Artvin'in Hopa İlçesi'nde Başbakan Erdoğan'ı protesto ettikleri için tutuklanan 16 kişiden dördünün ilk duruşması bugün görüldü. Duruşma öncesi adliye önünde yapılan açıklamada, dava kapsamındaki suçlamaların düşürülmesi, Metin Lokumcu'nun katillerinin yargılanması istendi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Artvin'in Hopa İlçesi'ndeki seçim mitingini protesto eylemine katıldıkları gerekçesiyle tutuklanan 16 kişiden 4'ünün duruşması bugün görüldü. 5 ay tutuklu kaldıktan sonra duruşmaya dahi çıkarılmadan serbest bırakılan Yunus Aksu, İbrahim Aksu, Erhan Köse ve Ender Yalçın görülen ilk duruşmaya katılmadı.
Duruşma öncesi adliye önünde yapılan açıklamada, dava kapsamındaki suçlamaların düşürülmesi istendi. Hopa Adliyesi önünde yapılan açıklamada “Taş değil gaz bombası silahtır” pankartı açıldı. Hopa halkı adına konuşan Huri Vayiç, Metin Lokumcu'nun polisin attığı gaz bombaları sonucu yaşamını yitirdiğini hatırlatarak, “Aramızdan Metin hocamızı alanlar hakkında henüz hiçbir dava açılmadı. Hopa halkını gaza boğanlar soruşturulmadı” dedi.
'DAVA DOSYASI BÖLÜNEREK DAYANIŞMA ZAYIFLATILMAK İSTENDİ'
Dosya kapsamında çok sayıda kişinin gözaltına alınarak 16 kişinin tutuklandığını kaydeden Vayiç, dava dosyasının üçe bölünerek dayanışmanın zayıflatıldığını belirtti. Hopa davasında yargılananlar hakkındaki suçlamaların derhal düşürülmesi gerektiğini kaydeden Vayiç, “Aynı olayı içerdiğinden diğer iki davayla bu dava birleştirilmelidir” dedi.
'METİN LOKUMCU'NUN KATİLLERİ DERHAL YARGILANMALI'
Metin Lokumcu'nun öldürülmesiyle ilgili davanan halen açılmadığına dikkat çeken Vayiç, “Metin Lokumcu'nun öldürülmesiyle ilgili dava hızla açılmalı ve katilleri derhal yargılanmalıdır. Öldürücü bir silah olan gaz bombası yasaklanmalıdır. Hopa halkı hakkındaki asılsız bu dava düşürülünceye ve Metin Lokumcu'nun katilleri yargılanana kadar bu davanın takipçisi olacağız” şeklinde konuştu. Eylemde, Metin Lokumcu'nun fotoğrafı da taşındı.
Açıklamaya katılan ESP, ÖDP, Halkevleri üyeleri, Fındıklı Halkların Demokratik Kongresi, ESP Genel Başkan Yardımcıları Alp Altınörs ile Birsen Kaya duruşmayı da izledi.
DAVA ÜÇE BÖLÜNMÜŞTÜ
Açıklamanın ardından başlayan duruşmaya, dosya kapsamında yargılanan Yunus Aksu, İbrahim Aksu, Erhan Köse, Ender Yalçın mazeret bildirerek katılmazken, avukatları hazır bulundu. Mahkeme heyeti, 5 kişinin yargılandığı dava dosyasıyla birleşme ihtimali üzerine avukatların talebiyle duruşmayı 5 kişinin yargılandığı davanın görüleceği 9 Nisan tarihine erteledi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 31 Mayıs günü Artvin'in Hopa İlçesi'nde gerçekleştirdiği seçim mitingini protesto ederek taleplerini dile getiren Hopalılara polis saldırmış, Metin Lokumcu yaşamını yitirmişti. Onlarca kişinin gözaltına alındığı olayların ardından 16 kişi tutuklanmıştı. İlk olarak Erzurum Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanmak istenen 16 kişinin dosyası görevsizlik kararıyla Hopa Asliye Ceza Mahkemesi'ne gönderildi.
Hopa Savcısı aynı suçlamayla yargılanan 16 kişinin dosyasını üçe bölerek, ilk olarak Şaban Kotil, Cengiz Akyüz, İdris Akbıyık, Şafak Ustabaş ve Şinasi Gümüşkaya hakkında iddianame hazırladı. 24 Ekim 2011 günü çıkarıldıkları ilk duruşmada serbest bırakılan 5 kişinin duruşması 9 Nisan 2012'ye ertelendi.
Ardından iddianameleri hazırlanan Yunus Aksu, İbrahim Aksu, Erhan Köse ve Ender Yalçın mahkemeye çıkarılmadan 4 Kasım 2011 günü serbest bırakıldı.
ESP PM üyeleri Görgü Demirpençe ile Önder Öner, Ali Aksu, Taylan Kaya, Güven Poshoroğlu, Ferdi Şağbanoğlu, Müslüm Karabulut yaklaşık 7 ay tutuklu kaldıktan sonra iddianameleri dahi hazırlanmadan serbest bırakıldı.
İDDİANAME, TAŞI SİLAH OLARAK NİTELENDİRİYOR
Hopa Cumhuriyet Savcılığı'nca hazırlanan iddianamede, taş silah olarak nitelendirilerek TCK'nın 265/4. maddesi uyarınca cezanın yarı oranında artırımı isteniyor. Erhan Köse, İbrahim Aksu, Yunus Aksu ve Ender Yalçın'ın “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme”, “görevli memura mukavemet etme” ve “kamu malına zarar verme” suçlamalarıyla ayrı ayrı 2 yıldan 12 yıla kadar hapsi isteniyor.
Kaynak: ETHA
31 Ocak 2012 Salı
30 Ocak 2012 Pazartesi
İnsanlığın rutini: Türcülük...
konuşma yok, empati yeterli (+18)
Dünyada her yıl milyonlarca hayvan, deneylerde kesilip biçiliyor, ısıtılıyor, donduruluyor, zehirleniyor, aç bırakılıyor, parçalanıyor, depresyona sokuluyor, ruh hastası yapılıyor ve her yıl yaklaşık 50 milyar hayvan, et endüstrisi için öldürülüyor. Bunun 6 milyarı, 9 haftalık kısa bir süre sonra katledilen tavuklardan oluşuyor. Kuluçkaya yatan tavuklar, 5′erli veya 6′şarlı olarak 35 cm’lik kafeslerde tutuluyor ve bu tavukların %20′si yaşam koşullarından dolayı stresten ve hastalıklardan ölüyor. Hayatlarının her saniyesinde acı çekip bazen hiç güneş ışığı görmeden ya da toprağa ayak basmadan öldürülüyorlar.
Süt endüstrisi için yetiştirilen milyonlarca inek, endüstriyel çiftliklerde muazzam ıstırap koşullarında tutuluyorlar. Hayvanların verimliliğini yüksek seviyelerde tutmak için üreticiler sürekli olarak yapay döllenme yoluyla ineklerin hamile kalmalarını sağlıyor. İneklerin ömrü tahminen 20-25 yıl iken şu an 4 ila 5 yıl arasında değişmektedir.
Günden güne binlerce hayvan, kozmetik, kimya, ilaç ve silah sanayisinin laboratuvarlarında, yüksek okul ve araştırma enstitülerinde hapsediliyor. Akıl almaz işkencelere maruz kalıyorlar. Yakılıyor, boğuluyor, kanser ediliyor ve öldürülüyorlar. Bu zulüm ise “insanlık” yararına yapıldığı gerekçesiyle meşrulaştırılıyor. Halbuki, ahlaken yanlış olmasının yanısıra hayvan deneylerinin bilimsel araştırmalara katkısı yok denecek kadar az. Bu vahşet, insan tarafından her ne kadar meşru bir zemine oturtulsa da deneylerde çekilen acı, yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.
“Spor” amaçlı avcılıkta, kürk sanayisinde, eğlence sektöründe ise hayvanlara acı çektirmek için herhangi bir gerekçe göstermeye bile gerek duyulmuyor. Kürk endüstrisinde milyonlarca çakal, vaşak, karakulak, keseli sıçan, kunduz, misk faresi, su samuru, rakun gibi evcil olmayan birçok hayvan, tuzaklar ve çiftliklere tıkılmak yoluyla zalim süreçlerden geçirilerek katlediliyor.
Köpek, deve, horoz dövüşleri ve boğa güreşleri hayvanlara uygulanan zulmün eğlenceye dayalı geleneksel ve popüler halleridir. Doğasından koparılarak dayak ve zorlama yoluyla eğitilen sirk hayvanları; küçücük havuzlara hapsedilen yunuslar, balinalar ve fok balıkları; her geçen gün aşırı kentleşme, ormansızlaştırma, endüstriyel kompleksler, yollar ve avlanma sonucu yaşam alanları daralan ve nesilleri tükenen yaban hayvanları; okyanus ve denizlerdeki aşırı avlanma yüzünden yok olan balık türleri ve deniz memelileri de kâr-merkezli zulmün kurbanları…
Kentte yaşayan hayvanlar için de durum çok farklı değildir. Evcil hayvan ticareti bugün muazzam boyutlarda pazarda yerini almış bulunuyor. Petshoplar birer köle pazarı; barınaklar birer işkencehane; sokaklar bir cehennem; evler ise hayvanlar için bir süs eşyası veya bir oyuncak olmaktan öte bir şey ifade etmiyor. Uyuşturuculu tüfek ve boyun kancalarıyla toplamalar, yüksek dozda uyuşturucu, kapalı kamyon kasalarında can çekişerek ölümler, kısırlaştırma adı altında soykırıma uğratılmaları, tıka basa dolu barınaklarda aç – susuz bırakılmalar, dağlık ve ormanlık alanlara sürgüne göndermek suretiyle açlıktan öldürmeler, açlıktan ölmeyenlerin zehirlenerek ya da ateşli silahla vurularak katledilmeleri ya da otomobiller tarafından ezilmeler sokak hayvanlarının yaşadığı zulmün kısa bir özeti.
HAYVANLAR...
Hayvanlar hakkında genel bir biçimde konuşmaktan kaçınırım. Bence “hayvanlar” diye bir şeyden bahsedilemez. “Hayvanlar” dediğiniz anda, bir şeyleri anlamamaya ve de hayvanı bir kafese kapatmaya başlamışsınız demektir... Değişik hayvan türleri arasında dikkate değer miktarda farklar söz konusudur. Hepsini bir araya, tek bir kategori altında toplamanın bir açıklaması yoktur: maymunlar, arılar, yılanlar, köpekler, atlar, eklembacaklılar ve mikroplar.. Tüm bunlar birbirinden radikal bir biçimde farklı canlı organizmalardır ve tüm bunlara hayvan diyerek hepsini bir kategori altına koymak, maymunu ve karıncayı, gayet şiddet barındıran bir jesttir. İnsan olmayan tüm canlıları tek bir kategori altında toplamak, öncelikle, aptalca bir tutumdur, teorik açıdan saçmalıktır ve tam da insanların hayvanlara uyguladığı gerçek şiddete iştirak etmek demektir. Mezbahalara, endüstriyel muamelelere maruz kalmalarına, tüketilmelerine yol açan şey budur. Hayvanlara yönelik tüm bu şiddet, genel olarak “hayvanlar”dan bahsedilmesine olanak sağlayan bu kavramsal basitleştirme ile vuku bulur. Bu sebeple, dilime dikkat ederek, “hayvanlar” hakkında konuşmam. “Bu spesifik hayvan türü” ya da “ şu ya da bu hayvan” diye bahsederim.
Jacques Derrida
(Gün Doğmadan: Elisabeth Roudinesco ile Söyleşi)
Dünyada her yıl milyonlarca hayvan, deneylerde kesilip biçiliyor, ısıtılıyor, donduruluyor, zehirleniyor, aç bırakılıyor, parçalanıyor, depresyona sokuluyor, ruh hastası yapılıyor ve her yıl yaklaşık 50 milyar hayvan, et endüstrisi için öldürülüyor. Bunun 6 milyarı, 9 haftalık kısa bir süre sonra katledilen tavuklardan oluşuyor. Kuluçkaya yatan tavuklar, 5′erli veya 6′şarlı olarak 35 cm’lik kafeslerde tutuluyor ve bu tavukların %20′si yaşam koşullarından dolayı stresten ve hastalıklardan ölüyor. Hayatlarının her saniyesinde acı çekip bazen hiç güneş ışığı görmeden ya da toprağa ayak basmadan öldürülüyorlar.
Süt endüstrisi için yetiştirilen milyonlarca inek, endüstriyel çiftliklerde muazzam ıstırap koşullarında tutuluyorlar. Hayvanların verimliliğini yüksek seviyelerde tutmak için üreticiler sürekli olarak yapay döllenme yoluyla ineklerin hamile kalmalarını sağlıyor. İneklerin ömrü tahminen 20-25 yıl iken şu an 4 ila 5 yıl arasında değişmektedir.
Günden güne binlerce hayvan, kozmetik, kimya, ilaç ve silah sanayisinin laboratuvarlarında, yüksek okul ve araştırma enstitülerinde hapsediliyor. Akıl almaz işkencelere maruz kalıyorlar. Yakılıyor, boğuluyor, kanser ediliyor ve öldürülüyorlar. Bu zulüm ise “insanlık” yararına yapıldığı gerekçesiyle meşrulaştırılıyor. Halbuki, ahlaken yanlış olmasının yanısıra hayvan deneylerinin bilimsel araştırmalara katkısı yok denecek kadar az. Bu vahşet, insan tarafından her ne kadar meşru bir zemine oturtulsa da deneylerde çekilen acı, yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.
“Spor” amaçlı avcılıkta, kürk sanayisinde, eğlence sektöründe ise hayvanlara acı çektirmek için herhangi bir gerekçe göstermeye bile gerek duyulmuyor. Kürk endüstrisinde milyonlarca çakal, vaşak, karakulak, keseli sıçan, kunduz, misk faresi, su samuru, rakun gibi evcil olmayan birçok hayvan, tuzaklar ve çiftliklere tıkılmak yoluyla zalim süreçlerden geçirilerek katlediliyor.
Köpek, deve, horoz dövüşleri ve boğa güreşleri hayvanlara uygulanan zulmün eğlenceye dayalı geleneksel ve popüler halleridir. Doğasından koparılarak dayak ve zorlama yoluyla eğitilen sirk hayvanları; küçücük havuzlara hapsedilen yunuslar, balinalar ve fok balıkları; her geçen gün aşırı kentleşme, ormansızlaştırma, endüstriyel kompleksler, yollar ve avlanma sonucu yaşam alanları daralan ve nesilleri tükenen yaban hayvanları; okyanus ve denizlerdeki aşırı avlanma yüzünden yok olan balık türleri ve deniz memelileri de kâr-merkezli zulmün kurbanları…
Kentte yaşayan hayvanlar için de durum çok farklı değildir. Evcil hayvan ticareti bugün muazzam boyutlarda pazarda yerini almış bulunuyor. Petshoplar birer köle pazarı; barınaklar birer işkencehane; sokaklar bir cehennem; evler ise hayvanlar için bir süs eşyası veya bir oyuncak olmaktan öte bir şey ifade etmiyor. Uyuşturuculu tüfek ve boyun kancalarıyla toplamalar, yüksek dozda uyuşturucu, kapalı kamyon kasalarında can çekişerek ölümler, kısırlaştırma adı altında soykırıma uğratılmaları, tıka basa dolu barınaklarda aç – susuz bırakılmalar, dağlık ve ormanlık alanlara sürgüne göndermek suretiyle açlıktan öldürmeler, açlıktan ölmeyenlerin zehirlenerek ya da ateşli silahla vurularak katledilmeleri ya da otomobiller tarafından ezilmeler sokak hayvanlarının yaşadığı zulmün kısa bir özeti.
HAYVANLAR...
Hayvanlar hakkında genel bir biçimde konuşmaktan kaçınırım. Bence “hayvanlar” diye bir şeyden bahsedilemez. “Hayvanlar” dediğiniz anda, bir şeyleri anlamamaya ve de hayvanı bir kafese kapatmaya başlamışsınız demektir... Değişik hayvan türleri arasında dikkate değer miktarda farklar söz konusudur. Hepsini bir araya, tek bir kategori altında toplamanın bir açıklaması yoktur: maymunlar, arılar, yılanlar, köpekler, atlar, eklembacaklılar ve mikroplar.. Tüm bunlar birbirinden radikal bir biçimde farklı canlı organizmalardır ve tüm bunlara hayvan diyerek hepsini bir kategori altına koymak, maymunu ve karıncayı, gayet şiddet barındıran bir jesttir. İnsan olmayan tüm canlıları tek bir kategori altında toplamak, öncelikle, aptalca bir tutumdur, teorik açıdan saçmalıktır ve tam da insanların hayvanlara uyguladığı gerçek şiddete iştirak etmek demektir. Mezbahalara, endüstriyel muamelelere maruz kalmalarına, tüketilmelerine yol açan şey budur. Hayvanlara yönelik tüm bu şiddet, genel olarak “hayvanlar”dan bahsedilmesine olanak sağlayan bu kavramsal basitleştirme ile vuku bulur. Bu sebeple, dilime dikkat ederek, “hayvanlar” hakkında konuşmam. “Bu spesifik hayvan türü” ya da “ şu ya da bu hayvan” diye bahsederim.
Jacques Derrida
(Gün Doğmadan: Elisabeth Roudinesco ile Söyleşi)
27 Ocak 2012 Cuma
Polis nezaretinde baz istasyonu kuruldu
Tekirdağ'ın Çorlu İlçesi'nde bir apartmanın çatısına kurulmak istenen baz istasyonu, halkın tepkisi nedeniyle polis nezaretinde kuruldu.
Tekirdağ'ın Çorlu İlçesi'nde bir binanın çatısına baz istasyonu kurulması nedeniyle mahalle sakinleri duruma tepki gösterdi.
Nusratiye Mahallesi Halit Ziya Uşaklıgil Caddesi'nde bulunan Akbaba Apartmanının çatısına baz istasyonu kurulurken, mahalle halkı apartman önünde toplandı. Bunun üzerine bölgeye polisler geldi. Baz istasyonu, polislerin nezaretinde kuruldu.
'KESİNLİKLE İSTEMİYORUZ'
Baz istasyonu kurulan binanın yanındaki apartmanda oturan Mustafa Özcan, baz istasyonu kurulmasını istemediklerini söyledi. Baz istasyonu kurulan binanın tapusunda payı olduğunu belirten Özcan, "Benim buraya baz istasyonu kurulması için herhangi bir onayım, rızam olmadı. Bu arsanın yarı tapusuna da ben sahibim. Ben kesinlikle böyle bir şey istemiyorum. Bunun buradan kaldırılması için elimizden ne geliyorsa yapacağız" dedi.
Özcan, baz istasyonunun kaldırılması için savcılığa suç duyurusunda bulunduğunu, Çorlu Kaymakamlığına da şikayette bulunduğunu ifade etti. Mustafa Özcan, baz istasyonlarının zararlarını bildiklerini ve kesinlikle kurulmasını istemediklerini söyledi.
'KANSER OLMAK İSTEMİYORUZ'
Mahalle sakinlerinden İsmet Gümüş de baz istasyonu kurulmasını istemediklerini ifade ederek, "Çorlu kanser vakalarının artış gösterdiği bir yer oldu. Biz kanser olmak istemiyoruz. Mahallemizde baz istasyonu kurulmasına karşıyız. Ortak tapu bulunan bir yere ortaklardan biri istemediği halde nasıl baz istasyonu kurabiliyorlar. Bunu da anlamak mümkün değil. Baz istasyonu istemiyoruz" dedi.
Şehri Gök de bina sahiplerinin kurulan baz istasyonu karşılığında senelik 10 bin lira para alacaklarını öğrendiklerini ifade ederek, şöyle dedi: "10 bin lira için bunca insanı hasta etmeye hakları var mı? Bizim de çocuklarımız var, bu çocuklar büyümesin mi? Biz burada baz istasyonu olmasını istemiyoruz."
Kaynak: ETHA
Tekirdağ'ın Çorlu İlçesi'nde bir binanın çatısına baz istasyonu kurulması nedeniyle mahalle sakinleri duruma tepki gösterdi.
Nusratiye Mahallesi Halit Ziya Uşaklıgil Caddesi'nde bulunan Akbaba Apartmanının çatısına baz istasyonu kurulurken, mahalle halkı apartman önünde toplandı. Bunun üzerine bölgeye polisler geldi. Baz istasyonu, polislerin nezaretinde kuruldu.
'KESİNLİKLE İSTEMİYORUZ'
Baz istasyonu kurulan binanın yanındaki apartmanda oturan Mustafa Özcan, baz istasyonu kurulmasını istemediklerini söyledi. Baz istasyonu kurulan binanın tapusunda payı olduğunu belirten Özcan, "Benim buraya baz istasyonu kurulması için herhangi bir onayım, rızam olmadı. Bu arsanın yarı tapusuna da ben sahibim. Ben kesinlikle böyle bir şey istemiyorum. Bunun buradan kaldırılması için elimizden ne geliyorsa yapacağız" dedi.
Özcan, baz istasyonunun kaldırılması için savcılığa suç duyurusunda bulunduğunu, Çorlu Kaymakamlığına da şikayette bulunduğunu ifade etti. Mustafa Özcan, baz istasyonlarının zararlarını bildiklerini ve kesinlikle kurulmasını istemediklerini söyledi.
'KANSER OLMAK İSTEMİYORUZ'
Mahalle sakinlerinden İsmet Gümüş de baz istasyonu kurulmasını istemediklerini ifade ederek, "Çorlu kanser vakalarının artış gösterdiği bir yer oldu. Biz kanser olmak istemiyoruz. Mahallemizde baz istasyonu kurulmasına karşıyız. Ortak tapu bulunan bir yere ortaklardan biri istemediği halde nasıl baz istasyonu kurabiliyorlar. Bunu da anlamak mümkün değil. Baz istasyonu istemiyoruz" dedi.
Şehri Gök de bina sahiplerinin kurulan baz istasyonu karşılığında senelik 10 bin lira para alacaklarını öğrendiklerini ifade ederek, şöyle dedi: "10 bin lira için bunca insanı hasta etmeye hakları var mı? Bizim de çocuklarımız var, bu çocuklar büyümesin mi? Biz burada baz istasyonu olmasını istemiyoruz."
Kaynak: ETHA
Kırmızı Bültenle Aranan Baba Bulunamadı
Eşcinsel olduğu için öldürülen Ahmet Yıldız'ın davası, kırmızı bültenle aranan sanık baba duruşmaya gelmediği için 20 Nisan'a ertelendi. Avukat Söyle, davanın ilerlemesi için gayret gösterilmediğini söyledi.
Eşcinsel olduğunu açıkladıktan sonra babası tarafından öldürüldüğü iddia edilen Ahmet Yıldız davasının 9. duruşmasına kırmızı bültenle aranan babası gelmediği için dava 20 Nisan'a ertelendi.
Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 8. duruşmada, 2008'de Kuzey Irak'ta olduğu tespit edilen sanık baba Yahya Yıldız'ın yakalanması için kırmızı bülten çıkarılmasına karar verilmişti.
Ancak bugün görülen duruşmaya Yahya Yıldız bulunup getirilemediği için dava ertelendi.
"Davanın ilerlemesi için gayret yok"
Cinayet sırasında yaralanan Ümmühan Draman'ın avukatı Fırat Söyle, duruşma sonrası bianet'e yaptığı açıklamada, dört aylık süreçte davada bir ilerleme sağlanamadığını belirtti.
"Yargılamanın ağır gitmesinin ötesinde sanığın yakalanması için bir gayret yok. Bu duruşma önceki duruşmaların benzeri ve devamı oldu. Eylül ayında kırmızı bülten çıkarılması için karar verilmesine rağmen, bu karar kısa bir süre önce yazılı olarak İstanbul Emniyet'e gönderildi.
"Yazının geç yazılması bir ihmaldir. Bu dört aylık süreçte önemli bir adım atılmış olabilirdi. Davanın insan hakları alanında mücadele verenler tarafından sahiplenilmesiyle bir çözüme varılabilir."
Duruşmaya gözlemci sıfatıyla katılan Uluslararası Af Örgütü'nden Barbara Lodge, özellikle LGBT bireylerin hak ihlalleriyle ilgili davaları takip ettiklerini söyledi.
Ayrıca Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği, İstanbul LGTT Dayanışma Derneği, Kaos GL, İstanbul Feminist Kolektif'den de aktivistler duruşmayı izledi.
Kaynak: Bianet
Eşcinsel olduğunu açıkladıktan sonra babası tarafından öldürüldüğü iddia edilen Ahmet Yıldız davasının 9. duruşmasına kırmızı bültenle aranan babası gelmediği için dava 20 Nisan'a ertelendi.
Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 8. duruşmada, 2008'de Kuzey Irak'ta olduğu tespit edilen sanık baba Yahya Yıldız'ın yakalanması için kırmızı bülten çıkarılmasına karar verilmişti.
Ancak bugün görülen duruşmaya Yahya Yıldız bulunup getirilemediği için dava ertelendi.
"Davanın ilerlemesi için gayret yok"
Cinayet sırasında yaralanan Ümmühan Draman'ın avukatı Fırat Söyle, duruşma sonrası bianet'e yaptığı açıklamada, dört aylık süreçte davada bir ilerleme sağlanamadığını belirtti.
"Yargılamanın ağır gitmesinin ötesinde sanığın yakalanması için bir gayret yok. Bu duruşma önceki duruşmaların benzeri ve devamı oldu. Eylül ayında kırmızı bülten çıkarılması için karar verilmesine rağmen, bu karar kısa bir süre önce yazılı olarak İstanbul Emniyet'e gönderildi.
"Yazının geç yazılması bir ihmaldir. Bu dört aylık süreçte önemli bir adım atılmış olabilirdi. Davanın insan hakları alanında mücadele verenler tarafından sahiplenilmesiyle bir çözüme varılabilir."
Duruşmaya gözlemci sıfatıyla katılan Uluslararası Af Örgütü'nden Barbara Lodge, özellikle LGBT bireylerin hak ihlalleriyle ilgili davaları takip ettiklerini söyledi.
