonu'nun başkanlığını yürüten Öznur Çalık, 24. Dönem KEFEK Başkanı Azize Sibel Gönül ve Başkanvekili Binnaz Toprak konuşma yaptı. Ayrıca sanatçı Burhan Şeşen, projeye özel olarak bestelediği "Lütfen Sesimi Duyar mısınız?" adlı parçayı TRT Çocuk Korosu'ndan çocuklarla birlikte seslendirdi.

Proje kapsamında çocuk evliliklerine karşı farkındalık yaratmak için 54 ilde film gösterimleri ve seminerler düzenlendi, salondaki yetişkin kadınlar ve kız çocuklarla söyleşiler yapıldı. Bu toplantılara öğretmenler, sosyal hizmet uzmanları, sosyolog ve psikologlar, hukukçular, hekimler, gazeteciler, yerel yöneticiler ve sivil toplum kuruluşlarından temsilciler de katıldı.

"Çocuk Gelinler"in öyküleri, "Küçük Yaşta Evlilik Büyük Geliyor: Çocuk Gelinler" adlı bir kitapta toplandı. Kitap, proje boyunca illerde kadınlarla ve farklı kurumlardan yetkililerle yapılan görüşmelerden elde edilen "Çocuk Gelinler"in hikayelerini içeriyor.

Uçan Süpürge'nin proje kapsamında hazırladığı, farklı illerde yapılan çekimler ve özel röportajlarla oluşturulan "Çocuk Gelinler" belgeseli, çocuk evliliklerini farklı açılardan ele alıyor ve hayat hikayeleri üzerinden sorunun boyutlarını ortaya koyuyor.

Çocuk Gelinlerin öyküleri

Van'da yaşayan 40'lı yaşlarında bir diğer kadın, zoraki evliliğinin ilk zamanlarını halen korku ve endişeyle anlatıyordu:

"13 yaşında, herkes okula giderken ben de 30 yaşında bir adamla evlendirildim. Hiç görmedim, hiç tanımadım, sadece babamın arkadaşının oğlu olduğu için beni evlendirdiler. Gittiğim şahsı gördüğüm zaman sanki benim babam. Hiçbir gün onun yanına yaklaşamıyordum, gece olduğu zaman çok korkuyordum, odasına bile giremiyordum. Her zaman baba gözüyle baktım ona. Hâlâ da o psikolojimi üstümden atamıyorum."

Diyarbakır'dan genç bir kadın çocukluğunu tamamlayamadan gelin olmanın ne olduğunu tarif ederken öfkesini dindiremiyordu:

"15 yaşında evlendim. Korkunç bir şey. Tanımı yok. Büyük bir ailenin içine gidiyorsun, nasıl davranacağını bilmiyorsun. Kız istendiği zaman derler ki yaşı küçük olsun eğitelim. Mesela ben erkeklerin önünde ayağa kalkıldığını bilmiyordum, bilmediğim için ilk tokadımı yedim. 16 yaşımda oğlumu kucağıma aldım. 23 yaşındaydım, eşim vefat etti."

Tekirdağlı genç bir kadın da kız çocukların okumasının erken yaşta evliliği önleyebileceğine işaret ediyordu:

"Sülalede, okuyan tek kızım. Anneannem 13 yaşında evlenmişti ve aile toplantılarında sürekli kuzenimden bahsediyordu; Fatoş evde kaldı n'apıcaz diye! Ona koca bulmak çabasındaydı. Bir gün anneanneme takıldım, beni niye söylemiyorsun dedim. Sen okuyorsun, sen hayatını kurtardın, dedi."

Kaynak: Bianet

"Elimdeki Tek Suç Aleti Sınav Kalemimdi"

Kuzey Kıbrıs'tan sınırdışı edilen 16 Kürt öğrenciden okulu bitirmesine üç ders kalan Şener, kavga çıktığında sınavda olduğunu, ifadeleri dahi alınmadan kendilerini havaalanında bulduklarını söylüyor.

Yakın Doğu Üniversitesi'nde cuma günü Hakkari'de 24 askerin öldürülmesini protesto eden ülkücü grubun Türkiye vatandaşı Kürt öğrencilere saldırması üzerine iki grup arasında kavga çıktı.

Olaylarda Fırat Sandalcı, Serdar Kayaalp, Hamdi Şener, Talhar Sevim Geylan isimli dört Kürt öğrenci gözaltına alındı; ertesi gün ise Bakanlar Kurulu, bu dört öğrenciyi de kapsayan 16 öğrenciyi sınırdışı etme kararı aldı.

Facebook üzerinden örgütlenen kendini ülkücü olarak tanımlayan bir grup, cuma günü üniversitenin mescidinde ölen askerler için mevlit okuttuktan sonra üniversite içinde yürüyüşe başladı.

Üniversite yönetiminin izlediği, polisin de haberdar olduğu yürüyüşte Kürt öğrencilere yönelik tehditkar, küfürlü sloganlar atan grubun, Kürt öğrencilere saldırdığı öne sürülüyor.
"Kürt öğrenciler durduk yere kavga çıkarmış gibi gösterdiler"

Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi Sandalcı, saldırıya uğrayan öğrencilerin kendini savunmak için karşılık vermek zorunda kaldığını, kendisinin de olay sonrasında diğer arkadaşları ile kütüphanede beklerken gözaltına alındığını belirtiyor.

