6 Kasım 2011 Pazar

Hayvan dediğin nedir ki!

Bugün bayram, yine ülkenin her yanından kanlı görüntüler düşecek ekranlara; canlı hayvan ithalatıyla övünülecek! Perde arkasındakini çok az kişi görecek. Kilometrelerce uzaktan, daracık alanlarda birbirini ezerek, aç-susuz 'yenilsin' diye getirilen hayvanların çığlığını duyan da olmayacak. 

Siz bu yazıyı okurken birazdan anlatacağım hak ihlalleri tavan yapacak, bıçaklar bilenmiş, kanlar akıtılmış olacak. Çünkü bugün Kurban Bayramı! Haliyle koyunlar, danalar çoktan sizler için bonfile, bifteğe dönüştü. Daha da acı olan kendini “hayvansever” olarak tanımlayan çoğu insan da bu katliama ortak oldu. Çünkü hayvan hakları dendiğinde Türkiye’de sadece evcil hayvanlar akla geliyor. Oysa tabaklarımızda yemeklik olarak gördüğümüz “besi hayvanları”nın da hakları var. Hatta belki de en çok onlar muhtaç bu haklara. Çünkü Türkiye dahil pek çok ülkedeki endüstriyel çiftliklerde, yayla görmeden, gerçek ot tatmadan, annelerinden çok erken yaşta koparılıp dışkılarından oluşan göllerde yaşamaya zorlanarak, küspe ve kimyasal takviyelerle besleniyorlar. Bu da yetmiyor, “yenilsin”ler diye, kilometrelerce uzaklıklara, daracık alanlarda, birbirlerini ezerek taşınıyorlar. İşte günlerdir ballandıra ballandıra anlatılan, bayram için daha da yoğunlaşan hayvan ithalatının ardındaki gerçek bu. Bakanlık mevzuatında “kasaplık” ya da “kesimlik” diye tabir edilen, “tüketilecek” meta olarak görülen bu hayvanlar için Yeryüzüne Özgürlük Derneği uluslararası kampanyalar düzenliyor. Söz onlarda.


- Türkiye’de ne yazık ki hayvan hakları mücadelesi, evcil hayvanlar üzerinden yürüyor. O bile çoğunlukla eksik... Ya besi hayvanlarının durumu ne?

- Bu ayrım, bu coğrafyadaki hayvan hakları hareketinin maalesef sığ bakış açısı yüzünden. Biz tür-ırk; cinsiyet ayrımı yapmaksızın her ayrımcılığa, hak ihlaline karşı çıkmak gerektiğini, sürekli yok sayılan hakların ancak bu şekilde anlamını yitirmeyeceğini düşünüyoruz. Tahakküm ilişkileri sürekli birbirinden besleniyor. Hayvana uygulanan tahakkümle, insana ya da doğaya uygulanan arasında fark yok. Besi hayvanlarına gelince; Amerika’da çekilen, sınai çiftliklerini anlatan “Food” belgeseli bunu çarpıcı şekilde gösteriyor. Endüstriyel çiftlikler Türkiye dahil pek çok ülkede var. Artık yeşil çimenlerde otlayan ineklerden bahsetmiyoruz, 6-7 futbol sahası büyüklüğündeki sığır hapishanelerinde küspe ve kimyasal takviyelerle beslenen hayvanlardan bahsediyoruz. Kâra dayalı endüstriyel yetiştiriciliğin, mevzuatın “kesim hayvanı” dediği hayvanlara acıdan, korkudan başka bir şey vermediği, vermeyeceği gerçeğini, onları sadece meta olarak değerlendirdiğini anlamamak için vicdanları körelmiş ya da hak kavramını yok sayan bireyler olmalıyız.


- Yine de onları görmezden gelmek daha kolay insanlar için...