Ayrıca Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği, İstanbul LGTT Dayanışma Derneği, Kaos GL, İstanbul Feminist Kolektif'den de aktivistler duruşmayı izledi.
Kaynak: Bianet
Roboski Katliamı, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde
BDP Uludere katliamını Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne taşıdı. Başvuruda Türkiye'de etkin bir soruşturma yürütülmeyeceği şüphesi vurgulanarak, sorumluların ancak uluslararası yargılama mekanizmaları sayesinde açığa çıkarılacağı belirtildi.
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) 34 kişinin hayatını kaybettiği Uludere Katliamı nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne (UCM) başvurdu.
BDP Eş Genel Başkanları Gültan Kışanak ve Selahattin Demirtaş imzasıyla gönderilen başvuruda, UCM Savcılığı'nın 28 Aralık 2011'de, Şırnak'ın Uludere ilçesinde gerçekleşen katliamla ilgili soruşturma başlatması istendi.
Başvuruda "Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen hava bombardımanı ile ilgili olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin kuruluş belgesi olan 01/07/2002 tarihli Roma Statüsü'nün (5), (7),(8),(12), (17) maddeleri gereğince yapılan ihbar ve olaya dair bilgi ve belgelerimizin sunulması ile Savcılığın olay hakkında soruşturma başlatması talebi" dile getirildi.
Dosyaya erişim engeli
UCM'ye yapılan başvuruda, katliamda hayatını kaybedenlerin yakınlarının "etkin bir soruşturma yürütülmeyeceği şüphesi" de vurgulandı ve hükümet temsilcilerinin beyanlarına yer verilerek gerçek bir yargılama yapılmayacağı ihtimalinin çok yüksek olduğundan söz edildi.
Ayrıca önce Şırnak Savcılığı'nca sonra Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığınca başlatılan soruşturma dosyası hakkında gizlilik kararı verildiğine dikkat çekildi. "Bu şekilde kurban yakınlarının dosyaya erişimi engellenmiştir. Soruşturmaya dönük gizlilik kararı şeffaf bir soruşturma yapılmayacağının kanıtıdır."
Tanıklar dinlenmedi
Başvuruda, olay ile ilgili adli soruşturma yürüten savcılığın halen hayatını kaybedenlerin ailelerinin ifadelerini almadığı ve yakınların soruşturmaya dahil edilmediği, olaydan sağ kurtulan tanıklar dinlenmediği de vurgulandı. Bunların "soruşturmanın taraflı yürütüleceği ve şeffaf olmayacağı anlamına geldiği" belirtildi.
İnsansız Hava Araçlarının tespit ettiği görüntülerin 25 gün geçmesine rağmen hâlâ savcılık dosyasına gönderilmediği ifade edildi. Savcılığın görüntülerin ne zaman geleceğinin belli olmadığı yönündeki açıklaması hatırlatıldı.
Uluslararası yargının gerekliliği
Bu katliamın sorumlularının ve faillerinin açığa çıkmasının "ancak uluslararası yargılama mekanizmaları sayesinde" açığa çıkarılabileceğinin söylendiği başvuruda "Savcılığın olayla ilgili soruşturmayı re'sen başlatması" talep edildi.
BDP birkaç gün önce Uludere katliamını Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Üst Komisyonu'na taşıdıklarını da açıklamıştı.
34 kişi hayatını kaybetti
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 28 Aralık'ta Uludere'deki hava bombardımanında Bedran Encü, Erkan Encü, Şivan Encü, Muhammed Encü, Bilal Encü, Aslan Encü, Adem And, Savaş Encü, Orhan Encü, Celal Encü, Fadıl Encü, Mahsum Encü, Şervan Encü, Cemal Encü, Cihan Encü, Vedat Encü, Serhat Encü, Salih Encü, Özcan Uysal, Hüseyin Encü, Nevzat Encü, Hamza Encü, M. Ali Tosun, Selam Encü, Zeydan Encü, Yüksel Ürek, Salih Ürek, Nadir Alma, Seyithan Enç, Hüsnü Encü, Şirvan Encü, Osman Kaplan, Selahattin Encü, Selim Encü isimli 34 sivil hayatını kaybetmiş, Hasan Ürek ağır yaralanmıştı.
Kaynak: Bianet
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) 34 kişinin hayatını kaybettiği Uludere Katliamı nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne (UCM) başvurdu.
BDP Eş Genel Başkanları Gültan Kışanak ve Selahattin Demirtaş imzasıyla gönderilen başvuruda, UCM Savcılığı'nın 28 Aralık 2011'de, Şırnak'ın Uludere ilçesinde gerçekleşen katliamla ilgili soruşturma başlatması istendi.
Başvuruda "Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen hava bombardımanı ile ilgili olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin kuruluş belgesi olan 01/07/2002 tarihli Roma Statüsü'nün (5), (7),(8),(12), (17) maddeleri gereğince yapılan ihbar ve olaya dair bilgi ve belgelerimizin sunulması ile Savcılığın olay hakkında soruşturma başlatması talebi" dile getirildi.
Dosyaya erişim engeli
UCM'ye yapılan başvuruda, katliamda hayatını kaybedenlerin yakınlarının "etkin bir soruşturma yürütülmeyeceği şüphesi" de vurgulandı ve hükümet temsilcilerinin beyanlarına yer verilerek gerçek bir yargılama yapılmayacağı ihtimalinin çok yüksek olduğundan söz edildi.
Ayrıca önce Şırnak Savcılığı'nca sonra Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığınca başlatılan soruşturma dosyası hakkında gizlilik kararı verildiğine dikkat çekildi. "Bu şekilde kurban yakınlarının dosyaya erişimi engellenmiştir. Soruşturmaya dönük gizlilik kararı şeffaf bir soruşturma yapılmayacağının kanıtıdır."
Tanıklar dinlenmedi
Başvuruda, olay ile ilgili adli soruşturma yürüten savcılığın halen hayatını kaybedenlerin ailelerinin ifadelerini almadığı ve yakınların soruşturmaya dahil edilmediği, olaydan sağ kurtulan tanıklar dinlenmediği de vurgulandı. Bunların "soruşturmanın taraflı yürütüleceği ve şeffaf olmayacağı anlamına geldiği" belirtildi.
İnsansız Hava Araçlarının tespit ettiği görüntülerin 25 gün geçmesine rağmen hâlâ savcılık dosyasına gönderilmediği ifade edildi. Savcılığın görüntülerin ne zaman geleceğinin belli olmadığı yönündeki açıklaması hatırlatıldı.
Uluslararası yargının gerekliliği
Bu katliamın sorumlularının ve faillerinin açığa çıkmasının "ancak uluslararası yargılama mekanizmaları sayesinde" açığa çıkarılabileceğinin söylendiği başvuruda "Savcılığın olayla ilgili soruşturmayı re'sen başlatması" talep edildi.
BDP birkaç gün önce Uludere katliamını Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Üst Komisyonu'na taşıdıklarını da açıklamıştı.
34 kişi hayatını kaybetti
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 28 Aralık'ta Uludere'deki hava bombardımanında Bedran Encü, Erkan Encü, Şivan Encü, Muhammed Encü, Bilal Encü, Aslan Encü, Adem And, Savaş Encü, Orhan Encü, Celal Encü, Fadıl Encü, Mahsum Encü, Şervan Encü, Cemal Encü, Cihan Encü, Vedat Encü, Serhat Encü, Salih Encü, Özcan Uysal, Hüseyin Encü, Nevzat Encü, Hamza Encü, M. Ali Tosun, Selam Encü, Zeydan Encü, Yüksel Ürek, Salih Ürek, Nadir Alma, Seyithan Enç, Hüsnü Encü, Şirvan Encü, Osman Kaplan, Selahattin Encü, Selim Encü isimli 34 sivil hayatını kaybetmiş, Hasan Ürek ağır yaralanmıştı.
Kaynak: Bianet
Polisten gece yarısı 'pardon' operasyonu
TMŞ polisleri "KCK" operasyonları kapsamında 1 Mayıs Mahalesi'nde oturan ESP'lilerin evine baskın düzenledi. Kar maskeleri ve uzun namlulu silahlarla kapıyı kırarak içeri giren polisler, ESP'lileri yere yatırarak kelepçeledi. 3 saat boyunca arama yapan polisler "pardon" diyerek evden ayrıldı.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı TMŞ ekipleri tarafından Ataşehir 1 Mayıs Mahallesi'nde oturan ESP'lileri evine baskın düzenlendi.
Gece 24.00'da kar maskeli polisler uzun namlulu silahlar ve kalkanlarla kapıyı kırarak eve girdi. ESP'liler ve birlikte çay içtikleri misafirlerini darp ederek yere yatıran polis, herkesin ellerini arkadan kelepçeledi.
"KCK" operasyonları kapsamında "ihbar" üzerine baskın düzenlendiklerini söyleyen polisler, tüm evi arama adı altında talan etti. 3 saat boyunca bütün evi arayan TMŞ polisleri, "pardon" diyerek evden ayrıldı. Aramada hiçbir şeye el konulmazken hiçkimse de gözaltına alınmadı.
ESP'lilerin evinin yanı sıra alt katta bulunan bir öğrenci evinin de basıldığı öğrenildi. Bu dairenin kapısını çalarak içeri giren polislerin içerideki gençlere kimlik kontrolü yaptığı ve evi aradıktan sonra ayrıldıkları bildirildi.
Kaynak: ETHA
İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı TMŞ ekipleri tarafından Ataşehir 1 Mayıs Mahallesi'nde oturan ESP'lileri evine baskın düzenlendi.
Gece 24.00'da kar maskeli polisler uzun namlulu silahlar ve kalkanlarla kapıyı kırarak eve girdi. ESP'liler ve birlikte çay içtikleri misafirlerini darp ederek yere yatıran polis, herkesin ellerini arkadan kelepçeledi.
"KCK" operasyonları kapsamında "ihbar" üzerine baskın düzenlendiklerini söyleyen polisler, tüm evi arama adı altında talan etti. 3 saat boyunca bütün evi arayan TMŞ polisleri, "pardon" diyerek evden ayrıldı. Aramada hiçbir şeye el konulmazken hiçkimse de gözaltına alınmadı.
ESP'lilerin evinin yanı sıra alt katta bulunan bir öğrenci evinin de basıldığı öğrenildi. Bu dairenin kapısını çalarak içeri giren polislerin içerideki gençlere kimlik kontrolü yaptığı ve evi aradıktan sonra ayrıldıkları bildirildi.
Kaynak: ETHA
"Evren ve Şahinkaya Yetmez"
Taksim Tramvay Durağı önünde bir araya gelen demokratik kitle örgütleri, 4 Nisan'da görülecek 12 Eylül davasına herkesi müdahil olmaya davet etti.
Demokratik kitle örgütleri bugün saat 12.30'da Taksim Tramvay Durağı önünde "12 Eylül Darbecileri ve Suç Ortakları Yargılansın" pankartı açarak bir basın açıklaması düzenledi.
Örgütler adına basın açıklamasını okuyan Nimet Tanrıkulu, gerçek demokrasinin sağlanabilmesi için 12 Eylül askeri darbesiyle gerçek bir yüzleşmenin sağlanması gerektiğini belirtti. Tanrıkulu "Geçmişimizle yüzleşerek/hesaplaşarak, geçmişin yaralarını sağaltarak, ancak aydınlık bir geleceğin önünü açabiliriz" dedi.
4 Nisan'da görülecek olan 12 Eylül davasına da değinen Tanrıkulu şöyle konuştu:
"Kadın, erkek herkes 12 Eylül davasına müdahil olmalı. Ayrıca darbecilerin ve suç ortaklarının yargılamasında asla ayrım yapılmamalı. Sadece darbe yapanlar değil, darbeyi somut hayatta ete kemiğe büründürenlerde yargılanmalı, demokratikleşme buna eşlik etmelidir."
Basın açıklaması "Gün gelecek, devran dönecek, darbeciler halka hesap verecek" sloganıyla son buldu.
Basın açıklamasını düzenleyen örgütler ise şöyle:
78'liler Girişimi, Barış Anneleri, BDP İstanbul İl Örgütü, Dersim Dernekleri Federasyonu, Demokrasi ve Özgürlük Hareketi ( DÖH), Doğu-Güneydoğu Dernekleri (DGD) Platformu, Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), EMEP, Emekli-sen 3 nolu şube, GÖÇDER, Gökkuşağı Kadın Derneği, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı İstanbul Şubesi, Huybar Sultan Alevi Kültür Derneği, İşçi Kardeşliği Partisi (İKP), Karşı Sanat Çalışmaları, KESK/İstanbul Şubeler Platformu, Kürekcilikler Dayanışma ve Kültür Derneği, Özgür Demokratik Alevi Haraketi (ÖDAH), Özgür Kadın Hareketi, Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP), Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV), Sosyalist Parti, Tutuklu ve Hükümlü Aileleriyle Yardımlaşma ve Dayanışma Dernekleri Federasyonu (TUAD FED), Uluslararası İşçi Dayanışması Derneği (UİD-DER), Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği, Yakınlarını Kaybedenlerle Dayanışma Derneği (YAKAYDER), Yeşil ve Sol.
Kaynak: Bianet
78’liler Kenan Evren davasına müdahil olacak
Diyarbakır 78'liler Dayanışma ve Araştırma Derneği, yaptığı basın açıklamasıyla sadece Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya değil tüm darbecilerin yargılanmasını istedi.
Diyarbakır 78'liler Dayanışma ve Araştırma Derneği, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın 4 Nisan 2012 tarihinde Ankara'daki ilk duruşmalarına çağrı yaptı. Sadece Evren ve Şahinkaya değil tüm darbecilerin yargılanmasını istedi.
Büyükşehir Belediyesi Konukevi önünde yapılan basın açıklamasına BDP Muş Milletvekili Demir Çelik ile ESP, KESK, DİSK, MEYA-DER ve TUHAD-DER üyeleri de katıldı.
Diyarbakır 78'liler Dayanışma ve Araştırma Derneği Gani Alkan, yaptığı açıklamada, "12 Eylül demek sadece Kenan Evren mi, Tahsin Şahinkaya mı demek? İddianamede geçen 1 Mayıs 1977, Maraş ve Çorum katliamları ele alındığında bile, geniş ve kapsamlı bir şebekenin suç ortaklığı aşikar değil mi?" diye sordu.
Anayasa'nın geçici 15. maddesinin "sürekli cezasızlık durumu" yarattığını belirten Alkan, "30 yıl boyunca kimleri korumuş ve adaletten kaçırmışsa, onların tümü soruşturulmalı, haklarında dava açılmalı ve 'şüpheliler' ayrımsız yargı önüne çıkarılmalıdır" dedi.
Alkan, "Evren ve Şahinkaya yetmez" dedi, 12 Eylül başbakanı Bülent Ulusu ve Hükümet üyeleri, Danışma Meclisi üyeleri, sıkıyönetim komutanları, sıkıyönetim cezaevi müdürleri, cezaevi istihbarat subayları, cezaevi işkencecileri, işkenceye katılan doktorlar, işkenceci emniyet müdürleri, polisler, MİT mensupları, "Şimdiye kadar işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde" diyen TİSK başkanı Halit Narin, darbeye stratejik akıllar veren Vehbi Koç ve TÜSİAD'ın da yargılanması gerektiğini bildirdi.
Alkan, 1 Mayıs 1977, Maraş ve Çorum katliamlarında bilinen rolü olan ABD'nin başını çektiği emperyalist odakların sorumluluğunun da unutulmaması gerektiğine dikkat çekti.
12 EYLÜL ZİHNİYETİ DEĞİŞMEDİ
12 Eylül zihniyetinin değişmediğini söyleyen Alkan, "Geçmişle layığı ile bir yüzleşme gerçekleşmediğinden suçlular yargılanmadı. Özellikle Kürdistan'da katliam ve kayıplar bir hükmetme geleneği olarak devam etti. Bugün eğer gün yüzüne vuran kafataslarının gerçek sorumluları ortaya çıkarılamıyorsa, Roboski de olduğu gibi katliamlar devam ediyorsa bu nedenledir" dedi.
4 Nisan 2012'de Ankara'da başlayacak olan 12 Eylül davasının son derece önemli ve kapsamlı bir dava olduğunu kaydeden Alkan, beklentilerini "bir başına şu veya bu şahsiyetin yargılanması değil, bir dönemle, bir tarihle yüzleşme/hesaplaşma, bir daha aynı şeylerin yaşanmaması ve özgürlükçü demokratik Türkiye'nin kurulması koşullarının hazırlanması" olarak açıkladı.
Alkan, "Bu bakımdan bu dava hepimizin meselesidir" dedi, 78'liler Derneği'nin davaya müdahil olacağını duyurdu, halka da müdahillik için başvurmaları çağrısında bulundu.
Kaynak: ETHA
Demokratik kitle örgütleri bugün saat 12.30'da Taksim Tramvay Durağı önünde "12 Eylül Darbecileri ve Suç Ortakları Yargılansın" pankartı açarak bir basın açıklaması düzenledi.
Örgütler adına basın açıklamasını okuyan Nimet Tanrıkulu, gerçek demokrasinin sağlanabilmesi için 12 Eylül askeri darbesiyle gerçek bir yüzleşmenin sağlanması gerektiğini belirtti. Tanrıkulu "Geçmişimizle yüzleşerek/hesaplaşarak, geçmişin yaralarını sağaltarak, ancak aydınlık bir geleceğin önünü açabiliriz" dedi.
4 Nisan'da görülecek olan 12 Eylül davasına da değinen Tanrıkulu şöyle konuştu:
"Kadın, erkek herkes 12 Eylül davasına müdahil olmalı. Ayrıca darbecilerin ve suç ortaklarının yargılamasında asla ayrım yapılmamalı. Sadece darbe yapanlar değil, darbeyi somut hayatta ete kemiğe büründürenlerde yargılanmalı, demokratikleşme buna eşlik etmelidir."
Basın açıklaması "Gün gelecek, devran dönecek, darbeciler halka hesap verecek" sloganıyla son buldu.
Basın açıklamasını düzenleyen örgütler ise şöyle:
78'liler Girişimi, Barış Anneleri, BDP İstanbul İl Örgütü, Dersim Dernekleri Federasyonu, Demokrasi ve Özgürlük Hareketi ( DÖH), Doğu-Güneydoğu Dernekleri (DGD) Platformu, Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), EMEP, Emekli-sen 3 nolu şube, GÖÇDER, Gökkuşağı Kadın Derneği, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı İstanbul Şubesi, Huybar Sultan Alevi Kültür Derneği, İşçi Kardeşliği Partisi (İKP), Karşı Sanat Çalışmaları, KESK/İstanbul Şubeler Platformu, Kürekcilikler Dayanışma ve Kültür Derneği, Özgür Demokratik Alevi Haraketi (ÖDAH), Özgür Kadın Hareketi, Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP), Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV), Sosyalist Parti, Tutuklu ve Hükümlü Aileleriyle Yardımlaşma ve Dayanışma Dernekleri Federasyonu (TUAD FED), Uluslararası İşçi Dayanışması Derneği (UİD-DER), Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği, Yakınlarını Kaybedenlerle Dayanışma Derneği (YAKAYDER), Yeşil ve Sol.
Kaynak: Bianet
78’liler Kenan Evren davasına müdahil olacak
Diyarbakır 78'liler Dayanışma ve Araştırma Derneği, yaptığı basın açıklamasıyla sadece Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya değil tüm darbecilerin yargılanmasını istedi.
Diyarbakır 78'liler Dayanışma ve Araştırma Derneği, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın 4 Nisan 2012 tarihinde Ankara'daki ilk duruşmalarına çağrı yaptı. Sadece Evren ve Şahinkaya değil tüm darbecilerin yargılanmasını istedi.
Büyükşehir Belediyesi Konukevi önünde yapılan basın açıklamasına BDP Muş Milletvekili Demir Çelik ile ESP, KESK, DİSK, MEYA-DER ve TUHAD-DER üyeleri de katıldı.
Diyarbakır 78'liler Dayanışma ve Araştırma Derneği Gani Alkan, yaptığı açıklamada, "12 Eylül demek sadece Kenan Evren mi, Tahsin Şahinkaya mı demek? İddianamede geçen 1 Mayıs 1977, Maraş ve Çorum katliamları ele alındığında bile, geniş ve kapsamlı bir şebekenin suç ortaklığı aşikar değil mi?" diye sordu.
Anayasa'nın geçici 15. maddesinin "sürekli cezasızlık durumu" yarattığını belirten Alkan, "30 yıl boyunca kimleri korumuş ve adaletten kaçırmışsa, onların tümü soruşturulmalı, haklarında dava açılmalı ve 'şüpheliler' ayrımsız yargı önüne çıkarılmalıdır" dedi.
Alkan, "Evren ve Şahinkaya yetmez" dedi, 12 Eylül başbakanı Bülent Ulusu ve Hükümet üyeleri, Danışma Meclisi üyeleri, sıkıyönetim komutanları, sıkıyönetim cezaevi müdürleri, cezaevi istihbarat subayları, cezaevi işkencecileri, işkenceye katılan doktorlar, işkenceci emniyet müdürleri, polisler, MİT mensupları, "Şimdiye kadar işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde" diyen TİSK başkanı Halit Narin, darbeye stratejik akıllar veren Vehbi Koç ve TÜSİAD'ın da yargılanması gerektiğini bildirdi.
Alkan, 1 Mayıs 1977, Maraş ve Çorum katliamlarında bilinen rolü olan ABD'nin başını çektiği emperyalist odakların sorumluluğunun da unutulmaması gerektiğine dikkat çekti.
12 EYLÜL ZİHNİYETİ DEĞİŞMEDİ
12 Eylül zihniyetinin değişmediğini söyleyen Alkan, "Geçmişle layığı ile bir yüzleşme gerçekleşmediğinden suçlular yargılanmadı. Özellikle Kürdistan'da katliam ve kayıplar bir hükmetme geleneği olarak devam etti. Bugün eğer gün yüzüne vuran kafataslarının gerçek sorumluları ortaya çıkarılamıyorsa, Roboski de olduğu gibi katliamlar devam ediyorsa bu nedenledir" dedi.
4 Nisan 2012'de Ankara'da başlayacak olan 12 Eylül davasının son derece önemli ve kapsamlı bir dava olduğunu kaydeden Alkan, beklentilerini "bir başına şu veya bu şahsiyetin yargılanması değil, bir dönemle, bir tarihle yüzleşme/hesaplaşma, bir daha aynı şeylerin yaşanmaması ve özgürlükçü demokratik Türkiye'nin kurulması koşullarının hazırlanması" olarak açıkladı.
Alkan, "Bu bakımdan bu dava hepimizin meselesidir" dedi, 78'liler Derneği'nin davaya müdahil olacağını duyurdu, halka da müdahillik için başvurmaları çağrısında bulundu.
Kaynak: ETHA
'Tecrite bir canımızı daha vermeyeceğiz'
TAYAD'lı Aileler, "Tecritin bir canımızı daha almasına izin vermeyeceğiz" diyerek Bakırköy Cezaevi'nde bulunan hasta tutuklu Yasemin Karadağ'ın serbest bıraklımasını istedi.
TAYAD'lı Aileler, börek hastası '96 Ölüm Orucu eylemcisi hasta tutuklu Yasemin Karadağ'ın serbest bırakılması talebiyle Bakırköy Kadın Cezaevi önünde basın açıklaması yaptı.
"Yasemin Karadağ'ın katledilmesine izin vermeceğiz" yazılı pankart açan TAYAD'lı aileler, "Hasta tutsaklar serbest bırakılsın", "Yasemin Karadağ serbest bırakılsın", "Devrimci tutsaklar yalnız değildir" şeklinde sloganlar attı.
Burada açıklama yapan Hüseyin Kaşkır, Bakırköy Cezaevi'nde tutuklu bulunan Yasemin Karadağ'ın, bir böbreğinin çalışmadığını, diğer böbreğinin yüzde onsekizinin çalıştığını, yüksek tansiyonu olduğunu ve bu hastalıklara bağlı olarak iki yıl önce beyin kanaması geçirdiğini söyledi.
Güler Zere'nin, "ölümün kıyısında beni tahliye ettiler" sözlerini hatırlatan Kaşkır, şimdi de Yasemin Karadağ'ın cezaevinde ölüme mahkum edildiğini belirtti.
Kaşkır, Karadağ'ın devrimci düşüncelerinden dolayı tutuklu olduğunu söyledi. Karadağ'ın daha önce defalarca gözaltına alındığını, ancak çıkarıldığı mahkemelerde serbest bırakılıdını kaydeden Kaşkır, polisin hazırladığı komplo sonucu, Karadağ'ın tutuklandığını ifade etti.
Hasta tutuklu Yasemin Karadağ'ın hastalığının yanı sıra cezaevi koşullarıyla da ölüme terk edildiğine dikkat çeken Kaşkır, "12 yılda 2 bine yakın tutuklu ve hükümlü hayatını kaybetti. Tecritin bir canımızı daha almasına izin vermeyeceğiz" dedi. Kaşkır, Karadağ'ın serbest bırakılması ve tedavisinin sürdürülebilmesi için bütün kamuoyuna duyarlılık çağrısı yaptı.
TİMTİK: GÜÇLÜ BİR MUHALEFET YARATILMALI
Yasemin Karadağ'ın avukatı Barkın Timtik, Karadağ'ın 42 yaşında ve 42 kilo olduğunu, ihtiyaçlarını kendi başına gidermekte zorlandığını söyledi. Sağlık raporu olamasına rağmen Karadağ'ın tutuklandığını kaydeden Timtik, serbest bırakılması için güçlü bir toplumsal muhalefetin yaratılması gerektiğini vurguladı. Mahkemelerin, "kaçma şüphesi"ne dayanarak tahliye etmediğini kaydeden Avukat Timtik, "O'nun buna gücü yok" dedi.
Kaynak: ETHA
TAYAD'lı Aileler, börek hastası '96 Ölüm Orucu eylemcisi hasta tutuklu Yasemin Karadağ'ın serbest bırakılması talebiyle Bakırköy Kadın Cezaevi önünde basın açıklaması yaptı.
"Yasemin Karadağ'ın katledilmesine izin vermeceğiz" yazılı pankart açan TAYAD'lı aileler, "Hasta tutsaklar serbest bırakılsın", "Yasemin Karadağ serbest bırakılsın", "Devrimci tutsaklar yalnız değildir" şeklinde sloganlar attı.
