Bugün ne olmuştu?
İki yıl önce, bugün, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Hasdal toplama kampında muazzam bir katliam gerçekleştirip 70'e yakın yavru köpeği boğazlamıştı.
Katliam sürüyor!
Seyirci olmanın dayanılmaz hafifliğini taşımaya devam mı edeceğiz?
Hayvan Özgürlüğü İnisiyatifi
Hatırlamak için birkaç haber linki:
http://yesilgazete.org/2009/11/15/kuduz-suphesi/
http://www.dha.com.tr/n.php?n=9ffdf90d-2009_11_14
http://www.izmirizmir.net/bilesenler/haberler/yazdir.php?haber_no=3305
Hasdal toplama kampı önünde okunan basın açıklaması:
İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ’nin yapmış olduğu soykırımı teşhir ediyoruz ve kınıyoruz.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Hasdal Geçici Hayvan Bakımevi adıyla bilinen barınakta 16 Ekim 2009 günü, 70′e yakın yavru köpeği kuduz şüphelisi olduğu gerekçesiyle öldürdü. Geçtiğimiz günlerde, aylardır kuduz karantinası altında ve devletin yasalarına göre hayvan çıkarmanın yasak olduğu Habibler bölgesinden köpek toplama emrini alan belediye ekipleri, topladıkları köpekleri Hasdal’daki barınağa getirmiş, bu köpeklerin içinden bir yavru köpek diğer yavruların bulunduğu bölüme konulmuştur. Hiçbir hastalık belirtisi göstermeyen, davranışlarında herhangi bir aykırılık olmayan bu yavru köpek, ertesi gün ölü şekilde bulunmuş, belediye görevlileri ölen köpeğin bu bölümdeki diğer yavrulardan birkaçını ısırdığını, ısırılan köpeklerin de anında (!) salya akıtmaya başladığını iddia etmiştir.”Bir günde bir canlının kudurabileceğini” iddia edecek kadar bilimsel gerçeklerden uzak bir şekilde çalışan, üstlerinden ve patronlarından aldıkları her emri toplum ve halk sağlığı menfaatini düşündükleri iddiasıyla yerine getirerek devletin daimi uşaklığını yapan, sokaklarda bin bir zorluk içinde yaşayan bu canlıların yaşamlarını kolaylaştırmak yerine onları imha etmeyi benimsemiş ve gözlerini kırpmadan bir canlıyı öldürebilen bu zihniyet, daha önce birçok kez yaptığı gibi müşahede altına almadan, hiçbir karantina tedbiri uygulamadan, 16 Ekim günü 70′e yakın yavru köpeği kuduz olabilecekleri bahanesiyle katletmiştir. Hekim olduğunu iddia eden, belediyenin müdürü Hasan Gençdal’ın ifadesine göre bu katliam, ötanazi ile değil, kendi yöntemleri ile yapılmış ve katledilen hayvanların cesetleri delil olarak kullanılmamak üzere yok edilmiştir.
Bu hayvanları, yarım asırdan fazla bir süredir hayvanların öldürülmesi için uygulanan, cinayetleri meşrulaştıran 3285 sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanunu ile Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker öldürdü; tamamı hayvanların aleyhinde olan devletin yasalarını destekleyen, kraldan çok kralcı hayvansever grup ve dernekler öldürdü.
Bu hayvanları, katliamların yasal dayanağı olan sözünü ettiğimiz kanunu eksiksiz uygulamakta kararlı olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş ve Veteriner İşleri Müdürü Hasan Gençdal öldürdü.
Bu hayvanları, yıllardır uydurma raporlar tanzim ederek katliamları meşrulaştıran Pendik Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü’nün müdürü Muhammet Aksın öldürdü.
Bu hayvanları, kendi devletinin yasasını bile bile karantina bölgesinden hayvan toplatan, kendilerine hekim diyen, barınağın sorumluları, Veteriner İşleri Müdür Yardımcısı Recep Zafer ve Ahmet Bölükbaşı öldürdü.
Bu hayvanları, insan-merkezli yaşam biçimimiz öldürdü. Çünkü, biz insan olarak, diğer canlılardan ayrı ve üstün bir varlık olduğumuzu varsayarak, kendi yaşamımızı tehdit edecek en ufak bir şüphe uğruna, gözümüz kırpmadan yüzlerce, binlerce canlıyı öldürebilir, soykırım yapabiliriz.
Bu hayvanları devlet öldürdü.
Devletin, belediyelerin genel bir politikası olarak sokak hayvanları, insan sağlığı ve rahatlığı için yollardan toplanıyor; götürüldükeri yerlerde işkencelere maruz kalıyorlar.