"Sanki Kürt öğrencileri durup duruken kavga çıkarmış gibi gözaltına alındık. Hiçbir ülkücüye dokunulmadı. Ne karakolda ne mahkemede ifademiz alındı; kendimizi savunma şansı verilmedi.
İddianamede, elimizde tehditkar aletlerin olduğu, etrafa dehşet saçtığımız yazılı. Buna dair hiçbir fotoğraf ve görüntü sunulmadı; çünkü ellerinde bunu kanıtlayacak bir belge yok."

Sandalcı, Kürt öğrencilerin yoğun olduğu üniversitede her yıl Newroz kutlaması yaptıklarını, ufak tefek gerginlikler olsa da böyle büyük bir sorun yaşanmadığını söylüyor.

"Olay sırasında sınavdaydım, kağıdıma baksınlar"

Olay esnasında sınavda olduğunu söyleyen Şener de Hukuk Fakültesi öğrencisi ve okulu bitirmek için sadece üç dersi kalmış.

"Olaylar olduğu sırada ben bir saatlik sınavdaydım, gözetmenler şahit, sınav kağıdım mevcut. Sınavdan çıktığımda olaylar yatışmış, insanlar dağılıyordu, ne oluyor diye arkadaşlara sordum. Sonra eve gitmek için okul servisin beklerken gözaltına alındım.

Karakolda Siyasi Şube'den Adem isimli bir yetkili 'Senin ne işin var burada, videolarda da yoksun, yanlışlıkla almışlar seni bırakacağız' dedi. Mahkeme Başkanı tutukluğumuzu üç güne çıkarttı."

Elinde suç aleti ile görüldüğü iddia edilen  Şener, "Elimdeki tek suç delili sınav kalemimdi. İfademiz alınmadan, avukatımızı arayamadan sınırdışı edildik" diyor.

Dört öğrenci, mahkeme çıkışında "sizi başka karakola götürüyoruz" denip kendilerini hava alanında bulduklarını söylüyor.

Öğrenciler ikisi cep telefonlarını dahi alamadan sınır dışı edildi. Sınır dışı kararı çıkartılan diğer 12 öğrenciden ikisi de bugün Türkiye'ye sınırdışı edildi; diğer 10'u hala aranıyor.

16 öğrencinin Kuzey Kıbrıs'a geri dönebilmeleri için hukuki süreç bugün başladı. Çeşitli sendika ve partiler, olayı protetso etmek için Türkiye Elçilik binası önünde protetso gösterisi düzenledi. Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekili Urfa milletvekili İbrahim Binici, konuyla ilgli dün soru önergesi sundu.

Kaynak: Bianet

Tekirdağ F Tipi'nde Görüş Kısıtlaması

Tutuklu Yusuf İnalkaç'ın kardeşi ve babasına karşı kötü muamelede bulunduğu ileri sürülen gardiyanlar, durumu cezaevi yönetimine aktarınca ailenin İnalkaç'ı ziyaret etmesi bir yıl süreyle yasaklandı.

Tekirdağ F Tipi Cezaevi'nde 13 aydır tutuklu bulunan Yusuf İnalkaç'ın babası ve kardeşinin İnalkaç'ı ziyaret etmesi bir yıl süreyle yasaklandı.

24 Ağustos 2011'de 17 yaşındaki oğlu İbrahim İnalkaç ile birlikte cezaevinde tutuklu bulunan oğlu Yusuf İnalkaç'ı ziyarete giden baba Orhan İnalkaç, başınan geçenleri şöyle anlattı:

* Arama noktasında bulunan x-ray cihazından ben geçtikten sonra sıra 17 yaşındaki oğlum İbrahim'e geldi.

* Ancak o geçerken cihaz öttü. Sonra çocuğu birkaç kez daha geçirdiler. Üstünde hiçbir şey olmamasına rağmen cihaz her seferinde ötmeye devam etti.

* Ben de içeri devam etmek için oğlumu bekliyordum. Bu sırada bir gardiyan son derece sert bir üslupla bana "Devam et" diye bağırdı. Ben de oğlumu beklediğimi, ziyarete beraber gireceğimizi söyledim.

* Ancak gardiyan bana bağırmaya devam edince, kendisine bana bağırmaya hakkı olmadığını ve kendisini Adalet Bakanlığı'na şikayet edeceğimi söyledim. Bunun üstüne bana ve oğluma hakaret eden gardiyan, "Size göstereceğim" dedi.

* O günkü ziyaretten bir ay sonra yine oğlumu görmek için cezaevine gittiğimde herhangi bir sorunla karşılaşmadan içeri girdim. Ancak çıkışımda bana bir kağıt uzattılar ve bir yıl boyunca oğlumla görüşmemin yasak olduğunu söylediler. Ancak ben o kağıdı avukatıma danışmadan imzalamayacağımı söyledim.

"Kanuni hak, hakaret değildir"

İnalkaç ailesinin avukatı Müşir Deliduman, bianet'e yaptığı açıklamada görüş yasağı kararının olaydan bir gün sonra çıkartıldığını söyledi.