Burada açıklama yapan Hüseyin Kaşkır, Bakırköy Cezaevi'nde tutuklu bulunan Yasemin Karadağ'ın, bir böbreğinin çalışmadığını, diğer böbreğinin yüzde onsekizinin çalıştığını, yüksek tansiyonu olduğunu ve bu hastalıklara bağlı olarak iki yıl önce beyin kanaması geçirdiğini söyledi.
Güler Zere'nin, "ölümün kıyısında beni tahliye ettiler" sözlerini hatırlatan Kaşkır, şimdi de Yasemin Karadağ'ın cezaevinde ölüme mahkum edildiğini belirtti.
Kaşkır, Karadağ'ın devrimci düşüncelerinden dolayı tutuklu olduğunu söyledi. Karadağ'ın daha önce defalarca gözaltına alındığını, ancak çıkarıldığı mahkemelerde serbest bırakılıdını kaydeden Kaşkır, polisin hazırladığı komplo sonucu, Karadağ'ın tutuklandığını ifade etti.
Hasta tutuklu Yasemin Karadağ'ın hastalığının yanı sıra cezaevi koşullarıyla da ölüme terk edildiğine dikkat çeken Kaşkır, "12 yılda 2 bine yakın tutuklu ve hükümlü hayatını kaybetti. Tecritin bir canımızı daha almasına izin vermeyeceğiz" dedi. Kaşkır, Karadağ'ın serbest bırakılması ve tedavisinin sürdürülebilmesi için bütün kamuoyuna duyarlılık çağrısı yaptı.
TİMTİK: GÜÇLÜ BİR MUHALEFET YARATILMALI
Yasemin Karadağ'ın avukatı Barkın Timtik, Karadağ'ın 42 yaşında ve 42 kilo olduğunu, ihtiyaçlarını kendi başına gidermekte zorlandığını söyledi. Sağlık raporu olamasına rağmen Karadağ'ın tutuklandığını kaydeden Timtik, serbest bırakılması için güçlü bir toplumsal muhalefetin yaratılması gerektiğini vurguladı. Mahkemelerin, "kaçma şüphesi"ne dayanarak tahliye etmediğini kaydeden Avukat Timtik, "O'nun buna gücü yok" dedi.
Kaynak: ETHA
KCK ana davasında yine mikrofon kapatıldı
KCK Ana Davası'nın 41. duruşmasında İHD Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey ile ilgili delil ikamesine devam edildi.
KCK Ana Davası'nın 41. duruşmasına Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam ediliyor. 104'ü tutuklu 152 Kürt siyasetçi ve insan hakları savunucusunun yargılandığı davanın duruşmasına 25 tutuklu sanık raporlu oldukları gerekçesi ile katılmazken, 79'u tutuklu 82 sanık hazır bulundu.
Her duruşma olduğu gibi bugün görülen duruşma öncesi adliye çevresi ve adliye içinde yoğun önlem alan polis, oluşturduğu 3 arama noktasından adliyeye girmek isteyenler ile duruşmayı takip etmek isteyenleri ince aramadan geçirdi.
Son 6 duruşmadır delil ikamesi yapılan ve avukatların "usule uygun olmadığı" gerekçesi ile dosyadan çıkarılmasını talep ettiği belgelere ilişkin kararını açıklayan Mahkeme Başkanı Menderes Yılmaz, belgelerin usulüne uygun temin edildiğini savundu.
Duruşmada savunma yapan Diyarbakır Baro Başkanı Av. Mehmet Emin Aktar, İHD Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey'in ev ve iş yerinde el konulan belgelerin, aramalar usule uygun olmadığı için dosyadan çıkarılmasını talep ettiklerini hatırlattı. Bu talebin bugüne kadar reddedildiğini, bugün de farklı bir karar beklemediklerini söyleyen Aktar, "Çifte hukuku neredeyse kanıksadık. Çiftte standartlı bir yargılama yapıldığına dair şüphemiz kalmadı. Mahkeme kararı olmaksızın İHD'de arama yapılmıştır. Bunun tutanaklara geçmesini istiyorum" dedi.
Mahkeme Başkanı Yılmaz, tutuklu yargılanan İHD Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey'e ait ev ve iş yerinde yapılan aramaların tutanaklarını okuyarak, Erbey'e sordu. Erbey, mahkeme başkanının sorularına Kürtçe yanıt verince mikrofon kapatıldı.
Av. Feride Laçin, İHD'de yapılan aramalarda derneğin 25 yıllık tüm faaliyetleri ile ilgili 9 adet bilgisayarda yer alan 50 word belgesi ve 49 fotoğrafa el konulduğuna dikkat çekti. Ele geçtiği belirtilen fotoğrafların büyük bölümünün ölen insanlara ait olduğunu, çocuklarının bulunması için ailelerin derneğe getirdiği fotoğraflar olduğunu dile getiren Laçin, İHD'deki arama ile ilgili yarım saat içinde 3 ayrı karar alındığını belirterek bunun tutanaklara geçilmesini talep etti.
Av. Serdar Çelebi ise "Polis keyfi arama kararı istemiştir, Cumhuriyet Savcılığı ise bu kararı çıkarttırmıştır. Mahkeme heyetinin görevi hukuka aykırılığın hukuka uygunluğunu ortaya çıkarmak değil, hukuka aykırılığı ortaya çıkarmaktır" dedi.
'İHD FAALİYETLERİ YARGILANIYOR'
Mahkemenin ret kararına itiraz eden Av. Reyhan Yalçındağ Baydemir, Mahkeme Başkanı Menderes Yılmaz'a tüm talepleri reddettiği için tepki gösterdi. 1988 yılından bu yana 25 yıllık İHD faaliyetlerinin yargılandığını vurgulayan Baydemir, şöyle konuştu: "İHD'nin faaliyetlerini yargılayacaksanız eğer, 25 yıllık faaliyetlerini sadece müvekkilimiz Muharrem Erbey'e soramazsınız. O zaman derneğin eski görevlilerini ve başkanlarını da yargılamak zorundasınız. Bilinçsiz olarak yapılmış bir hukuksuzluk var ortada Sayın Başkan. İHD'nin aranması sırasında derneğin 25 yıllık arşiv belgelerine el konulmuş. O belgelerde 30 yıldan beri bölgede işlenen suçlar var Sayın Başkan. Suçları işleyen asker ve polisleri de yargılamalısınız sayın başkan. O zaman bu salonun bin misli bir salon yapıp, o sanıkları da yargılamak zorundasınız Sayın Başkan. Elbet bizimde soracağımız sorular vardır."
Erbey'in evinde bulunduğu belirtilen "Nasıl yaşamalı 1-2", "Kürt-Türk İlişkileri", "Onbinler ölmesin" "Demokratik Toplum Manifestosu", "PKK 8. Kongresi" isimli kitapları okuyan mahkeme başkanı, Erbey'e söz verdi. Kürtçe cevap veren Erbey, "Evimde 3 bin kitabım var. Tutanakta da var" diye konuşurken mikrofonu kapatıldı. Av. Mehmet Emin Aktar, müvekkili Erbey'in arama sırasında avukat olan eşi ile kardeşini aramak istediğini fakat polisin buna izin vermediğini, belirttikleri usulsüzlüklerden bir diğerinin de bu olduğuna dikkat çekti.
Kaynak: ETHA
KCK Ana Davası'nın 41. duruşmasına Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam ediliyor. 104'ü tutuklu 152 Kürt siyasetçi ve insan hakları savunucusunun yargılandığı davanın duruşmasına 25 tutuklu sanık raporlu oldukları gerekçesi ile katılmazken, 79'u tutuklu 82 sanık hazır bulundu.
Her duruşma olduğu gibi bugün görülen duruşma öncesi adliye çevresi ve adliye içinde yoğun önlem alan polis, oluşturduğu 3 arama noktasından adliyeye girmek isteyenler ile duruşmayı takip etmek isteyenleri ince aramadan geçirdi.
Son 6 duruşmadır delil ikamesi yapılan ve avukatların "usule uygun olmadığı" gerekçesi ile dosyadan çıkarılmasını talep ettiği belgelere ilişkin kararını açıklayan Mahkeme Başkanı Menderes Yılmaz, belgelerin usulüne uygun temin edildiğini savundu.
Duruşmada savunma yapan Diyarbakır Baro Başkanı Av. Mehmet Emin Aktar, İHD Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey'in ev ve iş yerinde el konulan belgelerin, aramalar usule uygun olmadığı için dosyadan çıkarılmasını talep ettiklerini hatırlattı. Bu talebin bugüne kadar reddedildiğini, bugün de farklı bir karar beklemediklerini söyleyen Aktar, "Çifte hukuku neredeyse kanıksadık. Çiftte standartlı bir yargılama yapıldığına dair şüphemiz kalmadı. Mahkeme kararı olmaksızın İHD'de arama yapılmıştır. Bunun tutanaklara geçmesini istiyorum" dedi.
Mahkeme Başkanı Yılmaz, tutuklu yargılanan İHD Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey'e ait ev ve iş yerinde yapılan aramaların tutanaklarını okuyarak, Erbey'e sordu. Erbey, mahkeme başkanının sorularına Kürtçe yanıt verince mikrofon kapatıldı.
Av. Feride Laçin, İHD'de yapılan aramalarda derneğin 25 yıllık tüm faaliyetleri ile ilgili 9 adet bilgisayarda yer alan 50 word belgesi ve 49 fotoğrafa el konulduğuna dikkat çekti. Ele geçtiği belirtilen fotoğrafların büyük bölümünün ölen insanlara ait olduğunu, çocuklarının bulunması için ailelerin derneğe getirdiği fotoğraflar olduğunu dile getiren Laçin, İHD'deki arama ile ilgili yarım saat içinde 3 ayrı karar alındığını belirterek bunun tutanaklara geçilmesini talep etti.
Av. Serdar Çelebi ise "Polis keyfi arama kararı istemiştir, Cumhuriyet Savcılığı ise bu kararı çıkarttırmıştır. Mahkeme heyetinin görevi hukuka aykırılığın hukuka uygunluğunu ortaya çıkarmak değil, hukuka aykırılığı ortaya çıkarmaktır" dedi.
'İHD FAALİYETLERİ YARGILANIYOR'
Mahkemenin ret kararına itiraz eden Av. Reyhan Yalçındağ Baydemir, Mahkeme Başkanı Menderes Yılmaz'a tüm talepleri reddettiği için tepki gösterdi. 1988 yılından bu yana 25 yıllık İHD faaliyetlerinin yargılandığını vurgulayan Baydemir, şöyle konuştu: "İHD'nin faaliyetlerini yargılayacaksanız eğer, 25 yıllık faaliyetlerini sadece müvekkilimiz Muharrem Erbey'e soramazsınız. O zaman derneğin eski görevlilerini ve başkanlarını da yargılamak zorundasınız. Bilinçsiz olarak yapılmış bir hukuksuzluk var ortada Sayın Başkan. İHD'nin aranması sırasında derneğin 25 yıllık arşiv belgelerine el konulmuş. O belgelerde 30 yıldan beri bölgede işlenen suçlar var Sayın Başkan. Suçları işleyen asker ve polisleri de yargılamalısınız sayın başkan. O zaman bu salonun bin misli bir salon yapıp, o sanıkları da yargılamak zorundasınız Sayın Başkan. Elbet bizimde soracağımız sorular vardır."
Erbey'in evinde bulunduğu belirtilen "Nasıl yaşamalı 1-2", "Kürt-Türk İlişkileri", "Onbinler ölmesin" "Demokratik Toplum Manifestosu", "PKK 8. Kongresi" isimli kitapları okuyan mahkeme başkanı, Erbey'e söz verdi. Kürtçe cevap veren Erbey, "Evimde 3 bin kitabım var. Tutanakta da var" diye konuşurken mikrofonu kapatıldı. Av. Mehmet Emin Aktar, müvekkili Erbey'in arama sırasında avukat olan eşi ile kardeşini aramak istediğini fakat polisin buna izin vermediğini, belirttikleri usulsüzlüklerden bir diğerinin de bu olduğuna dikkat çekti.
Kaynak: ETHA
Festus'u egosunu tatmin etmek için öldürdü
Nijeryalı göçmen Festus Okey'in karakolda öldürülmesine ilişkin davaya bakan heyet üyesi hakim Keskin Karakurt, sanık polis Cengiz Yıldız'ın Okey'i "kasten öldürdüğü" kanaatine vardı.
Nijeryalı göçmen Festus Okey'in Beyoğlu Polis Merkezi'nde öldürülmesine ilişkin davada gerekçeli karar açıklandı.
Beyoğlu 21. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, Okey'i "taksirle öldürdüğü" iddiasıyla sanık polis Cengiz Yıldız'a 4 yıl 2 ay hapis cezası vermişti. Bu karara şerh koyan hakim Keskin Karakurt, Yıldız'ın "kasten adam öldürmekten" cezalandırılması gerektiğini bildirdi. Keskin'e göre polis Yıldız, "maktulü sorgulamak, korkutmak, gözdağı vermek, kişisel ego tatmini, egemenliği altına aldığı kişiye karşı güç gösterisinde bulunmak gibi saiklerle" hareket etti.
KOKAİN İDDİASI KOMPLO
Karakut, karara karşı yazısında Okey'in karakoldaki üst araması sırasında üzerinden 12 paket kokain çıktığı yönünde düzenlenen tutanak için, "Sonradan olayın vahametini hafifletmeye yönelik olarak tanzim edildiği, maktulün uyuşturucu madde ticareti yaptığı, makbul bir kişi olmadığı yönünde delil oluşturulmaya çalışıldığı kanaatine varılmıştır" dedi.
Hakim Karakurt'un iki sayfalık muhalefet şerhinde, Okey'in üzerinde 13 paket kokain maddesi bulunduğu yönünde sahte evrak düzenlendiği iddiasını, Kamotay Akçil adlı polis memurunun odada bulunmamasına rağmen bu yöndeki tutanağa imza koymasıyla açıkladı. Karakurt'un suçladığı polis Kamotay Ayhan Akçil'in adı, Okey'in ölümünden 18 gün sonra Beyoğlu polisince Tarlabaşı'nda Mona Musa adlı Somalili'nin evine yönelik baskında da geçmişti. Akçil'in de katıldığı baskında Frank Paul ve Maldonada Garcia adlarına düzenlenmiş, üzerinde Festus Okey'in resminin olduğu kimlikler ve 204 gram uyuşturucu bulunduğu açıklanmıştı. Şüpheli Mona Musa, "Evinde ele geçtiği bildirilen belgelerin polis tarafından bırakıldığını" savununca polisler hakkında soruşturma açılmıştı.
SİLAHI ÇEKİŞTİRME OLMADI
Hakim Karakurt'un, muhalefet şerhindeki diğer itirazları özetle şöyle:
"Maktulde atış artığına rastlanmamıştır. Buna karşın silahın çekiştirme sırasında ateş aldığı yönündeki savunma doğrulanmamıştır. Maktül polisin silahını alması halinde bunun intihardan farksız olduğunu bilecek durumdadır.
Sanık Cengiz Yıldız maktulü sorgulamak, korkutmak, gözdağı vermek, kişisel ego tatmini, egemenliği altına aldığı kişiye karşı güç gösterisinde bulunmak gibi saiklerle hareket etti. Sanık Yıldız maktul giyinik haldeyken, ağzında mermi bulunan ya da ağzına mermi sürdüğü tabancayla ona diz çöktürdü, silahı omuz kısmına doğrulttu, parmağını tetiğe yanlışlıkla ve hataen basarak maktulü sol omuzdan dikine aşağı vurmuştur. Sanık 2 yıllık polistir. Ağzında mermi olan silahla bu şekilde tedbirsiz davranılmaması gerektiğini, emniyet supapları ortadan kaldırılan silahın her an ateş alabileceğini, kişinin hayati noktalarına doğrultulmuş silahın ölüm sonucunu doğurabileceğini bilebilecek durumdadır. Buna rağmen eylemini sürdürmüş, ne olursa olsun düşüncesiyle umursamaz bir davranış sergilemiştir. Bu nedenle "kastla adam öldürme suçu" oluşmuştur."
Kaynak: ETHA
Nijeryalı göçmen Festus Okey'in Beyoğlu Polis Merkezi'nde öldürülmesine ilişkin davada gerekçeli karar açıklandı.
Beyoğlu 21. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, Okey'i "taksirle öldürdüğü" iddiasıyla sanık polis Cengiz Yıldız'a 4 yıl 2 ay hapis cezası vermişti. Bu karara şerh koyan hakim Keskin Karakurt, Yıldız'ın "kasten adam öldürmekten" cezalandırılması gerektiğini bildirdi. Keskin'e göre polis Yıldız, "maktulü sorgulamak, korkutmak, gözdağı vermek, kişisel ego tatmini, egemenliği altına aldığı kişiye karşı güç gösterisinde bulunmak gibi saiklerle" hareket etti.
KOKAİN İDDİASI KOMPLO
Karakut, karara karşı yazısında Okey'in karakoldaki üst araması sırasında üzerinden 12 paket kokain çıktığı yönünde düzenlenen tutanak için, "Sonradan olayın vahametini hafifletmeye yönelik olarak tanzim edildiği, maktulün uyuşturucu madde ticareti yaptığı, makbul bir kişi olmadığı yönünde delil oluşturulmaya çalışıldığı kanaatine varılmıştır" dedi.
Hakim Karakurt'un iki sayfalık muhalefet şerhinde, Okey'in üzerinde 13 paket kokain maddesi bulunduğu yönünde sahte evrak düzenlendiği iddiasını, Kamotay Akçil adlı polis memurunun odada bulunmamasına rağmen bu yöndeki tutanağa imza koymasıyla açıkladı. Karakurt'un suçladığı polis Kamotay Ayhan Akçil'in adı, Okey'in ölümünden 18 gün sonra Beyoğlu polisince Tarlabaşı'nda Mona Musa adlı Somalili'nin evine yönelik baskında da geçmişti. Akçil'in de katıldığı baskında Frank Paul ve Maldonada Garcia adlarına düzenlenmiş, üzerinde Festus Okey'in resminin olduğu kimlikler ve 204 gram uyuşturucu bulunduğu açıklanmıştı. Şüpheli Mona Musa, "Evinde ele geçtiği bildirilen belgelerin polis tarafından bırakıldığını" savununca polisler hakkında soruşturma açılmıştı.
SİLAHI ÇEKİŞTİRME OLMADI
Hakim Karakurt'un, muhalefet şerhindeki diğer itirazları özetle şöyle:
"Maktulde atış artığına rastlanmamıştır. Buna karşın silahın çekiştirme sırasında ateş aldığı yönündeki savunma doğrulanmamıştır. Maktül polisin silahını alması halinde bunun intihardan farksız olduğunu bilecek durumdadır.
Sanık Cengiz Yıldız maktulü sorgulamak, korkutmak, gözdağı vermek, kişisel ego tatmini, egemenliği altına aldığı kişiye karşı güç gösterisinde bulunmak gibi saiklerle hareket etti. Sanık Yıldız maktul giyinik haldeyken, ağzında mermi bulunan ya da ağzına mermi sürdüğü tabancayla ona diz çöktürdü, silahı omuz kısmına doğrulttu, parmağını tetiğe yanlışlıkla ve hataen basarak maktulü sol omuzdan dikine aşağı vurmuştur. Sanık 2 yıllık polistir. Ağzında mermi olan silahla bu şekilde tedbirsiz davranılmaması gerektiğini, emniyet supapları ortadan kaldırılan silahın her an ateş alabileceğini, kişinin hayati noktalarına doğrultulmuş silahın ölüm sonucunu doğurabileceğini bilebilecek durumdadır. Buna rağmen eylemini sürdürmüş, ne olursa olsun düşüncesiyle umursamaz bir davranış sergilemiştir. Bu nedenle "kastla adam öldürme suçu" oluşmuştur."
Kaynak: ETHA
"Sevag Kaza Kurşunuyla Ölmedi"
Daha önce Sevag'ın Kıvanç Ağaoğlu tarafından kazayla vurulduğunu söyleyen görgü tanığı Ekşi, Ağaoğlu'nun ailesi tarafından yönlendirildiğini kabul etti ve Ağaoğlu'nun Sevag'ı bilerek öldürdüğünü söyledi.
Sevag Balıkçı'nın 24 Nisan 2011'de askerde ölümüyle ilgili konuşan tanık Halil Ekşi, Balıkçı'nın Kıvanç Ağaoğlu tarafından hedef alınarak öldürüldüğünü söyledi.
Daha önceki ifadesinde silahın nasıl ateş aldığını görmediğini söyleyen tanık Ekşi, Ağaoğlu'nun ailesinin yönlendirmesiyle ifade verdiğini kabul etti ve Kıvanç Ağaoğlu'nun silahın kurma kolunu çekip, Sevag'ı bilerek öldürdüğünü söyledi.
bianet'e konuşan Sevag Balıkçı'nın annesi Ani Balıkçı, görgü tanıklarından birinin vicdana geldiğini, diğerlerinin de bu yolla gördüklerini açıklamalarını umduğunu söyledi.
Sadece adaletin yerini bulmasını istediklerini ve oğlunu katleden kişinin mahkemeden elini kolunu sallayarak çıkmamasını istediğini söyleyen Ani Balıkçı, görgü tanığı Halil Ekşi'nin gerçekleri anlatmasının davanın seyrini olumlu yönde değiştireceği düşüncesinde.
Duruşma pazartesiye alındı
Balıkçı ailesinin avukatı Cem Halavurt ise önceden dosyada bulunan tanık ifadelerinde değişiklik yapıldığının anlaşıldığını ancak bununla ilgili ilk kez tanık ifadesi sayesinde delil elde ettiklerini söyledi.
Halil Ekşi'nin daha önce Kıvanç Ağaoğlu'nun dayısının yönlendirmesiyle yazılı olarak ifade verdiğini söyleyen Halavurt, daha sonra ifadesini değiştirdiğini ve Ağaoğlu'nun Balıkçı'yi bilerek ve isteyerek öldürdüğünü gördüğünü söylediğini ifade etti.
Bu gelişme üstüne 29 Mart'ta görülecek duruşmanın, sanığın delilleri karartma ve kaçma şüphesi nedeniyle erken bir tarihe alınması için mahkemeye başvurduklarını söyleyen Halavurt, mahkemenin bu talebi yerinde bularak duruşmayı 30 Ocak Pazartesi gününe aldığını belirtti.
Halavurt'un verdiği bilgilere göre, pazartesi günü yapılacak duruşmaya Kıvanç Ağaoğlu katılmak zorunda. Aksi taktirde polis zoruyla getirilecek. Ayrıca ifadesini değiştiren tanık Halil Ekşi de duruşmaya katılacak ve mahkeme heyetine tanıklıklarını aktaracak.
Ne olmuştu?
Sevag Balıkçı, 24 Nisan 2011'de, Ermeni soykırımının başlangıcı kabul edilen 24 Nisan 1915'in 96. yıldönümünde askerlik yaptığı Batman'ın Kozluk ilçesi Gümüşörgü Karakolu'nda Kıvanç Ağaoğlu'nun silahından çıkan kurşunla hayatını kaybetmişti.
Olayın ardından bilinçli olarak insan öldürdüğü iddiasıyla hakkında dokuz yıl hapis istenen Kıvanç Ağaoğlu, 29 Temmuz 2011'de görülen ilk duruşmada "kaçma şüphesi olmadığı" ileri sürülerek tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.
Sevag Balıkçı'nın ablası Lerna Özder, olayın ardından Sevag'ın Kıvanç Ağaoğlu ile yakın arkadaş olduğu ileri sürülerek Sevag'ın kaza kurşunu ile öldüğü yönünde geliştirilen savunmaları şöyle yalanlamıştı:
"14 ay boyunca Sevag'ın ağzından başka arkadaşlarının isimlerini duyduk ama Kıvanç'ın adını hiç duymadık. Babamız haziranda Sevag'ı ziyarete gittiğinde Sevag ve arkadaşlarıyla yemek yemişti. Ancak Kıvanç o yemekte de yoktu."
16 Aralık'ta görülen son duruşmada ise Ağaoğlu, silahı yukarı doğrultarak kurma kolunu çektikten sonra aşağı indirirken birden bire patladığını ileri sürmüş ve olayın kaza olduğunu iddiasını tekrarlamıştı.
Mahkeme heyeti ise tanıkların dinlenmesi için mahkemeyi 29 Mart 2012'ye ertelemişti.
Kaynak: Bianet
Sevag Balıkçı'nın 24 Nisan 2011'de askerde ölümüyle ilgili konuşan tanık Halil Ekşi, Balıkçı'nın Kıvanç Ağaoğlu tarafından hedef alınarak öldürüldüğünü söyledi.
Daha önceki ifadesinde silahın nasıl ateş aldığını görmediğini söyleyen tanık Ekşi, Ağaoğlu'nun ailesinin yönlendirmesiyle ifade verdiğini kabul etti ve Kıvanç Ağaoğlu'nun silahın kurma kolunu çekip, Sevag'ı bilerek öldürdüğünü söyledi.
bianet'e konuşan Sevag Balıkçı'nın annesi Ani Balıkçı, görgü tanıklarından birinin vicdana geldiğini, diğerlerinin de bu yolla gördüklerini açıklamalarını umduğunu söyledi.
Sadece adaletin yerini bulmasını istediklerini ve oğlunu katleden kişinin mahkemeden elini kolunu sallayarak çıkmamasını istediğini söyleyen Ani Balıkçı, görgü tanığı Halil Ekşi'nin gerçekleri anlatmasının davanın seyrini olumlu yönde değiştireceği düşüncesinde.
Duruşma pazartesiye alındı
Balıkçı ailesinin avukatı Cem Halavurt ise önceden dosyada bulunan tanık ifadelerinde değişiklik yapıldığının anlaşıldığını ancak bununla ilgili ilk kez tanık ifadesi sayesinde delil elde ettiklerini söyledi.