Zaten devletin bu canlıları yaşatmak gibi bir derdinin olmadığını, barınağın metan gazı toplama bölgesinin içinde ve yüksek gerilim hattının altına kurulmasından anlıyoruz.
Ayrıca, barınak teşhis ve tedaviye yönelik hiçbir cihaz ve donanıma sahip değildir; ayrıca belediyenin hekimleri de gerekli bilgi ve birikimden yoksundur.
Bizlerle birlikte sokaklarda yaşayan, devletin acımasız tehdit ve müdahalelerini bizlerden daha çok, her dakika enselerinde hisseden hayvanlar, devletin paralı uşakları tarafından İstanbul’un çeşitli bölgelerinden uyuşturucu tüfek ve boyun kancalarıyla toplanarak barınaklara naklediliyor. Bu nakliyat esnasında yolda yüksek dozda uyuşturucuya dayanamayan köpekler kapalı kamyon kasalarında can çekişerek ölüyor. Hayatta kalanlar da sokaklarda daha fazla üreyemesinler diye belediyenin kasapları tarafından kısırlaştırılıyor, üreme organlarını kaybeden bu hayvanlar ameliyattan hemen sonra karga tulumba taşınarak ıslak, buz kesmiş zeminin üstüne, bir çuval gibi fırlatılıyor, idrar ve dışkı ile kaplı fayansların üstünde saatlerce anesteziden çıkmak için debeleniyor, hatta kimisi anesteziden çıkamıyor bile, oracıkta can veriyor. Ameliyattan sonra yaşamayı beceren hayvanların ameliyat yaraları enfekte oluyor, dikişleri patlıyor, açılan dikişlerden bağırsakları dışarıya dökülüyor. Tüm bunlara rağmen yaşamakta direnen hayvanlara gelince… Devlet tarafından, halk ve çevre sağlığını tehdit ettikleri iddiasıyla bu hayvanlar, tıka basa dolu barınaklarda aç – susuz kalıyor ve birçok hastalık kapıyor, açlıktan ölmeleri için şehrin en ücra köşelerine, dağlık ve ormanlık alanlara sürgüne gönderiliyor, eski sokaklarına geri dönmek için ya da karnını doyurmak için yola çıktıklarında ise çoğu eziliyor. Bu sürgün yerlerinde nadiren sağ kalan hayvanlar da zehirlenerek ya da ateşli silahla vurularak öldürülüyor. Kısacası hayvanların sokaklardan arındırılması için insanüstü bir gayretle çalışılıyor. Cinayeti meşrulaştıran yasalar uygulanıyor, katliam emirleri yerine getiriliyor, kısacası hayvanlar barınakta, sokakta, her yerde öldürülüyor! Bunları yapanların hayvanları öldürmeleri için bir “şüphe” yetiyor, ne de olsa şüphelendikleri anda istedikleri kadar canlıyı öldürebilecek devletin ve insan-merkezciliğin sonsuz gücüne ve yetkisine sahipler. Tahakkümleri de her gün “kendinden farklı” olana yapılan her şeyi meşru gören zihniyetle desteklenip pekiştiriliyor.
İstanbul sokaklarında yaşamlarını sürdürmeye çalışan canlılara yönelik hak ihlallerinin artacağını düşünüyoruz. 2010 İstanbul Kültür Başkenti projesi kapsamında şehrin kendi tanımlarıyla “temizlenmesi”, turizm için süslenip tüketime hazır hale getirilmesi amacıyla sokakta yaşayan hayvanlar toplanacak, çoğu kaybedilecek ve öldürülecek. Her zaman minareyi kılıfına uydurup kollarını sıvayan devlet, tüm bu katliamlara dayanak olması için yine kendi eliyle her semtte pıtrak gibi kuduz vakaları yaratacak.
2007 yılında Bandırma’da 280 köpeğin aynı gerekçeyle bir gecede katledilmesinin ardından bu barınaktaki hayvanların boğazlanması ve o günden bugüne yaratılan sahte kuduz vakalarından anlaşılıyor ki devlet, bu planlı cinayetlere devam edecek.
