4. celsesi görülen davanın duruşmasına, köpeğe tecavüz eden tutuksuz yargılanan sanık Şerafettin Şenol yine katılmazken, Yeryüzüne Özgürlük Derneği suçtan zarar gördüğü gerekçesi ile davaya müdahillik talebinde bulundu. Mahkeme suçtan doğrudan doğruya zarar görmediği gerekçesiyle derneğin talebini reddetti. Dava 25 Nisan 2013 tarihine ertelenirken bir sonraki duruşmada komşulardan iki tanığın da mahkemede hazır olması istendi. Hakim bir sonraki duruşmanın %95 karar duruşması olacağını söyledi.
Dünkü kadına yönelik polis şiddeti bu eylemde de protesto edildi
Dün İstanbul İl Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü’nde, hükûmetin kadın düşmanı politikalarını protesto eden kadınların gözaltına alınması ve akabinde kadınlara uygulanan polis şiddeti de eylem öncesinde alkışlarla, düdüklerle protesto edildi.
Tecavüzün ve ayrımcılığın her türlüsünün kabul edilemez olduğunu belirten Yeryüzüne Özgürlük Derneği’yle birlikte, hayvan hakları gruplarına üye, bağımsız ve feminist aktivistlerden yaklaşık 40 kişi, adliye önünde “Tecavüzcü, İkiyüzlü, Ayrımcı Erkek Adalet Değil, Gerçek Adalet İstiyoruz” pankartı açarak eylem yaptı.
"Mal Değil, Can"
Basın açıklamasını okuyan Yeryüzüne Özgürlük Derneği’nden Neşe Akbaş, “Sanık Şerafettin Şenol, Ayşa'yı bağlayıp bedenine tecavüz ederken suçüstü yakalanmasına rağmen hakkında, bir canlıyı yaralamak, haklarını gasp etmek veya sebep olduğu hak ihlallerinden, acılardan değil; mala zarar verme ve hırsızlıktan dava açıldı. Hâlâ T.C. mevzuatı ve yargı organları, yaşayan canlılara sadece birer mal muamelesi yapmaya devam ediyor.” dedi.
Basın açıklamasından sonra Neşe Akbaş ”Bu adam 3 çocuklu evli ve şu anda elini kolunu sallayarak aramızda dolaşıyor. Yasadaki boşluk nedeniyle devlet suçluyu gerçek suçundan yargılayamıyor. Polis tutanaklarında tecavüz anı suçüstü belgelenmiş olmasına rağmen, hayvana tecavüz ya da işkence suç değil kabahat olarak işlem görüyor. Yasa hayvanları sahipli ve sahipsiz olarak ikiye ayırıyor ve mülk haline getiriyor. Her iki durumda da hayvan canlı olarak görülmüyor, insan mağduriyeti üzerinden değerlendiriliyor. Şu anda yapılması gereken bu yasanın kabahatler kanunundan çıkartılıp hayvan mağduriyeti üzerinden TCK kapsamında düzenlenmesi gerekiyor.” dedi.
Köpeğin bazı hayvan aktivistleri ve onu sahiplenen kişiler tarafından adliye önüne getirilerek teşhir edilmesi, diğer aktivistler ve Yeryüzüne Özgürlük aktivistleri tarafından büyük tepki gördü. Asıl teşhir edilmesi gerekenin tecavüzcü olduğunu vurgulayan aktivistler, “işte bakın! buna bile tecavüz ediyorlar, buna kadar düştüler” şeklinde bağıranların, şiddeti yeniden ürettiğini ve Ayşa’nın daha fazla tacize açık hale getirildiğini söylediler. Hayvanların “aşağı” konumunun pekiştirilerek acındırmanın politik bir söylem olmadığı, bu davanın da nitelikli tecavüz davası olması gerektiği ve münferit olmadığı, erkeklerin hayvanlara tecavüzünün de, kadın ve çocuklara yönelik tecavüz gibi sistematik olduğunun altı çizildi.
