5 Mart 2013 Salı

"KÖPEK TECAVÜZÜ" DAVASINDA DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK

Kamuoyunda “köpek tecavüzü” davası olarak bilinen ve “kilit altındaki malın hırsızlığı ve zarara uğratılması” suçundan açılan dava, bugün saat 12:00'de İstanbul Anadolu Adliyesi’nde 31. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.



4. celsesi görülen davanın duruşmasına, köpeğe tecavüz eden tutuksuz yargılanan sanık Şerafettin Şenol yine katılmazken, Yeryüzüne Özgürlük Derneği suçtan zarar gördüğü gerekçesi ile davaya müdahillik talebinde bulundu. Mahkeme suçtan doğrudan doğruya zarar görmediği gerekçesiyle derneğin talebini reddetti. Dava 25 Nisan 2013 tarihine ertelenirken bir sonraki duruşmada komşulardan iki tanığın da mahkemede hazır olması istendi. Hakim bir sonraki duruşmanın %95 karar duruşması olacağını söyledi.

Dünkü kadına yönelik polis şiddeti bu eylemde de protesto edildi

Dün İstanbul İl Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü’nde, hükûmetin kadın düşmanı politikalarını protesto eden kadınların gözaltına alınması ve akabinde kadınlara uygulanan polis şiddeti de eylem öncesinde alkışlarla, düdüklerle protesto edildi.

Tecavüzün ve ayrımcılığın her türlüsünün kabul edilemez olduğunu belirten Yeryüzüne Özgürlük Derneği’yle birlikte, hayvan hakları gruplarına üye, bağımsız ve feminist aktivistlerden yaklaşık 40 kişi, adliye önünde “Tecavüzcü, İkiyüzlü, Ayrımcı Erkek Adalet Değil, Gerçek Adalet İstiyoruz” pankartı açarak eylem yaptı.

"Mal Değil, Can"

Basın açıklamasını okuyan Yeryüzüne Özgürlük Derneği’nden Neşe Akbaş, “Sanık Şerafettin Şenol, Ayşa'yı bağlayıp bedenine tecavüz ederken suçüstü yakalanmasına rağmen hakkında, bir canlıyı yaralamak, haklarını gasp etmek veya sebep olduğu hak ihlallerinden, acılardan değil; mala zarar verme ve hırsızlıktan dava açıldı. Hâlâ T.C. mevzuatı ve yargı organları, yaşayan canlılara sadece birer mal muamelesi yapmaya devam ediyor.” dedi.

Basın açıklamasından sonra Neşe Akbaş ”Bu adam 3 çocuklu evli ve şu anda elini kolunu sallayarak aramızda dolaşıyor. Yasadaki boşluk nedeniyle devlet suçluyu gerçek suçundan yargılayamıyor. Polis tutanaklarında tecavüz anı suçüstü belgelenmiş olmasına rağmen, hayvana tecavüz ya da işkence suç değil kabahat olarak işlem görüyor. Yasa hayvanları sahipli ve sahipsiz olarak ikiye ayırıyor ve mülk haline getiriyor. Her iki durumda da hayvan canlı olarak görülmüyor, insan mağduriyeti üzerinden değerlendiriliyor. Şu anda yapılması gereken bu yasanın kabahatler kanunundan çıkartılıp hayvan mağduriyeti üzerinden TCK kapsamında düzenlenmesi gerekiyor.” dedi.

Köpeğin bazı hayvan aktivistleri ve onu sahiplenen kişiler tarafından adliye önüne getirilerek teşhir edilmesi, diğer aktivistler ve Yeryüzüne Özgürlük aktivistleri tarafından büyük tepki gördü. Asıl teşhir edilmesi gerekenin tecavüzcü olduğunu vurgulayan aktivistler, “işte bakın! buna bile tecavüz ediyorlar, buna kadar düştüler” şeklinde bağıranların, şiddeti yeniden ürettiğini ve Ayşa’nın daha fazla tacize açık hale getirildiğini söylediler. Hayvanların “aşağı” konumunun pekiştirilerek acındırmanın politik bir söylem olmadığı, bu davanın da nitelikli tecavüz davası olması gerektiği ve münferit olmadığı, erkeklerin hayvanlara tecavüzünün de, kadın ve çocuklara yönelik tecavüz gibi sistematik olduğunun altı çizildi.

Hayvana yönelik tecavüzün kadına yönelik tecavüzle aynı zihniyetin ürünü olduğunu belirten aktivistler “Hayvana tecavüz, iddia edildiği gibi "münferit" ve erkek cinselliğinin bir tezahürü değildir. Bu davada ‘kilit altında tutulan eşyanın hırsızlığı ve zarara uğratılması’ olarak tanımlanan suç, aslında bir canlıya yapılan saldırı, tecavüz ve beden dokunulmazlığı hakkının acımasızca gaspı, dolayısıyla psikolojik, sosyolojik ve daha birçok açıdan üzerinde durulması gereken bir utanç olayıdır. Türkiye'de tecavüz edilen hayvanlar arasında ineklerin, eşeklerin, koyunların, tavukların, ördeklerin, atların olduğu ve hayvana tecavüzün her gün gerçekleştiği de toplumun tüm kesimlerince bilinen ancak erkekliğin dokunulmazlığı gerekçesiyle üstü örtülen bir gerçekliktir” açıklamasında bulundu.

Basın açıklamasında dünyadaki her üç kadından birinin tecavüze, şiddet ve cinsel tacize uğradığına dikkat çekilen açıklamada “ataerkil toplumsal yapıların oluşumuna katkı sağlayan tüm bireylerin, bu sistemden muzdarip olan bireylere karşı birincil dereceden de sorumlu olduğu gerçeğini de unutmamak gerekir” diyen aktivistler, herkesi tecavüze karşı tepki vermeye çağırdı.

