30 yıldır cezaevinde olan Tahir Canan'dan yediği yemeğin parasını isteyen devlet, Canan'a bir de borçlarını ödemesi için "kaçırılmaması gereken" teklifler sundu. Cezaevinde olduğu için parası olmadığını söyleyen Canan, Vergi Dairesi Müdürlüğü'ne dava açtı.
Son 32 yılın 30 yıl beş ayını cezaevinde geçiren, Türkiye'nin en uzun süre cezaevinde kalan kişisi Tahir Canan'ın 2008 ve 2009'da cezaevinde yediği yemeklerin ücretinin istendiği belgeler Canan ailesinin eline ulaştı.
Toplam 2567 lira 60 kuruş "yemek parası" istenen Tahir Canan ise 30 yıl beş aydır hukuksuz şekilde cezaevinde olduğunu, bu nedenle çalışamadığı için hiç mal varlığı olmadığını ve bu borcu ödeyemeyeceğini ifade ederek Bandırma Vergi Dairesi Müdürlüğü'ne karşı dava açtı.
Vergi dairesine dava
İlk olarak 2009'da Adıyaman Gölbaşı Vergi Dairesi tarafından gönderilen tebligatta 2008 yılı yemek bedeli olarak 1517 lira 60 kuruş istendi.
Bunun üstüne Maliye Bakanlığı Vergi Dairesi Başkanlığı'na bir dilekçe yazan Tahir Canan, 30 yıl boyunca hukuksuz şekilde cezaevinde tutulduğunu ve bu nedenle hiçbir mal varlığı olmadığını ifade etti.
Söz konusu parayı ödeyemeyen Canan'a 26 Eylül 2011'de bu sefer de 2009 yılına ait yemek paralarını ödemesi için bir tebligat daha geldi; bu sefer istenen miktar ise 1049 lira oldu.
Bu sefer Balıkesir İdare Mahkemesi'ne dilekçe yazarak yaşadığı süreçten bahseden, şartlı tahliyesinin yanmasına neden olan 12,5 yıllık cezanın tüm sonuçlarıyla ortadan kalktığını hatırlatan Tahir Canan, 30 yıldır cezaevinde olduğu için çalışamadığını ve bu nedenle ödeme gücü olmadığını belirtti ve davanın bütünüyle ortadan kaldırılması yönünde karar oluşturulmasını talep etti.
Canan, ayrıca Bandırma Vergi Dairesi Müdürlüğü'ne karşı da dava açtı.
"Trafik cezalarını da vergi daireleri topluyor"
Tahir Canan'ın cezaevinde yediği yemeklerin bedelinin vergi borcu olarak tebliğ edilmesini bianet'e değerlendiren İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası'ndan (İSMMMO) bir danışman, trafik cezalarını örnek verdi.
Trafik cezalarını da Trafik Şube Müdürlüğü'nün değil vergi dairelerinin tahsil ettiğini söyleyen yetkili, kamu alacaklarında tahsilatların vergi daireleri üzerinden yapıldığını söyledi.
"Kanun var ama uygulanmıyordu"
Gelişmeler hakkında görüştüğümüz Canan ailesi avukatlarından Cengiz Pazarcı ise "Cezaevleri ile mahkeme binaları inşası karşılığı olarak alınan harçlar ve mahkumlara ödettirilecek yiyecek bedelleri" hakkındaki 2548 sayılı kanuna dikkat çekiyor.
30 Haziran 1934 tarihinde yürürlüğe giren kanunda her mahkumun yiyecek bedelini ödeyeceğinin belirtildiğini ancak kanunun ikinci maddesinin son fıkrasında "Cezaevinde iş yurtlarında çalıştırılanlar ile ödeme gücü olmadığı anlaşılanlardan yiyecek bedeli alınmayacağı" ifadesinin yer aldığının altını çizen Pazarcı, Tahir Canan'ın 30 yıldır cezaevinde olduğunu ve söz konusu fıkradan faydalanması gerektiğini savundu.
Cezaevi yönetimlerinin belirlenen miktarları ödemeyen kişileri savcılara bildirdiğini ve savcıların da borçlu kişileri ve borçlarını ilgili vergi dairelerine belirttiğini, dairelerin de borçları tahsis ettiğini söyleyen Pazarcı, bu uygulama yerine ilk önce insanların ödeme gücü olup olmadığının araştırılması gerektiğini ifade etti ve ekledi: "Böyle bir kanun var. Ancak uzun zamandır nadiren uygulanıyor. Şimdi Tahir Canan'a uygulanması dikkat çekici."
"Borcunu kampanyayla öde!"
Cezaevinde yediği yemeklerin ücretlerini Tahir Canan'dan tahsis etmek isteyen Maliye Bakanlığı, Canan ailesine "kaçırılmaması gereken imkanlar" da sundu.
25 Şubat 2011'de yürürlüğe giren 6111 sayılı "Bazı alacakların yeniden yapılandırılması" ile ilgili kanundan yola çıkarak gönderilen yazıda, 31 Aralık 2010 öncesine ait borçların yeniden yapılandırılabileceği ve bu çerçevede ailenin borcu, altı, dokuz, 12 veya 18 eşit taksitle ödeyebileceği belirtildi.
Altı taksit için yüzde 5, dokuz taksit için yüzde 7, 12 taksit için yüzde 10 ve 18 taksit için yüzde 15 ilave edileceğinin duyurulduğu yazıda mükelleflere "kaçırılmaması gereken pek çok imkan" sağlandığı ifade edildi.
* 2008 yılı ödeme emri için tıklayın
* 2009 yılı ödeme emri için tıklayın
* Tahir Canan'ın 2010'da gönderdiği dilekçe için tıklayın
* Tahir Canan'ın 2011'de gönderdiği dilekçenin birinci ve ikinci sayfaları
* Maliye Bakanlığı'nın gönderdiği yazının birinci ve ikinci sayfaları
Kaynak: Bianet
30 Kasım 2011 Çarşamba
Dersim Buraya Kadarmış
Başbakan’ın Dersim olayları için özür dilemesinin ardından BDP Araştırma Önergesi verdi ve reddedildi. bianet’e konuşan Hasip Kaplan “Özür, ancak resmi olabilir; bu da ancak meclis araştırması sonrasında olabilir” dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Dersim olayları için "Devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ve böyle bir literatür varsa ben özür dilerim ve diliyorum" demesinin ardından Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Araştırma Önergesi verdi.
BDP, araştırma önerisini dün (29 Kasım 2011) Meclis Genel Kurulu gündemine getirdi ve Dersim için araştırma komisyonu kurulmasını istedi.
"Sözlü olarak yapılan özür dilemenin anlamını bulması için, birtakım adımların atılması gerekiyor. 1937-1938 yıllarında Dersim'de yaşanan olaylar ve uygulamaları hakkında Meclis'in araştırma yapmasını istiyoruz" dendi.
Fakat Araştırma Önergesi, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) milletvekillerinin ret oyu vermesi sonucu kabul edilmedi.
bianet'e açıklama yapan BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan, "Dersim olaylarının araştırılması için bir meclis araştırma önergesi verdik. AKP'liler de bunu reddetti. Bu kadarmış, özürle geldiğimiz nokta buymuş" dedi.
Kaplan şunları söyledi:
* Önergeyi sunduğumuzda bazı vekiller, 'Burası soruşturma mekânı değil' bile dedi. Meclis kürsüsü, konuşacak, araştıracak yerdir.
* Özür ayaküstü olmaz. Özür, ancak resmi olabilir; bu da ancak meclis araştırması sonrasında olabilir.
* Biz mezar yerlerinin, gösterilmesini, Seyid Rıza'nın arkadaşlarının mezar yerlerinin belirtilmesini yani geçmişle gerçekten yüzleşilmesini talep ettik. Samimi olsalardı buna 'hayır' demezlerdi.
* Bu kadarmış, özürle geldiğimiz nokta buymuş. Özür dileyerek olumlu tepkileri üstlendiler, ona yaradı. Biz dört yıldır Dersim'i konu yaparız, onlar da reddeder. Bu böyle devam edecek.
* Dün mecliste de söyledim; "Allah birdir" diye öneri getirsem, ona da karşı çıkarlar.
Mecliste ne olmuştu?
Önerinin aleyhinde söz alan AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner, "Burası Dersim'i konuşmanın yeri değildir" demişti.
Kaplan ise kürsüye çıkarak cevap verdi: "Burası Dersim'i konuşmanın yeri değildir diyen milletvekili bir yanda, özür dileyen Başbakan bir yanda. Bu kürsü her şeyin yeridir. Özür dilemenin de yeridir. Bu kürsüye gelip özür dilemedikçe, bu araştırma komisyonlarına 'evet' demedikçe Dersim'le ilgili teklifleri geçirmediğiniz sürece, kayıp kızlar dosyasını açmadığınız sürece çelişkili bir durumda kalırsınız. Nerede konuşacaksınız? Milli Güvenlik Kurulu'nda (MGK) mı konuşacaksınız? Bizim grubumuzun getirdiği önerge olduğu için biliyorum, 'Allah birdir' diye önerge versek aynen karşı çıkarsınız. Dersim'de de çuvalladınız, samimiyetsizliğiniz ortaya çıktı. Kullanacağınız oylarla samimiyetinizi göstereceksiniz."
Bunun üzerine Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu, "Dersim'de bir takım olaylar olduysa tarih kayıtlarına, meclis zabıtlarına bakılır. Bu kararı Meclis vermiştir. Harekâtın detayları burada mevcuttur. (Adnan) Menderes de, Celal Bayar da işin içindedir. Bugün özür dileyenlerle BDP'nin verdiği önerge aynıdır. Onun önergesi sizin Başbakanınızdan kaynaklansa da bunu kabul etmiyorsunuz. Türkiye, gerçeklere ulaşmak istiyorsa bir komisyon kurulsun" dedi.
Kaynak: Bianet
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Dersim olayları için "Devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ve böyle bir literatür varsa ben özür dilerim ve diliyorum" demesinin ardından Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Araştırma Önergesi verdi.
BDP, araştırma önerisini dün (29 Kasım 2011) Meclis Genel Kurulu gündemine getirdi ve Dersim için araştırma komisyonu kurulmasını istedi.
"Sözlü olarak yapılan özür dilemenin anlamını bulması için, birtakım adımların atılması gerekiyor. 1937-1938 yıllarında Dersim'de yaşanan olaylar ve uygulamaları hakkında Meclis'in araştırma yapmasını istiyoruz" dendi.
Fakat Araştırma Önergesi, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) milletvekillerinin ret oyu vermesi sonucu kabul edilmedi.
bianet'e açıklama yapan BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan, "Dersim olaylarının araştırılması için bir meclis araştırma önergesi verdik. AKP'liler de bunu reddetti. Bu kadarmış, özürle geldiğimiz nokta buymuş" dedi.
Kaplan şunları söyledi:
* Önergeyi sunduğumuzda bazı vekiller, 'Burası soruşturma mekânı değil' bile dedi. Meclis kürsüsü, konuşacak, araştıracak yerdir.
* Özür ayaküstü olmaz. Özür, ancak resmi olabilir; bu da ancak meclis araştırması sonrasında olabilir.
* Biz mezar yerlerinin, gösterilmesini, Seyid Rıza'nın arkadaşlarının mezar yerlerinin belirtilmesini yani geçmişle gerçekten yüzleşilmesini talep ettik. Samimi olsalardı buna 'hayır' demezlerdi.
* Bu kadarmış, özürle geldiğimiz nokta buymuş. Özür dileyerek olumlu tepkileri üstlendiler, ona yaradı. Biz dört yıldır Dersim'i konu yaparız, onlar da reddeder. Bu böyle devam edecek.
* Dün mecliste de söyledim; "Allah birdir" diye öneri getirsem, ona da karşı çıkarlar.
Mecliste ne olmuştu?
Önerinin aleyhinde söz alan AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner, "Burası Dersim'i konuşmanın yeri değildir" demişti.
Kaplan ise kürsüye çıkarak cevap verdi: "Burası Dersim'i konuşmanın yeri değildir diyen milletvekili bir yanda, özür dileyen Başbakan bir yanda. Bu kürsü her şeyin yeridir. Özür dilemenin de yeridir. Bu kürsüye gelip özür dilemedikçe, bu araştırma komisyonlarına 'evet' demedikçe Dersim'le ilgili teklifleri geçirmediğiniz sürece, kayıp kızlar dosyasını açmadığınız sürece çelişkili bir durumda kalırsınız. Nerede konuşacaksınız? Milli Güvenlik Kurulu'nda (MGK) mı konuşacaksınız? Bizim grubumuzun getirdiği önerge olduğu için biliyorum, 'Allah birdir' diye önerge versek aynen karşı çıkarsınız. Dersim'de de çuvalladınız, samimiyetsizliğiniz ortaya çıktı. Kullanacağınız oylarla samimiyetinizi göstereceksiniz."
Bunun üzerine Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu, "Dersim'de bir takım olaylar olduysa tarih kayıtlarına, meclis zabıtlarına bakılır. Bu kararı Meclis vermiştir. Harekâtın detayları burada mevcuttur. (Adnan) Menderes de, Celal Bayar da işin içindedir. Bugün özür dileyenlerle BDP'nin verdiği önerge aynıdır. Onun önergesi sizin Başbakanınızdan kaynaklansa da bunu kabul etmiyorsunuz. Türkiye, gerçeklere ulaşmak istiyorsa bir komisyon kurulsun" dedi.
Kaynak: Bianet
Mağdurlar "Toplu Tecavüz" Duruşmasına Gelmedi
Siirt'te dört kız çocuğunun 35 kişinin cinsel istismarına uğramasıyla ilgili dava 25 Ocak'a ertelendi. Geçen hafta yakalanan Kuzu ise Aralık ayında yargılanacak.
Siirt'te, ilköğretim okulu öğrencisi dört kız çocuğunun 35 kişi tarafından cinsel istismara uğramasıyla ilgili davaya bugün devam edildi.
3 Kasım'da görülen duruşmada, bugün (30 Kasım) 15 yaşından küçük olan dört mağdurdan ikisi ve annelerinin dinlenmesine karar verilmişti. Ancak duruşmaya katılmamaları nedeniyle, mahkeme ertelendi.
19 aydan sonra geçtiğimiz hafta yakalanarak tutuklanan Fahrettin Kuzu'nun dosyası geçen duruşmada bu dosyadan ayrılmıştı.
Davanın müdahil avukatlarından Pınar Dalkuş, "dosyaların birleştirilmesini talep ettik, ancak reddedildi. Bu talebi Kuzu'nun 21 Aralık'ta görülecek diğer dosya üzerinden yapmamız gerekiyor" diye konuştu.
Ayrıca Kuzu'nun dosyası ayrıldığı için bugün dinlenmediğini söyledi.
Duruşmada 10 tutuklunun tutukluluk hallerinin devamına karar verildi. Mahkeme 25 Ocak'a ertelendi.
Kadınlar adliye önünde nöbette
Ceren Kadın Derneği, Ceren Kadın Danışma Merkezi, SELİS, DİKASUM, EPİDEM, Barış Anneleri İnisiyatifi, Kardelen Kadın Evi, KADEM, Berfin Kadın Danışma Merkezi, KESK Kadın Komisyonu ve İHD yönetici ve üyelerinden oluşan çok sayıda kadın Siirt Adliyesi önünde nöbetteydi.
Kadınlar adına basın açıklamasını okuyan Berfin Kadın Dayanışma Merkezi çalışanı Katibe Demir, şu ifadelere yer verdi:
"Ne acıdır ki biz kadınlar bugün kentimizde tecavüz davasını takip ediyor ve kaygılarımızı sizlerle paylaşıyoruz. Kadın cinsine yönelik kırım politikaları, yaşadığımız yüzyılda da dünyanın her yerinde devam ediyor. Rengi, dili, dini, ulusu ne olursa olsun kadınlar her türlü şiddetle karşı karşıya kalıyor.
Erkek egemen sistem binlerce yıldır kendi iktidarını sürdürmek için yaşamın yaratıcısı olan kadınları toplumsal yaşamdan koparmıştır. Bedenini cinselliğin bir malzemesi olarak kullanmış, taciz ve tecavüzlere gerekçe yapmış, emeğini görünmez kılmıştır.
Hakikat arayışçısı kadınlar tüm bedelleri göze alarak susmamış, örgütlenmiş, alanlara çıkmış, toplumsal yaşamda öncülük yapmıştır."
Kaynak: Bianet
Siirt'te, ilköğretim okulu öğrencisi dört kız çocuğunun 35 kişi tarafından cinsel istismara uğramasıyla ilgili davaya bugün devam edildi.
3 Kasım'da görülen duruşmada, bugün (30 Kasım) 15 yaşından küçük olan dört mağdurdan ikisi ve annelerinin dinlenmesine karar verilmişti. Ancak duruşmaya katılmamaları nedeniyle, mahkeme ertelendi.