- Sistem, bize öyle bir ahlak aşılamış ki gözünün önündeki hak ihlaline ses çıkartmayan insan, kapılar ardındaki acımasızlığa, zulme, ölüme, katliama da suskun kalıyor. Çözüm, hak ihlallerini teşhir ederek kamuoyu tepkisini örgütlemek. Daha önemlisi insanların toplumda davranışlarını, söylemlerini şekillendiren kendi ahlakları. Kadın cinayetleri sistematikleşti, barış eylemlerinde insanlar ölüyor ama kimse bundan söz etmiyor bile. Kazara bahsi geçtiğinde özne insansa “Hak etmişlerdir”; özne hayvansa da "Yemeyelim, giymeyelim de koca sığırı, iti, koyunu besleyelim mi, dünyaya bize hizmet etmek için gelmediler mi?" deyip düşünmekten vazgeçiyor.

Bir de insanlar, okuduklarından ziyade gördüklerine inanıyor. Kasapların, süpermarketlerin duvarlarında, firmaların reklamlarında hep mutlu inekler, tavuklar sergileniyor. Görenler, o hayvanların mutlu ve rahatça, uzun uzun yaşayıp zamanı geldiğinde acısız, ağrısız öldürüldüğünü zannediyor ya da buna inanmak istiyor.


- Oysa pek çok ihlal yaşanıyor. Canlı hayvan taşımacılığı da oldukça sorunlu.

- Türkiye’de nesli tükenmiş yerli sığır, koyun ırkları var. Yoksullaştırılmışı da zengini de et yemeyi statü, lüks görüyor. Bakanlık binlerce kilometre ötedeki Avustralya’dan, Uruguay’dan hayvan getirip vatandaşa ucuz et yedirmenin derdinde!


 - Peki ithalatlar sırasında neler yaşanıyor?

- Devasa gemilere binlerce hayvanı hareket bile edemeyecekleri şekilde tıka basa yükleniyor. Günlerce aç-susuz, dışkılarını yiyerek, katlanılamayacak sıcaklıklarda, birbirine tahammül etmeye zorlanarak getiriliyorlar. Birbirlerini eziyor, sakatlanıyor hatta ölüyorlar. Hiç güvenlik önlemi olmadığı için bacağı, kolu boşluğa sıkışanlar günlerce acı içinde kalıyor. Türkiye’ye ulaşınca da çile bitmiyor. Mesela Mersin Limanı’nda bir hafta deniz ortasında bekletildi hayvanlar, bürokratik engellerden. Bir gemide yangın çıktı, binlercesi cayır cayır yandı. Hayvan yüklü gemilerin battığını biliyoruz. Hayvanlar, limanlardan kamyonlara şiddet uygulayarak bindiriliyor. Çile yine bitmiyor, civar illere kamyonlarla sevkıyat başlıyor.


- Türkiye’deki vergi indirimi durumu daha kötüleştirecek. Yapılması gereken ne?

- Dileğimiz, endüstriyel yetiştiriciliğin, insanın umursamadan her şeye hükmetmeye çalışmasının son bulması. Ama mevcut bilinç düzeyiyle zor. Bakanlık, hayvan ithalatına hemen son vermeli. Hak ihlallerinin görmezden gelinmesi ve yeni hak ihlallerine neden olacak kararlar alınması etik dışı. Türkiye, Evrensel Hayvan Hakları Beyannamesi’ne taraf ama bunu Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi gibi sadece bir kâğıt parçasından ibaret görüyor.


- Siz bu uygulamalara yönelik neler yapıyorsunuz?

- Türkiye’de özellikle deşifre etkinlikleri yok denecek kadar az. Canlı hayvan taşımacılığında, mezbahalarda, hayvan pazarlarında, “fabrika”larında yaşananların deşifre edilmesi için elimizden geleni yapıyoruz. Geçen yayınladığımız bildiriye hayvan hakları örgütlerinin yanı sıra, kadın, eşcinsel, engelli hakları, nükleer karşıtlığı, tüketici hakları, gıda güvenliği konusunda çalışan 30 organizasyon destekledi. Bu, sadece hayvan hakları örgütlerinin sorunu değil.

Esra AÇIKGÖZ
Kaynak: Cumhuriyet

* Fotoğraflar/Photos: Thanks to Eyes on Animals, Animal Welfare Fondation, CIWF and SHEVI - Animal Liberation/Israel.