Altı yıl önce gerçekleşen Rahip Santoro cinayeti hakkında görüştüğümüz Orhan Kemal Cengiz, olayın Dink cinayeti ve Zirve Yayınevi katliamı ile birlikte ele alınması gerektiği ve üç olayda da hem polisin hem askerin parmağı olduğu görüşünde.
Trabzon'daki Santa Maria Kilisesi'nin Katolik rahibi Andrea Santoro'nun 5 Şubat 2006'da silahlı saldırı sonucu öldürülmesinin üstünden altı yıl geçti.
Santoro cinayeti hakkında görüştüğümüz hukukçu-yazar Orhan Kemal Cengiz, Santoro cinayeti, Hrant Dink cinayeti ve Malatya'da Zirve Yayınevi'nde gerçekleşen katliamı bir bütün olarak ele almak gerektiği görüşünde.
Üç olay arasında pek çok şüpheli bağlantı olduğunu düşünen Cengiz, Santoro dosyasının, olayın bir çocuğun üstüne yıkılarak kapatıldığını, oysa dosyanın yeniden açılması durumunda Hrant Dink cinayeti ve Zirve Yayınevi katliamını da aydınlatabilecek delillere ulaşılabileceğini ifade etti.
Tek sanık: Oğuzhan Akdin
Cinayet sonrası gözaltına alınan 16 yaşındaki Oğuzhan Akdin, emniyet ve savcılıkta susma hakkını kullandıktan sonra çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklanmıştı.
Trabzon savcılığı tarafından hazırlanan iddianamede Akdin için "tasarlayarak insan öldürmek" suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet istenirken 10 Ekim'de Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi'ne çıkarılan Akdin, 18 yıl 10 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı. Daha sonra Yargıtay, 4 Ekim 2007'de kararı onadı.
İddia ve soru işaretleri rafa kalktı
Gazeteci Ertuğrul Mavioğlu, bianet'e yazdığı 14 Ağustos 2008 tarihli makalesinde Ergenekon iddianamesindeki Ege Ordusu İstihbarat Başkanlığı evrakında sıralanan misyonerlik faaliyetlerinin olduğu şehirlerin listesine atıfta bulunarak, buralarda Hıristiyanlara yönelik saldırılardaki artışa dikkat çekiyordu.
Mavioğlu, tüm bu saldırıların ortak yanı olarak ise yakalanan kişilerin ya çocuk ya da akli dengesi bozuk kişiler olduğunun altını çiziyordu.
Santoro cinayeti sonrasında da o sırada 16 yaşında olan Oğuzhan Akdin olayın tek faili olarak tutuklandı.
Ancak 16 yaşında bir çocuğun 10 bin liralık Glock marka tabancaya nasıl ulaştığı, bu yaşta bir çocuğun uzak mesafeden iki kurşun sıkıp ikisini de hedefe nasıl isabet ettirdiği, Dink ve Santoro cinayetlerinde polis Muhittin Zenit'in rolü, Dink cinayeti sanıklarından Yasin Hayal'in Rahip Santoro'yu dövdüğü gibi pek çok iddia ve soru işareti dosyayla birlikte rafa kalkmış oldu.
"Katil profili aynı şablondan çıkmış gibi"
Hukukçu, yazar Orhan Kemal Cengiz, Rahip Santoro cinayetini, sonrasında yaşanan Hrant Dink cinayeti ve Malatya'da Zirve Yayınevi katliamının başlangıç vuruşu olarak değerlendiriyor.
Üç olayda da katil profillerinin aynı şablondan çıkmış gibi olduğunun altını çizen Cengiz, bu gençleri şöyle tarif ediyor:
"Yaşları 17-19 arası değişen, aşırı milliyetçi, bir şekilde devletin istihbarat birimleriyle bir hikayeleri olan ve aslında tam da Ergenokan'da bahsedilen lümpen gençlerin örgütlenmesi konseptinde anlatılanlara tıpa tıp uyan bir model."
Santoro cinayetinden sonra toplumun olayı "öfkeli bir delikanlı Hıristiyan din adamını öldürdü" şeklinde yorumladığını, tüm bağlantıların Zirve Yayınevi katliamı sonrası kurulduğunu söyleyen Cengiz, Santoro cinayeti dosyasının, hiç kimsenin bir şey anlamasına fırsat kalmadan, son derece hızlı şekilde kapatıldığını söyledi.
"Adalet Bakanlığı adım atsaydı..."