19 aydan sonra geçtiğimiz hafta yakalanarak tutuklanan Fahrettin Kuzu'nun dosyası geçen duruşmada bu dosyadan ayrılmıştı.
Davanın müdahil avukatlarından Pınar Dalkuş, "dosyaların birleştirilmesini talep ettik, ancak reddedildi. Bu talebi Kuzu'nun 21 Aralık'ta görülecek diğer dosya üzerinden yapmamız gerekiyor" diye konuştu.
Ayrıca Kuzu'nun dosyası ayrıldığı için bugün dinlenmediğini söyledi.
Duruşmada 10 tutuklunun tutukluluk hallerinin devamına karar verildi. Mahkeme 25 Ocak'a ertelendi.
Kadınlar adliye önünde nöbette
Ceren Kadın Derneği, Ceren Kadın Danışma Merkezi, SELİS, DİKASUM, EPİDEM, Barış Anneleri İnisiyatifi, Kardelen Kadın Evi, KADEM, Berfin Kadın Danışma Merkezi, KESK Kadın Komisyonu ve İHD yönetici ve üyelerinden oluşan çok sayıda kadın Siirt Adliyesi önünde nöbetteydi.
Kadınlar adına basın açıklamasını okuyan Berfin Kadın Dayanışma Merkezi çalışanı Katibe Demir, şu ifadelere yer verdi:
"Ne acıdır ki biz kadınlar bugün kentimizde tecavüz davasını takip ediyor ve kaygılarımızı sizlerle paylaşıyoruz. Kadın cinsine yönelik kırım politikaları, yaşadığımız yüzyılda da dünyanın her yerinde devam ediyor. Rengi, dili, dini, ulusu ne olursa olsun kadınlar her türlü şiddetle karşı karşıya kalıyor.
Erkek egemen sistem binlerce yıldır kendi iktidarını sürdürmek için yaşamın yaratıcısı olan kadınları toplumsal yaşamdan koparmıştır. Bedenini cinselliğin bir malzemesi olarak kullanmış, taciz ve tecavüzlere gerekçe yapmış, emeğini görünmez kılmıştır.
Hakikat arayışçısı kadınlar tüm bedelleri göze alarak susmamış, örgütlenmiş, alanlara çıkmış, toplumsal yaşamda öncülük yapmıştır."
Kaynak: Bianet
Avukatlar Avukatları Dayanışmaya Çağırıyor
Birçok avukat, tutuklanan 33 avukatın serbest bırakılması için müvekillerinin savunmalarını üstlenmek dahil her türlü "itirazı" yapacaklarını söyledi ve bu süreci kınamayan baroları göreve davet etti.
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), İnsan Hakları Derneği (İHD), Özgür Hukukçular Derneği ve Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı'nın (TOHAV) ortak düzenlediği toplantıda, 33 avukatın Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) operasyonları kapsamında tutuklanması kınandı ve buna karşı avukatların mücadele etmesi gerektiği belirtildi.
Taksim Cezayir Toplantı salonunda, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekili Aysel Tuğluk ve birçok avukatın katıldığı toplantıda, Yücel Sayman, Bahri Belen, Selçuk Kozaağaçlı, Fethiye Çetin, Ercan Kanar meslektaşlarıyla dayanışmak için, tutuklu avukatların ve müvekillerinin davalarını üstlenmek olmak üzere çeşitli eylem biçimleri geliştirilmesi gerektiğini ifade etti ve başta İstanbul Barosu olmak üzere bu tutuklamalara ses çıkarmayan baroları kınayarak göreve çağırdı.
"Aramalar hukuka aykırı yapıldı"
Yücel Sayman: "Avukat bürolarına yapılan aramalar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına da uymayacak şekilde, hukuksuzdur. Bu baskınlarda avukatlara ait her türlü evrak alındı. Oysa sadece avukatın eylemine suç teşkil edecek evraklar, baro temsilcisi tarafından aranmalı. Avukatın müvekillerine ait dava dosyalarına savcı ve polislerin bakma yetkisi yoktur. Bu meslek sırrını ihlal anlamına gelir."
"Bu yüzden çuvala konmuş ne kadar bilgisayar ve evrak varsa iade edilmelidir. Türkiye AİHM'de kesinlikle mahkum olacaktır; çünkü konuyla ilgili emsal kararlar var. Avukatlara ait tüm evrakların alınması ile ilgili savcı, yargıç ve güvenlik güçleri hakkında görevi kötüye kullanmaktan soruşturma başlatılmalı."
Bahri Belen: "Siyasi davalara bakan avukatlarla ilgili hep böyle baskılar olur. Her yerden tehdit gelir, bu da yargının en temel unsuru olan savunma hakkına yönelik bir tehdittir. Eğer tehdit varsa ve önlem alınmıyorsa o ülkede yargı çöker.12 Eylül döneminde de avukat cinayetleri dahi oldu ama bu kadar fazla avukatın tutuklanması bir ilktir."
"Avukatların görüşmeleri zaten yıllardır devletin elinde"
Selçuk Kozaağaçlı: "Dosyalarda, İmralı'da görüştürülen avukatların devlet tarafından hukuka aykırı ses kaydına alınmış konuşmalar var; bunlar zaten 10 yıllardır devletin elinde. Avukatların İmralı, Kandil ve Avrupa temsilcileri arasında bilgi ve talimat götürdüğü söyleniyor. Devletin müsteşarı Avrupa'da görüşme yapıyorken avukatların meslekleri çerçevesinde yapılan görüşmelerinin suç teşkil etmesi kabul edilemez."
Bu barolar ne yapıyor?
Fethiye Çetin: " Bu barolar niye var, misyonları ne? Bu kararları veren yargı mensuplarını ve sessiz kalan baro yönetimlerini ayıplıyorum. Onların görevi otoriter, faşist dönemlere özgü kararları desteklemek ya da suskun kalmak değil, bununla mücadele etmektir."
Ercan Kanar: "Kürt halkı avukatsız bırakılmak isteniyor; binlerce avukatın buna karşı çıkması gerek. Halk egemenliğine dayanan bir ülkede halkın savunucusu avukatlar alınıyorsa, bu saldırıdır. Tutuklamalardan sonra İstanbul Barosu'na yapması gerekenler konusunda öneriler sunduk ancak onlar sessiz kalarak, bunu desteklediler. Biz tutuklu avukatların savundukları insanların, Abdullah Öcalan dahil, savunmasını üstleneceğiz, kimse avukatsız kalmayacak."
Filiz Yıldız: Avukatların önceden tutuklanacağı belliydi. Ya bu Başbakan'ın talimatıyla yapılıyor ya da soruşturmayı yürütenler, iktidara bilgi veriyor; ikisi de kabul edilemez.
Kaynak: Bianet
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), İnsan Hakları Derneği (İHD), Özgür Hukukçular Derneği ve Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı'nın (TOHAV) ortak düzenlediği toplantıda, 33 avukatın Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) operasyonları kapsamında tutuklanması kınandı ve buna karşı avukatların mücadele etmesi gerektiği belirtildi.
Taksim Cezayir Toplantı salonunda, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekili Aysel Tuğluk ve birçok avukatın katıldığı toplantıda, Yücel Sayman, Bahri Belen, Selçuk Kozaağaçlı, Fethiye Çetin, Ercan Kanar meslektaşlarıyla dayanışmak için, tutuklu avukatların ve müvekillerinin davalarını üstlenmek olmak üzere çeşitli eylem biçimleri geliştirilmesi gerektiğini ifade etti ve başta İstanbul Barosu olmak üzere bu tutuklamalara ses çıkarmayan baroları kınayarak göreve çağırdı.
"Aramalar hukuka aykırı yapıldı"
Yücel Sayman: "Avukat bürolarına yapılan aramalar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına da uymayacak şekilde, hukuksuzdur. Bu baskınlarda avukatlara ait her türlü evrak alındı. Oysa sadece avukatın eylemine suç teşkil edecek evraklar, baro temsilcisi tarafından aranmalı. Avukatın müvekillerine ait dava dosyalarına savcı ve polislerin bakma yetkisi yoktur. Bu meslek sırrını ihlal anlamına gelir."
"Bu yüzden çuvala konmuş ne kadar bilgisayar ve evrak varsa iade edilmelidir. Türkiye AİHM'de kesinlikle mahkum olacaktır; çünkü konuyla ilgili emsal kararlar var. Avukatlara ait tüm evrakların alınması ile ilgili savcı, yargıç ve güvenlik güçleri hakkında görevi kötüye kullanmaktan soruşturma başlatılmalı."
Bahri Belen: "Siyasi davalara bakan avukatlarla ilgili hep böyle baskılar olur. Her yerden tehdit gelir, bu da yargının en temel unsuru olan savunma hakkına yönelik bir tehdittir. Eğer tehdit varsa ve önlem alınmıyorsa o ülkede yargı çöker.12 Eylül döneminde de avukat cinayetleri dahi oldu ama bu kadar fazla avukatın tutuklanması bir ilktir."
"Avukatların görüşmeleri zaten yıllardır devletin elinde"
Selçuk Kozaağaçlı: "Dosyalarda, İmralı'da görüştürülen avukatların devlet tarafından hukuka aykırı ses kaydına alınmış konuşmalar var; bunlar zaten 10 yıllardır devletin elinde. Avukatların İmralı, Kandil ve Avrupa temsilcileri arasında bilgi ve talimat götürdüğü söyleniyor. Devletin müsteşarı Avrupa'da görüşme yapıyorken avukatların meslekleri çerçevesinde yapılan görüşmelerinin suç teşkil etmesi kabul edilemez."
Bu barolar ne yapıyor?
Fethiye Çetin: " Bu barolar niye var, misyonları ne? Bu kararları veren yargı mensuplarını ve sessiz kalan baro yönetimlerini ayıplıyorum. Onların görevi otoriter, faşist dönemlere özgü kararları desteklemek ya da suskun kalmak değil, bununla mücadele etmektir."
Ercan Kanar: "Kürt halkı avukatsız bırakılmak isteniyor; binlerce avukatın buna karşı çıkması gerek. Halk egemenliğine dayanan bir ülkede halkın savunucusu avukatlar alınıyorsa, bu saldırıdır. Tutuklamalardan sonra İstanbul Barosu'na yapması gerekenler konusunda öneriler sunduk ancak onlar sessiz kalarak, bunu desteklediler. Biz tutuklu avukatların savundukları insanların, Abdullah Öcalan dahil, savunmasını üstleneceğiz, kimse avukatsız kalmayacak."
Filiz Yıldız: Avukatların önceden tutuklanacağı belliydi. Ya bu Başbakan'ın talimatıyla yapılıyor ya da soruşturmayı yürütenler, iktidara bilgi veriyor; ikisi de kabul edilemez.
Kaynak: Bianet
Feminist Arşiv İnternette
Kadınlara Mahsus Gazete Pazartesi, Feminist Dergisi ve Kaktüs Dergisi arşivleri artık internette.
Kadınlara Mahsus Gazete Pazartesi, Feminist Dergisi ve Kaktüs Dergisi'nin eski sayılarına ulaşılabilecek bir internet arşivi oluşturuldu.
Önümüzdeki dönemde Türkiye'de kadın kurtuluş hareketinin çeşitli yayınlarına da Feminist Arşiv'de yer verilmesi düşünülüyor.
Arşivlere http://www.pazartesidergisi.com/ adresinden ulaşılıyor.
Pazartesi'nin Mart 1995- Kasım 2005; Feminist'in 1987-1990; Kaktüs ise Mayıs 1988- Eylül1990 arasında yayınlana tüm sayıları pdf şeklinde indirilebiliyor.
Kadınlara mahsus gazete Pazartesi
Pazartesi Dergisi, bir kısmı daha önce Kadınca, Feminist ve Kaktüs dergilerini ekibinde yer almış, feminist hareketin yürüttüğü çeşitli kampanyalara katılmış bir grup kadının kurduğu Kadın Kültür ve İletişim Vakfı tarafından çıkartılmaya başladı. Dergiye Almanya'da bir feminist vakıf olan Frauenansiftung maddi destek sağladı.
Derginin ilk sayısı 1995'da çıktı. 2002'ye kadar 32 sayfalık bir tabloid olarak yayınlanan Pazartesi, kısa bir aradan sonra 2003-2005 yılları arasında dergi formatında yayınlandı. 2006-2007 arasında ise üç ayda bir tematik kitaplar şeklini aldı.
Kaynak: Bianet
Kadınlara Mahsus Gazete Pazartesi, Feminist Dergisi ve Kaktüs Dergisi'nin eski sayılarına ulaşılabilecek bir internet arşivi oluşturuldu.
Önümüzdeki dönemde Türkiye'de kadın kurtuluş hareketinin çeşitli yayınlarına da Feminist Arşiv'de yer verilmesi düşünülüyor.
Arşivlere http://www.pazartesidergisi.com/ adresinden ulaşılıyor.
Pazartesi'nin Mart 1995- Kasım 2005; Feminist'in 1987-1990; Kaktüs ise Mayıs 1988- Eylül1990 arasında yayınlana tüm sayıları pdf şeklinde indirilebiliyor.
Kadınlara mahsus gazete Pazartesi
Pazartesi Dergisi, bir kısmı daha önce Kadınca, Feminist ve Kaktüs dergilerini ekibinde yer almış, feminist hareketin yürüttüğü çeşitli kampanyalara katılmış bir grup kadının kurduğu Kadın Kültür ve İletişim Vakfı tarafından çıkartılmaya başladı. Dergiye Almanya'da bir feminist vakıf olan Frauenansiftung maddi destek sağladı.
Derginin ilk sayısı 1995'da çıktı. 2002'ye kadar 32 sayfalık bir tabloid olarak yayınlanan Pazartesi, kısa bir aradan sonra 2003-2005 yılları arasında dergi formatında yayınlandı. 2006-2007 arasında ise üç ayda bir tematik kitaplar şeklini aldı.
Kaynak: Bianet
TMK İşbaşında, Gazeteciler Sokaklarda
Temmuz-Ağustos-Eylül 2011 döneminde 11'i yazmaktan, konuşmaktan toplam 66 gazeteci hapisteydi, 13 kişi 224,5 yıl hapis talebiyle yargılanıyor, davalar en çok TMK 7/2 ve TCK 314 ile 220'den açılıyor.
11'i haberden, yazıdan, konuşmaktan toplam 66 gazeteci cezaevinde. Önceki dönemde 12'si haberden, yazmaktan, konuşmaktan, toplam 68 gazeteci hapisteydi.
Azadiya Welat gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürleri Vedat Kurşun, Ruken Ergün ve Ozan Kılınç, Azadiya Welat Batman Temsilcisi Deniz Kılıç, Dicle Haber Ajansı (DİHA) Batman temsilcisi Erdoğan Altan, Diyarbakır temsilcisi Kadri Kaya, Batman postası yazarı Mehmet Karabaş, Aram Yayınları imtiyaz sahibi ve Hawar gazetesi sorumlusu Bedri Adanır ve Devrim Yolunda İşçi Köylü gazetesi yazı işleri müdürü Barış Açıkel, üniversite öğrencileri Berna Yılmaz ve Ferhat Tüzer Ekim ayına cezaevinde girdiler.
9 gazeteci, iki üniversite öğrencisi yazdıkları, haberleştirdikleri, yayımladıkları, konuştukları için Terörle Mücadele Kanunu 7/2'den, ''örgüt propagandası'' iddiasıyla yargılandılar, yargılanıyorlar.
55 gazeteci de "Kürdistan Topluluklar Birliği-Türkiye" (KCK) , (PKK), (DYG) (20) "Ergenekon" (16), "Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi" (DHKP-C) (7), "Marksist Leninist Komünist Partisi" (MLKP) (7), "Devrimci Karargah" (2), "THKP-C Devrimci Yol" (1) "Direniş Hareketi" (1), dava, operasyon ve soruşturmalar çerçevesinde hapiste; bir gazeteci "örgüt bağlantılı'' yargılanıyor, ancak iddianamede "örgüt'' adı geçmiyor.
Hapisteki 10 gazeteci iddianamesi henüz açıklanmadığından, ne tür iddialarla karşı karşıya olduklarını bilmeden ilk duruşma gününü bekliyor.
Bağımsız İletişim Ağı (BİA) Medya Gözlem Masası'nın 2011 Temmuz-Ağustos-Eylül Medya Gözlem raporu "Öldürülen gazeteciler", "Hapisteki gazeteciler", "Saldırı, tehdit ve engellemeler", "Soruşturmalar, açılan/süren davalar ve kararlar", "TCK 285, 288: Kaç bin dava?", "Hakaret ve kişilik hakları davaları", "Muzır Kurulu'ndan", "Kapatmalar ve toplatmalar", "Düzenlemeler, etkiler, tepkiler, hak aramalar", "AİHM'e başvurular, kararlar" ve "RTÜK uyarıları" başlıklarından oluşuyor.