Bu cinayetleri engellemek için devletin tamamen canlıların üzerinden elini çekmesini, varlığının ispatı için canlılara uyguladığı tahakküme son vermesini, mevzuatta varolan hayvan aleyhindeki tüm maddelerin kaldırılmasını, katliam araç-gereçleriyle donatılmış, çıkardığı modernleşme (!) yasalarına rağmen, halen varolan itlaf ekiplerini ve veteriner işleri müdürlüklerini lağvetmesini, her gün yüzlerce hayvanın ölmesine neden olan, sokaklardan ve bizlerden kopardıkları hayvanların yaşamsal ihtiyaçlarını dahi karşılamaktan aciz, devlete ait barınak ve bakım merkezlerini derhal bizlere teslim etmesini istiyoruz.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Hasdal Geçici Hayvan Bakımevi adıyla bilinen barınakta 16 Ekim 2009 günü, 70′e yakın yavru köpeği kuduz şüphelisi olduğu gerekçesiyle öldürdü. Geçtiğimiz günlerde, aylardır kuduz karantinası altında ve devletin yasalarına göre hayvan çıkarmanın yasak olduğu Habibler bölgesinden köpek toplama emrini alan belediye ekipleri, topladıkları köpekleri Hasdal’daki barınağa getirmiş, bu köpeklerin içinden bir yavru köpek diğer yavruların bulunduğu bölüme konulmuştur. Hiçbir hastalık belirtisi göstermeyen, davranışlarında herhangi bir aykırılık olmayan bu yavru köpek, ertesi gün ölü şekilde bulunmuş, belediye görevlileri ölen köpeğin bu bölümdeki diğer yavrulardan birkaçını ısırdığını, ısırılan köpeklerin de anında (!) salya akıtmaya başladığını iddia etmiştir.”Bir günde bir canlının kudurabileceğini” iddia edecek kadar bilimsel gerçeklerden uzak bir şekilde çalışan, üstlerinden ve patronlarından aldıkları her emri toplum ve halk sağlığı menfaatini düşündükleri iddiasıyla yerine getirerek devletin daimi uşaklığını yapan, sokaklarda bin bir zorluk içinde yaşayan bu canlıların yaşamlarını kolaylaştırmak yerine onları imha etmeyi benimsemiş ve gözlerini kırpmadan bir canlıyı öldürebilen bu zihniyet, daha önce birçok kez yaptığı gibi müşahede altına almadan, hiçbir karantina tedbiri uygulamadan, 16 Ekim günü 70′e yakın yavru köpeği kuduz olabilecekleri bahanesiyle katletmiştir. Hekim olduğunu iddia eden, belediyenin müdürü Hasan Gençdal’ın ifadesine göre bu katliam, ötanazi ile değil, kendi yöntemleri ile yapılmış ve katledilen hayvanların cesetleri delil olarak kullanılmamak üzere yok edilmiştir.
Bu hayvanları, yarım asırdan fazla bir süredir hayvanların öldürülmesi için uygulanan, cinayetleri meşrulaştıran 3285 sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanunu ile Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker öldürdü; tamamı hayvanların aleyhinde olan devletin yasalarını destekleyen, kraldan çok kralcı hayvansever grup ve dernekler öldürdü.
Bu hayvanları, katliamların yasal dayanağı olan sözünü ettiğimiz kanunu eksiksiz uygulamakta kararlı olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş ve Veteriner İşleri Müdürü Hasan Gençdal öldürdü.
Bu hayvanları, yıllardır uydurma raporlar tanzim ederek katliamları meşrulaştıran Pendik Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü’nün müdürü Muhammet Aksın öldürdü.
Bu hayvanları, kendi devletinin yasasını bile bile karantina bölgesinden hayvan toplatan, kendilerine hekim diyen, barınağın sorumluları, Veteriner İşleri Müdür Yardımcısı Recep Zafer ve Ahmet Bölükbaşı öldürdü.
Bu hayvanları, insan-merkezli yaşam biçimimiz öldürdü. Çünkü, biz insan olarak, diğer canlılardan ayrı ve üstün bir varlık olduğumuzu varsayarak, kendi yaşamımızı tehdit edecek en ufak bir şüphe uğruna, gözümüz kırpmadan yüzlerce, binlerce canlıyı öldürebilir, soykırım yapabiliriz.
Bu hayvanları devlet öldürdü.
Devletin, belediyelerin genel bir politikası olarak sokak hayvanları, insan sağlığı ve rahatlığı için yollardan toplanıyor; götürüldükeri yerlerde işkencelere maruz kalıyorlar.
Zaten devletin bu canlıları yaşatmak gibi bir derdinin olmadığını, barınağın metan gazı toplama bölgesinin içinde ve yüksek gerilim hattının altına kurulmasından anlıyoruz.
Ayrıca, barınak teşhis ve tedaviye yönelik hiçbir cihaz ve donanıma sahip değildir; ayrıca belediyenin hekimleri de gerekli bilgi ve birikimden yoksundur.