Halil Ekşi'nin daha önce Kıvanç Ağaoğlu'nun dayısının yönlendirmesiyle yazılı olarak ifade verdiğini söyleyen Halavurt, daha sonra ifadesini değiştirdiğini ve Ağaoğlu'nun Balıkçı'yi bilerek ve isteyerek öldürdüğünü gördüğünü söylediğini ifade etti.
Bu gelişme üstüne 29 Mart'ta görülecek duruşmanın, sanığın delilleri karartma ve kaçma şüphesi nedeniyle erken bir tarihe alınması için mahkemeye başvurduklarını söyleyen Halavurt, mahkemenin bu talebi yerinde bularak duruşmayı 30 Ocak Pazartesi gününe aldığını belirtti.
Halavurt'un verdiği bilgilere göre, pazartesi günü yapılacak duruşmaya Kıvanç Ağaoğlu katılmak zorunda. Aksi taktirde polis zoruyla getirilecek. Ayrıca ifadesini değiştiren tanık Halil Ekşi de duruşmaya katılacak ve mahkeme heyetine tanıklıklarını aktaracak.
Ne olmuştu?
Sevag Balıkçı, 24 Nisan 2011'de, Ermeni soykırımının başlangıcı kabul edilen 24 Nisan 1915'in 96. yıldönümünde askerlik yaptığı Batman'ın Kozluk ilçesi Gümüşörgü Karakolu'nda Kıvanç Ağaoğlu'nun silahından çıkan kurşunla hayatını kaybetmişti.
Olayın ardından bilinçli olarak insan öldürdüğü iddiasıyla hakkında dokuz yıl hapis istenen Kıvanç Ağaoğlu, 29 Temmuz 2011'de görülen ilk duruşmada "kaçma şüphesi olmadığı" ileri sürülerek tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.
Sevag Balıkçı'nın ablası Lerna Özder, olayın ardından Sevag'ın Kıvanç Ağaoğlu ile yakın arkadaş olduğu ileri sürülerek Sevag'ın kaza kurşunu ile öldüğü yönünde geliştirilen savunmaları şöyle yalanlamıştı:
"14 ay boyunca Sevag'ın ağzından başka arkadaşlarının isimlerini duyduk ama Kıvanç'ın adını hiç duymadık. Babamız haziranda Sevag'ı ziyarete gittiğinde Sevag ve arkadaşlarıyla yemek yemişti. Ancak Kıvanç o yemekte de yoktu."
16 Aralık'ta görülen son duruşmada ise Ağaoğlu, silahı yukarı doğrultarak kurma kolunu çektikten sonra aşağı indirirken birden bire patladığını ileri sürmüş ve olayın kaza olduğunu iddiasını tekrarlamıştı.
Mahkeme heyeti ise tanıkların dinlenmesi için mahkemeyi 29 Mart 2012'ye ertelemişti.
Kaynak: Bianet
26 Ocak 2012 Perşembe
'Polis tanıklığına itibar edilemez'
Festus Okey davasında sanık polise cüzi ceza veren mahkeme, gerekçeli kararını açıkladı. Karara şerh koyan mahkeme üyesi, polis tanıklıklarına itibar edilemeyeceğine dikkat çekti.
Festus Okey davasına ilişkin mahkemenin gerekçeli kararı açıklandı. Gerekçeli kararda Okey’in polisin silahı almaya çalıştığı iddiası yinelendi. Karara şerh düşen muhalif üye ise, polis Cengiz Yıldız’ın Festus Okey’i ‘taksirle’ değil ‘kasten’ öldürmüş olabileceğini belirtirken, Okey'e komplo kurulduğunu kaydetti.
İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Festus Okey davasının 16. duruşmasında Okey’i öldüren polis memuru Cengiz Yıldız’a taksirle adam öldürme suçundan 4 yıl 2 ay ceza çıkmıştı. Mahkeme bugün olayla ilgili gerekçeli kararını açıkladı.
Mülteci.tv’nin haberine göre, gerekçeli kararda olay şöyle anlatılıyor: “Festus Okey’in sanık polis memuru Cengiz Yıldız’ın silahını arkadan almaya çalışması ve daha sonra silahın Festus’a dönük olacak şekilde çekiştirilmesi sonrası ateş almasıyla vurulma olayının gerçekleşti.”
Mahkemenin aldığı karara şerh düşen muhalif üye ise, Kriminal Polis Laboratuar Dairesi Başkanlığı’nın raporunu hatırlatarak, Festus Okey’in el swaplarında barut izine rastlanmadığını ve mevcut bilgilerin doğrulanamadığını ifade etti.
Karara muhalif üyenin şerh yazısında, ortada bir silah ve çekiştirme olduğunun söylenmesine karşın, diğer polis ifadelerinin hiç birinde herhangi bir sesin duyulmadı belirtilirken, Okey'in elinde barut izini de rastlanmadığı hatırlatıldı.
Polisin, Okey'in silahına sarıldığı ve çekiştirme sonucu silahın ateş aldığı yönündeki savunmasına tanık olanların sadece polisler olduğuna dikkat çekilen şerh notunda, sanık polis ile ayni yerde görevi yapan polislerin beyanına itibar edilemeyeceği vurgulandı.
Okey'in sokaktayken sivil polislerce gözaltına alındığı ve hiçbir şekilde direnmediği hatırlatılırken, görüntülerde son derece normal biçimde karakola girdiği açık olan Okey'in, polisin silahına sarıldığı iddiasının kabul edilemeyeceği belirtildi.
Şerh yazısında sonuç olarak başka bir uyuşturucu operasyonu sırasında bulunduğu iddia edilen Festus Okey’e ait kimliklerin kolluk güçleri tarafından bir komplo sonucu eve yerleştirildiğine dair kuşkuları destekler nitelikte olduğu belirtildi.
Bu çerçevede polisin taksirle değil kasten öldürmekten cezalandırılması talep edildi.
Kaynak: ETHA
Festus Okey davasına ilişkin mahkemenin gerekçeli kararı açıklandı. Gerekçeli kararda Okey’in polisin silahı almaya çalıştığı iddiası yinelendi. Karara şerh düşen muhalif üye ise, polis Cengiz Yıldız’ın Festus Okey’i ‘taksirle’ değil ‘kasten’ öldürmüş olabileceğini belirtirken, Okey'e komplo kurulduğunu kaydetti.
İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Festus Okey davasının 16. duruşmasında Okey’i öldüren polis memuru Cengiz Yıldız’a taksirle adam öldürme suçundan 4 yıl 2 ay ceza çıkmıştı. Mahkeme bugün olayla ilgili gerekçeli kararını açıkladı.
Mülteci.tv’nin haberine göre, gerekçeli kararda olay şöyle anlatılıyor: “Festus Okey’in sanık polis memuru Cengiz Yıldız’ın silahını arkadan almaya çalışması ve daha sonra silahın Festus’a dönük olacak şekilde çekiştirilmesi sonrası ateş almasıyla vurulma olayının gerçekleşti.”
Mahkemenin aldığı karara şerh düşen muhalif üye ise, Kriminal Polis Laboratuar Dairesi Başkanlığı’nın raporunu hatırlatarak, Festus Okey’in el swaplarında barut izine rastlanmadığını ve mevcut bilgilerin doğrulanamadığını ifade etti.
Karara muhalif üyenin şerh yazısında, ortada bir silah ve çekiştirme olduğunun söylenmesine karşın, diğer polis ifadelerinin hiç birinde herhangi bir sesin duyulmadı belirtilirken, Okey'in elinde barut izini de rastlanmadığı hatırlatıldı.
Polisin, Okey'in silahına sarıldığı ve çekiştirme sonucu silahın ateş aldığı yönündeki savunmasına tanık olanların sadece polisler olduğuna dikkat çekilen şerh notunda, sanık polis ile ayni yerde görevi yapan polislerin beyanına itibar edilemeyeceği vurgulandı.
Okey'in sokaktayken sivil polislerce gözaltına alındığı ve hiçbir şekilde direnmediği hatırlatılırken, görüntülerde son derece normal biçimde karakola girdiği açık olan Okey'in, polisin silahına sarıldığı iddiasının kabul edilemeyeceği belirtildi.
Şerh yazısında sonuç olarak başka bir uyuşturucu operasyonu sırasında bulunduğu iddia edilen Festus Okey’e ait kimliklerin kolluk güçleri tarafından bir komplo sonucu eve yerleştirildiğine dair kuşkuları destekler nitelikte olduğu belirtildi.
Bu çerçevede polisin taksirle değil kasten öldürmekten cezalandırılması talep edildi.
Kaynak: ETHA
AİHM'den Türkiye'ye birincilik!
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde geçen yıl en fazla mahkum edilen ülkeler sıralamasında Türkiye ilk sırada yer aldı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Başkanı Nicolas Bratza, Strasbourg mahkemesinin, 2011 yılı çalışmalarıyla ilgili basın toplantısı düzenledi ve geçen yıl ülkeler aleyhinde alınan insan hakları ihlalleriyle ilgili kararlar hakkında bilgi verdi.
Bratza tarafından verilen bilgiye göre, Türkiye, geçen yıl 159 davada, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin en az bir maddesini ihlalden dolayı AİHM'de mahkum edildi.
Türkiye'yi bu sıralamada 121 davayla Rusya, 105 davayla Ukrayna izledi. Yunanistan 69, Romanya 58, Polonya 54 davada yine AİHS'nin en az bir maddesinin ihlali dolayısıyla geçen yıl Strasbourg Mahkemesi tarafından mahkum edildi.
AİHM Başkanı, Strasbourg mahkemesinde bekleyen davaların sayısının giderek artmasına dikkati çekerek, üye ülkelerin ulusal yargılarının, AİHM içtihatlarına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne daha fazla saygı göstermeleri çağrısı yaptı.
İnsan haklarının kesinlikle lüks bir konu olarak değerlendirilmemesi gerektiğinin altını çizen AİHM Başkanı, son ekonomik kriz nedeniyle hukuk devleti ve insan haklarının korunması konusunun bazı üye ülkelerin öncelik gündeminden düştüğü gerekçesiyle eleştirdi.
AİHM'den alınan bilgilere göre, Türkiye'nin mahkum edildiği davaların önemli bir kısmını, yargılama süresinin uzunluğu, adil yargılama hakkının ihlali, kötü muamelenin yasaklanması, etkili soruşturma hakkının ihlali ile mal ve mülkiyet hakkının korunmasıyla ilgili şikayetler oluşturuyor.
Kaynak: ETHA
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Başkanı Nicolas Bratza, Strasbourg mahkemesinin, 2011 yılı çalışmalarıyla ilgili basın toplantısı düzenledi ve geçen yıl ülkeler aleyhinde alınan insan hakları ihlalleriyle ilgili kararlar hakkında bilgi verdi.
Bratza tarafından verilen bilgiye göre, Türkiye, geçen yıl 159 davada, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin en az bir maddesini ihlalden dolayı AİHM'de mahkum edildi.
Türkiye'yi bu sıralamada 121 davayla Rusya, 105 davayla Ukrayna izledi. Yunanistan 69, Romanya 58, Polonya 54 davada yine AİHS'nin en az bir maddesinin ihlali dolayısıyla geçen yıl Strasbourg Mahkemesi tarafından mahkum edildi.
AİHM Başkanı, Strasbourg mahkemesinde bekleyen davaların sayısının giderek artmasına dikkati çekerek, üye ülkelerin ulusal yargılarının, AİHM içtihatlarına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne daha fazla saygı göstermeleri çağrısı yaptı.
İnsan haklarının kesinlikle lüks bir konu olarak değerlendirilmemesi gerektiğinin altını çizen AİHM Başkanı, son ekonomik kriz nedeniyle hukuk devleti ve insan haklarının korunması konusunun bazı üye ülkelerin öncelik gündeminden düştüğü gerekçesiyle eleştirdi.
AİHM'den alınan bilgilere göre, Türkiye'nin mahkum edildiği davaların önemli bir kısmını, yargılama süresinin uzunluğu, adil yargılama hakkının ihlali, kötü muamelenin yasaklanması, etkili soruşturma hakkının ihlali ile mal ve mülkiyet hakkının korunmasıyla ilgili şikayetler oluşturuyor.
Kaynak: ETHA
"Güler Zere'ye Özgürlük İstediğimi İnkar Etmiyorum"
Akademisyen Çakmak, Zere'ye özgürlük eylemine katıldığı için yargılandığı davada verdiği savunmasında, "Slogan attığımı inkar etmiyorum, vicdani sorumluluğumu yerine getirdim" dedi.
Tunceli Üniversitesi Tarih Bölümü Araştırma Görevlisi Yalçın Çakmak, Güler Zere'ye özgürlük eylemine katıldığı için bugün ikinci kez hakim karşısındaydı.
Çakmak, bianet'e yaptığı açıklamada, cezaevindeki bir kanser hastasının serbest bırakılması talebini dile getirdiğini ve bunu yaptığını saklamadığını dile getirdi.
Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde Terörle Mücadele Kanunu'nun (TMK) 7/2. maddesindeki "örgüt propagandası yapmak" ve "suçu ve suçluyu övmekle" yargılanan Çakmak, bugünkü ikinci duruşmada savunmasını verdi.
Çakmak, savunmasında da eyleme katıldığını ve "Zere'ye özgürlük" şeklinde slogan attığını saklamadığını, sadece bir özgürlük talebini dile getirdiğini söyledi.
Çakmak, mahkeme heyeti başkanı Hayrettin Kısa'nın kendisine, "ilk soruşturmanın yürütüldüğü Hozat Savcılığı'nda ve Hozat Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki yargılamanın doğru yapılmadığını söylediğini" belirtti.
Kısa, Çakmak'ın eylemde çekilen fotoğraflarının bile dosyaya girmediğini söyledi ve eylemde çekilen fotoğrafların tespiti için duruşmayı 22 Mart'a erteledi.
Propaganda var örgüt yok
"Örgüt propagandası yapmak" suçundan hakkında dava açılan Çakmak'ın hangi örgütün propagandasını yaptığı ise belirtilmiyor.
Çakmak, "Basın açıklamasına katıldığımı, Zere'ye özgürlük sloganı attığımı inkar etmiyorum zaten. Bunların hiçbiri suçu ve suçluyu övmek değil, vicdani sorumluluğumu yerine getirdim" diyor.
"Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün affettiği birinin serbest kalması için çağrıda bulunmak neden yasadışı olsun?"
1 Ağustos 2009'da Dersim'in Hozat ilçesinde, o dönem hayatta olan kanser hastası hükümlü Güler Zere'nin serbest bırakılması talebiyle, Tutuklu ve Hükümlü Aileleriyle Dayanışma Derneği'nin (TAYAD) çağrısıyla düzenlenen yürüyüş ve basın açıklamasına katılan ve aralarında Çakmak'ın da olduğu altı kişi hakkında, Hozat Asliye Ceza Mahkemesi'nde "suçu ve suçluyu övmekten" dava açılmıştı.
Bir yıllık yargılamanın ardından, mahkeme Çakmak'ın deyimiyle "cezayı az bularak" görevsizlik kararı verdi ve dosyayı Malatya'ya gönderdi. Çakmak, "Güler Zere'ye özgürlük, Güler Zere serbest bırakılsın, merhamet değil adalet istiyoruz, devrimci tutsaklar onurumuzdur" sloganları atmakla suçlanıyor.
Ağız kanseri olan Zere'nin ölmeden yedi ay önce serbest bırakılmasına izin veren Cumhurbaşkanı Gül'e bir mektup yazan Çakmak, "Sizin affettiğiniz bir hükümlünün korunmaya alınmış bulunan haklarını dile getirmenin nasıl bir suç teşkil ettiğini anlamıyorum" demişti.
Kaynak: Bianet
Tunceli Üniversitesi Tarih Bölümü Araştırma Görevlisi Yalçın Çakmak, Güler Zere'ye özgürlük eylemine katıldığı için bugün ikinci kez hakim karşısındaydı.
Çakmak, bianet'e yaptığı açıklamada, cezaevindeki bir kanser hastasının serbest bırakılması talebini dile getirdiğini ve bunu yaptığını saklamadığını dile getirdi.
Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde Terörle Mücadele Kanunu'nun (TMK) 7/2. maddesindeki "örgüt propagandası yapmak" ve "suçu ve suçluyu övmekle" yargılanan Çakmak, bugünkü ikinci duruşmada savunmasını verdi.
Çakmak, savunmasında da eyleme katıldığını ve "Zere'ye özgürlük" şeklinde slogan attığını saklamadığını, sadece bir özgürlük talebini dile getirdiğini söyledi.
Çakmak, mahkeme heyeti başkanı Hayrettin Kısa'nın kendisine, "ilk soruşturmanın yürütüldüğü Hozat Savcılığı'nda ve Hozat Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki yargılamanın doğru yapılmadığını söylediğini" belirtti.
Kısa, Çakmak'ın eylemde çekilen fotoğraflarının bile dosyaya girmediğini söyledi ve eylemde çekilen fotoğrafların tespiti için duruşmayı 22 Mart'a erteledi.
Propaganda var örgüt yok
"Örgüt propagandası yapmak" suçundan hakkında dava açılan Çakmak'ın hangi örgütün propagandasını yaptığı ise belirtilmiyor.
Çakmak, "Basın açıklamasına katıldığımı, Zere'ye özgürlük sloganı attığımı inkar etmiyorum zaten. Bunların hiçbiri suçu ve suçluyu övmek değil, vicdani sorumluluğumu yerine getirdim" diyor.
"Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün affettiği birinin serbest kalması için çağrıda bulunmak neden yasadışı olsun?"
1 Ağustos 2009'da Dersim'in Hozat ilçesinde, o dönem hayatta olan kanser hastası hükümlü Güler Zere'nin serbest bırakılması talebiyle, Tutuklu ve Hükümlü Aileleriyle Dayanışma Derneği'nin (TAYAD) çağrısıyla düzenlenen yürüyüş ve basın açıklamasına katılan ve aralarında Çakmak'ın da olduğu altı kişi hakkında, Hozat Asliye Ceza Mahkemesi'nde "suçu ve suçluyu övmekten" dava açılmıştı.
Bir yıllık yargılamanın ardından, mahkeme Çakmak'ın deyimiyle "cezayı az bularak" görevsizlik kararı verdi ve dosyayı Malatya'ya gönderdi. Çakmak, "Güler Zere'ye özgürlük, Güler Zere serbest bırakılsın, merhamet değil adalet istiyoruz, devrimci tutsaklar onurumuzdur" sloganları atmakla suçlanıyor.
Ağız kanseri olan Zere'nin ölmeden yedi ay önce serbest bırakılmasına izin veren Cumhurbaşkanı Gül'e bir mektup yazan Çakmak, "Sizin affettiğiniz bir hükümlünün korunmaya alınmış bulunan haklarını dile getirmenin nasıl bir suç teşkil ettiğini anlamıyorum" demişti.
Kaynak: Bianet
Siyasi Mahkumlara Tahliye Yok mu?
Cumhurbaşkanı Gül’ün dört adli mahkumla ilgili sağlık sorunları nedeniyle af yetkisini kullanmasının ardından, hasta mahkumların avukatları “Şimdiye dek tahliye olanların çoğu adli mahkum, siyasi mahkumlarla ilgili çifte standart mı var?” diye sordu.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, dört hasta mahkumun sağlık sorunları nedeniyle affedilmesine karar verdi. İnsan hakları savunucuları ve mahkum avukatları ise Gül'ün çifte standart uyguladığını, adli mahkumları affederken siyasi hükümlülere af kararı çıkarmadığını ifade ediyor.
Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi'nden yapılan yazılı açıklamada, "Adlî Tıp Kurumu'nca saptanan sürekli hastalık hali nedeniyle hükümlü Muhittin Taş, Kısmet Genç ve Erol Bozsüt'ün; sürekli hastalık ve sakatlık hali nedeniyle de hükümlü Hayati Ekinci'nin kalan cezalarını, Anayasa'nın 104'üncü maddesi uyarınca kaldırdı" denildi.
İnsan Hakları Derneği'nden (İHD) Avukat Fazıl Ahmet Tamer, şizofreni hastası Kemal Gömi'nin aldığı Adli Tıp Kurumu raporlarına rağmen tahliye edilmediğini söyledi ve "Aynı durumda olan bir mahkuma uygulanan hak, neden Gömi'ye uygulanmıyor?" diye sordu.
Gömi'nin Avukatı Özkan Köylüoğlu da Cumhurbaşkanı Gül'ün "çifte standart uyguladığını" söyledi ve adli mahkumlar affedilirken siyasi mahkumların bu haktan yararlandırılmadığını söyledi.
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İnşaat Mühendisliği öğrencisi Gömi, Dev-Sol üyeliğinden ve "anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye teşebbüs ettiği" gerekçesiyle 1993'te ömür boyu hapis cezası almıştı.
Gömi, yakalandığı "kronik şizofreni" hastalığıyla ilgili olarak Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu'ndan "Kendi başına yaşamını sürdürebilecek özelliklere sahip olmadığı" raporu aldı.
Avukatı Köylüoğlu, 25 Şubat 2011'de Cumhurbaşkanlığı'na sunulmak üzere tahliye talebini Adalet Bakanlığı'na iletti. Cumhurbaşkanlığı talebi reddetti.
Avukat Tamer, "Gömi, raporuna rağmen tek başına bir hücrede tutuluyor ve tahliye edilmiyor. Neden onunla aynı durumda olanlar tahliye edilirken, o bu haktan yararlanamıyor?" dedi.
Tamer, Gömi'nin tahliyesiyle ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvuracaklarını söyledi. Tamer, "Gömi'nin durumu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) "yaşam hakkı ihlali" ve "işkence"yi yasaklayan maddelerine aykırı" dedi.
Tahliye için tekrar başvuru yapacaklarını söyleyen Köylüoğlu da "Geçen yılki başvurudan sonra durumu daha da ağırlaştı. Gömi'nin hayatından endişe ediyoruz" diye konuştu.
Dört yıldır Tekirdağ 2 No'lu F Tipi Cezaevi'nde tutuklu bulunan Gülnaz Akkurt'un arkadaşları da yazdıkları mektupla, Akkurt'un durumunun ciddi olduğunu, gözlerinin görmediğini ve "yüzde 85 engelli" şeklinde raporu olmasına rağmen üç kişilik hücrede yaşamak zorunda bırakıldığını söyledi.
Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, görev yaptığı 2000-2007 yılları arasında 192 hasta mahkumu affetmişti. En fazla hasta mahkumun tahliyesine karar veren Cumhurbaşkanı olan Sezer'in affettiği hasta mahkumların 20'si adli, diğerleri siyasi mahkumdu.
İHD'nin raporuna göre, cezaevlerinde şu an ağır hasta durumda 211 tutuklu ve hükümlü var. İçlerinden 32'si "ölüm sınırında ağır hasta" olarak tanımlanıyor. Cezaevinde en sık rastlanan hastalıkların başında, Wernicke Korsakoff, kanser ve şizofreni geliyor.
Kaynak: Bianet
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, dört hasta mahkumun sağlık sorunları nedeniyle affedilmesine karar verdi. İnsan hakları savunucuları ve mahkum avukatları ise Gül'ün çifte standart uyguladığını, adli mahkumları affederken siyasi hükümlülere af kararı çıkarmadığını ifade ediyor.
Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi'nden yapılan yazılı açıklamada, "Adlî Tıp Kurumu'nca saptanan sürekli hastalık hali nedeniyle hükümlü Muhittin Taş, Kısmet Genç ve Erol Bozsüt'ün; sürekli hastalık ve sakatlık hali nedeniyle de hükümlü Hayati Ekinci'nin kalan cezalarını, Anayasa'nın 104'üncü maddesi uyarınca kaldırdı" denildi.
İnsan Hakları Derneği'nden (İHD) Avukat Fazıl Ahmet Tamer, şizofreni hastası Kemal Gömi'nin aldığı Adli Tıp Kurumu raporlarına rağmen tahliye edilmediğini söyledi ve "Aynı durumda olan bir mahkuma uygulanan hak, neden Gömi'ye uygulanmıyor?" diye sordu.
Gömi'nin Avukatı Özkan Köylüoğlu da Cumhurbaşkanı Gül'ün "çifte standart uyguladığını" söyledi ve adli mahkumlar affedilirken siyasi mahkumların bu haktan yararlandırılmadığını söyledi.
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İnşaat Mühendisliği öğrencisi Gömi, Dev-Sol üyeliğinden ve "anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye teşebbüs ettiği" gerekçesiyle 1993'te ömür boyu hapis cezası almıştı.
Gömi, yakalandığı "kronik şizofreni" hastalığıyla ilgili olarak Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu'ndan "Kendi başına yaşamını sürdürebilecek özelliklere sahip olmadığı" raporu aldı.
Avukatı Köylüoğlu, 25 Şubat 2011'de Cumhurbaşkanlığı'na sunulmak üzere tahliye talebini Adalet Bakanlığı'na iletti. Cumhurbaşkanlığı talebi reddetti.
Avukat Tamer, "Gömi, raporuna rağmen tek başına bir hücrede tutuluyor ve tahliye edilmiyor. Neden onunla aynı durumda olanlar tahliye edilirken, o bu haktan yararlanamıyor?" dedi.
Tamer, Gömi'nin tahliyesiyle ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvuracaklarını söyledi. Tamer, "Gömi'nin durumu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) "yaşam hakkı ihlali" ve "işkence"yi yasaklayan maddelerine aykırı" dedi.
Tahliye için tekrar başvuru yapacaklarını söyleyen Köylüoğlu da "Geçen yılki başvurudan sonra durumu daha da ağırlaştı. Gömi'nin hayatından endişe ediyoruz" diye konuştu.
Dört yıldır Tekirdağ 2 No'lu F Tipi Cezaevi'nde tutuklu bulunan Gülnaz Akkurt'un arkadaşları da yazdıkları mektupla, Akkurt'un durumunun ciddi olduğunu, gözlerinin görmediğini ve "yüzde 85 engelli" şeklinde raporu olmasına rağmen üç kişilik hücrede yaşamak zorunda bırakıldığını söyledi.
Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, görev yaptığı 2000-2007 yılları arasında 192 hasta mahkumu affetmişti. En fazla hasta mahkumun tahliyesine karar veren Cumhurbaşkanı olan Sezer'in affettiği hasta mahkumların 20'si adli, diğerleri siyasi mahkumdu.