Medya Gözlem Raporu hapisteki gazeteci sayısının, uzun tutuklulukların, ifade özgürlüğü kapsamındaki soruşturma ve yargılamaların, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayan Terörle Mücadele Kanunu (TMK) 7/2 başta olmak üzere, Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 215, 220, 285, 288, 314. maddeleri bağlamındaki protestoların, açıklamaların, raporların ve toplantıların, Türkiye ve dünya gazetecilik ve insan hakları örgütlerinin, uluslararası kuruluşların gündeminde olduğunu ortaya koyuyor.
Döneme gazeteciler ve ifade özgürlüğü çevrelerinin gazetecilerin hapsedilmesi ve yargılanmasına karşı başta sokak gösterileri olmak üzere her yerde gerçekleştirdikleri protestolar damgasını vurdu.
Gazetecilik ve insan hakları örgütleri, özellikle Kürt sorunuyla ilgili olarak TMK ve TCK'daki sorunlu maddelerin özgür tartışma ortamı ve habercilik için demokratik eşiğe çekilmesi ve tutuklu gazetecilerin derhal serbest bırakılması için gerekli düzenlemelerin yapılması çağrılarını sürdürdü.
Uluslararası gazetecilik ve hak örgütleriyle uluslararası kurumlar da Türkiye'de ifade özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması için açıklamalar yaptılar.
TMK'dan 224,5 yıl hapis isteniyor
Üç ayda sekizi gazeteci, 13 kişi TMK 7/2 uyarınca "örgüt propagandası" yaptığı iddiasıyla toplam 224,5 yıl hapis talebiyle yargılandı. Bir matbaa sahibi de TMK 7/2 uyarınca bir yıl hapse mahkûm edildi.
Önceki rapor döneminde dokuz gazeteci, Kürt sorununa ilişkin yazdıkları nedeniyle "örgüt propagandası" iddiasıyla TMK 7/2'den toplam 44 yıl 8 buçuk ay hapse ve 36 bin 280 TL para cezasına mahkûm olmuştu.
Bu yargılamalarda TMK 7/2'ye genellikle TCK 220/7 (örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüte yardım etmek) ve TCK 314/2 (silahlı terör örgütü üyesi olmak) maddeleri eşlik ediyor.
OdaTV davasında Ahmet Şık ve Nedim Şener'in 15 yıla kadar, Soner Yalçın'ın 36,5 yıla kadar, Yalçın Küçük'ün ise 43 yıla kadar hapsi isteniyor. Diğer sanıklar hakkında da 7,5-23 yıl hapis talebi var.
Hakaretler
Rapor döneminde hakaretten yargılanan beşi gazeteci yedi kişinin davaları sürdü. "Hakaret'', "kişilik hakları''na saldırı iddiası ve tazminat talebiyle yargılananların dördü toplam 5 yıl dört ay hapis ve 20 bin TL tazminat talebiyle yargılanıyor. Bir gazeteci de "'hakaret"ten 7500 TL adli para cezasına ve 375 gün gazetecilikten men cezasına çarptırıldı.
Önceki dönemde 35 kişi ''hakaret'', ''kişilik hakları''na saldırı iddiası ve tazminat talebiyle yargılanmıştı. Sekiz kişi dokuz yıl dört ay hapse, üçü Başbakan Erdoğan'a ödenmek üzere beş kişi 29 bin 860 TL tazminat ödemeye mahkûm olmuştu.
Kapatmalar, Toplatmalar
Üç aylık dönemde, "örgüt propagandası" iddiasıyla Özgür Halk ve Demokratik Modernite, Yeni Evrede Mücadele Birliği, Yeni Demokrat Gençlik dergileri, Halkın Günlüğü Gazetesi ve hakkında toplatılma kararı bulunmamasına rağmen Cengiz Kapmaz'ın "Öcalan'ın İmralı Günleri" adlı kitabı yasaklandı, toplatıldı, yayını durduruldu. Bu dönemde tutuklu yazar Halil Gündoğan'ın "Metris'ten Munzur'a Bir Firarinin Öyküsü" adlı kitabının ikinci cildinin taslaklarına da el konulup imhasına karar verildi.
AİHM'e Başvurular ve Kararlar
Temmuz-Eylül dönemi boyunca altı gazeteci "adil yargılanma" "özgürlük ve güvenlik", "ifade özgürlüğü" ve "etkili başvuru" haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurdu.
AİHM geçen rapor döneminde Türkiye'yi iki dosyada Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 6/1 maddesini ihlal etmekten 9 bin 720 avro ödemeye mahkûm etmişti.
RTÜK
Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Temmuz-Ağustos-Eylül 2011 döneminde 1'i radyo istasyonuna, 109'u TV kanallarına olmak üzere 16 para cezası ve 96 uyarı cezası verdi.
RTÜK çocukları ve gençleri koruyucu sembol kullanılmadığı gerekçesiyle 5, "insan onuru ve özel hayatın gizliliği''ni ihlalden 8 uyarı, Türkçeyi bozmaktan 4, masumiyet karinesini ihlalden 2, "Kişileri fal veya batıl inançlar yoluyla istismar edemez." ilkesini ihlalden 5 uyarı verdi. Kalan uyarılar reklam, ürün yerleştirme, sponsorluk, program desteği gibi konularla ilgili teknik ve ticari düzenlemelerin ihlaliyle ilgili.
Raporun tam metni için tıklayın
Kaynak: Bianet
11'i haberden, yazıdan, konuşmaktan toplam 66 gazeteci cezaevinde. Önceki dönemde 12'si haberden, yazmaktan, konuşmaktan, toplam 68 gazeteci hapisteydi.
Azadiya Welat gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürleri Vedat Kurşun, Ruken Ergün ve Ozan Kılınç, Azadiya Welat Batman Temsilcisi Deniz Kılıç, Dicle Haber Ajansı (DİHA) Batman temsilcisi Erdoğan Altan, Diyarbakır temsilcisi Kadri Kaya, Batman postası yazarı Mehmet Karabaş, Aram Yayınları imtiyaz sahibi ve Hawar gazetesi sorumlusu Bedri Adanır ve Devrim Yolunda İşçi Köylü gazetesi yazı işleri müdürü Barış Açıkel, üniversite öğrencileri Berna Yılmaz ve Ferhat Tüzer Ekim ayına cezaevinde girdiler.
9 gazeteci, iki üniversite öğrencisi yazdıkları, haberleştirdikleri, yayımladıkları, konuştukları için Terörle Mücadele Kanunu 7/2'den, ''örgüt propagandası'' iddiasıyla yargılandılar, yargılanıyorlar.
55 gazeteci de "Kürdistan Topluluklar Birliği-Türkiye" (KCK) , (PKK), (DYG) (20) "Ergenekon" (16), "Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi" (DHKP-C) (7), "Marksist Leninist Komünist Partisi" (MLKP) (7), "Devrimci Karargah" (2), "THKP-C Devrimci Yol" (1) "Direniş Hareketi" (1), dava, operasyon ve soruşturmalar çerçevesinde hapiste; bir gazeteci "örgüt bağlantılı'' yargılanıyor, ancak iddianamede "örgüt'' adı geçmiyor.
Hapisteki 10 gazeteci iddianamesi henüz açıklanmadığından, ne tür iddialarla karşı karşıya olduklarını bilmeden ilk duruşma gününü bekliyor.
Bağımsız İletişim Ağı (BİA) Medya Gözlem Masası'nın 2011 Temmuz-Ağustos-Eylül Medya Gözlem raporu "Öldürülen gazeteciler", "Hapisteki gazeteciler", "Saldırı, tehdit ve engellemeler", "Soruşturmalar, açılan/süren davalar ve kararlar", "TCK 285, 288: Kaç bin dava?", "Hakaret ve kişilik hakları davaları", "Muzır Kurulu'ndan", "Kapatmalar ve toplatmalar", "Düzenlemeler, etkiler, tepkiler, hak aramalar", "AİHM'e başvurular, kararlar" ve "RTÜK uyarıları" başlıklarından oluşuyor.
Medya Gözlem Raporu hapisteki gazeteci sayısının, uzun tutuklulukların, ifade özgürlüğü kapsamındaki soruşturma ve yargılamaların, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayan Terörle Mücadele Kanunu (TMK) 7/2 başta olmak üzere, Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 215, 220, 285, 288, 314. maddeleri bağlamındaki protestoların, açıklamaların, raporların ve toplantıların, Türkiye ve dünya gazetecilik ve insan hakları örgütlerinin, uluslararası kuruluşların gündeminde olduğunu ortaya koyuyor.
Döneme gazeteciler ve ifade özgürlüğü çevrelerinin gazetecilerin hapsedilmesi ve yargılanmasına karşı başta sokak gösterileri olmak üzere her yerde gerçekleştirdikleri protestolar damgasını vurdu.
Gazetecilik ve insan hakları örgütleri, özellikle Kürt sorunuyla ilgili olarak TMK ve TCK'daki sorunlu maddelerin özgür tartışma ortamı ve habercilik için demokratik eşiğe çekilmesi ve tutuklu gazetecilerin derhal serbest bırakılması için gerekli düzenlemelerin yapılması çağrılarını sürdürdü.
Uluslararası gazetecilik ve hak örgütleriyle uluslararası kurumlar da Türkiye'de ifade özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması için açıklamalar yaptılar.
TMK'dan 224,5 yıl hapis isteniyor
Üç ayda sekizi gazeteci, 13 kişi TMK 7/2 uyarınca "örgüt propagandası" yaptığı iddiasıyla toplam 224,5 yıl hapis talebiyle yargılandı. Bir matbaa sahibi de TMK 7/2 uyarınca bir yıl hapse mahkûm edildi.
Önceki rapor döneminde dokuz gazeteci, Kürt sorununa ilişkin yazdıkları nedeniyle "örgüt propagandası" iddiasıyla TMK 7/2'den toplam 44 yıl 8 buçuk ay hapse ve 36 bin 280 TL para cezasına mahkûm olmuştu.
Bu yargılamalarda TMK 7/2'ye genellikle TCK 220/7 (örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüte yardım etmek) ve TCK 314/2 (silahlı terör örgütü üyesi olmak) maddeleri eşlik ediyor.
OdaTV davasında Ahmet Şık ve Nedim Şener'in 15 yıla kadar, Soner Yalçın'ın 36,5 yıla kadar, Yalçın Küçük'ün ise 43 yıla kadar hapsi isteniyor. Diğer sanıklar hakkında da 7,5-23 yıl hapis talebi var.
Hakaretler
Rapor döneminde hakaretten yargılanan beşi gazeteci yedi kişinin davaları sürdü. "Hakaret'', "kişilik hakları''na saldırı iddiası ve tazminat talebiyle yargılananların dördü toplam 5 yıl dört ay hapis ve 20 bin TL tazminat talebiyle yargılanıyor. Bir gazeteci de "'hakaret"ten 7500 TL adli para cezasına ve 375 gün gazetecilikten men cezasına çarptırıldı.
Önceki dönemde 35 kişi ''hakaret'', ''kişilik hakları''na saldırı iddiası ve tazminat talebiyle yargılanmıştı. Sekiz kişi dokuz yıl dört ay hapse, üçü Başbakan Erdoğan'a ödenmek üzere beş kişi 29 bin 860 TL tazminat ödemeye mahkûm olmuştu.
Kapatmalar, Toplatmalar
Üç aylık dönemde, "örgüt propagandası" iddiasıyla Özgür Halk ve Demokratik Modernite, Yeni Evrede Mücadele Birliği, Yeni Demokrat Gençlik dergileri, Halkın Günlüğü Gazetesi ve hakkında toplatılma kararı bulunmamasına rağmen Cengiz Kapmaz'ın "Öcalan'ın İmralı Günleri" adlı kitabı yasaklandı, toplatıldı, yayını durduruldu. Bu dönemde tutuklu yazar Halil Gündoğan'ın "Metris'ten Munzur'a Bir Firarinin Öyküsü" adlı kitabının ikinci cildinin taslaklarına da el konulup imhasına karar verildi.
AİHM'e Başvurular ve Kararlar
Temmuz-Eylül dönemi boyunca altı gazeteci "adil yargılanma" "özgürlük ve güvenlik", "ifade özgürlüğü" ve "etkili başvuru" haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurdu.
AİHM geçen rapor döneminde Türkiye'yi iki dosyada Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 6/1 maddesini ihlal etmekten 9 bin 720 avro ödemeye mahkûm etmişti.
RTÜK
Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Temmuz-Ağustos-Eylül 2011 döneminde 1'i radyo istasyonuna, 109'u TV kanallarına olmak üzere 16 para cezası ve 96 uyarı cezası verdi.
RTÜK çocukları ve gençleri koruyucu sembol kullanılmadığı gerekçesiyle 5, "insan onuru ve özel hayatın gizliliği''ni ihlalden 8 uyarı, Türkçeyi bozmaktan 4, masumiyet karinesini ihlalden 2, "Kişileri fal veya batıl inançlar yoluyla istismar edemez." ilkesini ihlalden 5 uyarı verdi. Kalan uyarılar reklam, ürün yerleştirme, sponsorluk, program desteği gibi konularla ilgili teknik ve ticari düzenlemelerin ihlaliyle ilgili.
Raporun tam metni için tıklayın
Kaynak: Bianet
"Tufan"ın Tutanağı Sahte Çıktı
"Tufan" adıyla gerçekleştirilen Bayrampaşa Cezaevi operasyonunun ardından hazırlanan jandarma tutanağındaki imzaların sahte olduğu, mahkemeye gönderilen açıklamayla anlaşıldı.
Hayata Dönüş Operasyonu kapsamında "Tufan" adı verilen harekat planıyla 19 Aralık'ta Bayrampaşa Cezaevi'nde gerçekleştirilen operasyonun, mahkemeye gönderilen jandarma tutanağı sahte çıktı.
Ayrıca, Jandarma Genel Komutanlığı'nın tutanakta sicil numarası bulunan askerlerle ilgili 2005'te mahkemeye gönderdiği açıklamayla, 2011'de gönderdiği açıklamada farklı isimler var.
2011'de mahkemeye gönderilen tutanaktaki üç sicil numarasının sahte olduğu, "Bu sicil numarasına sahip personel yoktur" şeklinde ifade ediliyor.
Tutanakta ismi bulunan İstanbul Başsavcısı Ferzan Çitici ile Savcı Fikret Ünalan için, "imzalamaktan imtina etmiştir" yazıyor.
Avukat Oya Aslan, "bu olay tutanağı delil gösterilerek operasyonda yaralanan mahkumlara bir de dava açıldığını, iddianamenin esasını sahte tutanağın oluşturduğunu" söyledi. Aslan, savcılar için de "Tutanağın altına imza atmaktan çekinmişler" dedi.
Jandarma "fikrini değiştirdi"
Bayrampaşa Cezaevi'nde "toplu ayaklanma nedeniyle" aleyhlerinde dava açılan mahkumların yargılandığı Eyüp 3. Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki davaya, 27 Ekim 2005'te İl Jandarma Komutanı Ünal Karaosmanoğlu imzasıyla gönderilen yazıda, operasyonun tutanağını düzenleyen personelin isimleri şöyleydi: Emekli Yüzbaşı Zeki Bingöl, Yüzbaşı Ömer Arık, Yüzbaşı Hüseyin Pir, Yüzbaşı Ahmet Koçyiğit, Yüzbaşı Ahmet Eş.
Cezaevi operasyonunda görev alan 39 erin yargılandığı, Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilen 27 Eylül 2011 tarihli, Albay Sadık Köroğlu imzalı yazıda ise, olay tutanağını "imzalayan" jandarmaların, "aslında gerçek olmadığı" ifade ediliyordu.
Jandarma Genel Komutanlığı'ndan mahkemeye yollanan yazıya göre, tutanakta Başçavuş Macit Sarıkaya ile Başçavuş Suat Aykan'ın sicil numaraları vardı. Diğer üç sicil numarasıyla ilgili de "bu sicil numaralarına sahip muvazzaf ya da emekli personel bulunmadığı tespit edildi" dendi.
Sahte tutanakta, "Asla canlı teslim olmayacaklarını söylediler ve koğuşlardan ellerindeki silahlarla ateş açtılar, kapıyı içerdien kilitlemişlerdi" ifadeleri, operasyonda Uzman Jandarma Çavuş olarak görevli olan Altan Sabsız'ca yalanlanmıştı.
Sabsız, Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 5 Temmuz'da verdiği ifadesinde, "kadınların teslim olmak istemesine rağmen kapıların açılmadığını, mahkumların üzerine yanıcı madde sürülmüş battaniye atıldığını" söyledi.