Cezaevi yönetiminin olayı tek taraflı olarak bu soruşturduğunu ve soruşturmanın sadece bir gün sürdüğünü söyleyen Deliduman, cezaevi yönetiminin Orhan İnalkaç'ın gardiyana hitaben "Kes sesini, seni Adalet Bakanlığı'na şikayet ederim" dediğini ifade etti.

Kamera kayıtlarının ortada olduğunu ve İnalkaç'ın bu şekilde agresif bir tonda konuşmadığını, sadece "Bana bağırmaya hakkın yok, seni bakanlığa şikayet ederim" dediğini söyleyen Deliduman, kanuni hak kullanmanın hiçbir zaman hakaret ve tehdit olamayacağını söyledi.

"Tek taraf dinlendi"

"Cezaevi yönetimi bir gün içinde nasıl oldu da hem gardiyanın ifadesini alıp, hem kamera kayıtlarını tespit edip, ziyaretçilerin ifadelerini alıp soruşturmayı nasıl tamamladı merak ediyorum" diyen Deliduman, soruşturmanın idare amiri tarafından yapılması gerektiğini söyledi ve sözlerine şöyle devam etti:

* İdare amirinin, gardiyanların ifadesine başvurması ve sonrasında Orhan İnalkaç ile İbrahim İnalkaç'ın davet edilerek haklarındaki suçlamalar kendilerine söylenerek cevap haklarını kullanmalarına olanak sağlanır.

* Ancak bu şekilde karar verilebilir. Oysa cezaevi müdürü Osman Demirel, bunlara gerek duymadan, subjektif bakış açısıyla soruşturmayı bir gün içinde bitiriyor ve tutuklu yakınlarının görüş yapmasını bir yıl süreyle yasaklıyor.

"Dava açacağız"

2011/10849 sayılı bu kararın çok ağır bir karar olduğunu söyleyen Deliduman, Orhan ve İbrahim İnalkaç'ın Hükümlü ve tutukluların ziyaret edilmeleri hakkında yönetmeliğin beşinci maddesi uyarınca cezalandırıldığını söyledi.

Beşinci maddenin böyle bir duruma olanak tanıdığını, ancak bu sonuca varmak için adil soruşturma yapılmasının gerektiğini söyleyen Deliduman, sözlerine şöyle devam etti:

"Biz burada görüyoruz ki, bu idari bir karardır. Bu karar ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5. maddesinde yer alan "Özgürlük ve güvenlik hakkı" defaten çiğnendi.

Bu karar içerisinde idari yargılama usul kanunu çerçevesinde işlemin iptali davası açacağız. Ayrıca cezaevi müdürü ve diğer görevliler hakkında hem idari hem de cezai kovuşturma talep edeceğiz.

Kaynak: Bianet

KCK operasyonları sürüyor

İstanbul'da KCK adı altında yürütülen operasyonda aralarında Marmara Üniversitesi'den öğretim üyesi Büşra Ersanlı'nın da olduğu 70 kişi gözaltına alındı.

İstanbul ve Urfa'da Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) adı altında yapılan operasyonlarda 70'den fazla kişi gözaltına alındı.

İstanbul Ümraniye'de bulunan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) İstanbul Siyaset Akademisi, BDP İlçe binası, Hêvî Kültür Merkezi ve bazı evlere polisler tarafından saat 05.00'de baskın yapıldı. BDP Ataşehir İlçe Başkanı Kemal Bilken'in aralarında olduğu 41 kişi gözaltına alınarak Vatan Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.  Urfa'da ise 24 kişi gözaltına alındı.

Gözlatına alınanlar arasında Muğla Datça'da gözaltına alınıp İstanbul'a getirilen Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde öğretim üyesi ve BDP Parti Meclis üyesi Prof. Dr. Büşra Ersanlı da var. Aynı zamanda BDP'nin Anayasa Komisyonu'nda da yeralan Ersanlı, yeni anayasa çalışmaları kapsamında AKP heyetinin 10 Ekim'de görüştüğü BDP'liler arasında bulunuyordu.

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Meclis'te yaptığı konuşmada, Ersanlı'nın Türkiye'nin yeni anayasasını yapma sürecinde aktif rol üstlenmiş akademisyenlerden biri olduğunu söyleyerek, meselinin "çok kritik" olduğunu ve anayasa çalışmalarını doğrudan etkileyeceğini söyledi.

"Bu tutuklamalar, gözaltılar böyle devam ederse BDP olarak anayasa çalışmasına verebileceğimiz parti kadromuz kalmamış olacaktır."

Ayrıca, 12 Haziran Genel Seçimleri'nde Emek, Deömokrasi ve Özgürlük Bloku İstanbul 3.Bölge milletvekiliğinden Abdullah Levent Tüzel lehine çekilen Mustafa Avcı'da gözaltına alınanlar arasında.

İstanbul'da 4 Ekim'de yapılan KCK operasyonlarında da aralarında BPD PM üyeleri, il yöneticileri, ilçe başkanları ve kurum yöneticilerinin yer aldığı 98 kişi tutuklanarak cezaevine gönderilmişti.

Kaynak: Bianet

27 Ekim 2011 Perşembe

Orman Bakanı: Barajlara karşı çıkmak cinnettir

Polisin sert müdahalesi, gözaltılar, Terörle Mücadele Yasası kapsamında yargılamalar ve tutuklamalara maruz kalan yaşam alanı savunucularını Bakan Eroğlu da hedefine aldı. Eroğlu, "Barajlara karşı çıkmak cinnettir" dedi.

Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü Konferans Salonu'nda, "Hidroelektrik Santral Projelerindeki Problemler ve Çözüm Önerileri" toplantısı düzenlendi. Toplantıya katılan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, her toplantıda HES projeleriyle ilgili bir takım problemlerin gündeme geldiğini, ancak sorunların azaldığını iddia etti. Eroğlu, hidroelektrik santraller ve barajların Türkiye için son derece elzem ve devletin geç kaldığı yatırımlar olduğunu öne sürdü.

HES'lerin suyu tüketmediğini savunan Bakan Eroğlu, "Kamuoyunda bir yanlış anlayış var. Sanki hidroelektrik santraller suyu tüketiyor, dereyi kurutuyor. Bu yanlıştır, özellikle belirtmek istiyorum. Ayrıca barajlara karşı da bazı çevreler tarafından tepki var. Bu da fevkalade yanlıştır. Barajlara karşı çıkmak cinnettir. Çünkü Türkiye'nin coğrafi durumu, iklim şartları nedeniyle sürekli yağmur yok. Yaz aylarında insanlar daha çok su sarf ediyor. Yazın derelerdeki su azalıyor, o zaman da su ihtiyacı azami seviyeye ulaşıyor. Dolayısıyla yağan yağmuru biriktirip, yaz aylarında kullanmamız gerekir. Bu da baraj yapımının zaruret olduğunun açık bir göstergesidir" iddiasında bulundu.

Suyun gücünden istifade etmek gerektiğine öne süren Eroğlu, enerji sorununun HES'lerle çözüleceğini ileri sürdü.

'ÖZEL SEKTÖRE ŞÜKRAN BORÇLUYUZ'

HES projeleriyle kasaları doldurulan sermayedarlara şükran borçlu olduklarını dile getiren Bakan Eroğlu, patronlara teşekkür etti: "Türkiye'deki özel sektöre teşekkür ediyorum. Sizler bizim yükümüzü taşıyorsunuz. Aslında devlet şükran borçludur."

Bakan Eroğlu tepkilerin bazı kişiler tarafından kışkırtıldığını ileri sürdü, vatandaşın maksatlı ya da bilmeden olumsuz bilgilendirildiğini söyledi. Bakan Eroğlu, HES'lerin doğa dostu olduğunu ileri sürmesine karşı, HES projelerinin başladığı birçok bölgede, kuraklık, çölleşme, bitki ve hayvan türlerinin yok olması süreçleri yaşanıyor.

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, "Solaklı Vadisi, Rize'de, Giresun'da, Ordu'da, her tarafta örnek dereler seçiyoruz. HES'lerin yoğun olduğu yerler. Sizlerden de yardım istiyorum. Buralardaki HES'lerden önceki mevcut durumu tespit edeceğiz, daha sonra onunla ilgili muhteşem bir proje hazırlıyoruz" dedi.

Bakanın sözünü ettiği Trabzon'un Solaklı Vadisi'nde HES protestocularına polis sert bir şekilde müdahale etmiş, gözaltına alınan HES karşıtları kısa süreli tutuklanmıştı.

Kaynak: ETHA

GATA'dan Süver'e Ceza İndirimi ve Tedavi Kararı

Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde (GATA) muayene edilen vicdani retçi İnan Süver’in 2007’de işlediği "izin tecavüzü suçu"ndan ceza alması durumunda, o dönemki psikolojik rahatsızlıkları nedeniyle cezada indirim yapılması ve cezasını hastanede geçirmesi kararlaştırıldı.

Psikolojisi bozuk ama askerliğe elverişli

Konuyla ilgili görüştüğümüz İnan Süver’in avukatı Davut Erkan, GATA’da hazırlanan raporda İnan Süver’in suç tarihinde askerliğe elverişli olduğunun ifade edildiğini söyledi. Raporda, İnan Süver’in "izin tecavüzü suçunu" işlediği 2007’de psikolojik rahatsızlıkları nedeniyle "hareketlerini algılama ve yönlendirme yeteneği azalmıştır" denilerek ceza indirimi yapılmasının öngörüldüğünü söyleyen Avukat Erkan, mahkemenin Süver’e ceza vermesi durumunda Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 32/2 maddesi uyarınca cezasında 1/6 oranında indirim yapılması ve kalan cezasını hastanede geçirmesine karar verebileceğini söyledi.

Avukatları olarak kendilerinin İnan’ın tüm cezasını hastanede geçirmesini talep edeceklerini söyleyen Erkan, bunun kabul edilmemesi durumunda en azından tedavi olma zorunluluğu olduğu için hastaneye yakın olan Metris Cezaevi gibi bir yere naklini isteyeceklerini, böylece ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde de tıbbi destek alabileceğini söyledi.

"Zorla asker yapılmak istendiği için psikolojisi bozuldu"

Hazırlanan raporun kesinlikle yeterli olmadığını söyleyen Avukat Davut Erkan, İnan Süver’in vicdani retçi olmasının ve askerlik yapmak istememesinin göz ardı edildiğini söyledi.

Sadece "Psikolojisi bozulduğu için algılama yeteneği azalmıştır, o zaman indirim yapalım" demenin yeterli olmadığını söyleyen Erkan, İnan’ın psikolojisinin askerlik yapmak istemediği ve zorla asker yapılmak istendiği için bozulduğunu ifade etti.