Hayvana yönelik tecavüzün kadına yönelik tecavüzle aynı zihniyetin ürünü olduğunu belirten aktivistler “Hayvana tecavüz, iddia edildiği gibi "münferit" ve erkek cinselliğinin bir tezahürü değildir. Bu davada ‘kilit altında tutulan eşyanın hırsızlığı ve zarara uğratılması’ olarak tanımlanan suç, aslında bir canlıya yapılan saldırı, tecavüz ve beden dokunulmazlığı hakkının acımasızca gaspı, dolayısıyla psikolojik, sosyolojik ve daha birçok açıdan üzerinde durulması gereken bir utanç olayıdır. Türkiye'de tecavüz edilen hayvanlar arasında ineklerin, eşeklerin, koyunların, tavukların, ördeklerin, atların olduğu ve hayvana tecavüzün her gün gerçekleştiği de toplumun tüm kesimlerince bilinen ancak erkekliğin dokunulmazlığı gerekçesiyle üstü örtülen bir gerçekliktir” açıklamasında bulundu.
Basın açıklamasında dünyadaki her üç kadından birinin tecavüze, şiddet ve cinsel tacize uğradığına dikkat çekilen açıklamada “ataerkil toplumsal yapıların oluşumuna katkı sağlayan tüm bireylerin, bu sistemden muzdarip olan bireylere karşı birincil dereceden de sorumlu olduğu gerçeğini de unutmamak gerekir” diyen aktivistler, herkesi tecavüze karşı tepki vermeye çağırdı.
Protestoya Yeryüzüne Özgürlük Derneği’nin yanı sıra Bağımsız Hayvan Özgürlüğü Aktivistleri, Gökkuşağı Kadın Derneği, Cinsel Şiddete Karşı Kadın Platformu, Hayvanları Doğal Ortamda Yaşatma Derneği (HAYDOY), Hayvanların Yaşam Haklarını Koruma Derneği (HYHKD), İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu, İşkence ve Şiddet Mağdurları için Sosyal Yardımlaşma Rehabilitasyon ve Adaptasyon Merkezi Derneği (SOHRAM-DER), Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği (TODAP), Yaşam Hakkına Saygı Derneği (YHS) ve Lambda İstanbul LGBT Dayanışma Derneği de destek verdi.
OKUNAN BASIN AÇIKLAMASI:
BASINA ve KAMUOYUNA,
12 Temmuz 2011 günü,
İstanbul Ataşehir’de bir apartmanın bahçesinden, Şerafettin Şenol isimli adam
tarafından zorla alınan Ayşa köpek, davanın sanığı olan bu adamın tecavüzüne
uğradı. Şerafettin Şenol, Ayşa'yı bağlayıp bedenine tecavüz ederken
suçüstü yakalanmasına rağmen hakkında, bir canlıyı yaralamak, haklarını gasp
etmek veya sebep olduğu hak ihlallerinden, acılardan değil; mala zarar verme ve
hırsızlıktan dava açıldı. Hâlâ T.C. mevzuatı ve yargı organları, yaşayan
canlılara sadece birer mal muamelesi yapmaya devam ediyor. Hak ihlalleri
günbegün artarken, hükûmet yönetmeliklerle, kanun tasarıları ile göz boyamaktan
öteye gitmiyor, canlılar arasındaki eşitsizliğin daha da derinleşmesini
sağlıyor. Daha geçtiğimiz hafta, bir tecavüzcüye verilen 10 aylık hapis cezası
da sanığın, bir köpeği yani mevzuata göre bir başkasının malını çaldığı,
alıkoyduğu için verildi, hayvana tecavüz ettiği için değil…
Kadına, hayvanlara ya
da diğer canlılara yöneltilen cinsel şiddet, Türkiye'de her ne kadar
"münferit" olaylarmış gibi yansıtılsa da bu, iddia edildiği gibi
erkek cinselliğinin bir tezahürü değildir. Aksine bu davada olduğu gibi, kadına
ve erkekliğin dişini geçirebildiği, kullanılıp atılmasında bir sakınca görmediği
diğer canlılara karşı erkeklik temelindeki cinsel saldırganlığın ve düşmanlığın
pratiğidir. Dolayısıyla yaşanılan, tanık olduğumuz tüm tecavüz, taciz ve cinsel
şiddet olaylarını, cinsiyetlerarası, türlerarası politik ilişkilerin de
yüzyıllardır tam olarak ne kadar çirkin bir yerde durduğunun apaçık bir
göstergesi olarak görüyoruz.