"Tufan" 11 yıl sonra çıkmıştı
19-22 Aralık 2000'de yapılan Hayata Dönüş Operasyonu'nun Bayrampaşa Cezaevi'yle ilgili davası, olaydan 10 yıl sonra açılmıştı. 15 Aralık 2000 tarihli "Tufan" adı verilen harekat planı da olaydan 11 yıl sonra mahkemeye sunulmuştu.
Jandarma Genel Komutanlığı'nın açıklamasına göre "kayıp" olan belgeyi, İl Jandarma Komutanlığı açıklamıştı.
Türkiye çapında 20 cezaevinde yapılan operasyonda ikisi asker 32 kişi hayatını kaybetmiş, yüzlerce tutuklu ve hükümlü yaralanmıştı. Bayrampaşa Cezaevi'ndeki operasyonda da 12 tutuklu ve hükümlü öldü, 55 kişi yaralandı. Kadınlardan beşi yanarak ölmüştü.
Kaynak: Bianet
Hayata Dönüş Operasyonu kapsamında "Tufan" adı verilen harekat planıyla 19 Aralık'ta Bayrampaşa Cezaevi'nde gerçekleştirilen operasyonun, mahkemeye gönderilen jandarma tutanağı sahte çıktı.
Ayrıca, Jandarma Genel Komutanlığı'nın tutanakta sicil numarası bulunan askerlerle ilgili 2005'te mahkemeye gönderdiği açıklamayla, 2011'de gönderdiği açıklamada farklı isimler var.
2011'de mahkemeye gönderilen tutanaktaki üç sicil numarasının sahte olduğu, "Bu sicil numarasına sahip personel yoktur" şeklinde ifade ediliyor.
Tutanakta ismi bulunan İstanbul Başsavcısı Ferzan Çitici ile Savcı Fikret Ünalan için, "imzalamaktan imtina etmiştir" yazıyor.
Avukat Oya Aslan, "bu olay tutanağı delil gösterilerek operasyonda yaralanan mahkumlara bir de dava açıldığını, iddianamenin esasını sahte tutanağın oluşturduğunu" söyledi. Aslan, savcılar için de "Tutanağın altına imza atmaktan çekinmişler" dedi.
Jandarma "fikrini değiştirdi"
Bayrampaşa Cezaevi'nde "toplu ayaklanma nedeniyle" aleyhlerinde dava açılan mahkumların yargılandığı Eyüp 3. Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki davaya, 27 Ekim 2005'te İl Jandarma Komutanı Ünal Karaosmanoğlu imzasıyla gönderilen yazıda, operasyonun tutanağını düzenleyen personelin isimleri şöyleydi: Emekli Yüzbaşı Zeki Bingöl, Yüzbaşı Ömer Arık, Yüzbaşı Hüseyin Pir, Yüzbaşı Ahmet Koçyiğit, Yüzbaşı Ahmet Eş.
Cezaevi operasyonunda görev alan 39 erin yargılandığı, Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilen 27 Eylül 2011 tarihli, Albay Sadık Köroğlu imzalı yazıda ise, olay tutanağını "imzalayan" jandarmaların, "aslında gerçek olmadığı" ifade ediliyordu.
Jandarma Genel Komutanlığı'ndan mahkemeye yollanan yazıya göre, tutanakta Başçavuş Macit Sarıkaya ile Başçavuş Suat Aykan'ın sicil numaraları vardı. Diğer üç sicil numarasıyla ilgili de "bu sicil numaralarına sahip muvazzaf ya da emekli personel bulunmadığı tespit edildi" dendi.
Sahte tutanakta, "Asla canlı teslim olmayacaklarını söylediler ve koğuşlardan ellerindeki silahlarla ateş açtılar, kapıyı içerdien kilitlemişlerdi" ifadeleri, operasyonda Uzman Jandarma Çavuş olarak görevli olan Altan Sabsız'ca yalanlanmıştı.
Sabsız, Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 5 Temmuz'da verdiği ifadesinde, "kadınların teslim olmak istemesine rağmen kapıların açılmadığını, mahkumların üzerine yanıcı madde sürülmüş battaniye atıldığını" söyledi.
"Tufan" 11 yıl sonra çıkmıştı
19-22 Aralık 2000'de yapılan Hayata Dönüş Operasyonu'nun Bayrampaşa Cezaevi'yle ilgili davası, olaydan 10 yıl sonra açılmıştı. 15 Aralık 2000 tarihli "Tufan" adı verilen harekat planı da olaydan 11 yıl sonra mahkemeye sunulmuştu.
Jandarma Genel Komutanlığı'nın açıklamasına göre "kayıp" olan belgeyi, İl Jandarma Komutanlığı açıklamıştı.
Türkiye çapında 20 cezaevinde yapılan operasyonda ikisi asker 32 kişi hayatını kaybetmiş, yüzlerce tutuklu ve hükümlü yaralanmıştı. Bayrampaşa Cezaevi'ndeki operasyonda da 12 tutuklu ve hükümlü öldü, 55 kişi yaralandı. Kadınlardan beşi yanarak ölmüştü.
Kaynak: Bianet
"Türkiye İfade Özgürlüğü İhlalinde Birinci"
AİHM yargıcı Karakaş, Avrupa Konseyi ülkeler arasında, Türkiye'nin ifade ve basın özgürlüğü konusunda en kötü durumda olan devlet olduğunu, hakkında en çok ihlal kararı verilen ülke olduğunu söyledi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yargıcı Işıl Karakaş, Türkiye'de tutukluluk ve gözaltı sürelerinin büyük sorun olduğunu, Türkiye'den AİHM'e başvurularda bu yıl artış olduğunu söyledi. NTV muhabiri Kayhan Karaca'nın sorularını yanıtlayan Karakaş, özetle şunları söyledi:
* 2011'de Türkiye'den AİHM'e gelen başvurularda inanılmaz bir artış var. Geçen yıl altı bin-altı bin 500 arası başvuru varken, bu yıl gelen başvuru sayısı dokuz bine ulaştı. Görülen şu ki, bir takım düzenlemelere, reformlara veya yargıda beklenen açılımlara rağmen henüz Türkiye'de bazı şeyler yolunda gitmiyor.
* Başvuruların katlanarak artması demek, kişilerin hak ve özgürlüklerinin iç hukukta yeterli düzeyde garanti altında olmadığını gösteriyor. Türkiye'den gelen başvuruların başında tutukluluk ve yargılama sürelerinin uzunluğu geliyor. Zaten bu iki konu birbiriyle bağlı.
"Tutukluluk esas, salıverme istisna olmuş"
* Tutukluluk her zaman her an her durumda başvurulabilecek bir müessese değil. Asıl olan kişinin dışarıda olması, davasının sürmesi, ancak çok belirli, çok kesin koşulların varlığı halinde tutukluluğa karar verilmesidir.Türkiye'de bu tam tersine dönmüş durumda. Tutukluluk esas, salıverilme istisna olmuş.
* Bizim davalarda ihlal bulmamızın temel nedeni, hakimlerin klişeleşmiş, meseleyi izah etmeyen, gerekçesi yetersiz cümlelerle kişilerin tutukluluğuna karar vemeleri. Yasalarda tutukluluk süresine ilişkin değişiklik de yapılmalı.
* Türkiye ifade ve basın özgürlüğü konusunda en kötü durumda olan devlet. İfade ve basın özgürlüğü açısından hakkında en çok ihlal kararı verilen ülke. Türkiye'nin arkasından gelen Fransa hakkında 10 ihlal kararı varken, Türkiye için bu rakam 200'ün üstünde.
* Türkiye'nin basın özgürlüğünden kaynaklanan birçok sorunu var. Özellikle de Terörle Mücadele Yasası'nda. Yasanın 2 ve 5'inci maddeleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve AİHM içtihadıyla uyumlu değil.
"301 ifade özgürlüğünü ihlal ediyor"
* Taner Akçam'la ilgili başvurunun sonucu, çok önemli bir karar. Aslında AİHM daha önce Hrant Dink kararında 301'inci maddenin Yargıtay tarafından uygulanmasının ve yorumlanmasının, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığına karar vermişti. Akçam kararında ise AİHS'in ifade özgürlüğüyle ilgili 10'uncu maddesinin ihlali için AİHM'nin yorumuna göre yasanın varlığı yetiyor. Yani 301 AİHS'nin 10'uncu maddesine aykırı.
* O maddenin varlığı, ifade özgürlüğünü ihlal ediyor. Muğlak, ifadeler açık değil. Ayrıca Türklük teriminin Türk Milleti olarak değişmiş olması da çok fazla bir şey değiştirmedi. Türkiye'nin yükümlülüğü, 301'i hukuk düzeninden çıkartmaktır.
* AİHM Büyük Dairesi tarafından Ermenistan'a karşı alınmış Bayatyan kararı var. Mahkeme ilk defa burada vicdani retçilerin haklarını, 9'uncu madde, yani din ve vicdan özgürlüğü kapsamında yorumladı. Vicdani ret meselesi bugün din ve vicdan özgürlüğü kapsamında değerlendirilen bir haktır.
* Erçep kararında da "Türkiye mutlaka yasal düzenlemesini buna göre yapmalı, vicdani ret hakkını tanımalı" deniyor. Ayrıca, bu hakkı kullanan kişiler için de ilave bir kamu hizmeti, bir alternatif hizmet öngörmelidir. Türkiye'nin bunu yapmaktan başka çaresi olduğunu düşünmüyorum.
Kaynak: Bianet
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yargıcı Işıl Karakaş, Türkiye'de tutukluluk ve gözaltı sürelerinin büyük sorun olduğunu, Türkiye'den AİHM'e başvurularda bu yıl artış olduğunu söyledi. NTV muhabiri Kayhan Karaca'nın sorularını yanıtlayan Karakaş, özetle şunları söyledi:
* 2011'de Türkiye'den AİHM'e gelen başvurularda inanılmaz bir artış var. Geçen yıl altı bin-altı bin 500 arası başvuru varken, bu yıl gelen başvuru sayısı dokuz bine ulaştı. Görülen şu ki, bir takım düzenlemelere, reformlara veya yargıda beklenen açılımlara rağmen henüz Türkiye'de bazı şeyler yolunda gitmiyor.
* Başvuruların katlanarak artması demek, kişilerin hak ve özgürlüklerinin iç hukukta yeterli düzeyde garanti altında olmadığını gösteriyor. Türkiye'den gelen başvuruların başında tutukluluk ve yargılama sürelerinin uzunluğu geliyor. Zaten bu iki konu birbiriyle bağlı.
"Tutukluluk esas, salıverme istisna olmuş"
* Tutukluluk her zaman her an her durumda başvurulabilecek bir müessese değil. Asıl olan kişinin dışarıda olması, davasının sürmesi, ancak çok belirli, çok kesin koşulların varlığı halinde tutukluluğa karar verilmesidir.Türkiye'de bu tam tersine dönmüş durumda. Tutukluluk esas, salıverilme istisna olmuş.
* Bizim davalarda ihlal bulmamızın temel nedeni, hakimlerin klişeleşmiş, meseleyi izah etmeyen, gerekçesi yetersiz cümlelerle kişilerin tutukluluğuna karar vemeleri. Yasalarda tutukluluk süresine ilişkin değişiklik de yapılmalı.
* Türkiye ifade ve basın özgürlüğü konusunda en kötü durumda olan devlet. İfade ve basın özgürlüğü açısından hakkında en çok ihlal kararı verilen ülke. Türkiye'nin arkasından gelen Fransa hakkında 10 ihlal kararı varken, Türkiye için bu rakam 200'ün üstünde.
* Türkiye'nin basın özgürlüğünden kaynaklanan birçok sorunu var. Özellikle de Terörle Mücadele Yasası'nda. Yasanın 2 ve 5'inci maddeleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve AİHM içtihadıyla uyumlu değil.
"301 ifade özgürlüğünü ihlal ediyor"
* Taner Akçam'la ilgili başvurunun sonucu, çok önemli bir karar. Aslında AİHM daha önce Hrant Dink kararında 301'inci maddenin Yargıtay tarafından uygulanmasının ve yorumlanmasının, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığına karar vermişti. Akçam kararında ise AİHS'in ifade özgürlüğüyle ilgili 10'uncu maddesinin ihlali için AİHM'nin yorumuna göre yasanın varlığı yetiyor. Yani 301 AİHS'nin 10'uncu maddesine aykırı.
* O maddenin varlığı, ifade özgürlüğünü ihlal ediyor. Muğlak, ifadeler açık değil. Ayrıca Türklük teriminin Türk Milleti olarak değişmiş olması da çok fazla bir şey değiştirmedi. Türkiye'nin yükümlülüğü, 301'i hukuk düzeninden çıkartmaktır.
* AİHM Büyük Dairesi tarafından Ermenistan'a karşı alınmış Bayatyan kararı var. Mahkeme ilk defa burada vicdani retçilerin haklarını, 9'uncu madde, yani din ve vicdan özgürlüğü kapsamında yorumladı. Vicdani ret meselesi bugün din ve vicdan özgürlüğü kapsamında değerlendirilen bir haktır.
* Erçep kararında da "Türkiye mutlaka yasal düzenlemesini buna göre yapmalı, vicdani ret hakkını tanımalı" deniyor. Ayrıca, bu hakkı kullanan kişiler için de ilave bir kamu hizmeti, bir alternatif hizmet öngörmelidir. Türkiye'nin bunu yapmaktan başka çaresi olduğunu düşünmüyorum.
Kaynak: Bianet
30 bin metrekarelik alandaki çam ağaçları katledildi
Antalya’nın Serik ilçesine bağlı Gebiz beldesinde özel ağaçlandırma kapsamında kiralanan 30 bin metrekarelik alandaki çam ağaçları katledildi.
Antalya Miletvekili Arif Bulut, geçtiğimiz ay konuyu bir soru önergesiyle meclise taşımış, kiralanan alanın ranta açılıp açılmayacağını sormuştu. Bulut’un önergesine yanıt bile verilmeden ağaçların kesilmesi tepkilere neden oldu.
ANTALYA’DA YÜZLERCE BAŞVURU VAR
Özel Ağaçlandırma Yönetmeliği kapsamında kiralanan alanların ranta açılacağı yolundaki endişeler haklı çıktı. Kiralanan ‘bozuk orman’ alanlarındaki orman varlığının sökülerek yerine yeniden ağaçlandırma yapılmasını öngören düzenleme kapsamında Antalya’da yüzlerce başvuru olduğu belirtiliyor. Özellikle kıyı bölgelerinde yoğunlaşan başvuruların, bu alanların ranta açılacağı endişelerine yol açmıştı. Özel ağaçlandırma sahalarında konteynır ve karavan gibi araçlara izin veren yönetmeliğe göre hazine arazilerinde tahsis edilen alanlarda binde 1, sahipli arazilerde ise yüzde 6 oranında 'bakım ve koruma' amaçlı yapılaşmaya izin veriliyor.
KÖYLÜLER DİLEKÇE VERDİ
Gebiz’in Atatürk Mahallesi Uzunburun Mevkii'ndeki toplam 29 bin 634 metrekarelik alana 'özel ağaçlandırma' izni verilmesinin ardından bölgedeki çok sayıda çam ağacının kesilmesi görenlere ‘bu nasıl özel ağaçlandırma’ dedirtti. Kızılçam ağaçlarıyla kaplı olan bölgede özel ağaçlandırma yapılmasının uygun olmadığı yönünde Antalya Orman Bölge Müdürlüğü’ne dilekçe veren köylüler, dilekçelerine verilen yanıtta, özel ağaçlandırma çalışmaları sırasında doğal dokunun bozulmayacağı ve zaiyat verilmeyeceği yönünde teminat verildiğini ancak buna rağmen yüzlerce ağacın kesildiğini belirtiyorlar. Köylüler, bölgedeki ağaç kesiminin halen sürdüğünü söylüyor.
BAKAN EROĞLU, ÖNERGEYE HENÜZ YANIT VERMEDİ
Konuyla ilgili Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun yanıtlaması istemiyle TBMM’ne yazılı soru önergesi veren Antalya Milletvekili Arif Bulut, "kiraya verdiğiniz bu arazi üzerinde ranta yönelik herhangi bir tesisleşme yapılacak mı? Eğer yapılmayacaksa araziyi kiralayan kişi ve kuruluşlar hangi amaçla kiralamışlardır? Kiraya verdiğiniz bu arazinin devletimize getirisi nedir?” diye sormuştu. Ancak önergeye henüz yanıt bile verilmeden kesilen ağaçlar yönetmeliğin amacı hakkındaki soru işaretlerini arttırdı.
Osman Yavuz / ATLAS
Kaynak: Haberlink
Antalya Miletvekili Arif Bulut, geçtiğimiz ay konuyu bir soru önergesiyle meclise taşımış, kiralanan alanın ranta açılıp açılmayacağını sormuştu. Bulut’un önergesine yanıt bile verilmeden ağaçların kesilmesi tepkilere neden oldu.