Kaynak: Bianet

Kadınlar Tacize Karşı Çorlu'da Dayanışacak

Polisten koruma isteyen kadın polisin tacizine uğradı. Gözatında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu, kadın halkarı savunucularını yarın Çorlu'da görülecek cinsel taciz davasına çağırıyor.

Çorlu'da kocasıyla tartıştıktan sonra koruma istemek için Çorlu Cumhuriyet Polis Merkezi'ne başvuran T.Ş. adlı kadın, merkezde amir olarak görev yapan G.B.'nin tacizine uğradı.

Taciz içeren sözleri telefonuna kaydeden kadın, bu kanıtlarla savcılığa başvurarak ilgili polis amiri hakkında cinsel taciz suçlamasıyla dava açtı. G.B. görevinden açığa alındı.

Çorlu 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın 7.10.2011 tarihli  ilk celsesinde G.B. taciz ettiği kadını tehdit etti.

Gözatında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu, tüm kadınları ve kadın hakları savunucularını Karakol Amiri olarak görev yaparken, karakola başvuran bir mağdura cinsel tacizde bulunan Gizlihan B.'yi protesto etmek ve bir hak mücadelesi veren T.Ş'ye destek olmak için yarın (28 Ekim) görülecek davanın ikinci celsesinde dayanışmaya çağırıyor.

Duruşma 28 Eylül Cuma günü saat 13.30'da Çorlu'da gerçekleşecek.

Kaynak: Bianet



* Duruşmaya katılmak isteyenler için iletişim nosu 0212 245 4593 / 0507 363 8026.

26 Ekim 2011 Çarşamba

Festus Okey davasına müdahil olun!


20 Ağustos 2007 günü Beyoğlu karakolunda bir polis memurunun silahından çıkan kurşunla öldürülen sığınmacı Festus Okey’in davası dört yıldır devam ediyor. Sanık avukatının Okey’in kimlik bilgilerinin teyit edilmesi talebinin mahkeme heyetince kabul edilmesi ile kilitlenen davada geçen dört yıl içinde ne yazık ki yol alınmadı. Bu da yetmezmiş gibi davaya müdahillik başvurusu yapan yüzden fazla Göçmen Dayanışma Ağı üyesi ve gönüllü avukat hakkında “mahkemeye hakaret ve adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” suçlaması ile soruşturma başlatıldı. Bütün bu süreç sonunda elde edilen tek -iyi- gelişme, 17 Kasım 2011 tarihindeki 15. celsede kimlik bilgilerinin beklenmeyecek ve savcının esas hakkında mütalaasını verecek olması. Yani dört yıl sonra ilk kez davanın esası görüşülecek! Dört yıldır yerinde sayan dava için küçük de olsa umut verici bir gelişme...

En başından beri davanın peşini bırakmayan Göçmen Dayanışma Ağı, 17 Kasım'daki duruşma öncesinde davayı değerlendirmek üzere, geçtiğimiz Cuma günü bir toplantı düzenledi. Toplantıda Göçmen Dayanışma Ağı adına söz alan Begüm Özden Fırat, Okey cinayetinin bir nefret cinayeti olduğunu hatırlatarak, davanın göçmenler üzerindeki baskı ve şiddeti bir kez daha görünür hale getirdiğini ve -en önemlisi- yargı mekanizmalarının bu konuda nasıl işlediğini gözler önüne serdiğini belirtti.

Davayı en başından beri takip eden gazeteci İsmail Saymaz'ın da söz aldığı toplantıda Saymaz, polisin sokakta ve karakolda gerçekleştirdiği işkenceleri ve infazları hatırlattı. Festus davasının başka bir boyutunun daha olduğuna dikkat çeken Saymaz, emniyet müdürlüğündeki görüntü kayıtları, kanlı gömlek gibi polis aleyhine olan önemli delillerin kaybedildiğini söyledi. Okey davası başta olmak üzere polis şiddetiyle ilişkili pek çok davada polisin aleyhine olan kanıtların yok edildiğinin altını çizdi. Saymaz ayrıca dava boyunca Festus’un yalnız ve kimsesiz bırakılmaya çalışıldığını, öte yandan sanık polis memuru Cengiz Yıldız’ın dönemin emniyet müdürünün tahsis ettiği araç ile duruşmalara getirildiğine işaret etti.

Davaya müdahil olma talebi kabul edilmeyen avukatlardan biri olan Avukat Muhsin Kemal Şimşek ise, bu yetmezmiş gibi bir de dava sürecini olumsuz etkilemeye çalıştıkları iddiasıyla haklarında soruşturma başlatıldığı bilgisini verdi. Şimşek "Müdahillik talebimiz kabul edilseydi bile davanın seyri değişmeyecekti. Çünkü dava zaten devleti ve polisi korumak adına usulen yapılıyor" dedi.

17 Kasım'da yani tam dört yıl sonra ilk kez davanın esası görüşülecek. Sesimizi ne kadar duyurursak o kadar iyi. Festus'u ne kadar yalnız bırakmazsak o kadar iyi. Festus'un davasına müdahil olun: www.gocmendayanisma.org

DAVADA BUGÜNE KADAR NELER OLDU?