Ataerkilliğin bu en
dolaysız ve artık gözle görülebilecek hale gelen tahakküm kurma stratejilerinin
yanında gündelik yaşamımızın bir parçası haline gelmiş daha "sıradan"
olaylar da cabası. Bu "sıradan" olayların başında ise Türkiye'de
yaygınlığı dudak uçuklatacak kadar fazla olan hayvana yönelik tecavüzler
gelmektedir.
Biraz sonra hep
birlikte izleyeceğimiz davadaki suç, Türk ceza mevzuatınca her ne kadar "kilit
altında tutulan eşyanın hırsızlığı ve zarara uğratılması" olarak
tanımlansa da bizlere göre bir canlıya yapılan saldırı, bir tecavüz ve beden
dokunulmazlığı gibi birçok hakkın acımasızca gaspı, dolayısıyla psikolojik,
sosyolojik ve daha birçok açıdan üzerinde durulması gereken bir utanç olayıdır.
Türkiye'de tecavüz edilen hayvanlar arasında ineklerin, koyunların, tavukların,
ördeklerin, atların olduğu ve hayvana tecavüzün her gün gerçekleştiği de
toplumun tüm kesimlerince bilinen ancak tartışılmaya gerek duyulmayan bir
gerçekliktir. Geçtiğimiz yıllarda
İstanbul’da gerçekleştirilen “Hayvana tecavüz ve şiddete hayır!” temalı bir
imza kampanyasında, bu konuda yapılması gereken ve talep edilen yasa
değişikliğine; hayvana şiddetin Kabahatler Kanunu’ndan çıkarılıp Türk Ceza
Kanunu’nda yer almasına destek vermek istemeyenlere neden imza atmadıkları sorulduğunda,
aldığımız cevaplar hayli ürkütücü ve düşündürücüydü: Bir ilkokul öğretmeni, köy
yerinde büyüdüğünü ve bir erkek olarak ilk deneyimini “herkes gibi” hayvanlarla
yaşadığını belirtirken, bir diğeri ise kadınların erkeklerle birlikte olma
konusunda çok tutucu olduğunu, bu nedenle erkeklerin başka şansı kalmadığını
söylemiştir.
Erkeğin kışkırtılan
ve yüceltilen cinselliği, kadında rıza aramadığı gibi, kendisi için yaratılmış
“aşağı” yaratıklar olarak gördüğü hayvanlara, şiddet ve tahakküm uygulamakta da
kesinlikle sorun, sakınca görmez. Ayrıca kadınların tutuculuğu bahanesini dile
getiren aynı erkek, kendi eşi, kız kardeşi ve kızını bu tutuculuk nedeniyle
kontrol altında tutmaktan, gerektiğinde “namus” bahanesiyle öldürmekten geri
kalmaz. Hayvanlarla ilgili bir örnek verecek olursak, geçen sene Bursa’da
tecavüze uğrayan bir ördek, “sahibi” diye tanıtılan bir adam tarafından
kesilmiş, tüm sorunlar, tecavüze uğrayan ördekle birlikte ortadan kaldırılarak erkek
zihniyeti nezdinde bertaraf edilmiştir. Erkeklerin ürettiği bu “temize havale”
yöntemi, namus/töre cinayetlerinde, tecavüzcüsü ile evlendirilen kadınların
hikâyelerinde sıklıkla karşımıza çıkar, Türkiye’de bunların hiçbirisine yabancı
değiliz. Ancak bu konuların, tartışılmayacak kadar hassas kılınarak hasıraltı
edilmesi, adeta dokunulmaz ilân edilmesi kabul edilebilir değildir.
Şiddetin
ideolojilerimize ve toplumsal yapılarımıza eklemlenmesi neticesinde şiddet, bir
yaşam/çalışma biçimi haline gelmiş ve insan ilişkilerinde fiili bir standart
olarak doğallaşmıştır. Tüm bu haksız fiiller, otorite, egemenlik ve
denetim-baskı mekanizması şeklinde tezahür eden patriarkal yapılar, hem sosyal,
ekonomik, politik ve ideolojik eylemlerimizi, hem de çevremizle olan
ilişkilerimizi belirliyor. Bugün, hükûmetin aldığını ve uyguladığını iddia
ettiği tedbirlere rağmen, günden güne artan tecavüz, taciz oranları, cinsel
şiddet örnekleri ve her türlü hak gaspı, bireylerin başka bireylere, canlılara;
halkların diğer halklara, devletlerce görünmez bir şekilde geliştirilen
düşmanlıklarla, gücün, erkin, hâkimiyetin kanıtlanması için birer araç haline
getirilmiş, içselleştirilmiş ve tartışılması yerine, bu baskıcı ve şiddet dolu
olayların üstünün itina ile örtülmesi normalleştirilmiştir.