ANTALYA’DA YÜZLERCE BAŞVURU VAR
Özel Ağaçlandırma Yönetmeliği kapsamında kiralanan alanların ranta açılacağı yolundaki endişeler haklı çıktı. Kiralanan ‘bozuk orman’ alanlarındaki orman varlığının sökülerek yerine yeniden ağaçlandırma yapılmasını öngören düzenleme kapsamında Antalya’da yüzlerce başvuru olduğu belirtiliyor. Özellikle kıyı bölgelerinde yoğunlaşan başvuruların, bu alanların ranta açılacağı endişelerine yol açmıştı. Özel ağaçlandırma sahalarında konteynır ve karavan gibi araçlara izin veren yönetmeliğe göre hazine arazilerinde tahsis edilen alanlarda binde 1, sahipli arazilerde ise yüzde 6 oranında 'bakım ve koruma' amaçlı yapılaşmaya izin veriliyor.
KÖYLÜLER DİLEKÇE VERDİ
Gebiz’in Atatürk Mahallesi Uzunburun Mevkii'ndeki toplam 29 bin 634 metrekarelik alana 'özel ağaçlandırma' izni verilmesinin ardından bölgedeki çok sayıda çam ağacının kesilmesi görenlere ‘bu nasıl özel ağaçlandırma’ dedirtti. Kızılçam ağaçlarıyla kaplı olan bölgede özel ağaçlandırma yapılmasının uygun olmadığı yönünde Antalya Orman Bölge Müdürlüğü’ne dilekçe veren köylüler, dilekçelerine verilen yanıtta, özel ağaçlandırma çalışmaları sırasında doğal dokunun bozulmayacağı ve zaiyat verilmeyeceği yönünde teminat verildiğini ancak buna rağmen yüzlerce ağacın kesildiğini belirtiyorlar. Köylüler, bölgedeki ağaç kesiminin halen sürdüğünü söylüyor.
BAKAN EROĞLU, ÖNERGEYE HENÜZ YANIT VERMEDİ
Konuyla ilgili Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun yanıtlaması istemiyle TBMM’ne yazılı soru önergesi veren Antalya Milletvekili Arif Bulut, "kiraya verdiğiniz bu arazi üzerinde ranta yönelik herhangi bir tesisleşme yapılacak mı? Eğer yapılmayacaksa araziyi kiralayan kişi ve kuruluşlar hangi amaçla kiralamışlardır? Kiraya verdiğiniz bu arazinin devletimize getirisi nedir?” diye sormuştu. Ancak önergeye henüz yanıt bile verilmeden kesilen ağaçlar yönetmeliğin amacı hakkındaki soru işaretlerini arttırdı.
Osman Yavuz / ATLAS
Kaynak: Haberlink
'Hayata Dönüş' kayıt dışı!
'Hayata Dönüş Operasyonu' davasında açıklanması beklenen belgelere göre; operasyona ilişkin nihai bir rapor da, görev yapanların isimleri de yok.
Bayrampaşa Cezaevi'ndeki 'Hayata Dönüş Operasyonu'nda 12 tutuklunun ölümüne sebep oldukları öne sürülen 39 askerin yargılaması sürüyor. Bakırköy 13. Ağır Ceza'da görülen davanın son celsesinde mahkeme, avukatların talepleri doğrultusunda operasyonun aşamalarını ilgili kurumlara sormuş, bilgi ve belgelerin gönderilmesini istemişti.
Akşam gazetesinin haberine göre; Adalet, İçişleri ve Sağlık Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı'ndan istenen bilgiler, mahkemeye gönderildi. Cuma günü görülecek duruşmada açıklanması beklenen beklenen belgelere göre;
- Mahkeme, 'Hayata Dönüş Operasyonu'yla ilgili 06.01.2000 tarihli üçlü protokolün İçişleri, Adalet ve Sağlık Bakanlığı'na yazı yazarak bir suretinin gönderilmesini talep etmişti. Ayrı ayrı gelen cevaplarda, 'Üç bakanlık arasında Hayata Dönüş Operasyonu'yla ilgili özel bir protokol bulunmamaktadır' denildi. Yazının devamında ise operasyonda koruma ve sağlık hizmetlerine ivme kazandırılması amacıyla Ocak 2000 tarihinde üç bakanlık arasında protokol hazırlandığı kaydedildi.
- 27 Temmuz 2011 tarihli son celsede, taraf avukatlarının 'Ölen ve yaralananların vücutlarında erimeye neden olan kimyasal madde kullanılıp kullanılmadığının Jandarma Genel Komutanlığı'na sorulması' talebi de kabul edilmişti. Jandarma Genel Komutanlığı'ndan gelen cevapta, şu ifadeler yer aldı: 'Komutanlık envanterinde kimyasal silah bulunmamaktadır. Operasyon tarihinde toplumsal olaylarda kullanılan göz yaşartıcı ve hapşırtıcı bibergazı kullanılmıştır.' Jandarma, operasyonda kullanılan silahları ise 'G-3 otomatik piyade tüfeği, MP-5 makineli silah, cop ve kalkan' olarak bildirdi.
- Jandarma'dan gelen yazıda ayrıca şöyle denildi: Katılan birlikler tarafından operasyonla ilgili nihai raporun komutanlığa sunulduğuna dair bilgi/belge bulunmamaktadır.
- Mahkeme, Genelkurmay ve Jandarma Özel Asayiş Komutanlığı'ndan operasyonda görev alan personelin kimliklerini de talep etmişti. Jandarma Özel Asayiş Komutanlığı'ndan gelen yazıda, 'Görevli personellerden kimlerin fiili operasyona katıldığı bilgisi bulunmamaktadır' denildi.
Operasyon kayıt dışı!
Mahkeme, İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı ve İstanbul İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü'nden operasyona ait video ve kamera kayıtlarını talep etmişti. İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı'nın konuyla ilgili yanıtı şöyle oldu: 'Operasyonla ilgili video kaydı ve kamera görüntüsü yoktur.'
Kaynak: ntvmsnbc
Bayrampaşa Cezaevi'ndeki 'Hayata Dönüş Operasyonu'nda 12 tutuklunun ölümüne sebep oldukları öne sürülen 39 askerin yargılaması sürüyor. Bakırköy 13. Ağır Ceza'da görülen davanın son celsesinde mahkeme, avukatların talepleri doğrultusunda operasyonun aşamalarını ilgili kurumlara sormuş, bilgi ve belgelerin gönderilmesini istemişti.
Akşam gazetesinin haberine göre; Adalet, İçişleri ve Sağlık Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı'ndan istenen bilgiler, mahkemeye gönderildi. Cuma günü görülecek duruşmada açıklanması beklenen beklenen belgelere göre;
- Mahkeme, 'Hayata Dönüş Operasyonu'yla ilgili 06.01.2000 tarihli üçlü protokolün İçişleri, Adalet ve Sağlık Bakanlığı'na yazı yazarak bir suretinin gönderilmesini talep etmişti. Ayrı ayrı gelen cevaplarda, 'Üç bakanlık arasında Hayata Dönüş Operasyonu'yla ilgili özel bir protokol bulunmamaktadır' denildi. Yazının devamında ise operasyonda koruma ve sağlık hizmetlerine ivme kazandırılması amacıyla Ocak 2000 tarihinde üç bakanlık arasında protokol hazırlandığı kaydedildi.
- 27 Temmuz 2011 tarihli son celsede, taraf avukatlarının 'Ölen ve yaralananların vücutlarında erimeye neden olan kimyasal madde kullanılıp kullanılmadığının Jandarma Genel Komutanlığı'na sorulması' talebi de kabul edilmişti. Jandarma Genel Komutanlığı'ndan gelen cevapta, şu ifadeler yer aldı: 'Komutanlık envanterinde kimyasal silah bulunmamaktadır. Operasyon tarihinde toplumsal olaylarda kullanılan göz yaşartıcı ve hapşırtıcı bibergazı kullanılmıştır.' Jandarma, operasyonda kullanılan silahları ise 'G-3 otomatik piyade tüfeği, MP-5 makineli silah, cop ve kalkan' olarak bildirdi.
- Jandarma'dan gelen yazıda ayrıca şöyle denildi: Katılan birlikler tarafından operasyonla ilgili nihai raporun komutanlığa sunulduğuna dair bilgi/belge bulunmamaktadır.
- Mahkeme, Genelkurmay ve Jandarma Özel Asayiş Komutanlığı'ndan operasyonda görev alan personelin kimliklerini de talep etmişti. Jandarma Özel Asayiş Komutanlığı'ndan gelen yazıda, 'Görevli personellerden kimlerin fiili operasyona katıldığı bilgisi bulunmamaktadır' denildi.
Operasyon kayıt dışı!
Mahkeme, İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı ve İstanbul İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü'nden operasyona ait video ve kamera kayıtlarını talep etmişti. İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı'nın konuyla ilgili yanıtı şöyle oldu: 'Operasyonla ilgili video kaydı ve kamera görüntüsü yoktur.'
Kaynak: ntvmsnbc
Örgütler KESK'in Yanında
KESK üyelerine hapis cezasını TTB, TMMOB ve DİSK kınadı; 3 Aralık'ta "Demokrasi Güçleri" karara karşı sokaklarda olacak. KESK Başkanı Özgen, "KESK, kuruluşundan beri emek ve barış mücadelesinin öznesidir" dedi.
KESK üyelerine hapis cezasını TTB, TMMOB ve DİSK kınadı; 3 Aralık'ta "Demokrasi Güçleri" karara karşı sokaklarda olacak. KESK Başkanı Özgen, "KESK, kuruluşundan beri emek ve barış mücadelesinin öznesidir" dedi.
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Başkanı Lami Özgen'in kendi ve 25 üyes hakkında verilen hapis cezasıyla ilgili "Muhalif duruşa sahip konfederasyonumuzu, yıpratma çabasıdır" dedi.
28 Mayıs 2009'da beş ilde Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) operasyonunda KESK üyesi 34 kişi gözaltına alınmıştı.
22'si tutuklu 31 kişi hakkında açılan davada, altı ay sonra 22 kişi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.
İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nde dün (28 Kasım) sonuçlanan davada, KESK Genel Başkanı Lami Özgen, Eğitim Sen Kadın Sekreteri Sakine Esen Yılmaz, eski KESK Kadın Sekreteri Songül Morsümbül, eski Eğitim Sen Kadın Sekreterleri Elif Akgül Ateş ve Gülçin İsbert'in de aralarında bulunduğu 25 KESK'liye, "terör örgütüne üye olma" suçundan altışar yıl üçer ay hapis cezası verildi.
bianet'e konuşan Lami Özgen, bu cezaların, muhalif duruştaki konfederasyonu itibarsızlaştırma amacı taşıdığını söyledi.
"KESK kurulduğundan beri emek, barış, demokrasi mücadelesinin öznesi olan bir konfederasyon. Muhalif duruşu nedeniyle kamuoyu nezdinde kriminalize edilmek isteniyor.
Özgen, iddianamede üyelerin sendikal eylem ve etkinliklerinin konuşulduğu telefon görüşmelerinin suç sayıldığı ve başka hiçbir somut delil bulunmadığını söyledi.
Karar temyiz edilecek.
Sendika ve meslek örgütlerinden destek
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) yaptığı ortak açıklamada, cezaları kınayarak şöyle dedi:
"Demokrasi mücadelesinde oldukça önemli konuma sahip bir emek örgütü olan KESK, "ileri demokrasi" olarak ifade edilen ve gerçekte bir dikta rejimi uygulaması olan baskı yöntemleri ile sindirilmeye çalışılmaktadır.
"Bu davada da görülmüştür ki, Türkiye'de iktidara muhalif bir pozisyon alan tüm kesimler bir şekilde herhangi bir dava ile ilişkilendirilerek, etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır."
KESK, yarın (30 Aralık) tüm illerde, hapis cezası kararına karşı basın açıklaması yapacak.
Ayrıca, KESK, DİSK, TMMOB, TTB öncülüğünde bir araya gelen sendikalar, emek ve meslek örgütleri, siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri, "Emek ve Demokrasi Güçleri" olarak 3 Aralık'ta tüm illerde alanlara çıkarak "Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) baskı ve şiddetini" protesto edecek.
Eylemler dört ana taleple yapılacak: Özel Yetkili Mahkemeler Kaldırılsın, Terörle Mücadele Kanunu (TMK) Kaldırılsın, Gözaltı ve Tutuklamalara Son Verilsin, Tutuklananlar Serbest Bırakılsın.
Devlet Tahir Canan'dan Yediği Yemeğin Parasını İstiyor
Hayatının 30 yıl beş ayını cezaevinde geçiren ve Türkiye'nin en uzun süre cezaevinde kalan insanı olan Tahir Canan'dan devlet şimdi de cezaevinde kaldığı süre boyunca yediği yemek ve kullandığı elektriğin bedelini istiyor.
Devlet, 58 yıllık hayatının 30 yıl beş ayını cezaevinde geçiren Tahir Canan'dan şimdi de iaşe bedeli istiyor.
1978-1991 arası cezaevinde kaldıktan sonra şartlı tahliye olan, ardından 1993'ten bu yana cezaevinde bulunan Canan'dan cezaevinde kaldığı süre boyunca yediği yemek ve kullandığı elektriğin bedelinin talep edilmesini bianet'e değerlendiren Canan ailesinin avukatı Yıldız Koluaçık, iaşe bedeli uygulamasının yasalarda olduğunu, ancak insan haklarına aykırı olduğu için uzun yıllardır uygulanmadığını söyledi.
Tahir Canan'ın tamamen hukuksuz şekilde şartlı tahliyesinin yandığını ve hukuksuz şekilde bu kadar uzun süre cezaevinde tutulduğunu hatırlatan Koluaçık, sözlerine şöyle devam etti:
* Bir insan kendi isteği ile cezaevinde kalmaz. Kaldı ki, o insana sadece yaşamını sürdürebileceği kadar ve çok kötü yemekler veriyorlar.
* Sonra da kalkıp bunun bedelini talep etmeleri evrensel insan haklarına aykırı bir uygulamadır.
* Cezaevlerindeki tutuklu ve mahkumların sağlıklı şekilde beslenmeleri ve yaşamaları devletin görevidir.
"İaşe bedeliyle ilgili resmi yazı henüz gelmedi"
Yıldız Koluaçık, iaşe bedelinin talep edildiğine dair resmi yazının henüz ellerine ulaşmadığını ifade etti. Günlük iki lira civarı paranın kendisinden talep edildiğini Tahir Canan'ın oğlu İlhan Canan'a sözlü olarak ilettiğini söyleyen Koluaçık, 2007'de Tahir Canan'ın tahliye edilmesinin sağlanmaması, uyarlama yargılamalarından sonuç alınmaması neticesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurulduğunu söyledi.
Tahir Canan'ın bir cezaevinden başka bir cezaevine nakli sırasında tuvalete girdiği sırada kelepçelerinin çıkarılmadığını söyleyen Koluaçık, Canan'ın bu uygulamayı gerçekleştiren komutan hakkında suç duyurusunda bulunduğunu ancak komutanın Türkiye Cumhuriyeti yasaları çerçevesinde cezalandırılamadığını ve AİHM'e başvuracağını söyledi.
"Düğümü yargı çözecek"
30 yıl beş aydır cezaevinde olan Tahir Canan'la ilgili basının duyarlılığının umut verici olduğunu düşünen Koluaçık, ancak düğümü yargının çözeceğini ifade etti.
Adalet Bakanlığı'na başvurarak yazılı emirle kararın bozulması taleplerini ilettiklerini hatırlatan Koluaçık, ancak Bandırma Ceza Mahkemesi'nin müddetnamenin düzeltilmesi yönündeki taleplerini reddettiğini söyledi.
Koluaçık, mahkemenin ret tebliğinin ellerine ulaşmasının ardından tekrar Adalet Bakanlığı'na başvuracaklarını, Bakanlığın olumlu görüş bildirmesi durumunda tahliye taleplerinin Yargıtay'a gideceğini sözlerine ekledi.
Kaynak: Bianet
Devlet, 58 yıllık hayatının 30 yıl beş ayını cezaevinde geçiren Tahir Canan'dan şimdi de iaşe bedeli istiyor.
1978-1991 arası cezaevinde kaldıktan sonra şartlı tahliye olan, ardından 1993'ten bu yana cezaevinde bulunan Canan'dan cezaevinde kaldığı süre boyunca yediği yemek ve kullandığı elektriğin bedelinin talep edilmesini bianet'e değerlendiren Canan ailesinin avukatı Yıldız Koluaçık, iaşe bedeli uygulamasının yasalarda olduğunu, ancak insan haklarına aykırı olduğu için uzun yıllardır uygulanmadığını söyledi.