Bizlerle birlikte sokaklarda yaşayan, devletin acımasız tehdit ve müdahalelerini bizlerden daha çok, her dakika enselerinde hisseden hayvanlar, devletin paralı uşakları tarafından İstanbul’un çeşitli bölgelerinden uyuşturucu tüfek ve boyun kancalarıyla toplanarak barınaklara naklediliyor. Bu nakliyat esnasında yolda yüksek dozda uyuşturucuya dayanamayan köpekler kapalı kamyon kasalarında can çekişerek ölüyor. Hayatta kalanlar da sokaklarda daha fazla üreyemesinler diye belediyenin kasapları tarafından kısırlaştırılıyor, üreme organlarını kaybeden bu hayvanlar ameliyattan hemen sonra karga tulumba taşınarak ıslak, buz kesmiş zeminin üstüne, bir çuval gibi fırlatılıyor, idrar ve dışkı ile kaplı fayansların üstünde saatlerce anesteziden çıkmak için debeleniyor, hatta kimisi anesteziden çıkamıyor bile, oracıkta can veriyor. Ameliyattan sonra yaşamayı beceren hayvanların ameliyat yaraları enfekte oluyor, dikişleri patlıyor, açılan dikişlerden bağırsakları dışarıya dökülüyor. Tüm bunlara rağmen yaşamakta direnen hayvanlara gelince… Devlet tarafından, halk ve çevre sağlığını tehdit ettikleri iddiasıyla bu hayvanlar, tıka basa dolu barınaklarda aç – susuz kalıyor ve birçok hastalık kapıyor, açlıktan ölmeleri için şehrin en ücra köşelerine, dağlık ve ormanlık alanlara sürgüne gönderiliyor, eski sokaklarına geri dönmek için ya da karnını doyurmak için yola çıktıklarında ise çoğu eziliyor. Bu sürgün yerlerinde nadiren sağ kalan hayvanlar da zehirlenerek ya da ateşli silahla vurularak öldürülüyor. Kısacası hayvanların sokaklardan arındırılması için insanüstü bir gayretle çalışılıyor. Cinayeti meşrulaştıran yasalar uygulanıyor, katliam emirleri yerine getiriliyor, kısacası hayvanlar barınakta, sokakta, her yerde öldürülüyor! Bunları yapanların hayvanları öldürmeleri için bir “şüphe” yetiyor, ne de olsa şüphelendikleri anda istedikleri kadar canlıyı öldürebilecek devletin ve insan-merkezciliğin sonsuz gücüne ve yetkisine sahipler. Tahakkümleri de her gün “kendinden farklı” olana yapılan her şeyi meşru gören zihniyetle desteklenip pekiştiriliyor.
İstanbul sokaklarında yaşamlarını sürdürmeye çalışan canlılara yönelik hak ihlallerinin artacağını düşünüyoruz. 2010 İstanbul Kültür Başkenti projesi kapsamında şehrin kendi tanımlarıyla “temizlenmesi”, turizm için süslenip tüketime hazır hale getirilmesi amacıyla sokakta yaşayan hayvanlar toplanacak, çoğu kaybedilecek ve öldürülecek. Her zaman minareyi kılıfına uydurup kollarını sıvayan devlet, tüm bu katliamlara dayanak olması için yine kendi eliyle her semtte pıtrak gibi kuduz vakaları yaratacak.
2007 yılında Bandırma’da 280 köpeğin aynı gerekçeyle bir gecede katledilmesinin ardından bu barınaktaki hayvanların boğazlanması ve o günden bugüne yaratılan sahte kuduz vakalarından anlaşılıyor ki devlet, bu planlı cinayetlere devam edecek.
Bu cinayetleri engellemek için devletin tamamen canlıların üzerinden elini çekmesini, varlığının ispatı için canlılara uyguladığı tahakküme son vermesini, mevzuatta varolan hayvan aleyhindeki tüm maddelerin kaldırılmasını, katliam araç-gereçleriyle donatılmış, çıkardığı modernleşme (!) yasalarına rağmen, halen varolan itlaf ekiplerini ve veteriner işleri müdürlüklerini lağvetmesini, her gün yüzlerce hayvanın ölmesine neden olan, sokaklardan ve bizlerden kopardıkları hayvanların yaşamsal ihtiyaçlarını dahi karşılamaktan aciz, devlete ait barınak ve bakım merkezlerini derhal bizlere teslim etmesini istiyoruz.
HAYVAN ÖZGÜRLÜĞÜ İNİSİYATİFİ