20 Ağustos 2007
1982 Nijerya doğumlu, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinden sığınmacı statüsündeki Festus Okey, uyuşturucu madde bulundurma iddiası ile gözaltına alındığı Beyoğlu Asayiş Şube Müdürlüğü’nde bir polis memurunun tabancasından çıkan kurşunla öldürüldü. Silahın sahibi polis memuru Cengiz Yıldız idi.

21 Ağustos 2007
Okey’in ölümüne ilişkin tutanak Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğündeki bir ekip tarafından düzenlendi. Tutanağa göre Yıldız’ın el svapları alınmış ve barut izi bulunamamıştı. Okey’in giydiği gömlek, karakol giriş çıkışları ve hastane girişi görüntülerinde tespit edilmesine rağmen deliller arasında mevcut değildi.

17 Eylül 2007
Okey’in ölümüne ilişkin, ‘bilinçli taksirle adam öldürmek’ suçundan 4.5 yıldan 9 yıla kadar hapis cezası istemiyle iddianame düzenlendi. Polis memuru Yıldız’ın Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı’nca 4.5 yıldan 9 yıla kadar hapis cezasına çarptırılması istendi.

27 Kasım 2007
1. celse. Yargılanan polis memuru Cengiz Yıldız, mahkemeye dönemin Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürü Tuğrul Pek tarafından, kendi resmi plakalı makam aracı ile getirildi. Sanık Yıldız, ifadesinde, 20 Ağustos’ta uyuşturucu ticaretini araştırdıklarını belirtip, şöyle dedi: “Konuyla ilgili doğu kökenli ve siyahi vatandaşların etkileri var. Siyahi vatandaşlar üzerine daha dikkatli çalışıyorduk.” Yıldız, ‘siyahi vatandaşlar’ ifadesinden memnun kalmamış olacak ki, ifadeyi ‘siyahi şahıslar’ diye düzeltip, Okey ve Oga’yı gözaltına aldıklarını anlattı. Yıldız’ın aktardığına göre, Okey, kamera bulunmayan avukat görüşme odasına alınmış ve iç çamaşırından 13 paket kokain çıkmış. Diğer polis, amirine haber vermek için çıktığında Yıldız belinde bir el hissetmiş: “Silahın kabzasına yapıştı. Eli tetikteydi. Silahı kurtarmak için geri çekince namludan tuttu. Bir adım çekildim, dizleri üzerine çöktü. Silahın patlamaması için elimi tetikten uzak tutuyordum. Tetiği ben çekmedim.” Savcı Esen, Yıldız’ın savunması, tanık beyanları, Adli Tıp Kurumu tarafından verilen ölüm raporuna göre Okey’in kanında uyuşturucu ve alkole rastlanılmaması, ve silahın bitişik mesafeden uzaktan sıkılmış olmasını dikkate alarak, Yıldız’ın ‘taksirle adam öldürme’ suçunu düzenleyen TCK’nın 85. maddesiyle değil, ‘kasten adam öldürme’ suçunu düzenleyen TCK’nın 81. maddesinden yargılanmasını istedi. Mahkeme heyeti cinayetin “kasten adam öldürme”ye girdiğini belirtip görevsizlik kararı verdi.

14 Şubat 2008
1. celse. Beyoğlu 4. Ağır Ceza Mahkemesinden görülmeye başlanan davada, sanık avukatı Festus Okey’in kimlik talebini istedi. Mahkeme isteği kabul etti ve Nijerya Büyükelçiliğinden gerekli bilginin alınmasını istedi.

13 Mayıs 2008
2. celse. Okey’in hangi atış mesafesinden öldürüldüğünü ve dolayısıyla ölümün meydana geliş şeklini ortaya koyacak olan ancak hastanede kaybolan gömlek ile ilgili soruşturmada mahkeme takipsizlik kararı verdi. Okey’in avukatı olmadığından karara itiraz edilmedi.

11 Eylül 2008
3. celse. Mahkeme silaha el koydu. İdari soruşturma açılmıyor.

16 Aralık 2008
4. celse. Okey’in kimliğine istinaden, Dışişleri Bakanlığı, mahkemeye Nijerya ile Türkiye arasında adli yardım sözleşmesi olmadığı için bilgi alınamadığını bildirdi. Mahkeme bilginin doğrudan Nijerya’dan istenmesine karar verdi.

7 Nisan 2009
5. celse. Nijerya’dan yanıt gelmediği için duruşma ertelendi.

9 Temmuz 2009
6. celse. Nijerya’dan yanıt gelmediği için duruşma ertelendi.

29 Eylül 2009
7. celse. Nijerya’dan yanıt gelmediği için duruşma ertelendi.

29 Aralık 2009
8. celse. Nijerya’dan yanıt gelmediği için duruşma ertelendi.

1 Nisan 2010
9. celse. Nijerya’dan yanıt gelmediği için duruşma ertelendi.

29 Haziran 2010
10. celse. Göçmen Dayanışma Ağı’nın da gözlemci olarak davaya katılımı ile mahkeme heyeti Nijerya’dan gelmeyen yazının akıbetinin sorulması istedi.

4 Kasım 2010
11. celse. Mahkeme heyeti, davaya “vatandaş olarak manevi zarar gördükleri” gerekçesi ile davaya müdahil olmak isteyen Göçmen Dayanışma Ağı aktivistleri ve ÇHD avukatlarından Güray Dağ hakkında mahkemeye hakaretten suç duyurusunda bulunulmasını istedi.