Tahir Canan'ın tamamen hukuksuz şekilde şartlı tahliyesinin yandığını ve hukuksuz şekilde bu kadar uzun süre cezaevinde tutulduğunu hatırlatan Koluaçık, sözlerine şöyle devam etti:
* Bir insan kendi isteği ile cezaevinde kalmaz. Kaldı ki, o insana sadece yaşamını sürdürebileceği kadar ve çok kötü yemekler veriyorlar.
* Sonra da kalkıp bunun bedelini talep etmeleri evrensel insan haklarına aykırı bir uygulamadır.
* Cezaevlerindeki tutuklu ve mahkumların sağlıklı şekilde beslenmeleri ve yaşamaları devletin görevidir.
"İaşe bedeliyle ilgili resmi yazı henüz gelmedi"
Yıldız Koluaçık, iaşe bedelinin talep edildiğine dair resmi yazının henüz ellerine ulaşmadığını ifade etti. Günlük iki lira civarı paranın kendisinden talep edildiğini Tahir Canan'ın oğlu İlhan Canan'a sözlü olarak ilettiğini söyleyen Koluaçık, 2007'de Tahir Canan'ın tahliye edilmesinin sağlanmaması, uyarlama yargılamalarından sonuç alınmaması neticesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurulduğunu söyledi.
Tahir Canan'ın bir cezaevinden başka bir cezaevine nakli sırasında tuvalete girdiği sırada kelepçelerinin çıkarılmadığını söyleyen Koluaçık, Canan'ın bu uygulamayı gerçekleştiren komutan hakkında suç duyurusunda bulunduğunu ancak komutanın Türkiye Cumhuriyeti yasaları çerçevesinde cezalandırılamadığını ve AİHM'e başvuracağını söyledi.
"Düğümü yargı çözecek"
30 yıl beş aydır cezaevinde olan Tahir Canan'la ilgili basının duyarlılığının umut verici olduğunu düşünen Koluaçık, ancak düğümü yargının çözeceğini ifade etti.
Adalet Bakanlığı'na başvurarak yazılı emirle kararın bozulması taleplerini ilettiklerini hatırlatan Koluaçık, ancak Bandırma Ceza Mahkemesi'nin müddetnamenin düzeltilmesi yönündeki taleplerini reddettiğini söyledi.
Koluaçık, mahkemenin ret tebliğinin ellerine ulaşmasının ardından tekrar Adalet Bakanlığı'na başvuracaklarını, Bakanlığın olumlu görüş bildirmesi durumunda tahliye taleplerinin Yargıtay'a gideceğini sözlerine ekledi.
Kaynak: Bianet
29 Kasım 2011 Salı
Çernobil emeklisi öldürüldü
Ukrayna'da ekonomi politikalarını protesto etmek için açlık grevi yapan Çernobil emeklilerinden Genedi Konopliov, polis tarafından öldürüldü.
Ukrayna'nın Donetsk kentinde ekonomik kesintilere karşı sokak gösterileri devam ederken, Çernobil emeklileri de maaşlarından kesinti yapılmasını protesto etmek için açlık grevinde. Çerbobil emeklilerinin açlık grevine saldıran polisler, bir eylemciyi öldürdü.
Çernobil nükleer santralinde 25 yıl önce meydana gelen patlama sonrası, olay anında görev yaptıktan sonra emekli olanların açlık grevi eylemi iki haftasına girdi.
Açlık grevine gidenlerden biri, polislerin dün gece çadırları sökmesi sırasında çıkan olaylarda hayatını kaybetti. Eylem yapan diğer emekliler, Genedi Konopliov'un polisin darbesi sonucu hayatını kaybettiğini bildirdi.
Olayla ilgili konuşan bir eylemci, "Gece polis saldırdı ve çadırın içindeki bir kişiyi öldürdü. Faşistler gibi, yaptıkları kendi halklarına acı veriyor. Bu gördüklerimiz bir soykırımın işaretçisi. Halk elindeki tüm imkanlarla karşı koymaya hazır" dedi.
Çadırların mahkeme kararı ile kaldırılmasına Konopliov'un karşı çıktığını ifade eden direnişçilerin sözcülerinden Nikolay Gonçarov, 70 yaşındaki Genedi Konopliov'a polisin saldırığını belirtti.
Protesto gösterilerinde daha sık görülmeye başlanan Çernobil Emeklileri gün geçtikçe ülkede muhalefetin simgesi haline geldi.
Donetsk'te ayrıca yaklaşık 100 kişilik bir grup, ekonomi politikalarını protesto etmek için yerel yönetim binasını işgal etmek istedi.
Olay doğu Ukrayna'da Donetsk kentinde meydana geldi. Bu kent Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç'in de memleketi. Gonçarov, Çernobil emeklisi Konopliov'un ölümünden Yanokoviç'i sorumlu tuttu.
Kaynak: ETHA
Ukrayna'nın Donetsk kentinde ekonomik kesintilere karşı sokak gösterileri devam ederken, Çernobil emeklileri de maaşlarından kesinti yapılmasını protesto etmek için açlık grevinde. Çerbobil emeklilerinin açlık grevine saldıran polisler, bir eylemciyi öldürdü.
Çernobil nükleer santralinde 25 yıl önce meydana gelen patlama sonrası, olay anında görev yaptıktan sonra emekli olanların açlık grevi eylemi iki haftasına girdi.
Açlık grevine gidenlerden biri, polislerin dün gece çadırları sökmesi sırasında çıkan olaylarda hayatını kaybetti. Eylem yapan diğer emekliler, Genedi Konopliov'un polisin darbesi sonucu hayatını kaybettiğini bildirdi.
Olayla ilgili konuşan bir eylemci, "Gece polis saldırdı ve çadırın içindeki bir kişiyi öldürdü. Faşistler gibi, yaptıkları kendi halklarına acı veriyor. Bu gördüklerimiz bir soykırımın işaretçisi. Halk elindeki tüm imkanlarla karşı koymaya hazır" dedi.
Çadırların mahkeme kararı ile kaldırılmasına Konopliov'un karşı çıktığını ifade eden direnişçilerin sözcülerinden Nikolay Gonçarov, 70 yaşındaki Genedi Konopliov'a polisin saldırığını belirtti.
Protesto gösterilerinde daha sık görülmeye başlanan Çernobil Emeklileri gün geçtikçe ülkede muhalefetin simgesi haline geldi.
Donetsk'te ayrıca yaklaşık 100 kişilik bir grup, ekonomi politikalarını protesto etmek için yerel yönetim binasını işgal etmek istedi.
Olay doğu Ukrayna'da Donetsk kentinde meydana geldi. Bu kent Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç'in de memleketi. Gonçarov, Çernobil emeklisi Konopliov'un ölümünden Yanokoviç'i sorumlu tuttu.
Kaynak: ETHA
"Yüzleşme" Sırası İstanbul'da
Diyarbakır Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu dört yıldır sürdürdüğü çalışmaların sonuçlarını 3 Aralık Cumartesi Günü İstanbul'da da paylaşacak.
"Yüzleşme'nin İstanbul'da da olması çok daha önemli; çünkü daha önce haberdar olsa da, yaşanan gerçeklerden yeterince haberdar olmayan kesimlerin, özellikle de 1980'den bu yana burada yaşanan gerçekleri gerektiği şekilde dile getirip göstermeyen ya da göstermeyen ana akım medyanın burada olması. Bu sempozyum eğer yapılan çağrılara yanıt verip, merak eder ve katılırlarsa onların da gerçeklerle ve özellikle de şimdiye kadar yapmadıklarıyla yüzleşmesi anlamına gelecek!"
Dört yıldır yapılan çalışmalara alandan katılan bir komisyon üyesinin sözleri bunlar.
Son 80 yıldır yaşadığımız ve toplum olarak "yüzleşmemiz gereken" pek çok insan haklarına aykırı olayın ön sıralarında yer alan, Diyarbakır Cezaevi'nde 1980-84 arasında yaşananlarla ilgili olarak 2007 yılından bu yana çalışmalar gerçekleştiren "Diyarbakır Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu", bu çalışmaların sonuçlarını Diyarbakır ve Ankara'dan sonra şimdi de İstanbul'da paylaşıma ve tartışmaya açacak.
Beşyüzü aşkın kişiyle görüşüldü
Komisyon 1980-84 arasındaki dört yıllık sürede Diyarbakır Cezaevinde bulunan yaklaşık altı bin tutuklu ve hükümlünün beş yüzü aşkın kesimi, bazılarının yakınları ve birkaç da doğrudan tanıkla görüştü, yüzlerce saat görüşme ve kayıt, bu kayıtların binlerce sayfa tutan çözüm ve dökümlerinden çıkan sonuçları bir kez daha kamuoyuna sunacak.
Yapılan görüşmelerin sonucunda ortaya çıkan raporlar Diyarbakır Cezaevi'nde bu dönemde yaşanan "vahşet" somut tanıklıklarla kanıtlıyor. Bunun yanında o dönemi yaşayanların o zamandan bu güne hukuki, insani, sağlık ve yaşamla ilgili durum ve taleplerini de ortaya koyuyor, bir anlamda "dışlanma" başta olmak üzere sorunlarını, taleplerini ve bunlarla ilgili nelerin yapılmasını gerektiğini ortaya koyuyor.
25-26 Eylül 2010'da Diyarbakır'da, 22 Ocak 2011'de ise Ankara'da gerçekleştirilen toplantılara, aralarında söz konusu dönemde Diyarbakır Cezaevi'nde bulunanlar ve yakınlarının olduğu binbeşyüzü aşkın kişi katıldı.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü'ndeki BS1 ve BS2 salonlarında eş zamanlı olarak gerçekleştirilecek olan "Diyarbakır Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu" tarafından düzenlenen sempozyumu Diyarbakır Barosu, İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi, İstanbul Eczacılar Odası, Karşı Sanat Çalışmaları, Katılımcı Avukatlar Grubu, KESK İstanbul Şubeler Platformu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu, Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı(TOHAV), Türk Tabipleri Birliği İstanbul Tabip odası, TUAD-FED, Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği, 78'Liler Girişimi destekliyor.
Sempozyum sırasında sempozyum alanında, Karşı Sanat Çalışmaları koordinasyonunda çok sayıda sanatçının katılımıyla "Diyarbakır Hapishanesi ne Yana Düşer?" başlıklı bir de sergi düzenleniyor.
Sempozyum Programı / 3 Aralık 2011 Cumartesi
11:00 AÇILIŞ
Açış Konuşması: Vedat Türkali
Belgesel: "Resmi Tarihin Kör Karanlığına Yakılan Işık" Diyarbakır Askeri Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu (Yön: Hüseyin Karabey)
11:45-13:00 I. OTURUM
Yöneticiler: Av. Öztürk Türkdoğan, Prof.Dr. Gençay Gürsoy, Prof. Nihal Saban, Prof.Dr. Tahsin Yeşildere
Genel Sonuçlar, Ruhsal-Fiziksel Etkiler, Saptamalar:
Y.Doç. Dr. Musrat Paker, Dr. Mustafa Sütlaş, Prof.Dr. Şebnem Korur Fincancı
14:00-16:00 II. OTURUM
Sosyolojik Süreç/Cezaevi ve Komisyonun Tarihi/Saptamalar
Y.Doç.Dr. Nazan Üstündağ, Celalettin Can
Hukuk(Uluslararası İnsan Hakları Hukuku/Ceza Hukuku/Geçiş Dönemi Hukuku)
Prof.Dr. Turgut Tarhanlı, Av. Fikret İlkiz, Doç.Dr. Ozan Erözden)
16:30-18:00 III. OTURUM
Yaşananların Hukuki Sonuçları ve Yeni Anayasa: (Prof.Dr. Turgut Tarhanlı)
Soru Cevap / Katkı
Sonuç Bildirgesi
Berrak Karahoda, Celal Başlangıç, Esen Aslandoğan, Av.Mebuse Tekay, Yıldırım Türker
Kaynak: Bianet
"Yüzleşme'nin İstanbul'da da olması çok daha önemli; çünkü daha önce haberdar olsa da, yaşanan gerçeklerden yeterince haberdar olmayan kesimlerin, özellikle de 1980'den bu yana burada yaşanan gerçekleri gerektiği şekilde dile getirip göstermeyen ya da göstermeyen ana akım medyanın burada olması. Bu sempozyum eğer yapılan çağrılara yanıt verip, merak eder ve katılırlarsa onların da gerçeklerle ve özellikle de şimdiye kadar yapmadıklarıyla yüzleşmesi anlamına gelecek!"
Dört yıldır yapılan çalışmalara alandan katılan bir komisyon üyesinin sözleri bunlar.
Son 80 yıldır yaşadığımız ve toplum olarak "yüzleşmemiz gereken" pek çok insan haklarına aykırı olayın ön sıralarında yer alan, Diyarbakır Cezaevi'nde 1980-84 arasında yaşananlarla ilgili olarak 2007 yılından bu yana çalışmalar gerçekleştiren "Diyarbakır Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu", bu çalışmaların sonuçlarını Diyarbakır ve Ankara'dan sonra şimdi de İstanbul'da paylaşıma ve tartışmaya açacak.
Beşyüzü aşkın kişiyle görüşüldü
Komisyon 1980-84 arasındaki dört yıllık sürede Diyarbakır Cezaevinde bulunan yaklaşık altı bin tutuklu ve hükümlünün beş yüzü aşkın kesimi, bazılarının yakınları ve birkaç da doğrudan tanıkla görüştü, yüzlerce saat görüşme ve kayıt, bu kayıtların binlerce sayfa tutan çözüm ve dökümlerinden çıkan sonuçları bir kez daha kamuoyuna sunacak.
Yapılan görüşmelerin sonucunda ortaya çıkan raporlar Diyarbakır Cezaevi'nde bu dönemde yaşanan "vahşet" somut tanıklıklarla kanıtlıyor. Bunun yanında o dönemi yaşayanların o zamandan bu güne hukuki, insani, sağlık ve yaşamla ilgili durum ve taleplerini de ortaya koyuyor, bir anlamda "dışlanma" başta olmak üzere sorunlarını, taleplerini ve bunlarla ilgili nelerin yapılmasını gerektiğini ortaya koyuyor.
25-26 Eylül 2010'da Diyarbakır'da, 22 Ocak 2011'de ise Ankara'da gerçekleştirilen toplantılara, aralarında söz konusu dönemde Diyarbakır Cezaevi'nde bulunanlar ve yakınlarının olduğu binbeşyüzü aşkın kişi katıldı.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü'ndeki BS1 ve BS2 salonlarında eş zamanlı olarak gerçekleştirilecek olan "Diyarbakır Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu" tarafından düzenlenen sempozyumu Diyarbakır Barosu, İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi, İstanbul Eczacılar Odası, Karşı Sanat Çalışmaları, Katılımcı Avukatlar Grubu, KESK İstanbul Şubeler Platformu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu, Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı(TOHAV), Türk Tabipleri Birliği İstanbul Tabip odası, TUAD-FED, Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği, 78'Liler Girişimi destekliyor.
Sempozyum sırasında sempozyum alanında, Karşı Sanat Çalışmaları koordinasyonunda çok sayıda sanatçının katılımıyla "Diyarbakır Hapishanesi ne Yana Düşer?" başlıklı bir de sergi düzenleniyor.
Sempozyum Programı / 3 Aralık 2011 Cumartesi
11:00 AÇILIŞ
Açış Konuşması: Vedat Türkali
Belgesel: "Resmi Tarihin Kör Karanlığına Yakılan Işık" Diyarbakır Askeri Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu (Yön: Hüseyin Karabey)
11:45-13:00 I. OTURUM
Yöneticiler: Av. Öztürk Türkdoğan, Prof.Dr. Gençay Gürsoy, Prof. Nihal Saban, Prof.Dr. Tahsin Yeşildere
Genel Sonuçlar, Ruhsal-Fiziksel Etkiler, Saptamalar:
Y.Doç. Dr. Musrat Paker, Dr. Mustafa Sütlaş, Prof.Dr. Şebnem Korur Fincancı
14:00-16:00 II. OTURUM
Sosyolojik Süreç/Cezaevi ve Komisyonun Tarihi/Saptamalar
Y.Doç.Dr. Nazan Üstündağ, Celalettin Can
Hukuk(Uluslararası İnsan Hakları Hukuku/Ceza Hukuku/Geçiş Dönemi Hukuku)
Prof.Dr. Turgut Tarhanlı, Av. Fikret İlkiz, Doç.Dr. Ozan Erözden)
16:30-18:00 III. OTURUM
Yaşananların Hukuki Sonuçları ve Yeni Anayasa: (Prof.Dr. Turgut Tarhanlı)
Soru Cevap / Katkı
Sonuç Bildirgesi
Berrak Karahoda, Celal Başlangıç, Esen Aslandoğan, Av.Mebuse Tekay, Yıldırım Türker
Kaynak: Bianet
Şikayete gitti, polisin ‘eşinden ayrıl bende kal’ tacizine uğradı
Eşiyle tartıştıktan sonra şikâyette bulunmak için karakola giden T.Ş., polis memuru Gizlihan Barutçu'nun tacizine maruz kaldı. T.Ş., polisin daha sonra da devam eden taciz içerikli konuşmalarını cep telefonuna kaydedip şikâyetçi oldu. Feministler, açığa alınan polis Barutçu hakkında 'cinsel taciz' suçudan açılan davada T.Ş'ye destek olmaya çağırıyor.