İHD'nin raporuna göre, cezaevlerinde şu an ağır hasta durumda 211 tutuklu ve hükümlü var. İçlerinden 32'si "ölüm sınırında ağır hasta" olarak tanımlanıyor. Cezaevinde en sık rastlanan hastalıkların başında, Wernicke Korsakoff, kanser ve şizofreni geliyor.
Kaynak: Bianet
15 yaşında 'KCK'den tutuklu
Şırnak'ın Cizre ilçesinde 'KCK operasyonu' adı altında gözaltına alınan 24 kişiden 20'si tutuklandı. Tutuklananların arasında 15 yaşında bir çocuk da var.
Şırmak'ın Cizre İlçesinde, Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği'nin talimatı üzerine 'KCK operasyonu' adı altında önceki gün düzenlenen operasyonda gözaltına alınan 24 kişiden 23'ü sorgulamalarının ardından Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı'na, 15 yaşındaki çocuk ise Mardin Çocuk Mahkemesi'ne sevk edildi.
Savcılıktaki ifade işleminden sonra nöbetçi mahkemeye çıkarılan 23 kişiden 19'u tutuklanırken, 3 kişi ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Öte yandan, Mardin Çocuk Mahkemesi'ne sevk edilen 15 yaşındaki çocuğun tutuklandığı belirtildi.
Kaynak: ETHA
Şırmak'ın Cizre İlçesinde, Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği'nin talimatı üzerine 'KCK operasyonu' adı altında önceki gün düzenlenen operasyonda gözaltına alınan 24 kişiden 23'ü sorgulamalarının ardından Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı'na, 15 yaşındaki çocuk ise Mardin Çocuk Mahkemesi'ne sevk edildi.
Savcılıktaki ifade işleminden sonra nöbetçi mahkemeye çıkarılan 23 kişiden 19'u tutuklanırken, 3 kişi ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Öte yandan, Mardin Çocuk Mahkemesi'ne sevk edilen 15 yaşındaki çocuğun tutuklandığı belirtildi.
Kaynak: ETHA
Belediye de Hükümet de İnsanları Önemsemiyor
Kocaeli Belediye Başkanı Karaosmanoğlu'nun Prof. Dr. Hamzaoğlu'na "şarlatan" demesiyle başlayan davada Hamzaoğlu'na hakaret edilmesi değil, "hakereti hak etti mi etmedi mi" tartışması sürüyor.
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu'na "şarlatan" diyen Kocaeli Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu hakkında açılan davanın üçüncü duruşması bugün görüldü ve 15 Mart'a ertelendi.
Prof. Dr. Hamzaoğlu, 5 Ocak 2011'de Dilovası ve Kandıra'da annelerin ilk sütünde ve bebeklerin ilk kakalarında ağır metaller bulduğunu kamuoyu ile paylaşmış ve bu verilerden yola çıkarak kentte kapasite artışına gidilmesinin riskli olduğunu açıklamıştı.
Hamzaoğlu'nun bu açıklamaları üstüne Belediye Başkanı Karaosmanoğlu, Hamzaoğlu hakkında "şarlatan" demişti.
"Hükümet de belediye de insanları önemsemiyor"
Duruşma sonrası bianet'e konuşan Hamzaoğlu, davanın "Hamzaoğlu'na hakaret edildi mi edilmedi mi" üzerinden değil de "Hamzaoğlu hakareti hak etti mi etmedi mi" üzerinden götürülmek istendiğini söyledi.
Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Daire Başkanlığı'nın haziran 2011'de Sanayi Bakanlığı ve Çevre Bakanlığı'na "Kocaeli'de her şey çok kötü ve lütfen yeni sanayi alanlarının kurulmasına engel olun" yazdığını hatırlatan Hamzaoğlu şunları söyledi:
* Sağlık Bakanlığı'nın bu yazısının yanı sıra eldeki bilimsel veriler ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Dilovası Araştırma Komisyonu'nun raporları ortada.
* Buna rağmen başbakan tartışmalara neden olan kentin dördüncü demir-çelik fabrikasının temelini attı.
* Bu kentte yaşayan insanların üniversite için de hükümet için de hiçbir önemi yok.
"Üniversite-belediye işbirliği içinde"
Davanın takipçilerinden Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Başkanı Fatma Gök ise bugünkü duruşmanın karar duruşması olduğunu ancak davaya bakan hakimin bir aylık izne ayrılması nedeniyle yeni hakimin dosyayı inceleme fırsatı bulamadığını ileri sürerek duruşmayı 15 Mart'a ertelediğini söyledi.
Fatma Gök Kocaeli Üniversitesi ile Kocaeli Belediyesi arasında bir işbirliği olduğu görüşünde. Kocaeli Üniversitesi'nin Hamzaoğlu'nun araştırma sonuçlarını açıklarken özensiz davrandığına dair rapor hazırladığını dile getiren Gök, bu kararın Hamzaoğlu'na dahi iletilmeden dava dosyasına girdiğine dikkat çekti.
"Hukuki değil siyasi dava"
Davanın halk sağlığının zarar görmesi ve bilim insanlarının sorumluluğu olan bu araştırma sonucunun açıklanması üzerinden döndüğünü ifade eden Gök, davanın hukuki değil siyasi olduğu görüşünde:
* Bu siyasi bir dava ve bilim insanının sorumluluğuna sahip çıkması veya çıkmaması durumu yargılanıyor aslında.
* Bu sadece Hamzaoğlu'nun meselesi değil, hepimizin var olma meselesi. Bunun için Kocaeli Üniversitesi'nin yanı sıra Ankara, İzmir ve İstanbul'dan da bilim insanları geldi.
* Dilovası'nda halk sağlığını tehdit eden sanayileşmeyle ilgili Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) üyesi sekiz kişi tarafından yapılan basın açıklaması hakkında da halkı kışkırtmak suçlamasıyla dava açıldı ve bu dava da 14 Mart'ta görülecek.
Kaynak: Bianet
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu'na "şarlatan" diyen Kocaeli Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu hakkında açılan davanın üçüncü duruşması bugün görüldü ve 15 Mart'a ertelendi.
Prof. Dr. Hamzaoğlu, 5 Ocak 2011'de Dilovası ve Kandıra'da annelerin ilk sütünde ve bebeklerin ilk kakalarında ağır metaller bulduğunu kamuoyu ile paylaşmış ve bu verilerden yola çıkarak kentte kapasite artışına gidilmesinin riskli olduğunu açıklamıştı.
Hamzaoğlu'nun bu açıklamaları üstüne Belediye Başkanı Karaosmanoğlu, Hamzaoğlu hakkında "şarlatan" demişti.
"Hükümet de belediye de insanları önemsemiyor"
Duruşma sonrası bianet'e konuşan Hamzaoğlu, davanın "Hamzaoğlu'na hakaret edildi mi edilmedi mi" üzerinden değil de "Hamzaoğlu hakareti hak etti mi etmedi mi" üzerinden götürülmek istendiğini söyledi.
Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Daire Başkanlığı'nın haziran 2011'de Sanayi Bakanlığı ve Çevre Bakanlığı'na "Kocaeli'de her şey çok kötü ve lütfen yeni sanayi alanlarının kurulmasına engel olun" yazdığını hatırlatan Hamzaoğlu şunları söyledi:
* Sağlık Bakanlığı'nın bu yazısının yanı sıra eldeki bilimsel veriler ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Dilovası Araştırma Komisyonu'nun raporları ortada.
* Buna rağmen başbakan tartışmalara neden olan kentin dördüncü demir-çelik fabrikasının temelini attı.
* Bu kentte yaşayan insanların üniversite için de hükümet için de hiçbir önemi yok.
"Üniversite-belediye işbirliği içinde"
Davanın takipçilerinden Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Başkanı Fatma Gök ise bugünkü duruşmanın karar duruşması olduğunu ancak davaya bakan hakimin bir aylık izne ayrılması nedeniyle yeni hakimin dosyayı inceleme fırsatı bulamadığını ileri sürerek duruşmayı 15 Mart'a ertelediğini söyledi.
Fatma Gök Kocaeli Üniversitesi ile Kocaeli Belediyesi arasında bir işbirliği olduğu görüşünde. Kocaeli Üniversitesi'nin Hamzaoğlu'nun araştırma sonuçlarını açıklarken özensiz davrandığına dair rapor hazırladığını dile getiren Gök, bu kararın Hamzaoğlu'na dahi iletilmeden dava dosyasına girdiğine dikkat çekti.
"Hukuki değil siyasi dava"
Davanın halk sağlığının zarar görmesi ve bilim insanlarının sorumluluğu olan bu araştırma sonucunun açıklanması üzerinden döndüğünü ifade eden Gök, davanın hukuki değil siyasi olduğu görüşünde:
* Bu siyasi bir dava ve bilim insanının sorumluluğuna sahip çıkması veya çıkmaması durumu yargılanıyor aslında.
* Bu sadece Hamzaoğlu'nun meselesi değil, hepimizin var olma meselesi. Bunun için Kocaeli Üniversitesi'nin yanı sıra Ankara, İzmir ve İstanbul'dan da bilim insanları geldi.
* Dilovası'nda halk sağlığını tehdit eden sanayileşmeyle ilgili Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) üyesi sekiz kişi tarafından yapılan basın açıklaması hakkında da halkı kışkırtmak suçlamasıyla dava açıldı ve bu dava da 14 Mart'ta görülecek.
Kaynak: Bianet
Mektuplar çıkmıyor, eşyalar kayboluyor...
Hapishanelerde hak ihlalleriyle ilgili şikayetler bitmiyor. Tutuklu yakınları, Edirne F Tipi Hapishanesi'nde mektupların engellendiğini, tutuklulara gönderilen eşyaların verilmediğini, soğuk havalarda kaloriferlerin az yakıldığını bildirdi.
Edirne F Tipi Hapishanesi'nde tutuklu bulunan iki gazetecinin Tutuklu Gazetesi'ne yazdıkları mektuplara el konuldu. Atılım Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Sedat Şenoğlu ve Bayram Namaz'ın gönderdikleri mektuplar, “devlet büyüklerine hakaret ediliyor” bahanesiyle gönderilmedi.
Hapishanedeki keyfi uygulamalar bununla da sınırlı değil. Tutuklu yakınlarından edinilen bilgiye göre, cezaevine gönderilen eşyalar tutuklulara verilmiyor, “Kayboldu” deniliyor. Ancak, yakınları tarafından eşyalarla birlikte gönderilen maktuplar ise 'kaybolmadan' veriliyor.
Bununla birlikte kışın soğuk geçen Edirne'de, hapishanede kaloriferlerin az yakıldığı, hücre duvarlarında izolasyon maddesinin bulunmaması nedeniyle hücrelerin soğuk olduğu da bildirildi.
Kaynak: ETHA
Edirne F Tipi Hapishanesi'nde tutuklu bulunan iki gazetecinin Tutuklu Gazetesi'ne yazdıkları mektuplara el konuldu. Atılım Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Sedat Şenoğlu ve Bayram Namaz'ın gönderdikleri mektuplar, “devlet büyüklerine hakaret ediliyor” bahanesiyle gönderilmedi.
Hapishanedeki keyfi uygulamalar bununla da sınırlı değil. Tutuklu yakınlarından edinilen bilgiye göre, cezaevine gönderilen eşyalar tutuklulara verilmiyor, “Kayboldu” deniliyor. Ancak, yakınları tarafından eşyalarla birlikte gönderilen maktuplar ise 'kaybolmadan' veriliyor.
Bununla birlikte kışın soğuk geçen Edirne'de, hapishanede kaloriferlerin az yakıldığı, hücre duvarlarında izolasyon maddesinin bulunmaması nedeniyle hücrelerin soğuk olduğu da bildirildi.
Kaynak: ETHA
KESK üyelerine polis saldırısı
4688 Sayılı Yasa Tasarısı'nı protesto etmek için Meclis'e yürüyen KESK üyeleri polis gaz bombalarıyla müdahale etti.
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Ankara Şubeler Platformu üyeleri, 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Yasa Tasarısı'nı protesto etmek için eylem yaptı.
Saat 12.45'de Kızılay'daki YKM önünde toplanan kitle, Meclis Dikmen kapısına yürümek istedi. Ancak yürüyüşe izin vermeyen polis, gaz bombalarıyla kitleye saldırdı. Gaz bombalı saldırıdan çok sayıda emekçi memur etkilendi.
KESK üyeleri saldırının ardından yaklaşık 45 dakika oturma eylemi yaptı. Daha sonra KESK ve KESK'e bağlı sendikaların yöneticilerinden oluşan bir heyet, taleplerinin olduğu dosyayı bugün toplanan TBMM Plan Bütçe Komisyonu'na ulaştırmak üzere Meclis'e gitti.
SALDIRI PROTESTO EDİLECEK
KESK Genel Merkezi, polis saldırısını protesto etmek için bu akşam saat 17.30'da Yüksel Caddesi'nde açıklama yapacaklarını duyurdu.
Kaynak: ETHA
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Ankara Şubeler Platformu üyeleri, 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Yasa Tasarısı'nı protesto etmek için eylem yaptı.
Saat 12.45'de Kızılay'daki YKM önünde toplanan kitle, Meclis Dikmen kapısına yürümek istedi. Ancak yürüyüşe izin vermeyen polis, gaz bombalarıyla kitleye saldırdı. Gaz bombalı saldırıdan çok sayıda emekçi memur etkilendi.
KESK üyeleri saldırının ardından yaklaşık 45 dakika oturma eylemi yaptı. Daha sonra KESK ve KESK'e bağlı sendikaların yöneticilerinden oluşan bir heyet, taleplerinin olduğu dosyayı bugün toplanan TBMM Plan Bütçe Komisyonu'na ulaştırmak üzere Meclis'e gitti.
SALDIRI PROTESTO EDİLECEK
KESK Genel Merkezi, polis saldırısını protesto etmek için bu akşam saat 17.30'da Yüksel Caddesi'nde açıklama yapacaklarını duyurdu.
Kaynak: ETHA
Başbakana göre tutuklu gazeteciler gazeteci değil
Başbakan Erdoğan, yine tutuklu gazetecileri hedef gösterdi: “Ateşli silah bulundurmak, patlayıcı bulundurmak, evrakta sahtecilik, cinsel taciz, terör, darbeye teşebbüs... İçerideki gazeteciler dedikleri işte bu suç isnatları ile yargılanıyor.”
Başbakan R. Tayyip Erdoğan, Zaman Gazetesi'nin 25. kuruluş yıl dönümüne katıldı. Erdoğan, burada yaptığı konuşmada, tutuklu gazetecilerin durumuna da değindi.
Erdoğan, şöyle konuştu: "Bunların isimlerini tek tek saydık, ne ile itham edildiklerini, neden ceza aldıklarını belgeleri ile ortaya koyduk. Adam polise saldırı düzenliyor, polisimizi şehit ediyor, cebinden gazeteci kimliği çıktı diye gazeteciler hapse atılıyor kampanyası yapılıyor, anamuhalefet partisi de işte bu şahıslara sahip çıkıyor. Gidip yurt dışında polis katillerine arka çıkmak suretiyle ülkesini kötülüyor.
"Ateşli silah bulundurmak, patlayıcı bulundurmak, evrakta sahtecilik, cinsel taciz, terör, darbeye teşebbüs... İçerideki gazeteciler dedikleri işte bu suç isnatları ile yargılanıyor. Medya terörün oksijeni olmaktan sakınması gerektiği kadar, özgürlük-terör dengesini gözetmek, bunun ayrımını da yapmak zorundadır. Hedef göstermek, teşvik etmek, çarpıtmak, karartmak, bu yolla masum canların katledilmesine zemin hazırlamak basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü olarak görülemez. Bu en başta basın özgürlüğüne, gazetecilere ve gazeteciliğe haksızlıktır".
Kaynak: ETHA
Başbakan R. Tayyip Erdoğan, Zaman Gazetesi'nin 25. kuruluş yıl dönümüne katıldı. Erdoğan, burada yaptığı konuşmada, tutuklu gazetecilerin durumuna da değindi.
Erdoğan, şöyle konuştu: "Bunların isimlerini tek tek saydık, ne ile itham edildiklerini, neden ceza aldıklarını belgeleri ile ortaya koyduk. Adam polise saldırı düzenliyor, polisimizi şehit ediyor, cebinden gazeteci kimliği çıktı diye gazeteciler hapse atılıyor kampanyası yapılıyor, anamuhalefet partisi de işte bu şahıslara sahip çıkıyor. Gidip yurt dışında polis katillerine arka çıkmak suretiyle ülkesini kötülüyor.
"Ateşli silah bulundurmak, patlayıcı bulundurmak, evrakta sahtecilik, cinsel taciz, terör, darbeye teşebbüs... İçerideki gazeteciler dedikleri işte bu suç isnatları ile yargılanıyor. Medya terörün oksijeni olmaktan sakınması gerektiği kadar, özgürlük-terör dengesini gözetmek, bunun ayrımını da yapmak zorundadır. Hedef göstermek, teşvik etmek, çarpıtmak, karartmak, bu yolla masum canların katledilmesine zemin hazırlamak basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü olarak görülemez. Bu en başta basın özgürlüğüne, gazetecilere ve gazeteciliğe haksızlıktır".
Kaynak: ETHA
Döven Polis Suçlanan Kadın
İzmir Başsavcılığı karakolda bir kadını döven polisler hakkında 5 yıl 9 ay hapis cezası istemiyle dava açarken, kadın ise polislere "hakaret ettiği, koluna eliyle vurduğu, tırmaladığı ve ittiği" için 6,5 yıl hapis cezasıyla yargılanıyor.
İzmir Karabağlar Karakolunda Fevziye Cengiz'i darp eden polisler için İzmir Başsavcılığı 5 yıl 9 ay hapis cezası istemiyle dava açarken, Cengiz hakkında ise 6,5 yıl hapis cezası isteniyor.
Polisler hakkında daha önce "basit yaralama" suçundan 1,5 yıl hapis istemiyle dava açılmıştı. Vatan gazetesinin haberine göre, Karşıyaka 2. Ağır Ceza Mahkemesinin itirazı üzerine polislere "tehdit ve hakaret" suçlarından yeni bir dava açıldı. Yine de polisler için istenen ceza, şiddete uğrayan kadına istenen cezanın altında kaldı.
Fevziye Cengiz hakkında polislere "hakaret ettiği, koluna eliyle vurduğu, tırmaladığı ve ittiği" gerekçesiyle 6.5 yıla kadar hapis isteniyor.
Başsavcılık görüntülerde dayağı izleyen ve dışardan görünmemesi için perdeyi çeken polis hakkında da "yardım" suçundan dava açtı. Başsavcılık ayrıca karakoldaki dayak görüntüleriyle ilgili bilirkişi raporunda dayağı gizleyerek "arbede" yönünde rapor yazan Bilgi İşlem Şubesi polisleri hakkında da soruşturma açtı.
Ne olmuştu?
Fevziye Cengiz, 16 Temmuz 2011'de İzmir'de bir gece kulübünde eğlenirken kimliği yanında olmadığı için gözaltına alınmış ve götürüldüğü Karabağlar Polis Merkezi'nde polis tarafından şiddet görmüştü.
Fevziye Cengiz olayın ardından sabah savcılığa giderek polisler hakkında suç duyurusunda bulunmuş ve bunun üzerine polisler de Cengiz hakkında "O da bizi tartakladı" diyerek şikâyetçi olmuştu.
9 Aralık 2011 tarihinde olayın görüntüleri medyaya yansıyınca şiddet uygulayan sivil polisler Hakan Yörük ve Beyit Sezgin ile olayı izleyen Karabağlar Polis Karakolu memuru görevden uzaklaştırıldı.
Kaynak: Bianet
İzmir Karabağlar Karakolunda Fevziye Cengiz'i darp eden polisler için İzmir Başsavcılığı 5 yıl 9 ay hapis cezası istemiyle dava açarken, Cengiz hakkında ise 6,5 yıl hapis cezası isteniyor.
Polisler hakkında daha önce "basit yaralama" suçundan 1,5 yıl hapis istemiyle dava açılmıştı. Vatan gazetesinin haberine göre, Karşıyaka 2. Ağır Ceza Mahkemesinin itirazı üzerine polislere "tehdit ve hakaret" suçlarından yeni bir dava açıldı. Yine de polisler için istenen ceza, şiddete uğrayan kadına istenen cezanın altında kaldı.
Fevziye Cengiz hakkında polislere "hakaret ettiği, koluna eliyle vurduğu, tırmaladığı ve ittiği" gerekçesiyle 6.5 yıla kadar hapis isteniyor.
Başsavcılık görüntülerde dayağı izleyen ve dışardan görünmemesi için perdeyi çeken polis hakkında da "yardım" suçundan dava açtı. Başsavcılık ayrıca karakoldaki dayak görüntüleriyle ilgili bilirkişi raporunda dayağı gizleyerek "arbede" yönünde rapor yazan Bilgi İşlem Şubesi polisleri hakkında da soruşturma açtı.
Ne olmuştu?
Fevziye Cengiz, 16 Temmuz 2011'de İzmir'de bir gece kulübünde eğlenirken kimliği yanında olmadığı için gözaltına alınmış ve götürüldüğü Karabağlar Polis Merkezi'nde polis tarafından şiddet görmüştü.
Fevziye Cengiz olayın ardından sabah savcılığa giderek polisler hakkında suç duyurusunda bulunmuş ve bunun üzerine polisler de Cengiz hakkında "O da bizi tartakladı" diyerek şikâyetçi olmuştu.
9 Aralık 2011 tarihinde olayın görüntüleri medyaya yansıyınca şiddet uygulayan sivil polisler Hakan Yörük ve Beyit Sezgin ile olayı izleyen Karabağlar Polis Karakolu memuru görevden uzaklaştırıldı.
Kaynak: Bianet
Faili meçhuller için zamanaşımı uyarısı
Meclis İnsan Hakları Alt Komisyonu'na konuşan, TİHV Yönetim Kurulu Üyesi Coşkun Üsterci 1990-2011 arasında tespit ettikleri faili meçhul cinayet sayının 1901 olduğunu söyledi. Ancak esas sayının 6 ila 7 bin arasında olduğunu tahmin ettiğini belirten Üsterci, 1992-1993’teki faili meçhullere ilişkin dosyaların, zamanaşımı nedeniyle ortadan kalkabileceği uyarısında bulundu.
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesinde, “terör ve şiddet olaylarındaki yaşam hakkı ihlallerini inceleme” adı altında kurulan alt komisyonda dün Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Yönetim Kurulu üyesi Coşkun Üsterci dinlendi.
Devletin insan hakları ihlallerini kayda alan bir çalışma yapmadığını ifade eden Üsterci, 1990’lı yıllarda yoğun insan hakları ihlalleri yaşandığını ve 1990-1994 arasında ihlallerin “pik” yaptığını söyledi. Üsterci, “1992-1993-1994 yıllarında, faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar, gözaltında ya da cezaevinde hayatını kaybetme var” dedi.
Zaman aşımı süresinin yaşam hakkı ihlaline yönelik suçlarda uygulanmamasını isteyen Üsterci, 1992-1993’teki faili meçhullere ilişkin dosyaların, eğer hemen soruşturulmazsa, zamanaşımı nedeniyle ortadan kalkacağını söyledi.
Susurluk Raporu'nda 1990‘lı yılların başına özel bir gönderme yapıldığını belirten Üsterci, “Bu yıllarda neden arttığına baktığımızda, karşımıza Kürt sorunu çıkıyor. Devlet, kontrgerilla ve harp yöntemlerine yönelince ağır hak ihlalleri yaşanmaya başlıyor” diye konuştu.
TİHV’NİN TESPİT ETTİĞİ FAİLİ MEÇHULLER
Üsterci komisyona faili meçhul cinayetlere ilişkin rapor sundu. Raporda, TİHV tarafından tespit edilen 1990-2011 arasındaki failli meçhul cinayet sayısı 1901 olarak açıklandı. Raporda, yargısız infaz, dur ihtarı ve rastgele ateş açma nedeniyle yaşam hakkı ihlalleri 1684 kişi hayatını kaybettiği belirtildi.
Diyarbakır İçkale’deki JİTEM merkezinde ortaya çıkarılan insan kemiklerine yönelik de açıklama yapan Üsterci, “Kemikler JİTEM’in bulunduğu yerin bahçesinde bulunuyor. Failler o kadar pervasızlar ki hukukun kendilerine dokunmayacağına o kadar eminler ki, cesetleri uzağa değil hemen oraya gömüyorlar” diye konuştu.
ERONAT, 'JİTEM' DENMESİNE KARŞI
Yüksek Seçim Kurulu kararıyla BDP’li Hatip Dicle yerine milletvekili olarak atanan AKP’li Oya Eronat, Diyarbakır’daki toplu mezardan JİTEM’in sorumlu tutulmasına karşı çıktı. Eronat, “Diyarbakır’da o kemiklerin bulunduğu yere gittim, kemiklerin resimlerini gördüm, üst üste gelişi güzeldi. Siz ’JİTEM yaptı’ dediniz ve beni şaşırttınız. O kemiklerin bir arada olmasının bir nedeni olabilir, toprak kaymış olabilir, yağmurdan olabilir, başka bir şey olabilir” dedi. Eronat, isim vermeden BDP’yi suçlamayı da ihmal etmeyerek, “Benim tespitlerime göre, faili meçhul rakamı yaklaşık 4 bin. Bir parti 17 bin rakamını dile getiriyor, demek ki bir balon uçuruyor” dedi.
Kaynak: ETHA
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesinde, “terör ve şiddet olaylarındaki yaşam hakkı ihlallerini inceleme” adı altında kurulan alt komisyonda dün Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Yönetim Kurulu üyesi Coşkun Üsterci dinlendi.
Devletin insan hakları ihlallerini kayda alan bir çalışma yapmadığını ifade eden Üsterci, 1990’lı yıllarda yoğun insan hakları ihlalleri yaşandığını ve 1990-1994 arasında ihlallerin “pik” yaptığını söyledi. Üsterci, “1992-1993-1994 yıllarında, faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar, gözaltında ya da cezaevinde hayatını kaybetme var” dedi.