27 Ocak 2011
12. celse. Mahkeme heyeti, davaya “vatandaş olarak manevi zarar gördükleri” gerekçesi ile davaya müdahil olmak isteyen, aralarında Göçmen Dayanışma Ağı aktivistleri ve ÇHD avukatlarının da bulunduğu 35 kişiye, mahkemeye hakaretten suç duyurusunda bulunulmasını istedi.

26 Nisan 2011
13. celse. Mahkeme heyetti davaya müdahillik talebinde bulunan İstanbul ve Ankara Baroları ile Helsinki Yurttaşlar Derneği, Yeryüzüne Özgürlük Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın taleplerini reddetti. Mahkeme heyeti ayrıca davaya vatandaş olarak manevi zarar gördükleri” gerekçesi ile müdahil olmak isteyen Göçmen Dayanışma Ağı aktivisti 70 kişiye de mahkemeye hakaret gerekçesi ile suç duyurusunda bulunulmasını istedi.

12 Temmuz 2011
14. Celse. Savcı bir dahaki oturumda Okey’in kimlik bilgilerinin mahkemeye iletilmesine bakılmaksızın esasa ilişkin mütalasını vereceğini açıkladı. Mülteci-Der’in müdahillik talebi reddedildi. Müdahillik dilekçesi veren kişileri temsilen salonda bulunan avukatların usule ilişkin yaptıkları itirazın değerlendirilmesi amacı ile verilen arada mahkeme heyeti oturumu avukatlar salonda olmaksızın bitirdi. Avukatların salondan polis zoru ile çıkarılmaya çalışıldığı Baro Avukat Hakları Merkezi'nden temsilcilerinin hazırladığı tutanak ile tespit edildi.

Ece Temelkuran
Kaynak: Habertürk

TCK 301 AİHM'e Takıldı

AİHM, Taner Akçam davasında, TCK 301'in ifade özgürlüğü hakkını ihlal ettiğine hükmetti. Kararda maddede yapılan değişikliklerin Yargıtay’ın ifade özgürlüğünün korunması anlayışında değişikliğe neden olmadığı belirtildi.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Prof. Dr. Taner Akçam tarafından TCK 301'e yönelik açılan davada, Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesini ihlal ettiğine karar verdi. Akçam'ın yaklaşık 86 bin Avro tutarındaki tazminat talebini ise davayla ilgili ihlal hükmünün yeterli olduğunu belirterek reddetti.

İifade özgürlüğünü kısıtladığı" gerekçesiyle yıllardır Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği'nce eleştiri konusu edilen  TCK 301, 29 Nisan 2008 tarihinde değiştirilmişti.

Türkiye savunmasında, 2003-2007 yılları arasında TCK 301 temelinde başlatılan soruşturma sayısının 1894 olduğunu, bunlardan 744'ünün mahkumiyet, 1142'sinin ise beraatla sonuçlandığını ve yine TCK 301 temelinde Adalet Bakanlığı'na Mayıs 2008-Eylül 2009 tarihleri arasında 955 soruşturma izni başvurusu geldiğini, Bakanlığın bunlardan 878'ini reddettiğini, 77'sine ise izin verdiğini AİHM' iletti.

Ancak AİHM bu verileri ifade özgürlüğünün korunması açısından yeterli bulmadı ve hakkındaki suç duyurularının Akçam'ın Türkiye'de düşüncelerinden ötürü kolaylıkla hedef gösterilebileceğini ve 301. madde temelinde hakkında soruşturma başlatılabileceğini belirtti.

AİHM, 301. maddede yapılan değişiklikleri de şöyle yorumladı:

* TCK 301 temelinde soruşturma başlatma yetkisinin Adalet Bakanlığı'nda olması ifade özgürlüğü açısından yeterli bir güvence değil.

* Eski TCK 301'deki "Türklük" teriminin "Türk Milleti" olarak değiştirilmesi Yargıtay'ın ifade özgürlüğünün korunması anlayışında değişikliğe neden olmadı.

* Yürürlükteki TCK 301'in olağanüstü geniş bir alanı kapsadığı ve yoruma açık olduğu için her türlü fikir hakkında savcılıklar tarafından soruşturma başlatılmasına neden olabilir.

* Politik bir değişikliğin yasanın yorumunu doğrudan etkileyebilir ve keyfi uygulamalara yol açabilir.

Türkiye üç ay içinde karara itiraz etmediği takdirde, AİHM kararlarının uygulanışını denetleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'ne 301. maddeyi AİHM kararıyla uyumlu hale getirmek için alacağı yeni önlemler hakkında bilgi vermesi gerekiyor.

Ne olmuştu?

Akçam'ın 6 Ekim 2006 tarihinde AGOS gazetesinde yayımlanan "Hrant Dink, 301 ve bir Suç Duyurusu" başlıklı makalesi nedeniyle hakkında 301. maddeden suç duyurusunda bulunulmuştu. Ayrıca 2005 senesinde, 11 Ekim 2007 ve 26 Kasım 2007 tarihlerinde de Akçam hakkında aynı gerekçeyle suç duyurusunda bulunulmuştu.