T.Ş., tartıştığı eşiyle birlikte, birbirlerini şikâyet etmek üzere 10 Mart 2011’de Cumhuriyet Polis Merkezi’ne gitti. T.Ş’yi odasına çağıran polis memuru Gizlihan Barutçu, “Eşinden ayrıl, bekâr evim var, sana yardımcı olurum, bu gece bende kalabilirsin” diye tacizde bulundu. Bu sözlere tepki göstererek başka polis memuruna ifade veren T.Ş., daha sonra gelen ailesiyle birlikte karakoldan ayrıldı. T.Ş’ye, eşinin evindeki kişisel eşyalarını alırken yardımcı olmaları için iki polis görevlendiren Barutçu, T.Ş’yi telefonla arayarak, mesaj göndererek birlikte olma ısrarlarına devam etti. T.Ş. de taciz içerikli konuşmaları cep telefonuna kaydedip, suç duyurusunda bulundu.
Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan iddianamede, Barutçu’nun cinsel taciz suçundan 2 yıla kadar hapisle cezalandırılması isteniyor. Sanık polis ise karakolda üzerine düşen görevi yaptığını, kendisine iftira atıldığını savunuyor. Çorlu 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın gelecek oturumu 16 Aralık’ta yapılacak. Mahkemede T.Ş’nin daha sonra barıştığı eşi İbrahim Ş., tanık olarak dinlenecek. Sanığın başka bir sabıkası olup olmadığı da araştırılıyor.
Keskin’den destek çağrısı
T.Ş’nin avukatı Eren Keskin, feministlerin T.Ş’ye destek olmalarını istiyor. Keskin, son oturumda mahkeme yargıcının şikâyetçi tarafa “sanık”, sanığa da “şikâyetçi” gibi davrandığına dikkat çekerek şunları söyledi:
“Son duruşma gergin geçti. Sanık, avukat olarak beni hedef aldı. Tehdit etti. Mahkemeden, bu duruma izin vermemesini istedim. Yargıç, taleplerimi sunmama da izin vermedi. Sanık bu olaydan sonra açığa alınmasının kızgınlığı içinde... Bu davanın kamuoyunca sahiplenilmesini istiyoruz. Çorlu, küçük bir yer. Kadın hareketinin de orada desteğe ihtiyacı var. İnsanların, kendilerini yalnız hissetmeden yargıya güvenlerinin olması da gerekiyor.”
Kaynak: Haberlink
T.Ş., tartıştığı eşiyle birlikte, birbirlerini şikâyet etmek üzere 10 Mart 2011’de Cumhuriyet Polis Merkezi’ne gitti. T.Ş’yi odasına çağıran polis memuru Gizlihan Barutçu, “Eşinden ayrıl, bekâr evim var, sana yardımcı olurum, bu gece bende kalabilirsin” diye tacizde bulundu. Bu sözlere tepki göstererek başka polis memuruna ifade veren T.Ş., daha sonra gelen ailesiyle birlikte karakoldan ayrıldı. T.Ş’ye, eşinin evindeki kişisel eşyalarını alırken yardımcı olmaları için iki polis görevlendiren Barutçu, T.Ş’yi telefonla arayarak, mesaj göndererek birlikte olma ısrarlarına devam etti. T.Ş. de taciz içerikli konuşmaları cep telefonuna kaydedip, suç duyurusunda bulundu.
Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan iddianamede, Barutçu’nun cinsel taciz suçundan 2 yıla kadar hapisle cezalandırılması isteniyor. Sanık polis ise karakolda üzerine düşen görevi yaptığını, kendisine iftira atıldığını savunuyor. Çorlu 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın gelecek oturumu 16 Aralık’ta yapılacak. Mahkemede T.Ş’nin daha sonra barıştığı eşi İbrahim Ş., tanık olarak dinlenecek. Sanığın başka bir sabıkası olup olmadığı da araştırılıyor.
Keskin’den destek çağrısı
T.Ş’nin avukatı Eren Keskin, feministlerin T.Ş’ye destek olmalarını istiyor. Keskin, son oturumda mahkeme yargıcının şikâyetçi tarafa “sanık”, sanığa da “şikâyetçi” gibi davrandığına dikkat çekerek şunları söyledi:
“Son duruşma gergin geçti. Sanık, avukat olarak beni hedef aldı. Tehdit etti. Mahkemeden, bu duruma izin vermemesini istedim. Yargıç, taleplerimi sunmama da izin vermedi. Sanık bu olaydan sonra açığa alınmasının kızgınlığı içinde... Bu davanın kamuoyunca sahiplenilmesini istiyoruz. Çorlu, küçük bir yer. Kadın hareketinin de orada desteğe ihtiyacı var. İnsanların, kendilerini yalnız hissetmeden yargıya güvenlerinin olması da gerekiyor.”
Kaynak: Haberlink
KESK davasında karar: 156 yıl hapis
KESK Genel Başkanı Lami Özgen'in de aralarında olduğu KESK üye ve yöneticisi 25 kişiye "örgüt üyesi olduğu" iddiasıyla 6 yıl 3'er ay hapis cezası verildi.
KCK soruşturması altında 2009 yılında yargılanmaya başlayan 31 KESK üye ve yöneticisinden 25'ine toplam 156 yıl hapis cezası verildi.
Duruşmada kararını açıklayan İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, KESK eski Genel Sekreteri Abdurrahman Daşdemir ile Selçuk Haspolat, Faysal Ceylan, Murat Meriç, Kemal Karakoyun ve Yüksel Mutlu'nun beraat ettiğini bildirdi. Mahkeme heyeti, 25 kişiye ise 6 yıl 3'ar ay hapis cezası verdi.
Hapis cezası verilenler arasında KESK Genel Başkanı Lami Özgen, Eğitim Sen Kadın Sekreteri Sakine Esen Yılmaz, KESK eski Kadın Sekreteri Songül Morsümbül, Eğitim Sen eski Kadın Sekreterleri Elif Akgül Ateş ve Gülçin İsbert de bulunuyor.
Mahkeme heyeti başkanının, 31 KESK'linin beraatını istediği, fakat oy çokluğuyla 25 kişiye ceza verildiği öğrenildi. KESK'lilerin avukatı Mehmet Yıldız, karara itiraz edeceklerini belirtti.
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatıyla 28 Mayıs 2009 tarihinde KESK'e yönelik başlatılan operasyonda İzmir'de 28, Ankara'da 3, İstanbul, Manisa ve Van'da 1'er kişi olmak üzere çoğu öğretmen 34 kişi gözaltına alınmıştı. Gözaltına alınanlar arasında o dönemde KESK'in kadın sekreterliği görevini yürüten Songül Morsümbül, KESK eski Genel Sekreteri Abdurrahman Daşdemir ve KESK'in Genel Başkanı Lami Özgen de bulunuyordu.
İzmir'de gözaltına alınan 28 KESK üyesinden 22'si tutuklanırken, "KCK yapılanması içinde faaliyet yürüttükleri" iddiasıyla açılan davanın 18-19 Kasım 2009 tarihindeki ilk duruşmasında 22 emekçi memur tahliye edilmişti.
Duruşmada kararını açıklayan İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, KESK eski Genel Sekreteri Abdurrahman Daşdemir ile Selçuk Haspolat, Faysal Ceylan, Murat Meriç, Kemal Karakoyun ve Yüksel Mutlu'nun beraat ettiğini bildirdi. Mahkeme heyeti, 25 kişiye ise 6 yıl 3'ar ay hapis cezası verdi.
Hapis cezası verilenler arasında KESK Genel Başkanı Lami Özgen, Eğitim Sen Kadın Sekreteri Sakine Esen Yılmaz, KESK eski Kadın Sekreteri Songül Morsümbül, Eğitim Sen eski Kadın Sekreterleri Elif Akgül Ateş ve Gülçin İsbert de bulunuyor.
Mahkeme heyeti başkanının, 31 KESK'linin beraatını istediği, fakat oy çokluğuyla 25 kişiye ceza verildiği öğrenildi. KESK'lilerin avukatı Mehmet Yıldız, karara itiraz edeceklerini belirtti.
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatıyla 28 Mayıs 2009 tarihinde KESK'e yönelik başlatılan operasyonda İzmir'de 28, Ankara'da 3, İstanbul, Manisa ve Van'da 1'er kişi olmak üzere çoğu öğretmen 34 kişi gözaltına alınmıştı. Gözaltına alınanlar arasında o dönemde KESK'in kadın sekreterliği görevini yürüten Songül Morsümbül, KESK eski Genel Sekreteri Abdurrahman Daşdemir ve KESK'in Genel Başkanı Lami Özgen de bulunuyordu.
İzmir'de gözaltına alınan 28 KESK üyesinden 22'si tutuklanırken, "KCK yapılanması içinde faaliyet yürüttükleri" iddiasıyla açılan davanın 18-19 Kasım 2009 tarihindeki ilk duruşmasında 22 emekçi memur tahliye edilmişti.
Kaynak: ETHA
28 Kasım 2011 Pazartesi
AİHM Yargıcı: 'Vicdani ret mutlaka uygulanmalı'
AİHM'nin Türk yargıcı NTV'nin sorularını yanıtladı.
Türkiye’de tutukluluk ve gözaltı sürelerinin büyük sorun olduğunu belirten AİHM’in Türk yargıcı Işıl Karakaş, Türkiye’den AİHM’e başvurularda inanılmaz artış olduğunu söyledi. NTV muhabiri Kayhan Karaca’ya konuşan Karakaş, “Vicdani ret mutlaka uygulanmalı” dedi.
Türkiye’de tutukluluk ve gözaltı sürelerinin büyük sorun olduğunu belirten AİHM’in Türk yargıcı Işıl Karakaş, Türkiye’den AİHM’e başvurularda inanılmaz artış olduğunu söyledi. NTV muhabiri Kayhan Karaca’ya konuşan Karakaş, “Vicdani ret mutlaka uygulanmalı” dedi.
"Mahkeme, vicdani reddin tanınması gerektiğini, kişinin 9’uncu maddeden kaynaklanan din ve vicdan özgürlüğü hakkının ihlal edildiğini belirtmiş ve kararın içine 46’ıncı madde dediğimiz, devletin yapması gereken, alması gereken tedbirlerle ilgili bir de paragraf eklemiştir. Orada da diyor ki Türkiye mutlaka yasal düzenlemesini buna göre yapmalı, vicdani ret hakkını tanımalı, bir, ikincisi de, bu hakkı kullanan kişiler için de ilave bir kamu hizmeti, bir alternatif hizmet öngörmelidir.
Alternatif hizmetin cezalandırıcı veya caydırıcı olmaması da gündeme getiriliyor mu?
Karakaş: Elbette. Ya askerlik ya da 10 yıl kamu hizmeti ya da 10 yıl taş ocağında olmaz tabii. Kamu hizmetinin niteliği ve önerilen alternatif de burada önemli."
"AİHM'e başvuru arttı"
Son günlerde tartışılan bir diğer konu da vicdani ret. Konu AİHM’ye de dayanıyor zira mahkemeniz bu konuda Türkiye hakkında iki önemli karara imza attı. Vicdani ret hakkı Türkiye’de yok, hükümet de bu konunun gündemde olmadığını söylüyor. Siz buradan konuya nasıl bakıyorsunuz?
Karakaş: O söylem önce vardı zannedersem, sonra bir anda değişti. Aslında şöyle bir şey de söyleyebilirim: Bir konuyu uygulamak için aslında illa da Türkiye aleyhine bir karar olması gerekmiyor. AİHM Büyük Dairesi tarafından Ermenistan’a karşı alınmış Bayatyan kararı var. Mahkeme ilk defa burada vicdani retçilerin haklarını 9’uncu madde, yani din ve vicdan özgürlüğü kapsamında yorumladı. Türkiye’den de bu konuda gelen birçok başvuru var mahkemenin önünde. Dolayısıyla Mahkeme bu davaları Büyük Daire davası sonuçlanana kadar bekletti. Büyük Daire davası kararı çıktıktan sonra artık hükümet Türkiye’ye karşı yapılmış o başvuruların ne şekilde sonuçlanacağını biliyor. Çünkü daireler Büyük Daire kararlarını takip ederler. Dolayısıyla vicdani ret meselesi bugün din ve vicdan özgürlüğü kapsamında değerlendirilen bir haktır. Büyük Daire kararında açıkça söylendiği gibi bugün Avrupa Konseyi’ne üye 47 devletten sadece 2’sinde vicdani ret hakkı tanınmamaktadır, bunlar Türkiye ve Azerbaycan’dır. Onun dışında geriye kalan 45 üye devletin hepsinde vicdani ret hakkı tanınmaktadır. Mahkeme Büyük Daire’nin Bayatyan kararında bunu da dayanak aldı. Orada da açıkça söyledi: ‘Türkiye ve Azerbaycan dışında bu hak bütün devletlerde tanınmıştır’ dedi. Bu demektir ki Avrupa’da oluşmuş olan bir konsensüs var bu konuda ve siz bu konsensüsün dışındasınız. Dolayısıyla üye olduğunuz örgütün bütün devletlerinde belirli bir yönde bir uygulama bir düzenleme varsa, o uluslararası örgütün yargı organı olan AİHM bunu dikkate aldığı için, konsensüsün dışında olan ülkelerin de bu konsensüse uymak durumunda olduklarına hiç kuşku yoktur. Bu tespitten sonra Erçep kararında (not: AİHM’nin 22.11.2011 tarihli vicdani ret kararı) Mahkeme, vicdani reddin tanınması gerektiğini, kişinin 9’uncu maddeden kaynaklanan din ve vicdan özgürlüğü hakkının ihlal edildiğini belirtmiş ve kararın içine 46’ıncı madde dediğimiz, devletin yapması gereken, alması gereken tedbirlerle ilgili bir de paragraf eklemiştir. Orada da diyor ki Türkiye mutlaka yasal düzenlemesini buna göre yapmalı, vicdani ret hakkını tanımalı, bir, ikincisi de, bu hakkı kullanan kişiler için de ilave bir kamu hizmeti, bir alternatif hizmet öngörmelidir.
Alternatif hizmetin cezalandırıcı veya caydırıcı olmaması da gündeme getiriliyor mu?
Karakaş: Elbette. Ya askerlik ya da 10 yıl kamu hizmeti ya da 10 yıl taş ocağında olmaz tabii. Kamu hizmetinin niteliği ve önerilen alternatif de burada önemli. Bu çok önemli bir mevzu. Dolayısıyla kararın içinde yapılması gereken düzenleme açıkça belirtildiğine göre burada artık Türkiye’nin bunu yapmaktan başka çaresi olduğunu düşünmüyorum. Aksi halde (Avrupa Konseyi) Bakanlar Komitesi önünde, zaten daha önceden verilmiş (Osman Murat) Ülke kararı vardı ama orada 3’üncü madde, kötü muamele çerçevesindeydi. Şimdi ise din ve vicdan özgürlüğü bakımından. Zaten bu vicdani reddin de toplumda çok fazla yaygın bir düşünce olduğunu düşünmek pek doğru değil. Öyle herkes askere gitmeyecek, vicdani ret hakkını kullanacak diye bir şey yok. Belirli dine bağlı olanlar, bir de pasifistler, savaş karşıtları dediğimiz gruplar bakımından söz konusu bir haktır.
ntvmsnbc
Kaynak: Savaş Karşıtları
Yine Eti Gümüş, yine kaza
Kütahya'daki tesislerinde Mayıs ayında siyanür atık barajı taşarak insanların zehirlenmesine neden olan Eti Gümüş A.Ş'nin, bu kez Balıkesir'deki tesisinde asit kaçağı meydana geldi. İki işçi yaralandı.
Eti Maden A.Ş'nin, Bandırma Bor ve Asit Fabrikası'ndaki sülfürik asit tesisinde kanal temizliği sırasında asit kaçağı meydana geldi.
Bu sırada çalışan işçilerden Mustafa Dilaver ve Şaban Özer, vücutlarının çeşitli yerlerinden yaralandı. İşçiler, ambulansla Bandırma Devlet Hastanesine kaldırıldı.