Erkek egemen kültürlerde erkekliğe dair normatif algı, erkek gücünün öne
çıkarılması olduğundan, ona yönelik her türlü eleştiri "feminen" ya
da “feminazi” olmakla suçlanmayı getirebilir. Korku, zayıflık gibi belirtileri
olan erkekler de bu çerçevede reddedilir, dışlanır. Dolayısıyla her türlü
cinsel taciz, şiddet ve tecavüzün, erkek güdüsünün dışa vurumu olduğu, bu
durumda erkeğin iradesiz bir kurbana dönüştüğü ve erkeğin doğası gereği arkaik
güdülerini yaşamak zorunda olduğu vurgulanagelir. “Gelişmiş" erkek,
diğer insanlar -kadınlar ve "güçsüz" erkekler-, canlılar üzerinde
egemenlik kuran, onlar üzerinde gücünü gösteren bir varlık haline gelirken,
kendi duygularını dışa vurma becerisinden de yoksun kalmaktadır. Bu
nedenle cinsel taciz, cinsel şiddet ve her türlü cinsel saldırıyı, var olan ve
kadını aşağılayan rolünü önce yapılandıran, sonra statikleştiren ve/veya başka
amaçları doğrultusunda araçsallaştıran egemenliğin aracı olarak
görüyoruz. BM nüfus raporuna göre (2000), dünyadaki her üç kadından
biri bir erkek tarafından dövülmüş, tecavüz edilmiş ya da başka yollarla
şiddete maruz kalmıştır. Cenevre’deki Silahlı Kuvvetlerin Demokratik Denetimi
Merkezi’nin (DCAF) 2005'te hazırladığı rapora göre, erkek şiddeti sonucunda
yaşamını kaybeden kadınların sayısı, 20. yüzyıldaki tüm savaşlardaki
kayıplardan daha çok... Hayvanlar açısından böyle bir istatistikî veri
elimizde maalesef bulunmamakta çünkü kendisini baskı, sömürü ve zulümle ayakta
tutan bu sisteme göre hayvanlar, Türk yargı/hukuk tarihinde ve günümüzde olduğu
gibi, hâlihazırda sorumluluk gerektirmeyen "mal"lardır, dolayısıyla
artık rutine bağlanmış şiddetin onları ne şekillerde kırıma uğrattığı,
haklarını gasbettiği ve varlıklarını yok saydığı da toplumun egemen
kesimlerince önemsenmemektedir. Ayrıca hayvan korumacılık yapan birçok
kadın gönüllü de bazı belediyelerin çalışanları tarafından sözlü ve fizikî
olarak taciz edilmekte, bu kadınlar belediyelerin kendilerine verdiği
barınaklara “giriş yasağı” cezası nedeniyle uğradıkları tacizi
dillendirememektedir.
Şiddeti, nefreti başkalarının
üzerinde hâkimiyet, tahakküm kurmak için araç olarak kullanan sistemlerin,
insanmerkezciliğin, erkekliğin ve bunların birer sonucu olarak karşımıza çıkan tüm
adaletsizliklerin karşısında duran kişiler olarak,
- Tecavüze
uğrayan bireyin kadın, hayvan ya da eşcinsel olmasının, tecavüzün arkasında
yatan sebepler ve tecavüzü meşrulaştıran düşünceler açısından hiçbir önemi ve
farkı yoktur, zihniyetler aynıdır. Tüm hak ihlallerinde, cinsel şiddet
ve tecavüzde yaşanılan acı, travma, korku gibi tarifsiz duyguların her zaman ve
her koşulda aynı olduğunu düşünüyoruz.
