18 Ocak 2012 Çarşamba

Bütün aydın cinayetleri münferitleştirildi

Hrant Dink suikastı davasında "örgüt yok" denilerek sadece tetikçilere ceza verilmesi, aydın mezarlığına dönen Türkiye'de ilk değil. Daha önce yaşanan bütün aydın cinayetlerinde ya hiç tutuklanan olmadı ya da sadece tetikçilere cezalar verildi.

En büyük yazarlarını, şairlerini, sanatçılarını hapishanelerde yatırma siciline sahip olan Türkiye'de, aydınlar sadece adaletsiz yargılamalara, haksız hapis cezalarına, linç girişimlerine, medya sansürüne, çarpıtma, karalama ve iftiralara maruz kalmıyor. Bu yaranın en derin yanını, siyasi suikastlarla katledilen aydınlar oluşturuyor. Osmanlı'dan günümüze sayısız aydın, siyasi nedenlerle suikasta, saldırılara kurban gitti. Çeşitli toplumsal kesimlerin ileri, öncü unsurları olan aydınlar öldürülerek bu toplum kesimleri susturulmak, baskı altına alınmak istendi. Muhalif aydınların yanı sıra rejim yandaşı olan aydınlar bile provokasyon amaçlı öldürülebildi.

Aydın cinayetlerinin ortak özelliği, hiçbirinin aydınlatılmamış olması. Her seferinde "Gereken yapılacak, sonuna kadar gidilecek" resmi açıklamalarıyla başlatılan soruşturmalar, olaylar bireyselleştirilerek, münferitleştirilerek son buldu. Örgütsel bağlar açığa çıkmasına ve bu bağlar devlet katlarına doğru tırmanmasına rağmen, "hassas, milliyetçi vatandaşlara" verilen hafif cezalarla cinayet tertipleyicileri mahkeme salonlarında korundu.

Son olarak Hrant Dink davasının dünkü duruşmasında "örgüt yok" denildi ve tetikçiyi azmettirdiği iddiasıyla Yasin Hayal'e ceza verildi. Oysa bütün deliller devletin planlı bir cinayetine işaret ediyordu. Diğer aydın cinayetlerinde olduğu gibi...

Ahmet Samim: Siyasi suikasta kurban giden Serbesti Gazetesi'nin başyazarı Ahmet Samim, aynı zamanda ilk basın şehididir. 6 Nisan 1909'da katledildi. Galata Köprüsü'nün üzerinde tıpkı Hrant Dink gibi tabancayla vuruldu. Ahmet Samim, İttihat ve Terakki'yi eleştiriyor, yolsuzlukların üzerine gidiyordu.

Mustafa Suphi: Türkiye Komünist Partisi kurucusu Mustafa Suphi, 28/29 Ocak 1921 gecesi 14 yoldaşı ile birlikte Trabzon açıklarında denize atılarak katledildi. Suphi, TKP'nin Bakü'deki 1. Kongresi'nden sonra ulusal kurtuluş savaşına katılmak için Anadolu'ya geçmişti. Mustafa Kemal önderliğindeki Ankara hükümeti, Suphi'nin Anadolu topraklarına ayak basmasından itibaren provakasyon örgütlemeye başladı. Erzurum'da bu amaçla gerici bir kalabalık, Suphi ve arkadaşlarına saldırmaya kalkıştı. Bunun ardından Suphi ve yoldaşları, Trabzon'dan motorla Batum'a ve oradan Bakü'ye dönmeye karar verdiler. Ancak, Ankara hükümetiyle bağlantılı Topal Osman isimli çeteci tarafından katledildiler. Topal Osman, daha sonra Mustafa Kemal'e suikast iddiasıyla idam edildi. Mustafa Suphi'lerin nasıl katledildiğini bilen son kişi de ortadan kaldırılmış oldu.

Sabahattin Ali: 1947 yılında Bulgaristan sınırında ölü bulundu. Sosyalist bir aydın olan Sabahattin Ali'nin katledilmesi karşısında devlet, "komünist komplo" açıklaması yaptı. Sabahattin Ali'yi öldüren gedikli çavuş Ali Ertekin, ifadesinde cinayeti tıpkı Hrant Dink cinayetinin tetikçisi Ogün Samast gibi "milli hislerle" açıkladı: "... Şimdiye kadar memleket içerisinde yapmış olduğu ve bundan sonra da memleket dışında yapacağı zararlı hareketleri düşünerek milli hislerim galeyana geldi..." Ali Ertekin 'adam öldürmek'ten hüküm giydi. Ancak hafifletici sebeplerle indirilmiş hapis cezasını, '50 affı sayesinde 21 ayda tamamladı ve serbest kaldı. Dönemin İstanbul Emniyeti Birinci Şube Müdürü Parmaksız Hamdi, yıllar sonra şu açıklamayı yaptı: "Cinayeti işleyen polis değil, MİT'tir. İnfaz emrini veren de gazeteci, yazar, CHP'de üst düzeylerde bir kişidir. Zaten bu emri veren politikacı da daha sonra feci şekilde öldürüldü, adını veremem."