KÜTAHYA'DA ATIK BARAJI TAŞMIŞTI
Eti Gümüş A.Ş'nin Kütahya'daki tesisinin siyanür atık barajında 7 Mayıs 2011 tarihinde taşma yaşanmıştı. Sızan siyanürün doğaya ve şebeke suyuna karışması üzerine Kütahya'nın Tavşanlı İlçesi Dulkadir Köyü'nde onlarca kişi zehirlenerek hastaneye kaldırılmış, 1 büyükbaş hayvan, iki koyun ve 7 civciv telef olmuştu. Şirket ve hükümet tarafından gizlenen gerçekler, meslek örgütleri ve sendikalar tarafından açığa çıkarılmıştı.
Dulkadir Köyü'ne giderek şebeke suyu örneği alan Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) İzmir Şubesi, şebeke suyundaki siyanür miktarının olması gerekenden 221 kat fazla oranda olduğunu açıklamıştı.
Ayrıca tesiste çalışan işçilerde arsenik tespit edilmişti. 800 işçinin çalıştığı tesiste 137 işçiye sağlık taraması yapılmış, bunlardan 97'sinde sınır değerinin üzerinde arsenik tespit edilmişti.
Kaynak: ETHA
"Avukatları Serbest Bırakın"
16 Avrupa ülkesinden avukat üyeleri olan iki mesleki birlik, yayınladıkları ortak bildiriyle KCK soruşturmasında tutuklanan avukatların serbest bırakılması çağrısında bulundu.
Merkezi Almanya'da bulunan Avrupa Demokrasi ve İnsan Hakları için Avukatlar Birliği (ELDH) ile Avrupa Demokratik Avukatlar (AED), Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve hükümete yazdıkları açık mektupta, KCK soruşturması kapsamında tutuklanan avukatların serbest bırakılması çağrısında bulundu.
İstanbul'da Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) üyesi oldukları iddiasıyla 41'i avukat 46 kişi gözaltına alınmış, 33'ü avukat 34 kişi, çıkarıldıkları Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ndeki sorgularının ardından 26 Kasım'da tutuklanarak cezaevine gönderilmişti. Diyarbakır'da da gözaltına alınan 43 kişiden 36'sı tutuklandı.
ELDH Başkanı Prof. Bill Bowring, AED Başkanı Gilberto Pagani, ELDH Genel SekreteriThomas Schmidt, AED Başkan Yardımcısı Hans Gaasbeek'in imzasının bulunduğu mektupta, özetle şu ifadelere yer verildi:
"İnsan hakları sözleşmelerine aykırı"
* Türkiye'de avukatların, evlerine yapılan baskınlarla gözaltına alınmasından derin endişe duyuyoruz. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen KCK ana davasında savunma yapan avukatların da dahil edildiği bu tutuklamalar, Türkiye mahkemelerinden ve savcılarından gelen ve bir süredir devam eden tehditlerin son adımı.
* Avukatlar, Diyarbakır mahkemelerinde Kürtçe savunma yasağı getirilmesine karşın prensipli bir davranış sergileyerek, müvekkillerini artık savunamayacaklarını belirtmişlerdi. Avukatlar ve Diyarbakır Barosu bu tutumları nedeniyle, mahkeme ve savcı tarafından birçok kez "suç işledikleri" konusunda uyarılmışlardı.
* Türkiyeli yetkililere, bu tutuklamaların, tüm insan hakları sözleşmelerine aykırı olduğunu da belirtmek istiyoruz. Bu tutuklamalarla; 1990'da Küba'nın başkenti Havana'daki Birleşmiş Milletler Kongresi'nde (BM) kabul edilen "Avukatların Rolüne Dair Temel Prensipler"in (Havana Kuralları) de göz ardı edildiği görülüyor.
* Bu kurallara göre, hükümet, tehdit, engelleme, taciz ve uygunsuz müdahale olmaksızın avukatların mesleklerini yapabilmesinden sorumludur. Türkiye hükümetine, avukatların serbest bırakılması çağrısında bulunuyoruz.
Kaynak: Bianet
Alınak: Esas Kuryeliği Devlet Yaptı
41'i avukat 46 kişiyle KCK operasyonu çerçevesinde gözaltına alınan, daha sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan Avukat Mahmut Alınak, gözaltına alınış sürecini ve yaşadıklarını bianet'e anlattı.
22 Kasım'da İstanbul'da düzenlenen eş zamanlı Kürdistan Topluluklar Birliği'ne (KCK) operasyonunda gözaltına alınan 41'i avukat 46 kişi arasında yer alan Mahmut Alınak, 26 Kasım'da serbest bırakılmıştı.
Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) 4 Eylül'de yapılan 2. Olağan Kongresi'nde "kişiler değil projeler yarışmalı" diyerek genel başkanlık için adaylığını koyan Alınak, "Gençler ölmesin, ocaklar sönmesin" kampanyası çerçevesinde PKK lideri Abdullah Öcalan'la görüşmüştü.
"Sigara bile içirmediler"
KCK operasyonlarını hukuksuz ve siyasi olarak nitelendiren Alınak, gözaltına alınış sürecini ve yaşadıklarını şöyle anlattı:
* 22 Kasım'da İstanbul'daydım. Saat 06.30'da Kars'taki evimiz polisler tarafından basılmış. Eşim bana 09.00'da haber verdi. Evde yastık içlerine, iğne ipliğe kadar her yeri aramışlar.
* İstanbul'da kızımın evindeydim. 10.00'da evden çıktığımda sivil polisler beni arabaya bindirmek istediler; karşı çıkınca da yaka paça arabaya soktular.
* Arabada 45 dakika beklettiler. Savcılıktan arama izni gelince eve girdiler ve saat 16.00'ya kadar kızımın da evini didik didik aradılar.
* Emniyet Genel Müdürlüğü'ne götürdüler ve dört gün boyunca kapalı bir odada beklettiler. Sabahla akşamı ancak getirdikleri yemeklerden anlayabiliyordum. Tamamen kapalı bir yerdi ve sigara içmeme bile izin vermediler.
* Cumartesi sabaha karşı 02:00'de Adli Tıp Kurumu'nda muayene edildikten sonra İstanbul Adliyesi'ne götürdüler ve burada 40'tan fazla insanı bir odaya kapatarak beklettiler.
* Savcılık sorgusunun ardından tutuklanma talebiyle çıkarıldığım mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldım.
"Savunma yapacak hal bırakmıyorlar"
Gözaltına alındıktan sonra dört gün boyunca şüphelilerin çok yorulduğuna ve kendilerini savunacak hallerinin kalmadığına dikkat çeken Alınak, kendisine ağırlıklı olarak Öcalan'la yaptığı görüşmeleri Kandil'e iletip iletmediğinin sorulduğunu söyledi.
Kendisinin böyle bir şey yapmadığının devlet tarafından da bilindiğini, amaçlarının sadece kendisine gözdağı vermek olduğunu iddia eden Alınak, esas kuryeliği devletin yaptığını söyledi.
"Öcalan'la görüştüğümüzde kendisi devletle yaptığı görüşmelerin devlet tarafından 'yukarı' gönderildiğini söylemişti" diyen Alınak, avukatların 12 yıldır Öcalan'la görüştüğünü ancak devlet-Öcalan görüşmelerinin kesildiği Nisan ayından itibaren kendisiyle görüşen avukatların gözaltına alındığına dikkat çekti.
"Ergenekon'la bağlama çabasındalar"
Kürt sivil muhalefetinin Ergenekon'la da bağlamaya çalışıldığını iddia eden Alınak, Ergenekon'un kontrgerilla hareketi olduğunu ve bu hareketin yıllarca Kürt halkına zulmettiğini hatırlattı ve böyle bir bağlantı kurma girişiminin sadece sivil hareketi itibarsızlaştırma operasyonu olduğunu söyledi ve ekledi:
"Bana Doğu Perinçek'in bilgisayarında mail adresim olduğunu ve aramızdaki ilişkiyi sordular. Bizim herhangi bir ilişkimiz yok. Ancak benim e-mail adresim gizli değil ve pek çok insanda var. Perinçek'te de olması kadar doğal bir şey olamaz."
Kaynak: Bianet
Van Depreminin İlk Ayı
25 Kasım 2011 Cuma günü "Van Depremi Günlüğü'nde Çiğdem Mater, sivil toplum kuruluşlarının (STK) 20 Kasım'da yaptığı ortak bir toplantının ardından ortaya çıkardıkları raporu Açık Radyo dinleyicileriyle paylaştı.
25 Kasım 2011 Cuma günü "Van Depremi Günlüğü'nde Çiğdem Mater, sivil toplum kuruluşlarının (STK) 20 Kasım'da yaptığı ortak bir toplantının ardından ortaya çıkardıkları raporu Açık Radyo dinleyicileriyle paylaştı.
Bu rapor Van Depremi sonrası kentte ve çevre ilçe ve köylerinde yaşanan sorunların ve yaşam koşullarının derli toplu bir şekilde derlendiği en yeni çalışmalardan birisi.
Çiğdem Mater programında STK'ların raporunu şöyle aktardı:
"Van depreminin 33'üncü, Van-Edremit depreminin 16. günü. Açık Radyo'da Van Deprem Günlüğü'ne devam ediyoruz. Bugün konuğumuz yok.
20 Kasım 2011 günü sivil toplum kuruşlarının Van'da depremden yaklaşık bir ay sonra yaptıkları bir toplantı sonrası hazırladıkları bir raporu sizinle paylaşmak istiyorum.
Van'da depremin olduğu ilk andan itibaren sonrası sivil toplum kuruluşlarının yoğun bir çalışması vardı. Hem kendileri de depremzede olmalarına rağmen kentin sivil toplum kuruşluları hem de çevre illerin sivil toplum kuruluşları hemen deprem bölgesine gittiler ve yoğun bir şekilde çalışmaya başladılar.
Hepimizin bildiği bütün o koordinasyonsuzluk, sivil toplum kuruluşları da etkiledi, hatta zaman zaman engellendiler. Belediye ile valilik arasında artık ayyuka çıkan problemler bölgedeki sivil çalışmaları da etkiledi.
Van Valiliği depremin 15. gününde bir aldığı kararla bazı dernek ve kuruluşlara çalışma izni vermedi. Bu problemlerin bir kısmı zamanla çözüldü. Bazıları izin prosedürlerini Ankara'dan çözmeye çalıştı.
Yine de durumun bundan 20 gün öncesinden daha iyi olduğunu söylemek mümkün.
Sizinle paylaşacağım somut öneriler içerin bu raporu sivil toplum kuruluşları bir araya gelerek hazırladılar. Rapor çadırkentlerde çalışan, bölgede bulunan bir takım insanların birinci elden tanıklıklarıyla oluşturuldu.
Toplantıya katılan STK'ların bazıları şöyle Mavi Hilal Derneği, Diyarbakır'dan Çocuklar Aynı Çatı Altında Derneği, Urfa Gıda Bankası, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı (İKGV), Hayata Destek Vakfı, Van Kadın Derneği, ShelterBox, Sınır Tanımayan Doktorlar... Bu kuruluşlar, neredeyse depremin ilk anından beri bölgede çalışan kuruluşlar.
En acil sorun içme suyu
Raporda ilk dikkat çeken içme suyu probleminin çözülmesi ve klor tabletlerinin şebeke suyuna verilmesi. Su firmaları bölgeye yoğun biçimde su gönderimi yaptı ama dağıtımda sorunlar yaşandığını ilk elden biliyoruz. Özellikle köylere ulaşımda zorluk yaşandı. Köylerin hemen hepsinin yerle bir olduğu düşünülürse içme suyu ile kanalizasyonun birbirine karışmış olup olmadığı kontrolü yapılmadığı için bölge insanı ciddi bir su problemiyle karşı karşıya.
Bir başka ciddi problem de çadırkentlerde yaşayan kalabalık nüfusa eğitim verilmesi. Taktir edersiniz ki hiçbirimiz çadırda yaşama eğitimi almış değiliz. Dolayısıyla tuvaletlerin, banyoların, mutfakların ortak kullanıldığı bir alanda temel bir eğitimin şart olduğu aşikar.
Van çoğunluğu Afgan ve İranlı yaklaşık 3000 kayıtlı mültecinin bulunduğu bir kent. Mültecilerin büyük çoğunluğu depremden hemen sonra kentten çıkarılıp uydu kentlere yerleştirildi. Ama hala 100 kadar ailenin bölgede olduğunu biliyoruz. Bu ailelerle ilgili olarak mültecilerin dağınık halde yaşamalarının giderilmesine de yer veriliyor raporda. Bu mesele henüz tam olarak çözülemedi.
Çadırkentlerde yaşanan sorunlardan biri de Kürtçe. Afet sonrası psikososyal destek için yapılan çağrılarda mümkün olduğu kadar Kürtçe bilenlere öncelik veriliyordu. Çünkü kadınların ve çocukların hepsi Türkçe bilmiyor. Uzmanların Kürtçe bilmemesinden kaynaklanan sorunların aşılması için raporda Kürtçe bilen psikologların, sosyal hizmet uzmanlarının ve uzmanların bölgeye getirilmesinin sağlanması öngörülüyor.
Ya nüfus kaydı olmayanlar?
Van'da bütün yardımlar Sosyal Yardımlaşma Vakfı üzerinden TC Kimlik numarasıyla yapılıyor ve çadırkentlerde kalanlar bunlardan yararlanıyor. Ancak kentte halen yardıma erişim problemi var. Birincisi herkese yetecek kadar çadır olmadığı için, ikincisi insanlar enkaz halinde de olsa evlerini bırakıp gitmek istemediği için evlerinin önünde durmaya devam ediyorlar. Bu da yardımların dağıtımlarında sorun çıkmasına neden oluyor. Örneğin Sosyal Yardımlaşma Vakfı'nda kaydı olmayanların kömür alması mümkün değil.
Sivil Toplum Kuruluşları raporlarında kömür yani ısınma sorununa dikkat çekiyor.
Raporun altını çizdiği diğer bir nokta ise devlet kurumları, Van Belediyesi ve sivil toplum kuruluşları arasında yaşanan koordinasyonsuzluğun çözülmesi talebi. Bu koordinasyonsuzluk ilk günden itibaren devam ediyor. Afetzedelere ulaştırılan desteklerin listelenmesi üzerine bir talep var ve bu listelerin şeffaf olması, halkla ve STK'larla paylaşılması isteniyor.
Bir diğer konu, Van'dan diğer kentlere gönderilen depremzedelerin oralarda ne yapacakları, onları nelerin beklediği, sorunla karşılaştıklarında nere başvuracakları gibi konuların kendilerine özenle anlatılmasının gerekliliği. İnsanları alıp daha sıcak bölgelere götürmek bir çözüm ama oraya gittiklerinde ne yapacaklarını, neyle karşılaşacaklarını bilmiyorlar.
Van'da nüfusa kayıtlı olmayan kadın ve çocuklar sağlık güvencesinden ve sosyal destekten yararlanamıyorlar; mesele dönüp dolaşıp TC kimlik numarasında tıkanıyor.
Kadınların yalnız başlarına kalabilecekleri, kadınlar tarafından oluşturulacak bir merkez kurulması talebi de var. Aynı talep kadınların çadırkentlerde başlarına gelebilecek taciz gibi durumlarla ilgili olarak konuşabilecekleri, görüşebilecekleri bir merkezin oluşturulması için de dile getiriliyor.
Hasar tespit yinelenmeli
Gezici eczaneler bölgenin devam eden sorunlarından biri. Van kent merkezinde ve köylerde de dolaşması isteniyor. Erciş'de bir sahra eczanesinin olduğunu biliyoruz. Gezici eczaneler bölgeye gitti, ama artık daha fazla dolaşmaları ve köylere ulaşmaları gerekiyor.
Birinci Van Depremi'nden sonra köylerde hasar tespit çalışması yapılmıştı. Ancak 9 Kasım Depremi'nden sonra çalışma yenilenmedi. İlk depremde zarar oluşmayan evleri ikinci depremde zarar gördü ya da içine girilemez duruma geldi. Bu evlerde insanlar henüz konteynır ya da prefabrik listelerine alınmadıkları için evlerin önünde çadırda yaşadıklarına dair bilgiler alıyoruz. Bununla ilgili bir çözüme gidilmesi gerekiyor. Hasarlı bina tespiti yeniden yapılmalı.
Van aldığımız bütün haberlerden, konuştuğumuz bütün insanların ifadelerinden çıkan sonuç, hayatın yeniden düzene girmesi için enkazların kaldırılması ve zarar görmüş binaların hemen yıkılması olduğu yönünde. Çünkü bu haliyle kentin durumu yaşayanların psikolojisine hiç iyi gelmiyor.
Van'daki STK'ların Valilik ile yaptıkları toplantıda bu konuyu aktardıklarını biliyoruz. Şehre hala gönüllü gerekiyor. Dolayısıyla gidebilen, zamanı olan gitsin. Van Belediyesi web sayfasında başvuru formu bulmanız mümkün.
Günlüğü tutmaya devam edeceğiz."
Kaynak: Bianet
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)