Son günlerde artan şiddet ve yükselen savaş dili hakkında görüşlerini paylayan Bakkalcı, her şeyin göz göre göre yapıldığını ve bu nedenle hepimizin sorumluluğu olduğu görüşünde.
Artan askeri operasyonlar ve PKK saldırılarıyla birlikte yükselen şiddet dili, PKK'nin Şemdinli'de Jandarma Komutanlığı'na ve Emniyet Müdürlüğü'ne gerçekleştirdiği saldırının ardından doruk noktasına ulaştı.
PKK'lilerin düğüne sızarak güvenlik güçlerine ateş açtığı ve bu nedenle çatışmada sivillerin hayatını kaybettiği iddiası ile Şırnak'ta Öğretmenevi'ne yönelik molotoflu saldırı ve öğretmenlerin tehdit edildiği iddiası üzerine gelinen noktayı bianet'e değerlendiren Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Genel Sekreteri Metin Bakkalcı, insanın en temel hakkı olan yaşam hakkına yönelik her türlü saldırının kendisinde derin kaygılara yol açtığını ifade etti.
"Hepimizin sorumluluğunda yaşanan bir süreç"
"Göz göre göre, hepimizin tanıklığında, dolayısıyla hepimizin sorumluluğunda yaşanan bu süreç ciddi kaygılar uyandırıyor" diyen Bakkalcı, insanların adeta donduğunu, bir sonraki gelecek adımın herkesin zihnine kazına kazına yaşatıldığını söyledi.
Şiddet kanalından uzaklaşmak mümkünken, kabul edilebilir gerekçesi olmayan bir sürecin yaşandığını söyleyen Bakkalcı sözlerine şöyle devam etti:
* Bütün bu süreç, uzun yılların ürünü ve pek çok karmaşık yanı var. Ancak öte yandan da bir o kadar basit. En temel haklarla donatılmış bir insan basitliğinde yaşayacak mıyız, yaşayamayacak mıyız?
* Herkes gibi doğuştan var olan haklarımızla ve binlerce yıllık insanlık tarihinin ürettiği haklar manzumesiyle birlikte insan olabileceğimize göre, bu haklar manzumesini yaşayabilecek miyiz, yaşayamayacak mıyız?
"Yaşanan süreç herkesin meselesi"
Metin Bakkalcı, yaşanan süreci "Ölümcül bir viraj" olarak değerlendiriyor: Çatışmanın kuvvetlerinin karşılıklı olarak şiddetin çözüm olamayacağını deklare ettiklerini hatırlatan Bakkalcı, tarafların buna rağmen neden tekrar şiddet diline sarıldığını soruyor ve ekliyor:
* Bu ülkenin artık sıklıkla atıf yapılan 1990'lı yıllara geri dönme ihtimali yok. 90'larla kıyaslanmayacak ve tahayyül edilemeyecek acıların yaşanabileceği bir noktaya doğru gideriz.
* İki tarafın arasındaki çatışma olarak algılatılmaya çalışılan tablonun ötesine geçebilmek gerekiyor. Bu, bu ülkede yaşayan herkesin meselesi. Hayatımız üzerinden yürütülen bu meseleye bizim temel insan hakları perspektifinden doğrudan müdahil olmamamız gerekiyor.
"İnsanlar ölünce barış mı gelir?"
* Hak mücadelesi veren Kürtlerin, aydınların, insan hakları savunucularının nefes alacak alanının kalmadığını görüyoruz. Seçilmiş siyasiler, insan hakları savunucuları, binlerce insan hapishanelerde. İnsanlar bir haber yaptı diye, kitap yazdı diye tutuklanıyor. Nefes alma alanının kalmadığı yerde söz bitmez, söz söylenir.
* Barış diyenleri "terör destekçisi" olarak gören bir Başbakan var. Bırakın dilini ve gündelik yaşam tarzını, barış kelimesinin kendisine tahammül edemeyen bir Başbakan var.
* Kendi vicdanımda yaşananları taşıyamıyorum. Çünkü benim gözümün önünde oluyor her şey. Nasıl oluyor da Başbakan bu kadar açık şekilde savaş dilini kullanabiliyor? İnsanlar ölünce barış mı gelir?
Kaynak: Bianet