Abdi İpekçi: 1 Şubat 1979'da kontrgerilla elemanı Mehmet Ali Ağca tarafından vuruldu. İpekçi'nin öldürülmesi, 12 Eylül'e giden yolda önemli bir kilometre taşı oldu. Bir süre sonra yakalanan Ağca, tutuklu bulunduğu Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçırıldı. Ağca'nın kontrgerilla bağlantıları, yurtdışında da Papa'nın vurulmasına kadar uzandı. Ancak Ağca'ya, İpekçi'yi vurma talimatını kimlerin verdiği hep gizli tutuldu, araştırılmadı. Ağca 18 Ocak 2010 tarihinde cezasını tamamlayarak serbest kaldı, ancak cinayetin arkasındaki isimler açığa çıkarılmadı.

Muammer Aksoy: Atatürkçü Düşünce Derneği Kurucu Başkanı Muammer Aksoy, 31 Ocak 1990 tarihinde Ankara'da öldürüldü. Laik tutumuyla tanınan Aksoy'un öldürülmesi, İslami örgütlere mal edilmeye çalışıldı. Aradan geçen yıllar boyunca, yalnızca suikastta kullanılan silahın ele geçtiği açıklandı.

Çetin Emeç: Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Emeç, 7 Mart 1990 tarihinde İstanbul'da evinin önünde şoförüyle birlikte öldürüldü. Dönemin İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu, "Çetin Emeç cinayetinin terörle ilgisi yok. Kendi çevresi ile ilgili bir cinayet o" dedi. Hrant Dink öldürüldükten hemen sonra açıklama yapan dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah da "Cinayetin örgüt bağlantısı yok" demişti. Aradan 22 yıl geçmesine rağmen Çetin Emeç suikastıyla ilgili hiçbir bağlantı açığa çıkarılmadı.

Turan Dursun: İslam dininin yozlaştırılmasına karşı yazıları ve kitaplarıyla tanınan aydınlanmacı yazar Turan Dursun, 4 Eylül 1990'da İstanbul'da öldürüldü. Devlet, cinayetin hemen ardından Muammer Aksoy cinayetinde olduğu gibi İslami örgütleri işaret etti. Dört yıl sonra da İslami Hareket Örgütü operasyonunda cinayetin çözüldüğünü açıkladı. Ancak yakalananlar daha sonra serbest bırakıldı. Gerçek katilleri 22 yıldır yakalanmadı.

Bahriye Üçok: 6 Ekim 1990'da Ankara'daki evine gönderilen bombalı kargoyla öldürüldü. Laik kimliğiyle öne çıkan İlahiyat Profesörü Üçok'un da İslami örgütler tarafından öldürüldüğü iddia edildi. Soruşturmanın ilk adımlarında, NATO menşeli olarak açıklanan patlayıcının cinsi, sonradan yapılan açıklamalarda Ortadoğu kökenli örgütlerin kullandığı Çekoslovak malı C-4 olarak değiştirildi. Dönemin MİT Müsteşarı Teoman Koman, Üçok'u, ölümünden kısa bir süre önce bombalı paketin nasıl açılacağı konusunda eğittiklerini açıkladı.

Vedat Aydın: 5 Temmuz 1991'de evinden polis tarafından gözaltına alınan eski Halkın Emek Partisi Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın'ın cesedi, 5 gün sonra Ergani-Maden yolu üzerinde bulundu. Kürt siyasetçi Aydın'ın öldürülmesi, bölgede kirli savaş sürecinin ilk halkası oldu. Bunu çok sayıda "faili meçhul" cinayet ve gözaltında kayıp izledi. Aydın'ın cenazesine katılan yüz binlerce insanın üzerine de kurşun yağdırıldı, burada üç kişi yaşamını yitirdi. O dönemde Diyarbakır'da bulunan ve Susurluk'ta ölen polis şefi Hüseyin Kocadağ, ifadesini değiştirmesi için Vedat Aydın'ın eşi Şükran Aydın'ı sürekli ölümle tehdit etti. Vedat Aydın cinayetine ilişkin 20 yıl sonra soruşturma başlatılsa da olay aydınlatılmadı.