Kafes Eylem Planı'nda gayrimüslümlere yönelik saldırıların "Santoro, Dink ve Malatya operasyonları" olarak ele alındığını söyleyen Cengiz, bu planın ortaya çıkmasıyla birlikte Adalet Bakanlığı'nın yazılı bir emirle başlangıç noktası olan Santoro cinayeti dosyasının yeniden tekrar açılması yönünde talimat vermesi gerektiğini söyledi.
Cengiz, Kafes Eylem Planı ile birlikte Santoro cinayetinin basit bir cinayet olmadığının, üçlemenin bir halkası olduğunun kanıtlandığını belirtti.
Bunun açığa çıkmasına rağmen Adalet Bakanlığı'nın bir adım atmadığını, bu bakımdan büyük bir kayıp olduğunu söyleyen Cengiz, şunları söyledi:
"Santoro cinayeti dosyası tekrar açılsa belki Hrant Dink'i, Malatya'yı daha başka bakış açılarıyla kavramamızı sağlayacak bilgi ve belgeler ortaya çıkacaktı. Bu imkandan da mahrum kaldık. Sonraki cinayetleri anlayabilecekken bu dosyanın bu şekilde kapatılması çok büyük bir kayıp."
Cinayetlerde asker-polis işbirliği
Söz konusu cinayetlerde JİTEM'in de polisin de parmağı olduğunu söyleyen Cengiz, insanların taraf olarak sadece polisi veya sadece askeri sorumlu ilan etmesinden şikayetçi.
Olayları bu bakış açısıyla ele alanlar sayesinde yaşananların tam olarak anlaşılamadığını söyleyen Cengiz, devletin bu işlerin içinde olduğunu ifade etti ve ekledi:
"Bu cinayetlerde JİTEM parmağı görünüyor ama öte yandan da polis göz yummasa bu cinayetler işlenemezdi. Polis istihbaratı JİTEM eylemlerini engellemek istese engellerdi ama onlar da göz yummayı tercih etti."
Cinayetlere nasıl ortam hazırlandı?
Orhan Kemal Cengiz, misyonerliğin tehdit olarak algılanması gerektiğine dair tartışmanın ilk olarak 2001'de gerçekleştirilen Milli Güvenlik Kurulu'nda (MGK) yaşandığını söyledi.
"2002'den itibaren misyonerlik meselesi tekrar MGK gündemine getirildi. Daha sonrasında planlanan bu cinayetlere zemin hazırlamak amacıyla her MGK toplantısına getirilmeye başlandı." diyen Cengiz, bunlara paralel olarak Ankara Ticaret Odası'nın bu dönemde misyonerlikle ilgili bir rapor hazırladığını, bazı Ergenekon sanıklarının da misyonerlik aleyhtarı kitaplar kaleme aldığını söyledi.
Orhan Kemal Cengiz, Ergenekon'u sol ve sağ milliyetçilerin ortaya koyduğu bir organizasyon olarak değerlendiriyor. Ergenekoncuların mutlak bir düşman etrafında, tüm kesimleri milliyetçilik temelinde toplayabilecekleri bir ortam yaratmaya çalıştıklarını söyleyen Cengiz, misyonerliğe karşı yürütülen mücadeleyi de bu kapsamda değerlendiriyor.
Cengiz, 2004-2005'te kurulan ulusalcı derneklerin temel çalışma alanlarının da misyonerlik olduğunu ifade ediyor.
"Polis cinayetlere göz yumdu"
Üç olayda da JİTEM-Ergenekon kanadının parmağı olduğu ve polisin de cinayetlere göz yumduğunu tekrarlayan Cengiz, Zirve Yayınevi katliamından sonra Samsun, Diyarbakır, Mersin ve İzmir'de benzer cinayet girişimlerinin polis tarafından engellendiğine dikkat çekiyor.
Bunları engelleyen polisin, çok daha uzun süreli ve organize olan eylemleri neden engellemediğini soran Cengiz, polisin Hıristiyanlara karşı hazırlanan saldırı girişimlerini bire bir izlendiğini ama Malatya katliamına kadar göz yumduğunu söylüyor.
Santoro cinayeti sonrası Vatikan'ın da sessiz kalmasına dikkat çeken Cengiz, Vatikan'ın olayın Hıristiyanlıkla Müslümanlık arasında bir çatışma gibi görülebileceğinden korkarak ses çıkarmamış olabileceği görüşünde.
Cengiz, Adalet Bakanlığı'nın Santoro cinayetinden başlayarak bu dosyaları tekrar açması gerektiğini ifade ederek, Santoro, Dink ve Malatya'nın aydınlanması için aralarındaki bağlantıların çözülmesi gerektiğini, bu bakımdan Santoro dosyasının tekrar açılmasının çok büyük önem arz ettiğini belirtiyor.
Kaynak: Bianet