Zaman aşımı süresinin yaşam hakkı ihlaline yönelik suçlarda uygulanmamasını isteyen Üsterci, 1992-1993’teki faili meçhullere ilişkin dosyaların, eğer hemen soruşturulmazsa, zamanaşımı nedeniyle ortadan kalkacağını söyledi.
Susurluk Raporu'nda 1990‘lı yılların başına özel bir gönderme yapıldığını belirten Üsterci, “Bu yıllarda neden arttığına baktığımızda, karşımıza Kürt sorunu çıkıyor. Devlet, kontrgerilla ve harp yöntemlerine yönelince ağır hak ihlalleri yaşanmaya başlıyor” diye konuştu.
TİHV’NİN TESPİT ETTİĞİ FAİLİ MEÇHULLER
Üsterci komisyona faili meçhul cinayetlere ilişkin rapor sundu. Raporda, TİHV tarafından tespit edilen 1990-2011 arasındaki failli meçhul cinayet sayısı 1901 olarak açıklandı. Raporda, yargısız infaz, dur ihtarı ve rastgele ateş açma nedeniyle yaşam hakkı ihlalleri 1684 kişi hayatını kaybettiği belirtildi.
Diyarbakır İçkale’deki JİTEM merkezinde ortaya çıkarılan insan kemiklerine yönelik de açıklama yapan Üsterci, “Kemikler JİTEM’in bulunduğu yerin bahçesinde bulunuyor. Failler o kadar pervasızlar ki hukukun kendilerine dokunmayacağına o kadar eminler ki, cesetleri uzağa değil hemen oraya gömüyorlar” diye konuştu.
ERONAT, 'JİTEM' DENMESİNE KARŞI
Yüksek Seçim Kurulu kararıyla BDP’li Hatip Dicle yerine milletvekili olarak atanan AKP’li Oya Eronat, Diyarbakır’daki toplu mezardan JİTEM’in sorumlu tutulmasına karşı çıktı. Eronat, “Diyarbakır’da o kemiklerin bulunduğu yere gittim, kemiklerin resimlerini gördüm, üst üste gelişi güzeldi. Siz ’JİTEM yaptı’ dediniz ve beni şaşırttınız. O kemiklerin bir arada olmasının bir nedeni olabilir, toprak kaymış olabilir, yağmurdan olabilir, başka bir şey olabilir” dedi. Eronat, isim vermeden BDP’yi suçlamayı da ihmal etmeyerek, “Benim tespitlerime göre, faili meçhul rakamı yaklaşık 4 bin. Bir parti 17 bin rakamını dile getiriyor, demek ki bir balon uçuruyor” dedi.
Kaynak: ETHA
Gaz yemek serbest, miktarını bilmek yasak
Ankara'daki Hopa gösterilerinde ne kadar biber gazı kullanıldığını soran mahkemeye, polis, "Bu bilgi devlet sırrıdır" cevabını verdi.
Bilgi Edinme Kanunu kapsamında Hopa'da olaylarının protesto edildiği Ankara'daki eylemlerde, “Ne kadar biber gazı kullanıldığı ve ne kadar personelin görev yaptığını öğrenmek isteyen” bir kişinin talebine yanıt vermediği için mahkemelik olan Ankara Emniyet Genel Müdürlüğü, Ankara 12. İdare Mahkemesi’ne ilginç bir savunma gönderdi. Radikal gazetesinin haberine göre, mahkeme, ne kadar biber gazı bulundurduklarını açıklamayacaklarını çünkü bu bilginin, “devlet sırrı” kapsamında olduğunu ve bu bilginin talep edilmesinin “kötü niyet” olduğunu savundu.
12 Haziran seçimleri öncesinde Başbakan Erdoğan’ın Artvin’in Hopa ilçesine yapacağı miting öncesinde polis, HES karşıtı eylem yapan kitleye müdahale etmişti. Polisin kullandığı biber gazı nedeniyle emekli öğretmen Metin Lokumcu hayatını kaybederken çok sayıda kişi de yaralanmıştı. Hopa olaylarına yönelik Ankara’da yapılan protesto gösterisinde çok sayıda kişi gözaltına alınmış ve 22 kişi hakkında terör örgütü üyeliği suçlamasıyla dava açılmıştı.
Ankara Barosu avukatlarından Emre Baturay Altınok, olaylar sırasında güvenlik güçlerinin “ne kadar biber gazı kullanıldığını” Bilgi Edinme Kanunu kapsamında öğrenmek istedi. Altınok, bu kapsamda Emniyet Genel Müdürlüğü’ne, Ankara İl Emniyet Müdürlüğü’ne ve Artvin İl Emniyet Müdürlüğüne başvurdu. Avukat Altınok’un bilgi edinme başvurusuna Emniyet Genel Müdürlüğü ve Artvin İl Emniyet Müdürlüğü yanıt verirken Ankara İl Emniyet Müdürlüğü ise “genel geçer” yanıtlar verdi. Verilen yanıtlar nedeniyle Avukat Altınok, Ankara 12. İdare Mahkemesi’ne dava açtı. Ankara Emniyet Müdürlüğü mahkemeye sunduğu savunmasında birbirinden ilginç değerlendirmelerde bulundu. Ankara Emniyeti savunmasında, Avukat Altınok’un öğrenmek istediği “gaz mühimmatlarının stok sayısı ile planlanan emniyet tedbirlerinin mahiyeti ve sayısı, değeri hakkındaki” bilgi ve belgelerin açıklanmasının kamu adına yarar sağlamayacağı belirtilerek, “Kötü niyetli üçüncü kişiler tarafından ele geçirilme halinde ise, kamu düzeni ve kamu güvenliği açısından zafiyet oluşturabilecek devlet sırrı niteliğinde bilgi ve belgeler olduğu açıktır” denildi.
Ankara Emniyeti'nin yazısında, Ankara’nın başkent olması nedeniyle çok sayıda basın açıklaması, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapıldığı, bu hakkın kullanılmasında herhangi bir engelleme yapılmadığı, yeterli personel ve 'ölçülü' gaz kullanıldığı da öne sürüldü.
Kaynak: ETHA
Bilgi Edinme Kanunu kapsamında Hopa'da olaylarının protesto edildiği Ankara'daki eylemlerde, “Ne kadar biber gazı kullanıldığı ve ne kadar personelin görev yaptığını öğrenmek isteyen” bir kişinin talebine yanıt vermediği için mahkemelik olan Ankara Emniyet Genel Müdürlüğü, Ankara 12. İdare Mahkemesi’ne ilginç bir savunma gönderdi. Radikal gazetesinin haberine göre, mahkeme, ne kadar biber gazı bulundurduklarını açıklamayacaklarını çünkü bu bilginin, “devlet sırrı” kapsamında olduğunu ve bu bilginin talep edilmesinin “kötü niyet” olduğunu savundu.
12 Haziran seçimleri öncesinde Başbakan Erdoğan’ın Artvin’in Hopa ilçesine yapacağı miting öncesinde polis, HES karşıtı eylem yapan kitleye müdahale etmişti. Polisin kullandığı biber gazı nedeniyle emekli öğretmen Metin Lokumcu hayatını kaybederken çok sayıda kişi de yaralanmıştı. Hopa olaylarına yönelik Ankara’da yapılan protesto gösterisinde çok sayıda kişi gözaltına alınmış ve 22 kişi hakkında terör örgütü üyeliği suçlamasıyla dava açılmıştı.
Ankara Barosu avukatlarından Emre Baturay Altınok, olaylar sırasında güvenlik güçlerinin “ne kadar biber gazı kullanıldığını” Bilgi Edinme Kanunu kapsamında öğrenmek istedi. Altınok, bu kapsamda Emniyet Genel Müdürlüğü’ne, Ankara İl Emniyet Müdürlüğü’ne ve Artvin İl Emniyet Müdürlüğüne başvurdu. Avukat Altınok’un bilgi edinme başvurusuna Emniyet Genel Müdürlüğü ve Artvin İl Emniyet Müdürlüğü yanıt verirken Ankara İl Emniyet Müdürlüğü ise “genel geçer” yanıtlar verdi. Verilen yanıtlar nedeniyle Avukat Altınok, Ankara 12. İdare Mahkemesi’ne dava açtı. Ankara Emniyet Müdürlüğü mahkemeye sunduğu savunmasında birbirinden ilginç değerlendirmelerde bulundu. Ankara Emniyeti savunmasında, Avukat Altınok’un öğrenmek istediği “gaz mühimmatlarının stok sayısı ile planlanan emniyet tedbirlerinin mahiyeti ve sayısı, değeri hakkındaki” bilgi ve belgelerin açıklanmasının kamu adına yarar sağlamayacağı belirtilerek, “Kötü niyetli üçüncü kişiler tarafından ele geçirilme halinde ise, kamu düzeni ve kamu güvenliği açısından zafiyet oluşturabilecek devlet sırrı niteliğinde bilgi ve belgeler olduğu açıktır” denildi.
Ankara Emniyeti'nin yazısında, Ankara’nın başkent olması nedeniyle çok sayıda basın açıklaması, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapıldığı, bu hakkın kullanılmasında herhangi bir engelleme yapılmadığı, yeterli personel ve 'ölçülü' gaz kullanıldığı da öne sürüldü.
Kaynak: ETHA
Ahmet Yıldız Davası Yarın
15 Temmuz 2008 yılında öldürülen Ahmet Yıldız'a ilişkin davanın dokuzuncu duruşması yarın saat 9.10'da Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek. LGBTT örgütleri davanın aydınlanması için yarın herkesi duruşmaya katılmaya davet ediyor.
Eşcinsel olduğunu açıkladıktan sonra babası tarafından öldürülen Ahmet Yıldız nefret cinayeti davasının dokuzuncu duruşması yarın görülecek. Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşma saat 09.10'da başlayacak.
15 Eylül 2011'de Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 8. duruşmasında Ahmet Yıldız'ı öldürdüğü iddia edilen baba Yahya Yıldız'ın yakalanması için kırmızı bülten çıkarılmasına karar verilmişti. Hakim davayı 27 Ocak'a ertelemişti.
LGBTT örgütleri yarın saat 9.10'da Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek olan 9. duruşmaya ilişkin yaptığı çağrıda davanın aydınlanması için herkesi duruşmaya davet ediyor.
Ahmet Yıldız'ın sevgilisi İbrahim Can ise dava öncesi yaptığı yazılı açıklamada Yıldız için artık adalet istediğini belirtti.
Can "Yargının bağımsız olmadığı bir ülkede homofobik mahkemelerden Ahmet Yıldız davasında radikal değişiklik beklemek hayalcilik olur. Ahmet Yıldız'ın katillerinin yakalanıp adalete teslim edilmesi homofobik Türkiye mahkemeleri ve yandaş adalet sistemi tarafından engellenmektedir. Ahmet Yıldız öldürülmeden önce devletten korunma talep ettiğinde bu talebe kulak tıkayan devlet kurumları katillerin yakalanmasında engelleyici tavrını sergilemektedir" dedi.
Ne olmuştu?
Marmara Üniversitesi Fizik Bölümü öğrencisi olan Ahmet Yıldız, 15 Temmuz 2008'de Üsküdar'da bir kafenin önünde otururken vurularak öldürüldü. Ahmet Yıldız'ın eşcinsel olduğunu açıklaması nedeniyle aile üyelerince öldürülmüş olabileceği ileri sürüldü. Olayda kafe sahibi Ümmühan Daraman da yaralandı.
Dokuz ay sonra biten soruşturma sonucunda hazırlanan iddianamede baba Yahya Yıldız'ın bir numaralı sanık olarak gösterildi.
Davanın ilk duruşması 8 Eylül'de görüldü, mahkeme Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği'nin müdahillik talebini reddetti.
Kaynak: Bianet
Eşcinsel olduğunu açıkladıktan sonra babası tarafından öldürülen Ahmet Yıldız nefret cinayeti davasının dokuzuncu duruşması yarın görülecek. Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşma saat 09.10'da başlayacak.
15 Eylül 2011'de Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 8. duruşmasında Ahmet Yıldız'ı öldürdüğü iddia edilen baba Yahya Yıldız'ın yakalanması için kırmızı bülten çıkarılmasına karar verilmişti. Hakim davayı 27 Ocak'a ertelemişti.
LGBTT örgütleri yarın saat 9.10'da Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek olan 9. duruşmaya ilişkin yaptığı çağrıda davanın aydınlanması için herkesi duruşmaya davet ediyor.
Ahmet Yıldız'ın sevgilisi İbrahim Can ise dava öncesi yaptığı yazılı açıklamada Yıldız için artık adalet istediğini belirtti.
Can "Yargının bağımsız olmadığı bir ülkede homofobik mahkemelerden Ahmet Yıldız davasında radikal değişiklik beklemek hayalcilik olur. Ahmet Yıldız'ın katillerinin yakalanıp adalete teslim edilmesi homofobik Türkiye mahkemeleri ve yandaş adalet sistemi tarafından engellenmektedir. Ahmet Yıldız öldürülmeden önce devletten korunma talep ettiğinde bu talebe kulak tıkayan devlet kurumları katillerin yakalanmasında engelleyici tavrını sergilemektedir" dedi.
Ne olmuştu?
Marmara Üniversitesi Fizik Bölümü öğrencisi olan Ahmet Yıldız, 15 Temmuz 2008'de Üsküdar'da bir kafenin önünde otururken vurularak öldürüldü. Ahmet Yıldız'ın eşcinsel olduğunu açıklaması nedeniyle aile üyelerince öldürülmüş olabileceği ileri sürüldü. Olayda kafe sahibi Ümmühan Daraman da yaralandı.
Dokuz ay sonra biten soruşturma sonucunda hazırlanan iddianamede baba Yahya Yıldız'ın bir numaralı sanık olarak gösterildi.
Davanın ilk duruşması 8 Eylül'de görüldü, mahkeme Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği'nin müdahillik talebini reddetti.
Kaynak: Bianet
Zehirli iğne ile öldürüp çöplüğe attılar
Kastamonu'nun Abana ilçesi Belediye Başkanlığı tarafından zehirli iğne kullanılarak öldürülüp çöplüğe atılan hayvanlara hayvanseverler büyük tepki gösterdi.
Uzun zamandır kendi elleriyle besledikleri köpeklerin birkaç gündür ortalarda görünmemesi üzerine çevrede araştırmaya başladıklarını belirten hayvansever Yavuz Er, Abana Belediyesi tarafından zehirli iğne kullanılarak öldürülüp ilçenin yakınında bulunan çöplüğe atılmış bir şekilde hayvanları bulduğunu söyledi. Bunun için hukuki işlem yapılması yönünde Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda da bulunduklarını açıklayan Er, 'Bu işin sadece burada bu şekilde kalmaması, kapalı kapılar ardından kalmamasını istiyoruz. Bu yüzden herkesten yardımcı olmaları bekliyoruz' dedi.
Kastamonu Can Dostları Hayvanları Koruma Derneği Başkanı Hamdi Kendirci, yaptığı açıklamada Abana Belediyesi'ni kınadıklarını belirterek, durumun çok vahim olduğunu söyledi.
Abana Belediyesinin sokakta ki hayvanları katlettiği yönünde kendilerine bilgi verilmesi üzerine hemen hareket geçtiklerini ifade eden Kendirci, şöyle konuştu:
'Yaptığımız araştırmalar sonucunda İnebolu ilçesinin yakınlarında bulunan çöplükte hayvanları öldürülmüş olarak bulduk. Yaptığımız incelemede hayvanların zararsız ve kısırlaştırılmış hayvanlar olduğunu öğrendik. Böyle bir olayı çocukların ve vatandaşların gözleri önünde gözlerini bile kırpmadan öldüren Abana Belediye Başkanını ve bu katliama göz yuman belediye çalışanlarını ile bilhassa bu ağzı, dili, olmayan bu hayvancıklara zehirli iğne atan veya kurşun sıkan bu canileri Kastamonu Can Dostları Hayvanları Koruma Derneği olarak nefretle kınıyoruz. Öldürdükleri köpeklerin kulak küpelerinden yaptığım araştırmada Orman ve Su İşleri İl Müdürlüğü arşivlerinde Abana Belediyesine ait olduğu çıktı ve yine Abana'da yapılan araştırmada da öldürülen köpekleri arabaya koyarken görenler olduğu biliniyor. Bu bağlamda bizlerde dernek olarak basın aracılığı ile suç duyurusunda bulunuyor ve bu kişi veya kişiler ile Belediyeyi yetkili makamlara şikayet ediyorum'
Kaynak: internethaber.com
Uzun zamandır kendi elleriyle besledikleri köpeklerin birkaç gündür ortalarda görünmemesi üzerine çevrede araştırmaya başladıklarını belirten hayvansever Yavuz Er, Abana Belediyesi tarafından zehirli iğne kullanılarak öldürülüp ilçenin yakınında bulunan çöplüğe atılmış bir şekilde hayvanları bulduğunu söyledi. Bunun için hukuki işlem yapılması yönünde Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda da bulunduklarını açıklayan Er, 'Bu işin sadece burada bu şekilde kalmaması, kapalı kapılar ardından kalmamasını istiyoruz. Bu yüzden herkesten yardımcı olmaları bekliyoruz' dedi.
Kastamonu Can Dostları Hayvanları Koruma Derneği Başkanı Hamdi Kendirci, yaptığı açıklamada Abana Belediyesi'ni kınadıklarını belirterek, durumun çok vahim olduğunu söyledi.
Abana Belediyesinin sokakta ki hayvanları katlettiği yönünde kendilerine bilgi verilmesi üzerine hemen hareket geçtiklerini ifade eden Kendirci, şöyle konuştu:
'Yaptığımız araştırmalar sonucunda İnebolu ilçesinin yakınlarında bulunan çöplükte hayvanları öldürülmüş olarak bulduk. Yaptığımız incelemede hayvanların zararsız ve kısırlaştırılmış hayvanlar olduğunu öğrendik. Böyle bir olayı çocukların ve vatandaşların gözleri önünde gözlerini bile kırpmadan öldüren Abana Belediye Başkanını ve bu katliama göz yuman belediye çalışanlarını ile bilhassa bu ağzı, dili, olmayan bu hayvancıklara zehirli iğne atan veya kurşun sıkan bu canileri Kastamonu Can Dostları Hayvanları Koruma Derneği olarak nefretle kınıyoruz. Öldürdükleri köpeklerin kulak küpelerinden yaptığım araştırmada Orman ve Su İşleri İl Müdürlüğü arşivlerinde Abana Belediyesine ait olduğu çıktı ve yine Abana'da yapılan araştırmada da öldürülen köpekleri arabaya koyarken görenler olduğu biliniyor. Bu bağlamda bizlerde dernek olarak basın aracılığı ile suç duyurusunda bulunuyor ve bu kişi veya kişiler ile Belediyeyi yetkili makamlara şikayet ediyorum'
Kaynak: internethaber.com
25 Ocak 2012 Çarşamba
Çanakkale'de köylüler, Maden Firması Yetkililerini Kovaladı
Çanakkale'nin Bayramiç İlçesi'ne bağlı Muratlar Köyü ve Çan İlçesi sınırlarında kalan Söğütalan Köyü yakınlarında altın arama faaliyetlerinde bulunan iki maden firmasının 3 yetkilisi, Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) toplantısı için geldikleri köyde, çoğunluğu kadın 50'ye yakın köylünün tepkisiyle karşılaştı. Toplantının yapılmasını engelleyen kadınlar, 3 firma yetkilisi bölgeden ayrılıncaya kadar protestolarını sürdürdü. (VİDEO)
Bayramiç İlçesi sınırlarındaki Muratlar Köyü'ne bugün gelen iki maden firmasının 3 yetkilisi, altın arama çalışmaları yapılan köylerin murtarları ve Bayramiç Belediye Başkanı CHP'li İsmail Sakin ile ÇED toplantısı yapmak istedi. Ancak firma yetkililerinin geleceğinden haberdar olan çevreci grup ile köylüler, toplantının yapılacağı Muratlar Köyü'nde biraraya geldi. Çoğunluğu kadın, 50'ye yakın köylü ile çevreciler, 3 yetkilinin, toplantının yapılacağı yere girmelerini engelledi ve geldikleri araçlara kadar kovaladı. Araçlarına binen 3 yetkili bölgeden ayrılıncaya kadar kalabalık grup protestoyu sürdürdü. Bölgede güvenlik önlemi alan jandarmanın yetersiz kaldığı görüldü. Bir türlü sakinleşmeyen köylü ve çevreciler, firma yetkilileri bölgeden ayrılınca protestolarına son verdi.
Çevre İl Müdürlüğü'nden yetkililer, ÇED toplantısının yapılamadığına dair tutanak hazırladı. Söğütgediği Köyü Muhtarı Şaban Çırak, "Altın arayan maden firmalarını köylerimizde istemiyoruz" diye konuştu.
Köylüler kararını verdi: “Altın Madeni istemiyoruz”
Çanakkale Çevre Platformu dönem sözcüsü Hicri Nalbant, Muratlar köyünde yapılacak olan ÇED toplantısı öncesi köyde bilgilendirme toplantısı yaptıklarını belirterek “köylüler toplantıya katılmayacaklarını ifade ettiler” dedi.
Bayramiç Muratlar Köyünde Altın madeni şirketi ÇED toplantısı yapıyor. ÇED toplantısı öncesi bölgede düzenledikleri etkinliklerle halkı bilgilendirdiklerini ifade eden Çanakkale Çevre Platformu dönem sözcüsü Hicri Nalbant, “Halk toplantıya katılmayacak, şirket bundan sonra ÇED alsa da bir anlamı olmayacak” dedi.
Muratlar köyündeki toplantıya 30 kişilik bir ekiple Çanakkale’den gideceklerini ifade eden Nalbant şunları söyledi; “30 kişilik araç kiraladık. 30 kişilik araçla eski garaj önünden Muratlar köyüne hareket edeceğiz. Pazar günü muratlar köyüne gittik, eğitim çalışması yaptık. Halkı bilgilendirdik. İyi geçeceğini düşünüyoruz. Oradaki eğilim toplantıya diğer yerlerde olduğu gibi katılmama yönünde ve toplantıyı protesto edecekler. Bu konuda birlik sağlandı. Bundan sonrası için bu ilk adım. Halkı bilgilendirme toplantısına katılmama, ilk tepki bu güne kadar bizim istediğimiz gibi oldu. Bundan sonra ÇED alabilirler alsalar bile kıymeti yok. Yöre halkı altın madeni istemiyoruz diyorlar bu bölgede. Köy halkı, bu halkı bilgilendirme toplantısı değil bunun adı halkı kandırma toplantısı diyor. Halkı kandırma toplantılarına itibar etmeyeceğiz, katılmayacağız diyorlar. Halkın iradesine rağmen yapılan her türlü girişim zorbalık olacaktır zulüm olacaktır . Bunu da siyanürcü şirketler böyle not etsinler.”
Kaynak: Çanakkale Olay
Bayramiç İlçesi sınırlarındaki Muratlar Köyü'ne bugün gelen iki maden firmasının 3 yetkilisi, altın arama çalışmaları yapılan köylerin murtarları ve Bayramiç Belediye Başkanı CHP'li İsmail Sakin ile ÇED toplantısı yapmak istedi. Ancak firma yetkililerinin geleceğinden haberdar olan çevreci grup ile köylüler, toplantının yapılacağı Muratlar Köyü'nde biraraya geldi. Çoğunluğu kadın, 50'ye yakın köylü ile çevreciler, 3 yetkilinin, toplantının yapılacağı yere girmelerini engelledi ve geldikleri araçlara kadar kovaladı. Araçlarına binen 3 yetkili bölgeden ayrılıncaya kadar kalabalık grup protestoyu sürdürdü. Bölgede güvenlik önlemi alan jandarmanın yetersiz kaldığı görüldü. Bir türlü sakinleşmeyen köylü ve çevreciler, firma yetkilileri bölgeden ayrılınca protestolarına son verdi.
Çevre İl Müdürlüğü'nden yetkililer, ÇED toplantısının yapılamadığına dair tutanak hazırladı. Söğütgediği Köyü Muhtarı Şaban Çırak, "Altın arayan maden firmalarını köylerimizde istemiyoruz" diye konuştu.
Köylüler kararını verdi: “Altın Madeni istemiyoruz”
Çanakkale Çevre Platformu dönem sözcüsü Hicri Nalbant, Muratlar köyünde yapılacak olan ÇED toplantısı öncesi köyde bilgilendirme toplantısı yaptıklarını belirterek “köylüler toplantıya katılmayacaklarını ifade ettiler” dedi.
Bayramiç Muratlar Köyünde Altın madeni şirketi ÇED toplantısı yapıyor. ÇED toplantısı öncesi bölgede düzenledikleri etkinliklerle halkı bilgilendirdiklerini ifade eden Çanakkale Çevre Platformu dönem sözcüsü Hicri Nalbant, “Halk toplantıya katılmayacak, şirket bundan sonra ÇED alsa da bir anlamı olmayacak” dedi.
Muratlar köyündeki toplantıya 30 kişilik bir ekiple Çanakkale’den gideceklerini ifade eden Nalbant şunları söyledi; “30 kişilik araç kiraladık. 30 kişilik araçla eski garaj önünden Muratlar köyüne hareket edeceğiz. Pazar günü muratlar köyüne gittik, eğitim çalışması yaptık. Halkı bilgilendirdik. İyi geçeceğini düşünüyoruz. Oradaki eğilim toplantıya diğer yerlerde olduğu gibi katılmama yönünde ve toplantıyı protesto edecekler. Bu konuda birlik sağlandı. Bundan sonrası için bu ilk adım. Halkı bilgilendirme toplantısına katılmama, ilk tepki bu güne kadar bizim istediğimiz gibi oldu. Bundan sonra ÇED alabilirler alsalar bile kıymeti yok. Yöre halkı altın madeni istemiyoruz diyorlar bu bölgede. Köy halkı, bu halkı bilgilendirme toplantısı değil bunun adı halkı kandırma toplantısı diyor. Halkı kandırma toplantılarına itibar etmeyeceğiz, katılmayacağız diyorlar. Halkın iradesine rağmen yapılan her türlü girişim zorbalık olacaktır zulüm olacaktır . Bunu da siyanürcü şirketler böyle not etsinler.”