- Şiddete yalnızca
erkeklerin ve erkekliğin yücelttiği değerlerin neden olmadığını, tahakkümün
toplumun her alanında zorbaca organize olarak karşımıza çıktığını da söylemek
istiyoruz. Salt kadınlık durumundan, yolda yürürken tacize uğrayan kadının
yaşadığı şiddet; sermaye grupları tarafından saatlerce çalıştırılarak hayatı
sömürülen, tüketilen bir işçinin yaşadığı şiddet; deney laboratuvarlarında
kozmetik ürünlerin geliştirilmesi için bir tavşanın yaşadığı şiddet, insan
menfaati, eğlencesi için sömürülen, metalaştırılan hayvanların yaşadığı şiddet;
kapitalizmin "güzelliğinin" yarattığı şiddet; fikrini ifade edenlere
uygulanan şiddet; “Selendi linç davası”nda yerlerinden zorla göç ettirilen
Romanların uğradığı toplumsal şiddettekine benzer bir şekilde her gün
gerçekleşen ırkçı, ayrımcı söylem ve eylemler; şiddet gören, ötekileştirilen,
tecavüze uğrayan, varoluşu yok sayılan her canlının, doğanın yaşadığı şiddet,
bugün yalnızca erkeklerin değil, hepimizin toplumsal ilişki biçimleri olarak da
karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle, tüm bu olup bitenlerden yalnızca erkekleri
sorumlu tutmak gibi bir yanılsama içine düşülmemesi gerektiğini düşünüyoruz
ancak erkek egemen sistemi, erkeklik ayrıcalıklarını sorgulamayıp
erkekliği yücelterek kendisini merkeze koyan, canlıları kendi çıkarlarına göre sınıflandıran
ve sömüren her erkeğin, ataerkil toplumsal yapıların oluşumuna katkı sağlayan
tüm bireylerin, bu sistemden muzdarip olan bireylere karşı birincil dereceden
de sorumlu olduğu gerçeğini de unutmamak gerekir.
- Toplumun bir
yansıması olan medyanın da erkek egemen, ayrımcı habercilik anlayışını bir an
önce terk etmesini ve türcü, cinsiyetçi, homofobik/transfobik dilini
değiştirmesi gerektiğini düşünüyoruz. Nefreti körükleyen, cinayetleri,
tecavüzleri normalleştiren bu dil, hak ihlallerinin artmasında önemli bir
etkendir.
Doğadaki tüm
varlıklar üzerindeki egemenliğe karşı özgürleşmeyi ve özgürleştirmeyi
savunuyoruz. Canlılara yönelik her türlü zulmü reddediyoruz. Yaşamın tek
olduğunu, yaşayan bütün canlıların doğal haklara sahip olduğunu, bu doğal
hakların küçümsenmesi ve hatta kolayca göz ardı edilmesinin doğa üzerinde ciddi
zararlar doğuracağını ve insanların diğer canlılara karşı suç işlemesine
sebebiyet vereceğini, türlerin birlikte olmasının diğer canlıların yaşama
hakkının insan tarafından tanınmasını ifade etmesi gerektiğini, söylüyoruz.
Bu tecavüz davası
vesilesi ile şiddet ve tecavüze uğrayanların sesini boğmaya çalışan bu adalet
sistemi ve bu erkek egemen sisteme boyun eğmemekte kararlı olduğumuzu bir kez
daha belirtmek istiyoruz.
İKİYÜZLÜ, ERKEK
ADALET DEĞİL, GERÇEK ADALET İSTİYORUZ!
Hayvana, İnsana,
Yeryüzüne Özgürlük!
YERYÜZÜNE ÖZGÜRLÜK DERNEĞİ
Basın açıklamasına katılan ve
destekleyen kurumlar:
Bağımsız Hayvan
Özgürlüğü Aktivistleri
Cinsel Şiddete Karşı
Kadın Platformu
Gökkuşağı Kadın
Derneği
Hayvanları Doğal
Ortamda Yaşatma Derneği (HAYDOY)
Hayvanların Yaşam
Haklarını Koruma Derneği (HYHKD)
İstanbul Barosu
Hayvan Hakları Komisyonu
İşkence ve Şiddet
Mağdurları için Sosyal Yardımlaşma Rehabilitasyon ve Adaptasyon Merkezi Derneği
(SOHRAM-DER)
Lambdaistanbul LGBTT
Dayanışma Derneği
Toplumsal Dayanışma
için Psikologlar Derneği (TODAP)
Yaşam Hakkına Saygı
Derneği (YHS)