Musa Anter: Kürt halkının Ape'si Musa Anter, 20 Eylül 1992'de Diyarbakır'da katledildi. Birlikte kaçırıldığı akrabası Orhan Miroğlu, yaralı kurtuldu. Yıllar sonra JİTEM tetikçisi Abdülkadir Aygan, cinayeti işleyen ekibi isim isim açıkladı. Bu itiraflar sayesinde, 5 Nisan 2007'de Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı, cinayeti gerçekleştirdiği gerekçesiyle JİTEM elebaşısı 'Yeşil' kod adlı Mahmut Yıldırım, PKK itirafçıları Abdülkadir Aygan, Ali Ozansoy, Cemil Işık, Şırnaklı Hamit ve JİTEM kurucusu, daha sonra öldürülen Binbaşı Ahmet Cem Ersever hakkında soruşturma başlattı. Ersever dışındakiler için gıyabi tutuklama çıkartıldı.

Uğur Mumcu:
Araştırmacı gazeteci-yazar Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993'te Ankara'daki evinin önünde, arabasına konulan bombanın patlamasıyla öldürüldü. Kemalist kimliğiyle bilinen Mumcu'nun öldürülmesinde, şimdi olduğu gibi İslami örgütlerden PKK'ye varana kadar çok değişik senaryolar öne sürüldü. Ancak dönemin Emniyet Genel Müdürü ve 1000 operasyonun başı Mehmet Ağar'ın yaptığı açıklamalar, Mumcu cinayetinin arkasındaki devleti açıkça tarif etti. Ağar, Uğur Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu'ya "Bir tuğla çekersek o duvar yıkılır. O duvar çökerse hepimiz altında kalırız" dedi. Ergenekon kapsamında tutuklu, JİTEM'in kurucusu emekli tuğgeneral Veli Küçük'ün evinde bulunan belgeye göre, Uğur Mumcu Talabani'ye PKK'ye karşı kullanılmak üzere verilen 100 bin silahı araştırırken öldürüldü. "Şirketler ve Köstebekler" adlı belgenin "Uğur Mumcu'nun hatası" başlıklı bölümünde Mumcu'nun kendine gelen belgeyi onaylatmak için bazı yerlere açtığı telefonlar "hayatının en büyük hatası" olarak yorumlanıyor.

Metin Göktepe: Evrensel Gazetesi muhabiri Metin Göktepe, 8 Ocak 1996'da haber izlemek için gittiği İstanbul Alibeyköy'de, polis tarafından gözaltına alındı. Götürüldüğü Eyüp'teki spor salonunda öldürüldü. Polis, ölüm nedenini, "düşerek başını çarpması" olarak açıkladı. Daha sonra işkenceyle katledildiği ortaya çıktı. Katil polisler hakkında açılan davalar yıllar sürdü. Ancak, verilen cezalar ne Göktepe ailesini ne de basın camiasının vicdanını rahatlattı.

Ahmet Taner Kışlalı: Kemalist kimliği ve orduya yakınlığıyla tanınan Kışlalı, Ankara'da 21 Ekim 1999 tarihinde arabasına konan bombayla öldürüldü. Cinayetten sonra generallerin çağrısıyla laik kesim sokaklara döküldü. Kışlalı cinayetinin, Danıştay baskını örneğinde olduğu gibi, laik-İslamcı gerilimini tetiklemek için işlenmiş olduğu yorumları yapıldı.

Necip Hablemitoğlu: Necip Hablemitoğlu 2004 yılında evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Hablemitoğlu'nun ölümünün ardından açılan davada sonuca ulaşılamdı. Ve cinayet faili meçhul olaylar arasında yerini aldı. Ergenekon davasındaki "9 Nolu Gizli Tanık" ifadesinde, "Hablemitoğlu'nun öldürülmesi olayının Veli Küçük'ün talimatı ile yapıldığı" bilgisine yer veriliyor. Danıştay davası sanıklarından Osman Yıldırım'ın, Hablemitoğlu ile ilgili verdiği bilgilerde, iddianamede şöyle anlatılıyor: "Yazıhanede Veli Küçük, İbrahim Genç, Esen Türkyılmaz, Muzaffer Tekin ve Osman Gürbüz'ün de olduğu toplantıda Gürbüz bana Necip Hablemitoğlu'nun öldürüp öldüremeyeceğimi sordu. Orada bulunanlar buna karşılık bana 1 milyon dolar teklif etti. Hablemitoğlu'nu tanımadığımı, kim olduğunu sormam üzerine banan onun yazar olduğu ve öldürülmesi gerektiği söylendi. Bu teklifi kabul etmeyince, Veli Küçük Osman Gürbüz'e 'Osman bu iş yine sana düştü' dedi. Daha sonra basından Hablemitoğlu'nun öldürüldüğünü duydum. Olaydan yaklaşık 6-7 ay sonra Osman Gürbüz, 'Hablemitoğlu'nun parasını masalarda bitirdik' dedi."

Kaynak: ETHA