Kaynak: Çanakkale Olay
'Utanç davası'nda yine karar yok
Siirt'te aralarında kamu görevlilerinde olduğu çok sayıda kişinin 7 ilköğretim okulu öğrencisi kız çocuğuna cinsel istismarda bulunduğu ve kamuoyunda "Utanç davası" olarak bilinen davanın 13. duruşmasında da karar çıkmadı.
Siirt'te 7 ilköğretim okulu öğrencisi kız çocuğuna, aralarında esnaf ve memurların da bulunduğu çok sayıda kişinin tecavüz etmesi ile ilgili açılan "Utanç davası"nın 13. duruşması Siirt Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü.
Duruşmada tutuklu yargılanan 10 sanık ile tutuksuz yargılanan 9 sanık ve mağdur avukatları hazır bulundu. Duruşmayı çok sayıda kadın kurumları temsilcileri de takip etti. 19 ay boyunca firari olan ve Ekim ayında tutuklanan Okul Müdür Yardımcısı Fahrettin Kuzu ayrı yargılandığı için duruşmaya getirilmedi. Sanık avukatlarının dosyaları birleştirme talebi ise mahkeme heyeti tarafından reddedildi. Duruşma, eksik evrakların giderilmesi için 22 Şubat'a ertelendi.
KADIN ÖRGÜTLERİ AÇIKLAMA YAPTI
Duruşmanın ardından DÖKH, ESP/Sosyalist Kadın Merkezi (SKM), Siirt Belediyesi Berfin Kadın Danışma Merkezi, BDP Siirt Kadın Meclisi, Siirt Barış Anneleri İnisiyatifi, KESK Siirt Kadın Komisyonu, İHD, Diyarbakır DİKASUM, Diyarbakır Selis Kadın Merkezi, Diyarbakır Ceren Kadın Derneği, Diyarbakır Ceren Kadın Danışma Merkezi, Çınar Belediyesi Kadın Danışma Merkezi, Bağlar Belediyesi Kardelen Kadın Merkezi, EPİDEM, Batman Selis Kadın Danışma Merkezi, Bismil Nujin Kadın Danışma Merkezi, Ergani Selis, Silvan Meya Kadın Danışma Merkezi üyeleri adliye önünde açıklama yaptı.
Kadın örgütleri adına açıklama yapan Siirt Belediyesi Berfin Kadın Danışma Merkezi çalışanı Katibe Demir, davanın zamana yayılmasına tepki göstererek sorumluların bir an önce cezalandırılmasını istedi. Rengi, dini, dili, ulusu, ne olursa olsun, kadınların şiddete maruz kaldığını belirten Demir, "Kadınlara ve çocuklara yönelik her türlü taciz, tecavüz, öldürme, bastırma politikalarını teşhir etmeye devam edeceğiz ve bu davaların takipçisi olacağız" dedi. Demir, tüm kamuoyunu bu davalara sahip çıkmaya çağırdı. Demir, tüm erkeklere kendi cins gerçekliği ile yüzleşmeye, kadınları ise eril zihniyete karşı birlikte mücadeleye etmeye çağırdı.
Yoğun polis ablukası altında yapılan basın açıklaması sırasında ring aracı ile cezaevine götürülen sanıkların bozkurt işareti yapması dikkat çekti.
Kaynak: ETHA
Siirt'te 7 ilköğretim okulu öğrencisi kız çocuğuna, aralarında esnaf ve memurların da bulunduğu çok sayıda kişinin tecavüz etmesi ile ilgili açılan "Utanç davası"nın 13. duruşması Siirt Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü.
Duruşmada tutuklu yargılanan 10 sanık ile tutuksuz yargılanan 9 sanık ve mağdur avukatları hazır bulundu. Duruşmayı çok sayıda kadın kurumları temsilcileri de takip etti. 19 ay boyunca firari olan ve Ekim ayında tutuklanan Okul Müdür Yardımcısı Fahrettin Kuzu ayrı yargılandığı için duruşmaya getirilmedi. Sanık avukatlarının dosyaları birleştirme talebi ise mahkeme heyeti tarafından reddedildi. Duruşma, eksik evrakların giderilmesi için 22 Şubat'a ertelendi.
KADIN ÖRGÜTLERİ AÇIKLAMA YAPTI
Duruşmanın ardından DÖKH, ESP/Sosyalist Kadın Merkezi (SKM), Siirt Belediyesi Berfin Kadın Danışma Merkezi, BDP Siirt Kadın Meclisi, Siirt Barış Anneleri İnisiyatifi, KESK Siirt Kadın Komisyonu, İHD, Diyarbakır DİKASUM, Diyarbakır Selis Kadın Merkezi, Diyarbakır Ceren Kadın Derneği, Diyarbakır Ceren Kadın Danışma Merkezi, Çınar Belediyesi Kadın Danışma Merkezi, Bağlar Belediyesi Kardelen Kadın Merkezi, EPİDEM, Batman Selis Kadın Danışma Merkezi, Bismil Nujin Kadın Danışma Merkezi, Ergani Selis, Silvan Meya Kadın Danışma Merkezi üyeleri adliye önünde açıklama yaptı.
Kadın örgütleri adına açıklama yapan Siirt Belediyesi Berfin Kadın Danışma Merkezi çalışanı Katibe Demir, davanın zamana yayılmasına tepki göstererek sorumluların bir an önce cezalandırılmasını istedi. Rengi, dini, dili, ulusu, ne olursa olsun, kadınların şiddete maruz kaldığını belirten Demir, "Kadınlara ve çocuklara yönelik her türlü taciz, tecavüz, öldürme, bastırma politikalarını teşhir etmeye devam edeceğiz ve bu davaların takipçisi olacağız" dedi. Demir, tüm kamuoyunu bu davalara sahip çıkmaya çağırdı. Demir, tüm erkeklere kendi cins gerçekliği ile yüzleşmeye, kadınları ise eril zihniyete karşı birlikte mücadeleye etmeye çağırdı.
Yoğun polis ablukası altında yapılan basın açıklaması sırasında ring aracı ile cezaevine götürülen sanıkların bozkurt işareti yapması dikkat çekti.
Kaynak: ETHA
Cezaevinde "Gazeteci Sansürü"
Cezaevindeki hak ihlallerinin yazılı olduğu mektupların köşe yazarları ve gazetecilere yollanması engelleniyor; hapishanedeki kötü muameleye dair haberlerin yer aldığı gazeteler de mahkumlara verilmiyor.
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi Cezaevi İzleme Komisyonu Ocak 2012 Raporu'na göre, tutuklu ve hükümlülerin sorunlarının başında sağlık geliyor.
Ayrıca, tutuklu ve hükümlülerin hak ihlallerini anlattığı mektupların gazetecilere ulaşması cezaevi idarelerince engelleniyor.
ÇHD İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Güçlü Sevimli ile Cezaevi İzleme Komisyonu'ndan Avukat Oya Aslan'ın bugün açıkladığı raporda, cezaevlerinde meydana gelen hak ihlalleri yer alıyor.
Rapor için, Marmara bölgesi içerisinde yer alan Tekirdağ 1 ve 2 No'lu F tipi hapishaneleri, Kocaeli 1 ve 2 No'lu F tipi hapishaneleri, Edirne F Tipi hapishanesi, Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi ile Maltepe Hapishanesi'nden 100'e yakın tutuklu ve hükümlü ile görüşüldü.
30 avukatın 3-15 Ocak arasında yaptığı görüşmeler neticesinde hazırlanan raporu açıklayan Aslan, söze "Cezaevlerinde diğer mahkumla göz göze gelmek bile disiplin cezası konusu olabiliyor" diye başladı.
Aslan, hem adli hem de siyasi mahkumların hastaneye gidiş-gelişlerde ve sağlık muayenesinde büyük zorluklarla karşılaştığını, sağlık sorunu bulunan birçok tutuklu ve hükümlünün tedaviye ulaşamadığını söyledi.
"Kadın hastalıkları muayenesinde erkek jandarma odadan çıkmıyor, mahkumların kelepçeleri muayene sırasında bile açılmıyor. Bu uygulamalar kabul edilemez."
F tipinde "F tipi haber" yasak!
Bakanlık verilerine göre, 2000-2010 arasında cezaevlerinde 1700 kişinin hayatını kaybettiğini söyleyen Aslan, bu rakamın iki bine ulaştığını ve bu ölümlerin doğal sebeplerle olmadığını düşündüklerini açıkladı.
"Hapishane hakkında yapılan haberlerin yer aldığı gazetelerin içeri girişi engelleniyor. Gazetecilere mektup gönderilmesine de izin verilmiyor. Dışarıya çıkanlar, gözden kaçanlar..."
Edirne F Tipi Hapishanesi'nden R.Ç., raporda bu engellemeyi şöyle anlatıyor:
"Arkadaşlarım bana mektup gönderdiklerini söylüyorlar ama bana onlardan hiç mektup gelmedi. Benim gönderdiğim mektuplar da sahibine ulaşmamış. Gazetecilere hak ihlalleri hakkında gönderilen mektuplara da el konuldu."
Tekirdağ 1 No'lu F Tipi Hapishanesi'nden F.Ö.A. da benzer bir şikayeti şöyle dile getiriyor: "Günlük gazete ve dergilerde beğenmedikleri haberleri karalıyorlar. Özellikle F tipi hapishanelerle ilgili haber varsa hiç vermiyorlar."
Ç.Ş. de "BirGün gazetesine yollamak istediğim ve hak ihlallerini içeren mektup, "örgütsel haberleşme" gerekçesiyle bir kısmı karalanarak gönderildi" diyor.
29 Mayıs 2011 tarihli BirGün gazetesi de, gazetenin mahkumlara verilmemesini konu edinen "Eyvah zulmümüzü yazmışlar" başlıklı haberi nedeniyle yine cezaevine alınmadı.
Tekirdağ 2 No'lu Cezaevi'nden A.H.B. de "Kürt olduğum için annemle Kürtçe konuştuğumda telefonu kesiyorlar" diyor.
Azadiya Welat, Özgür Gündem, Evrensel, Cumhuriyet ve BirGün gazeteleri hapishaneye girişi en çok engellenen gazetelerden.
ÇHD, hak ihlallerinin tespiti ve önüne geçilmesi için, bağımsız bir cezaevi izleme kurulu oluşturulmasını öneriyor.
* Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
Kaynak: Bianet
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi Cezaevi İzleme Komisyonu Ocak 2012 Raporu'na göre, tutuklu ve hükümlülerin sorunlarının başında sağlık geliyor.
Ayrıca, tutuklu ve hükümlülerin hak ihlallerini anlattığı mektupların gazetecilere ulaşması cezaevi idarelerince engelleniyor.
ÇHD İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Güçlü Sevimli ile Cezaevi İzleme Komisyonu'ndan Avukat Oya Aslan'ın bugün açıkladığı raporda, cezaevlerinde meydana gelen hak ihlalleri yer alıyor.
Rapor için, Marmara bölgesi içerisinde yer alan Tekirdağ 1 ve 2 No'lu F tipi hapishaneleri, Kocaeli 1 ve 2 No'lu F tipi hapishaneleri, Edirne F Tipi hapishanesi, Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi ile Maltepe Hapishanesi'nden 100'e yakın tutuklu ve hükümlü ile görüşüldü.
30 avukatın 3-15 Ocak arasında yaptığı görüşmeler neticesinde hazırlanan raporu açıklayan Aslan, söze "Cezaevlerinde diğer mahkumla göz göze gelmek bile disiplin cezası konusu olabiliyor" diye başladı.
Aslan, hem adli hem de siyasi mahkumların hastaneye gidiş-gelişlerde ve sağlık muayenesinde büyük zorluklarla karşılaştığını, sağlık sorunu bulunan birçok tutuklu ve hükümlünün tedaviye ulaşamadığını söyledi.
"Kadın hastalıkları muayenesinde erkek jandarma odadan çıkmıyor, mahkumların kelepçeleri muayene sırasında bile açılmıyor. Bu uygulamalar kabul edilemez."
F tipinde "F tipi haber" yasak!
Bakanlık verilerine göre, 2000-2010 arasında cezaevlerinde 1700 kişinin hayatını kaybettiğini söyleyen Aslan, bu rakamın iki bine ulaştığını ve bu ölümlerin doğal sebeplerle olmadığını düşündüklerini açıkladı.
"Hapishane hakkında yapılan haberlerin yer aldığı gazetelerin içeri girişi engelleniyor. Gazetecilere mektup gönderilmesine de izin verilmiyor. Dışarıya çıkanlar, gözden kaçanlar..."
Edirne F Tipi Hapishanesi'nden R.Ç., raporda bu engellemeyi şöyle anlatıyor:
"Arkadaşlarım bana mektup gönderdiklerini söylüyorlar ama bana onlardan hiç mektup gelmedi. Benim gönderdiğim mektuplar da sahibine ulaşmamış. Gazetecilere hak ihlalleri hakkında gönderilen mektuplara da el konuldu."
Tekirdağ 1 No'lu F Tipi Hapishanesi'nden F.Ö.A. da benzer bir şikayeti şöyle dile getiriyor: "Günlük gazete ve dergilerde beğenmedikleri haberleri karalıyorlar. Özellikle F tipi hapishanelerle ilgili haber varsa hiç vermiyorlar."
Ç.Ş. de "BirGün gazetesine yollamak istediğim ve hak ihlallerini içeren mektup, "örgütsel haberleşme" gerekçesiyle bir kısmı karalanarak gönderildi" diyor.
29 Mayıs 2011 tarihli BirGün gazetesi de, gazetenin mahkumlara verilmemesini konu edinen "Eyvah zulmümüzü yazmışlar" başlıklı haberi nedeniyle yine cezaevine alınmadı.
Tekirdağ 2 No'lu Cezaevi'nden A.H.B. de "Kürt olduğum için annemle Kürtçe konuştuğumda telefonu kesiyorlar" diyor.
Azadiya Welat, Özgür Gündem, Evrensel, Cumhuriyet ve BirGün gazeteleri hapishaneye girişi en çok engellenen gazetelerden.
ÇHD, hak ihlallerinin tespiti ve önüne geçilmesi için, bağımsız bir cezaevi izleme kurulu oluşturulmasını öneriyor.
* Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
Kaynak: Bianet
Çatalbaş, linç haberlerine isyan etti
BDP İstanbul Milletvekili Tuncel'in yakın koruması ve şoförü Gülden Çatalbaş, gözaltına alındığı sırada hakkında yapılan asılsız haberlere ilişkin açıklama yaptı. Çatalbaş, gözaltı saldırısı ve medya lincinin Tuncel'in vekilliğini, BDP'nin grubunu düşürmeye yönelik olduğunu söyledi.
BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel'in yakın koruması ve şoförü Gülden Çatalbaş, gözaltına alındığı sırada hakkında yapılan asılsız haberlere ilişkin avukatı Eren Keskin'le birlikte İHD İstanbul Şubesi'nde basın toplantısı yaptı.
'SİZ BELKİ ÖDÜLLENDİRİLDİNİZ AMA BENİM HAYATİ TEHLİKEM VAR
Medya çalışanlarına seslenen Çatalbaş, "Hepiniz beni az çok tanıyorsunuz. Birlikte sohbetimiz de oluyor, oturup çay da içiyoruz. Tüm bunlara rağmen sizin yaptığınız haberler nedeniyle benim hayati tehlikem var" dedi. Bugün Gazetesi muhabiri Bilal Şahin'in kendisinin resmini çekerek, masa üzerinde duran bombalarla birleştirip servis ettiğini hatırlatan Çatalbaş, medyada yürütülen linç kampanyasıyla ilgili dava açacağını ifade etti.
Polislerin milletvekilinin aracına binmek gibi bir haklarının olmadığını, buna rağmen araca zorla binerek Sebahat Tuncel'in çantasını almaya çalıştıklarını açıklayan Çatalbaş, üç günlük gözaltı süresince polislerin kendisine "Sen Sebahat Tuncel'in şoförü olmasaydın sana iyi davranırdık" dediğini ifade etti.
'GÖRDÜNÜZ MÜ, ISPATLADINIZ MI?'
Tanımadığı kişilerle ilişkilendirilmek istendiğini söyleyen Çatalbaş, sadece Hatice Bozkurt'la birlikte bir restoranda yemek yediklerini, yemekte buluşmak için yaptıkları telefon görüşmesinin ise eylem hazırlığı olarak sunulduğunu belirtti. Çatalbaş, "Öyle bir haber ki; ben bombaları makam aracına koymuşum gidip bir yerde patlatacakmışım. Böyle bir şey mümkün mü? Gördünüz mü? Ispatladınız mı? Nasıl böyle haberler yapıyorsunuz" diyerek yaygın Türk medyasında yürütülen linç kampanyasını kınadı.
Üç buçuk aylık yeğeninin kendisini televizyonda gözaltına alınırken gördüğünü ve psikolojisinin bozulduğunu ifade eden Çatalbaş, "Patronlarınız size ödüller vermiş olabilir. Ben 15 yıllık komşuma 'nasılsın' dediğimde kapısını yüzüme kapatıyor" diye konuştu.
Medyaya, "Gözaltına alınışımı şaşaalı bir şekilde verdiniz, neden bırakılışımı vermediniz" diye soran Çatalbaş, şunları söyledi: "Gözaltına alınma sebebim Sebahat Tuncel'i karalayıp vekilliğini düşürmek ve BDP'nin grubunun düşmesini sağlamaktır."
LİNÇ HABERLERİNE DAVALAR AÇILACAK
Çatalbaş'ın avukatı Eren Keskin, linç haberlerini yapan bütün basın kuruluşları ve muhabirler hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını belirtirti.
İHD adına konuşan Sevim Kalman ise medyayı basın etiğine uygun davranmaya ve tüm bu yalan haberleri tekzip etmeye çağırdı.
Kaynak: ETHA
BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel'in yakın koruması ve şoförü Gülden Çatalbaş, gözaltına alındığı sırada hakkında yapılan asılsız haberlere ilişkin avukatı Eren Keskin'le birlikte İHD İstanbul Şubesi'nde basın toplantısı yaptı.
'SİZ BELKİ ÖDÜLLENDİRİLDİNİZ AMA BENİM HAYATİ TEHLİKEM VAR
Medya çalışanlarına seslenen Çatalbaş, "Hepiniz beni az çok tanıyorsunuz. Birlikte sohbetimiz de oluyor, oturup çay da içiyoruz. Tüm bunlara rağmen sizin yaptığınız haberler nedeniyle benim hayati tehlikem var" dedi. Bugün Gazetesi muhabiri Bilal Şahin'in kendisinin resmini çekerek, masa üzerinde duran bombalarla birleştirip servis ettiğini hatırlatan Çatalbaş, medyada yürütülen linç kampanyasıyla ilgili dava açacağını ifade etti.
Polislerin milletvekilinin aracına binmek gibi bir haklarının olmadığını, buna rağmen araca zorla binerek Sebahat Tuncel'in çantasını almaya çalıştıklarını açıklayan Çatalbaş, üç günlük gözaltı süresince polislerin kendisine "Sen Sebahat Tuncel'in şoförü olmasaydın sana iyi davranırdık" dediğini ifade etti.
'GÖRDÜNÜZ MÜ, ISPATLADINIZ MI?'
Tanımadığı kişilerle ilişkilendirilmek istendiğini söyleyen Çatalbaş, sadece Hatice Bozkurt'la birlikte bir restoranda yemek yediklerini, yemekte buluşmak için yaptıkları telefon görüşmesinin ise eylem hazırlığı olarak sunulduğunu belirtti. Çatalbaş, "Öyle bir haber ki; ben bombaları makam aracına koymuşum gidip bir yerde patlatacakmışım. Böyle bir şey mümkün mü? Gördünüz mü? Ispatladınız mı? Nasıl böyle haberler yapıyorsunuz" diyerek yaygın Türk medyasında yürütülen linç kampanyasını kınadı.
Üç buçuk aylık yeğeninin kendisini televizyonda gözaltına alınırken gördüğünü ve psikolojisinin bozulduğunu ifade eden Çatalbaş, "Patronlarınız size ödüller vermiş olabilir. Ben 15 yıllık komşuma 'nasılsın' dediğimde kapısını yüzüme kapatıyor" diye konuştu.
Medyaya, "Gözaltına alınışımı şaşaalı bir şekilde verdiniz, neden bırakılışımı vermediniz" diye soran Çatalbaş, şunları söyledi: "Gözaltına alınma sebebim Sebahat Tuncel'i karalayıp vekilliğini düşürmek ve BDP'nin grubunun düşmesini sağlamaktır."
LİNÇ HABERLERİNE DAVALAR AÇILACAK
Çatalbaş'ın avukatı Eren Keskin, linç haberlerini yapan bütün basın kuruluşları ve muhabirler hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını belirtirti.
İHD adına konuşan Sevim Kalman ise medyayı basın etiğine uygun davranmaya ve tüm bu yalan haberleri tekzip etmeye çağırdı.
Kaynak: ETHA
“Nefret Suçları Yasası İstiyorum”
Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu “Nefret Suçları Yasası İstiyorum” çağrısıyla bir imza kampanyası başlattı. Murathan Mungan, Sırrı Süreyya Önder, Lale Mansur gibi isimler imza kampanyasına destek verenler arasında.
Yeni anayasada söz sahibi olmak için Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu tarafından başlatılan "Nefret Suçları Yasası İstiyorum" kampanyası, en kısa sürede evrensel insan hakları ölçütlerine ve uluslararası örneklere uygun yasal düzenleme yapılması gerektiğini belirtiyor.
Bireysel ya da kurumsal olarak destek verilebilen kampanyaya LGBT, Alevi, Ermeni, Roman dernekleri gibi çeşitli kuruluşların yanısıra Murathan Mungan, Sırrı Süreyya Önder, Lale Mansur gibi isimler de destek verenler arasında.
Pembe Hayat LBGT Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Barış Sulu bianet'e yaptığı açıklamada nefret suçlarının herkesin sorunu olduğu ifade etti.
Sulu "Pembe Hayat olarak bu süreçte yer almazsak süreç eksik kalırdı. Çünkü LGBT bireyler de nefret suçlarının bir öznesi. Örneğin Türkiye Brezilya'dan sonra trans bireylerin en çok nefret cinayetlerine maruz kaldıkları ülke olarak raporlarda geçiyor. Bu nedenle 4 yıldır "Bize Bir Yasa Lazım" sloganıyla 20 Kasım haftasında Ankara'da etkinlikler düzenliyoruz" dedi.
Farklı olana yönelik nefret söyleminin yaygınlaştığını ve bu durumun Süryanileri de etkilediğini dile getiren Süryaniler. com'dan Şabo Boyacı ise bianet'e yaptığı açıklamada farkındalığı artırmak için imza kampanyasına katıldıklarını ifade etti.
Beyaz Güvercinler Girişimi de nefret söyleminin barış söylemlerinin önünü tıkadığını gerekçe göstererek bu yüzden imza kampanyasını desteklediklerini belirtiyor.
"Nefret Suçları Yasası İstiyorum" kampanyasının çağrı metninde şu ifadelere yer veriliyor:
"Suçun yöneldiği bireyin ötesinde, mensup olduğu gruba toplumda istenmediği mesajı verilir. Bu suçların sonucunda mesajın yöneldiği grup üyeleri kendilerini dışlanmış ve tehdit altında hisseder, korkuya kapılır, psikolojik travmaya, hatta intihara kadar varan sonuçlar yaşayabilir.
"Yakın zamanda Trabzon'da Rahip Santoro cinayeti (2006), Hrant Dink cinayeti (2007), Malatya Zirve Yayınevi katliamı (2007), Manisa Selendi'de Roman yurttaşlara linç girişimlerinin (2010) yanı sıra çeşitli il ve ilçelerde Kürt yurttaşlara yönelik linç girişimleri, basında çok sık yer alan LGBT cinayetleri bariz nefret suçlarındandır."
"Sen De Başkasın Nefretme"
"Sen De Başkasın Nefretme" sloganıyla düzenlenen imza kampanyası ilişkin yarın saat 11.00'de Taksim Hill Otel'de Galatarasay Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu'nun da katılımıyla bir basın toplantısı düzenlenecek.
Toplantıya ilişkin yapılan duyuruda kampanyanın hedefi nefret suçlarına ilişkin yasal düzenlemelerin kamuoyunun ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) gündemine sokulması olarak belirtiliyor.
Türkiye'nin acilen somut adımlar atması gerektiği belirtilen duyuru metninde şu ifadeler yer alıyor: "Nefret suçlarına ilişkin yasal düzenlemeler konusunda Türkiye Cumhuriyeti Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB) ve AGİT gibi kurumlar nezdinde birçok uluslararası sözleşmeye imza atarak, yüküm altına girmiş olmasına karşın, bu doğrultuda somut adım atılmamaktadır."
İmza kampanyasına destek veren kurumlar ise şöyle:
Alevi Bektaşi Federasyonu, Alevi Kültür Dernekleri, Beyaz Güvercinler Girişimi, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği, Dersim Ermenileri İnanç ve Sosyal Yardımlaşma Derneği, Dikmen Deresi Kentsel Dönüşüm Mağdurları Dayanışma Derneği, Düşünce Suçuna Karşı Girişim, Edirne Roman Kültürünü Araştırma Derneği, Ekolojik Anayasa Girişimi, Gençlik Gündemi Derneği, Engelliler.biz, Helsinki Yurttaşlar Derneği, Hrant Dink Vakfı, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı, İstanbul Protestan Kiliseler Vakfı, Kadın Yazarlar Derneği, Kadınlarla Dayanışma Vakfı, LGBTT Aileleri İstanbul Grubu (LİSTAG), Midyat Süryani Kültür Derneği, Mültecilerle Dayanışma Derneği, Özürlüler Vakfı, Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği, Pozitif Yaşam Derneği, Protestan Kiliseler Derneği, Roman Gençlik Derneği, Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi, Savunma Avukatları Derneği, Sosyal Değişim Derneği, Sosyal Demokrasi Vakfı, Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPoD), Süryaniler.com, Toplumsal İnisiyatifi Oluşturma Derneği, Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Emekçileri Sendikası İstanbul 1, 2, 3, 4 ve 5 No'lu Şubeler (TÜMBEL-SEN), Toplumsal Olayları Araştırma ve Yüzleşme Derneği, Türkiye Sakatlar Derneği, Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği,Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, Kaos GL Derneği, İstanbul LGBTT.