Akçam, TCK 301'in ifade özgürlüğü önünde engel oluşturduğu, Ermeni meselesi konusundaki çalışmaları nedeniyle söz konusu madde temelinde hakkında her an soruşturma başlatılabileceği ve bunun da kendisinde stres, kaygı ve korku yarattığını söyleyerek AİHM'e başvurmuştu.

Kaynak: Bianet

Tuğluk: İnsanlar Açıkta, Deprem Vergilerine Ne Oldu?

Depremin ardından Van'a giden BDP Van Milletvekili Aysel Tuğluk, deprem bölgesinde durumun ciddiyetini koruduğunu, ve en az 120 bin çadıra ihtiyaç olduğunu ifade ederek toplanan deprem vergileri ile ne yapıldığını sordu.




Van'da yaşanan depremin ardından bölgeye giden Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Van milletvekili Aysel Tuğluk, özellikle Erciş bölgesi ve bazı köylerde durumun ciddiyetini koruduğunu söyledi.

Depremin hemen akabinde diğer milletvekilleri ile birlikte Van'a gittiklerini ve çalışmalara destek olmaya çalıştıklarını söyleyen Tuğluk, hala pek çok köye tek bir yardım malzemesinin bile ulaştırılmadığını söyledi.

"En acil ihtiyaç çadır"

"Hava çok soğuk ve insanlar çoluk, çocuk sokakta yardım edilmesini bekliyor" diyen Tuğluk, bölgede en acil ihtiyaç duyulan şeyin çadır olduğunu söyledi ve sözlerine şöyle devam etti:

* İnsanlar naylon parçalarını birleştirip kendilerine çadır yapmaya çalışıyor. Bu naylonların altında 30-40 kişi son derece sağlıksız koşullarda yaşam mücadelesi veriyor.

* Burada insanların televizyon kanallarına tepkisi çok büyük. İnsanlar, televizyondan yardımların düzgün ulaştırıldığı yönünde haberler geçtiğini duyuyorlar. Ancak gerçek öyle değil. Sorun ciddiyetini koruyor.

* Deprem kuşağında yer alan bu ülkede Kızılay'ın sadece 40 bin çadırı var. Oysa sadece Van'da şu an en az 120 bin çadıra ihtiyaç var.

"Deprem vergilerine ne oldu?"

Deprem bölgesinde bizzat bulundukları için sıkıntıları tüm açıklığıyla görebildiklerini söyleyen Tuğluk, gelen yardımların dağıtımı ve adaletli paylaşımı konusunda ciddi sıkıntılar olduğuna dikkat çekti.

İlk günden itibaren ciddi şekilde koordinasyonsuzluk yaşandığını ifade eden Tuğluk, bu kadar çok deprem yaşanan topraklarda devletin hala bu kadar koordinasyonsuz olmasını eleştirdi.

Bülent Ecevit'in Başbakanlığı döneminde, 1999'da çıkartılan deprem vergilerinin Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tarafından kalıcı hale getirildiğini hatırlatan Tuğluk, 12 yıldır bu vergilerle toplanan milyarlarca liranın nereye harcandığını bilmediklerini söyledi.

Tüm toplumun bu vergilerin nereye harcandığı konusunun üstüne gitmesi gerektiğini ifade eden Tuğluk, aynı sorunun deprem bölgesinde de sorulduğunu ve artık insanların "Devlet bu saatten sonra artık gelmesin" diyecek kadar öfkeli olduklarını sözlerine ekledi.

"Mahkumları nakil konusunda ikna ettik"

Van Cezaevi'nde yaşananlar hakkında da bilgi veren Aysel Tuğluk, dün (25 Ekim) gerçekleşen güçlü artçı sarsıntı sonrası mahkumların çok korktuğunu ve cezaevi dışında çadırlara alınmayı talep ettiklerini söyledi.

Mahkumların can güvenliği haklarını öne sürerek çadırda kalma taleplerinin cezaevi yönetimi tarafından olumsuz yanıtlanması üzerine cezaevinde isyan çıktığını anlatan Tuğluk, sözlerine şöyle devam etti:

* Cezaevi yönetimi firar olur gerekçesiyle mahkumların çadırda kalma taleplerini reddetti. Ancak bu mahkumlar pazar günü deprem olduktan sonra yıkılan cezaevi duvarından kaçıp ailelerini gördükten sonra geri döndüler. Kaçma niyetleri olsa kaçarlardı.

* Deprem sonrası cezaevinde ciddi hasar meydana geldi ve mahkumlar sadece can güvenliklerinin olmadığı gerekçesiyle isyan ettiler. Can güvenliklerinin karşılanması talepleri karşısında jandarma havaya ateş etti ve gaz bombalarıyla müdahale edildi. Çok sayıda da asker cezaevine yönlendirildi.

* Askerler tarafından bir operasyon düzenlenmesinin önüne geçebilmek için içeri girdik ve mahkumlarla görüştük. Aileleri Van'da olduğu için başka cezaevlerine de nakil edilmek istemeyen mahkumları uzun konuşmalar sonunda cezaevi onarılana kadar geçici olarak başka cezaevlerine nakil edilmeleri konusunda ikna ettik.

* Eğer ikna edemesek ve askerler operasyon düzenlese, ölümlerle sonuçlanabilecek bir felaket yaşayabilirdik.

Kaynak: Bianet