* İmza kampanyasına destek vermek için tıklayın.
Kaynak: Bianet
Yeni anayasada söz sahibi olmak için Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu tarafından başlatılan "Nefret Suçları Yasası İstiyorum" kampanyası, en kısa sürede evrensel insan hakları ölçütlerine ve uluslararası örneklere uygun yasal düzenleme yapılması gerektiğini belirtiyor.
Bireysel ya da kurumsal olarak destek verilebilen kampanyaya LGBT, Alevi, Ermeni, Roman dernekleri gibi çeşitli kuruluşların yanısıra Murathan Mungan, Sırrı Süreyya Önder, Lale Mansur gibi isimler de destek verenler arasında.
Pembe Hayat LBGT Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Barış Sulu bianet'e yaptığı açıklamada nefret suçlarının herkesin sorunu olduğu ifade etti.
Sulu "Pembe Hayat olarak bu süreçte yer almazsak süreç eksik kalırdı. Çünkü LGBT bireyler de nefret suçlarının bir öznesi. Örneğin Türkiye Brezilya'dan sonra trans bireylerin en çok nefret cinayetlerine maruz kaldıkları ülke olarak raporlarda geçiyor. Bu nedenle 4 yıldır "Bize Bir Yasa Lazım" sloganıyla 20 Kasım haftasında Ankara'da etkinlikler düzenliyoruz" dedi.
Farklı olana yönelik nefret söyleminin yaygınlaştığını ve bu durumun Süryanileri de etkilediğini dile getiren Süryaniler. com'dan Şabo Boyacı ise bianet'e yaptığı açıklamada farkındalığı artırmak için imza kampanyasına katıldıklarını ifade etti.
Beyaz Güvercinler Girişimi de nefret söyleminin barış söylemlerinin önünü tıkadığını gerekçe göstererek bu yüzden imza kampanyasını desteklediklerini belirtiyor.
"Nefret Suçları Yasası İstiyorum" kampanyasının çağrı metninde şu ifadelere yer veriliyor:
"Suçun yöneldiği bireyin ötesinde, mensup olduğu gruba toplumda istenmediği mesajı verilir. Bu suçların sonucunda mesajın yöneldiği grup üyeleri kendilerini dışlanmış ve tehdit altında hisseder, korkuya kapılır, psikolojik travmaya, hatta intihara kadar varan sonuçlar yaşayabilir.
"Yakın zamanda Trabzon'da Rahip Santoro cinayeti (2006), Hrant Dink cinayeti (2007), Malatya Zirve Yayınevi katliamı (2007), Manisa Selendi'de Roman yurttaşlara linç girişimlerinin (2010) yanı sıra çeşitli il ve ilçelerde Kürt yurttaşlara yönelik linç girişimleri, basında çok sık yer alan LGBT cinayetleri bariz nefret suçlarındandır."
"Sen De Başkasın Nefretme"
"Sen De Başkasın Nefretme" sloganıyla düzenlenen imza kampanyası ilişkin yarın saat 11.00'de Taksim Hill Otel'de Galatarasay Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu'nun da katılımıyla bir basın toplantısı düzenlenecek.
Toplantıya ilişkin yapılan duyuruda kampanyanın hedefi nefret suçlarına ilişkin yasal düzenlemelerin kamuoyunun ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) gündemine sokulması olarak belirtiliyor.
Türkiye'nin acilen somut adımlar atması gerektiği belirtilen duyuru metninde şu ifadeler yer alıyor: "Nefret suçlarına ilişkin yasal düzenlemeler konusunda Türkiye Cumhuriyeti Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB) ve AGİT gibi kurumlar nezdinde birçok uluslararası sözleşmeye imza atarak, yüküm altına girmiş olmasına karşın, bu doğrultuda somut adım atılmamaktadır."
İmza kampanyasına destek veren kurumlar ise şöyle:
Alevi Bektaşi Federasyonu, Alevi Kültür Dernekleri, Beyaz Güvercinler Girişimi, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği, Dersim Ermenileri İnanç ve Sosyal Yardımlaşma Derneği, Dikmen Deresi Kentsel Dönüşüm Mağdurları Dayanışma Derneği, Düşünce Suçuna Karşı Girişim, Edirne Roman Kültürünü Araştırma Derneği, Ekolojik Anayasa Girişimi, Gençlik Gündemi Derneği, Engelliler.biz, Helsinki Yurttaşlar Derneği, Hrant Dink Vakfı, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı, İstanbul Protestan Kiliseler Vakfı, Kadın Yazarlar Derneği, Kadınlarla Dayanışma Vakfı, LGBTT Aileleri İstanbul Grubu (LİSTAG), Midyat Süryani Kültür Derneği, Mültecilerle Dayanışma Derneği, Özürlüler Vakfı, Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği, Pozitif Yaşam Derneği, Protestan Kiliseler Derneği, Roman Gençlik Derneği, Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi, Savunma Avukatları Derneği, Sosyal Değişim Derneği, Sosyal Demokrasi Vakfı, Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPoD), Süryaniler.com, Toplumsal İnisiyatifi Oluşturma Derneği, Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Emekçileri Sendikası İstanbul 1, 2, 3, 4 ve 5 No'lu Şubeler (TÜMBEL-SEN), Toplumsal Olayları Araştırma ve Yüzleşme Derneği, Türkiye Sakatlar Derneği, Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği,Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, Kaos GL Derneği, İstanbul LGBTT.
* İmza kampanyasına destek vermek için tıklayın.
Kaynak: Bianet
'Bize o kemikleri oraya gömenler lazım'
Diyarbakır Saraykapı'daki JİTEM üssünde ortaya çıkan kemikler, yıllarca yakınlarını arayan aileler için 'umut' oldu. DNA testi için başvuruya hazırlanan aileler, sorumlular hakkında da suç duyurusunda bulundu, “Bize o kemikleri oraya gömenler lazım” dedi.
Diyarbakır Saraykapı'daki JİTEM üssünde şu ana kadar 23 kişiye ait iskelet kalıntısına ulaşıldı. Ortaya çıkan kemikler, yıllarca yakınlarını arayan aileler için de, sevdiklerinin en azından ölü bedenlerine kavuşmak için 'umut' oldu. Aileler, İHD Diyarbakır Şubesi'ne başvurarak, DNA testi yapılmasi için girişim başlattı. Aileler, bugün savcılığa başvuru dilekçelerini verdi. Yakınlarının cansız bedenlerine kavuşma 'umudu' içindeki aileler, duygularını ETHA'ya anlattı.
'KEMİKLER KARDEŞİME AİT OLABİLİR DİYE BAŞVURDUM'
Melik Tanrıverdi: Mehmet ve Muharrem Tanrıverdi benim kardeşlerim. 1994 yılında evden gelip aldılar. Ondan sonra haber alamadık. Biz her tarafa başvuru yaptık. Sonuç alamadık. JİTEM karargahında çıkan kemikler kardeşlerime ait olabilir diye İnsan Hakları Derneği (İHD)ye başvurduk. Ayrıca savcılığa da başvuracağız.
'PARA TEKLİFİNİ REDDETTİK'
İhsan Acar: Babam Mehmet Salim Acar, 20 Temmuz 1994 tarihinde Diyarbakır’ın Bismil İlçesi Ambar Beldesi’nde pamuk sularken gözümün önünde götürdüler. Toros marka plakasız bir araçla götürdüler. Kendilerini devlet yetkilisi olarak tanıttılar. Babam için Bismil Jandarma Komutanlığına, Diyarbakır Valiliği’ne, İçişleri Bakanlığı’na yaptığımız tüm başvurularda bir sonuç alamadık. Son çare olarak Osman Baydemir’i avukat olarak tuttuk. Baydemir, konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’e götürdü. AİHM’den de bir sonuç alamadık. AİHM, çözüm için bize 70 bin sterlin para teklif etti. Dostane çözüm için, biz reddettik. Çünkü amacımız babamın ve babam gibi olanların akibetinin ortaya çıkmasıydı. Biz onun için AİHM’e başvuru yaptık. Temennimiz, JİTEM karargahında yapılan kazılarda çıkan kemiklerin bize ait olması. Sizin aracılığınızla devlet yetkililerine sesleniyorum. Acımıza kulak vermelerini faillerin bulunmasını istiyoruz.
'AYNI YERDE BEN DE İŞKENCE GÖRDÜM'
Yavuz Tuğcu: Kardeşim Önder Tuğcu'yu, 29.11.1994 tarihinde Diyarbakır’ın Merkez Postanesi’nin orada Beyaz, Kırmızı Toros ve Şahin marka araçla gelip aldılar. Alanlardan iki kişiyi tanıyoruz. Alanlardan biri o dönemde Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü istihbaratta çalışan Zafer Aktaş’tı. Şu an Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde çalıştığını öğrendik. Diğer kişi ise tespitlerimize göre dönemin JİTEM yüzbaşısı Zahit Ergin ve ekibi. O dönem Terörle Mücadele Şube (TEM) müdürü, kardeşimin nerede olduğunu iyi bilir. Ben, ağabeyim ve babam TEM’deydik. Kardeşim işkence görüyordu. Bağırma seslerini duyduk. TEM tarafından kardeşim Zahit Ergin’e teslim edilmiş. Kendim bizzat savcı Mehmet İşbitiren’e defalarca dilekçe ve şahsen görüşerek ‘Benim kardeşimi bu şahıslar tarafından alındı’ dedim. Savcı, ‘Ben de bir şey yapamıyorum. Ben de üstüne gidersem kardeşin gibi akibetim olur. Ben sizin için kendimi tehlikeye atamam’ dedi. O gün bugündür arıyorum. JİTEM karargahında çıkarılan kemikler bize umut oldu. Bizim için bu kemikleri oraya gömenler lazım. Bizim için önemli olan da bu. Beni de aldılar, aynı yere götürdüler. Beni oraya götüreni nerede olsa tanırım. 17 sene boyunca bu kişiler hakkında dilekçe verdim.
KORUCUBAŞI KARAKOLA, KARAKOL TABURA...
Nesim Aslan: Babam Ebedi Yaşlı, 13 Mayıs 1993 tarihinde Diyarbakır’ın Dicle İlçesi Döver köyünde korucu başı tarafından alınarak karakola teslim edildi. Korucubaşı benim dayım olur. Adı Ferit Aslan’dır. Babamın karakola teslim edilmesinin ardından bir daha haber alamadık. Korucubaşı, babamı karakola teslim ettiğini söylüyor. Karakol da tabura teslim ettiğini söylüyor. Tabur da bizde öyle biri yok diyor. Şimdiye kadar birçok yere dilekçe verdik. İHD’ye de verdik. Ama sonuç alamadık. Yeter ki babamın bir mezarı olsun istedik. Kemiklerini istiyoruz. Evden babamı aldıklarında, tüm fotoğraflarını da aldılar.
'ABİMİ KAÇIRANI 10 YIL SONRA MAHKEMEYE ÇAĞIRDILAR'
Atilla Yenisoy: Ağabeyim Turgut Yenisoy, 4 Ekim 1994 tarihinde Bismil’de alındı. Birkaç defa gözaltına alınan ağabeyim esnaftı. İşyerini yaktılar. Devlet, ağabeyimin üzerinde baskısını devam ettirdi. Bismil’de JİTEM’e bağlı Ahmet, Recep ve Süleyman isminde üç çavuş vardı. Bir de polis vardı. Lakabı, Biçerci idi. Bunlar sürekli sivil elbiseyle dolaşırdı. Sürekli evimize gelirlerdi. ‘PKK’ye çalışıyorsun, bundan sonra bize çalışacaksın‘ diyorlardı. Ajanlık teklif ediyorlardı. Ağabeyim ‘beni öldürecekler‘ dedi. Onun için toptancılarla beni tanıştırdı. ‘Bundan sonra işlere sen bakarsın’ dedi. Polisler, avlunun duvarından atlayıp içeri girdiler, evin kapısını çaldılar. Annem kapıyı açtı, direkt ağabeyimin odasına gittiler. İç çamaşırlarıyla almaya çalıştılar. Annem pantolonunu giydirmeye çalıştı ve giydirdi. Ama ayakkabısız götürdüler. Ağabeyim demişti ki, ‘Beni almaya geldiklerinde bağırın belki beni götürmezler’ dedi. Döve döve arabaya bindirdiler. Arabanın arkasından koştuk. Bismil Cezaevine götürdüler. Annemle cezaevinin kapısına dayandık. İçeri almadılar. İçeride yok dediler. Biz geri döndük. Biz cezaevinin önünden ayrılınca araba dışarı çıktı ve Jandarma Komutanlığına girdi. Ondan sonra bir daha haber alamadık. Her tarafa dilekçe verdik. O günden bu yana. 10 yıl sonra kaçıranları mahkemeye çağırdılar. Ahmet uzman çavuş, 3 gün sonra gerilla tarafından öldürüldü.
Kaynak: ETHA
Diyarbakır Saraykapı'daki JİTEM üssünde şu ana kadar 23 kişiye ait iskelet kalıntısına ulaşıldı. Ortaya çıkan kemikler, yıllarca yakınlarını arayan aileler için de, sevdiklerinin en azından ölü bedenlerine kavuşmak için 'umut' oldu. Aileler, İHD Diyarbakır Şubesi'ne başvurarak, DNA testi yapılmasi için girişim başlattı. Aileler, bugün savcılığa başvuru dilekçelerini verdi. Yakınlarının cansız bedenlerine kavuşma 'umudu' içindeki aileler, duygularını ETHA'ya anlattı.
'KEMİKLER KARDEŞİME AİT OLABİLİR DİYE BAŞVURDUM'
Melik Tanrıverdi: Mehmet ve Muharrem Tanrıverdi benim kardeşlerim. 1994 yılında evden gelip aldılar. Ondan sonra haber alamadık. Biz her tarafa başvuru yaptık. Sonuç alamadık. JİTEM karargahında çıkan kemikler kardeşlerime ait olabilir diye İnsan Hakları Derneği (İHD)ye başvurduk. Ayrıca savcılığa da başvuracağız.
'PARA TEKLİFİNİ REDDETTİK'
İhsan Acar: Babam Mehmet Salim Acar, 20 Temmuz 1994 tarihinde Diyarbakır’ın Bismil İlçesi Ambar Beldesi’nde pamuk sularken gözümün önünde götürdüler. Toros marka plakasız bir araçla götürdüler. Kendilerini devlet yetkilisi olarak tanıttılar. Babam için Bismil Jandarma Komutanlığına, Diyarbakır Valiliği’ne, İçişleri Bakanlığı’na yaptığımız tüm başvurularda bir sonuç alamadık. Son çare olarak Osman Baydemir’i avukat olarak tuttuk. Baydemir, konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’e götürdü. AİHM’den de bir sonuç alamadık. AİHM, çözüm için bize 70 bin sterlin para teklif etti. Dostane çözüm için, biz reddettik. Çünkü amacımız babamın ve babam gibi olanların akibetinin ortaya çıkmasıydı. Biz onun için AİHM’e başvuru yaptık. Temennimiz, JİTEM karargahında yapılan kazılarda çıkan kemiklerin bize ait olması. Sizin aracılığınızla devlet yetkililerine sesleniyorum. Acımıza kulak vermelerini faillerin bulunmasını istiyoruz.
'AYNI YERDE BEN DE İŞKENCE GÖRDÜM'
Yavuz Tuğcu: Kardeşim Önder Tuğcu'yu, 29.11.1994 tarihinde Diyarbakır’ın Merkez Postanesi’nin orada Beyaz, Kırmızı Toros ve Şahin marka araçla gelip aldılar. Alanlardan iki kişiyi tanıyoruz. Alanlardan biri o dönemde Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü istihbaratta çalışan Zafer Aktaş’tı. Şu an Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde çalıştığını öğrendik. Diğer kişi ise tespitlerimize göre dönemin JİTEM yüzbaşısı Zahit Ergin ve ekibi. O dönem Terörle Mücadele Şube (TEM) müdürü, kardeşimin nerede olduğunu iyi bilir. Ben, ağabeyim ve babam TEM’deydik. Kardeşim işkence görüyordu. Bağırma seslerini duyduk. TEM tarafından kardeşim Zahit Ergin’e teslim edilmiş. Kendim bizzat savcı Mehmet İşbitiren’e defalarca dilekçe ve şahsen görüşerek ‘Benim kardeşimi bu şahıslar tarafından alındı’ dedim. Savcı, ‘Ben de bir şey yapamıyorum. Ben de üstüne gidersem kardeşin gibi akibetim olur. Ben sizin için kendimi tehlikeye atamam’ dedi. O gün bugündür arıyorum. JİTEM karargahında çıkarılan kemikler bize umut oldu. Bizim için bu kemikleri oraya gömenler lazım. Bizim için önemli olan da bu. Beni de aldılar, aynı yere götürdüler. Beni oraya götüreni nerede olsa tanırım. 17 sene boyunca bu kişiler hakkında dilekçe verdim.
KORUCUBAŞI KARAKOLA, KARAKOL TABURA...
Nesim Aslan: Babam Ebedi Yaşlı, 13 Mayıs 1993 tarihinde Diyarbakır’ın Dicle İlçesi Döver köyünde korucu başı tarafından alınarak karakola teslim edildi. Korucubaşı benim dayım olur. Adı Ferit Aslan’dır. Babamın karakola teslim edilmesinin ardından bir daha haber alamadık. Korucubaşı, babamı karakola teslim ettiğini söylüyor. Karakol da tabura teslim ettiğini söylüyor. Tabur da bizde öyle biri yok diyor. Şimdiye kadar birçok yere dilekçe verdik. İHD’ye de verdik. Ama sonuç alamadık. Yeter ki babamın bir mezarı olsun istedik. Kemiklerini istiyoruz. Evden babamı aldıklarında, tüm fotoğraflarını da aldılar.
'ABİMİ KAÇIRANI 10 YIL SONRA MAHKEMEYE ÇAĞIRDILAR'
Atilla Yenisoy: Ağabeyim Turgut Yenisoy, 4 Ekim 1994 tarihinde Bismil’de alındı. Birkaç defa gözaltına alınan ağabeyim esnaftı. İşyerini yaktılar. Devlet, ağabeyimin üzerinde baskısını devam ettirdi. Bismil’de JİTEM’e bağlı Ahmet, Recep ve Süleyman isminde üç çavuş vardı. Bir de polis vardı. Lakabı, Biçerci idi. Bunlar sürekli sivil elbiseyle dolaşırdı. Sürekli evimize gelirlerdi. ‘PKK’ye çalışıyorsun, bundan sonra bize çalışacaksın‘ diyorlardı. Ajanlık teklif ediyorlardı. Ağabeyim ‘beni öldürecekler‘ dedi. Onun için toptancılarla beni tanıştırdı. ‘Bundan sonra işlere sen bakarsın’ dedi. Polisler, avlunun duvarından atlayıp içeri girdiler, evin kapısını çaldılar. Annem kapıyı açtı, direkt ağabeyimin odasına gittiler. İç çamaşırlarıyla almaya çalıştılar. Annem pantolonunu giydirmeye çalıştı ve giydirdi. Ama ayakkabısız götürdüler. Ağabeyim demişti ki, ‘Beni almaya geldiklerinde bağırın belki beni götürmezler’ dedi. Döve döve arabaya bindirdiler. Arabanın arkasından koştuk. Bismil Cezaevine götürdüler. Annemle cezaevinin kapısına dayandık. İçeri almadılar. İçeride yok dediler. Biz geri döndük. Biz cezaevinin önünden ayrılınca araba dışarı çıktı ve Jandarma Komutanlığına girdi. Ondan sonra bir daha haber alamadık. Her tarafa dilekçe verdik. O günden bu yana. 10 yıl sonra kaçıranları mahkemeye çağırdılar. Ahmet uzman çavuş, 3 gün sonra gerilla tarafından öldürüldü.
Kaynak: ETHA
SKM'den eski Emniyet Müdürü Yağar'a tepki
Sosyalist Kadın Meclisi Sözcüsü Birsen Kaya, kadınların, toplumun kabul etmeyeceği davranışları nedeniyle öldürüldüğünü savunan eski Emniyet Müdürü Hasan Yağar'a tepki gösterdi. Kaya, "kadın cinayetlerinin sorumlusu erk devlet" dedi.
ESP/Sosyalist Kadın Meclisleri'nden kadın cinayetlerini meşrulaştıran açıklamaları nedeniyle emekli Emniyet Müdürü Hasan Yağar'a tepki geldi.
SKM Sözcüsü Birsen Kaya, yaptığı yazılı açıklamada, Yağar'ın cinayetlerin sebebinin sadece erkekler olmadığı, kadınların hal ve hareketlerinden dolayı öldürüldüklerini söylediğini hatırlattı.
SADİZM DEĞİL DE NEDİR?
Birsen Kaya, Hasan Yağar'ın "Kadın cinayetlerinin erkeklerin sadece sadizmine bağlamanın doğru olmadığı" ifadesine karşılık şöyle dedi: "Her gün öldürülen ve ölümle karşı karşıya olan kadınlar, erkek eliyle insan aklının dahi alamayacağı bir şekilde vahşice öldürülürken bu sadizm değil de nedir?"
Kaya, 'Bu, asla tesadüf kabul edilemez ve günahı sadece erkek aktöre yüklenemez bir realitedir' diyen Yağar'a, "Cinayetlerde bu güne kadar yaşananların hiçbiri tesadüf değildir. Hepsi tasarlanmış, planlanmış kadın cinayetleridir. Gerçek olan erkek egemenliği ve onun yasalarının kadınlar aleyhine işlemesidir. Kadın cinayetlerinde tek aktör vardır, o da kadını öldüren erkektir" yanıtını verdi.
Kaya, açıklamasında şöyle belirtti: "Yağar'ın açıklamasında kadın 'dilini tutamadığı, hareketlerinde kışkırtıcı olduğu için öldürülüyor' diyor. Bunca yıllık sessizliğini bozan kadınlar, erkek egemen sisteme ve 'erk'liğe karşı seslerini çıkartmaya başladığı için sorumlu tutuluyor. Bu nedenle şiddete karşı geldikleri için Yağar gibi erkek egemen akıllar, kadınlara 'dilini tut öldürülme' diyor. Ve yine yasalardaki cinayet veya şiddet sorumlusu erkeklere uygulanan tahrik indirimlerini de onaylamış oluyor."
KADIN CİNAYETLERİNİN ÖNÜ AÇILIYOR
Kaya, Yağar'ın "kadınların, toplumun kabul edemeyeceği davranışları nedeniyle öldürüldüğü" açıklamasının kadın cinayetlerinin önünü açtığını ifade ederek, "Haksız tahrik indirimi ile toplumsal gelenekler yasalar tarafından bir kez daha onaylanmaktadır. Kadını muhafazakar aile içine hapsederek kadına her türlü şiddeti ve kadın cinayetlerini reva gören anlayışı yansımasıdır" dedi.
Birsen Kaya, "Sosyalist Kadın Meclisleri olarak kadın cinayetlerinin sorumlusunun başta erk devlet olduğunu bir kez daha söylüyoruz. Kadın cinayetlerinde kadının değil, gerçek sorumlularının da yargılanması gerektiğini bir kez daha ifade ediyoruz" diye belirtti.
Kaynak: ETHA
ESP/Sosyalist Kadın Meclisleri'nden kadın cinayetlerini meşrulaştıran açıklamaları nedeniyle emekli Emniyet Müdürü Hasan Yağar'a tepki geldi.
SKM Sözcüsü Birsen Kaya, yaptığı yazılı açıklamada, Yağar'ın cinayetlerin sebebinin sadece erkekler olmadığı, kadınların hal ve hareketlerinden dolayı öldürüldüklerini söylediğini hatırlattı.
SADİZM DEĞİL DE NEDİR?
Birsen Kaya, Hasan Yağar'ın "Kadın cinayetlerinin erkeklerin sadece sadizmine bağlamanın doğru olmadığı" ifadesine karşılık şöyle dedi: "Her gün öldürülen ve ölümle karşı karşıya olan kadınlar, erkek eliyle insan aklının dahi alamayacağı bir şekilde vahşice öldürülürken bu sadizm değil de nedir?"
Kaya, 'Bu, asla tesadüf kabul edilemez ve günahı sadece erkek aktöre yüklenemez bir realitedir' diyen Yağar'a, "Cinayetlerde bu güne kadar yaşananların hiçbiri tesadüf değildir. Hepsi tasarlanmış, planlanmış kadın cinayetleridir. Gerçek olan erkek egemenliği ve onun yasalarının kadınlar aleyhine işlemesidir. Kadın cinayetlerinde tek aktör vardır, o da kadını öldüren erkektir" yanıtını verdi.
Kaya, açıklamasında şöyle belirtti: "Yağar'ın açıklamasında kadın 'dilini tutamadığı, hareketlerinde kışkırtıcı olduğu için öldürülüyor' diyor. Bunca yıllık sessizliğini bozan kadınlar, erkek egemen sisteme ve 'erk'liğe karşı seslerini çıkartmaya başladığı için sorumlu tutuluyor. Bu nedenle şiddete karşı geldikleri için Yağar gibi erkek egemen akıllar, kadınlara 'dilini tut öldürülme' diyor. Ve yine yasalardaki cinayet veya şiddet sorumlusu erkeklere uygulanan tahrik indirimlerini de onaylamış oluyor."
KADIN CİNAYETLERİNİN ÖNÜ AÇILIYOR
Kaya, Yağar'ın "kadınların, toplumun kabul edemeyeceği davranışları nedeniyle öldürüldüğü" açıklamasının kadın cinayetlerinin önünü açtığını ifade ederek, "Haksız tahrik indirimi ile toplumsal gelenekler yasalar tarafından bir kez daha onaylanmaktadır. Kadını muhafazakar aile içine hapsederek kadına her türlü şiddeti ve kadın cinayetlerini reva gören anlayışı yansımasıdır" dedi.
Birsen Kaya, "Sosyalist Kadın Meclisleri olarak kadın cinayetlerinin sorumlusunun başta erk devlet olduğunu bir kez daha söylüyoruz. Kadın cinayetlerinde kadının değil, gerçek sorumlularının da yargılanması gerektiğini bir kez daha ifade ediyoruz" diye belirtti.
Kaynak: ETHA
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)