Protestoya Yeryüzüne Özgürlük Derneği’nin yanı sıra Bağımsız Hayvan Özgürlüğü Aktivistleri, Gökkuşağı Kadın Derneği, Cinsel Şiddete Karşı Kadın Platformu, Hayvanları Doğal Ortamda Yaşatma Derneği (HAYDOY), Hayvanların Yaşam Haklarını Koruma Derneği (HYHKD), İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu, İşkence ve Şiddet Mağdurları için Sosyal Yardımlaşma Rehabilitasyon ve Adaptasyon Merkezi Derneği (SOHRAM-DER), Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği (TODAP), Yaşam Hakkına Saygı Derneği (YHS) ve Lambda İstanbul LGBT Dayanışma Derneği de destek verdi.




OKUNAN BASIN AÇIKLAMASI:


BASINA ve KAMUOYUNA,

12 Temmuz 2011 günü, İstanbul Ataşehir’de bir apartmanın bahçesinden, Şerafettin Şenol isimli adam tarafından zorla alınan Ayşa köpek, davanın sanığı olan bu adamın tecavüzüne uğradı. Şerafettin Şenol, Ayşa'yı bağlayıp bedenine tecavüz ederken suçüstü yakalanmasına rağmen hakkında, bir canlıyı yaralamak, haklarını gasp etmek veya sebep olduğu hak ihlallerinden, acılardan değil; mala zarar verme ve hırsızlıktan dava açıldı. Hâlâ T.C. mevzuatı ve yargı organları, yaşayan canlılara sadece birer mal muamelesi yapmaya devam ediyor. Hak ihlalleri günbegün artarken, hükûmet yönetmeliklerle, kanun tasarıları ile göz boyamaktan öteye gitmiyor, canlılar arasındaki eşitsizliğin daha da derinleşmesini sağlıyor. Daha geçtiğimiz hafta, bir tecavüzcüye verilen 10 aylık hapis cezası da sanığın, bir köpeği yani mevzuata göre bir başkasının malını çaldığı, alıkoyduğu için verildi, hayvana tecavüz ettiği için değil…

Kadına, hayvanlara ya da diğer canlılara yöneltilen cinsel şiddet, Türkiye'de her ne kadar "münferit" olaylarmış gibi yansıtılsa da bu, iddia edildiği gibi erkek cinselliğinin bir tezahürü değildir. Aksine bu davada olduğu gibi, kadına ve erkekliğin dişini geçirebildiği, kullanılıp atılmasında bir sakınca görmediği diğer canlılara karşı erkeklik temelindeki cinsel saldırganlığın ve düşmanlığın pratiğidir. Dolayısıyla yaşanılan, tanık olduğumuz tüm tecavüz, taciz ve cinsel şiddet olaylarını, cinsiyetlerarası, türlerarası politik ilişkilerin de yüzyıllardır tam olarak ne kadar çirkin bir yerde durduğunun apaçık bir göstergesi olarak görüyoruz.

Ataerkilliğin bu en dolaysız ve artık gözle görülebilecek hale gelen tahakküm kurma stratejilerinin yanında gündelik yaşamımızın bir parçası haline gelmiş daha "sıradan" olaylar da cabası. Bu "sıradan" olayların başında ise Türkiye'de yaygınlığı dudak uçuklatacak kadar fazla olan hayvana yönelik tecavüzler gelmektedir.

Biraz sonra hep birlikte izleyeceğimiz davadaki suç, Türk ceza mevzuatınca her ne kadar "kilit altında tutulan eşyanın hırsızlığı ve zarara uğratılması" olarak tanımlansa da bizlere göre bir canlıya yapılan saldırı, bir tecavüz ve beden dokunulmazlığı gibi birçok hakkın acımasızca gaspı, dolayısıyla psikolojik, sosyolojik ve daha birçok açıdan üzerinde durulması gereken bir utanç olayıdır. Türkiye'de tecavüz edilen hayvanlar arasında ineklerin, koyunların, tavukların, ördeklerin, atların olduğu ve hayvana tecavüzün her gün gerçekleştiği de toplumun tüm kesimlerince bilinen ancak tartışılmaya gerek duyulmayan bir gerçekliktir. Geçtiğimiz yıllarda İstanbul’da gerçekleştirilen “Hayvana tecavüz ve şiddete hayır!” temalı bir imza kampanyasında, bu konuda yapılması gereken ve talep edilen yasa değişikliğine; hayvana şiddetin Kabahatler Kanunu’ndan çıkarılıp Türk Ceza Kanunu’nda yer almasına destek vermek istemeyenlere neden imza atmadıkları sorulduğunda, aldığımız cevaplar hayli ürkütücü ve düşündürücüydü: Bir ilkokul öğretmeni, köy yerinde büyüdüğünü ve bir erkek olarak ilk deneyimini “herkes gibi” hayvanlarla yaşadığını belirtirken, bir diğeri ise kadınların erkeklerle birlikte olma konusunda çok tutucu olduğunu, bu nedenle erkeklerin başka şansı kalmadığını söylemiştir.

Erkeğin kışkırtılan ve yüceltilen cinselliği, kadında rıza aramadığı gibi, kendisi için yaratılmış “aşağı” yaratıklar olarak gördüğü hayvanlara, şiddet ve tahakküm uygulamakta da kesinlikle sorun, sakınca görmez. Ayrıca kadınların tutuculuğu bahanesini dile getiren aynı erkek, kendi eşi, kız kardeşi ve kızını bu tutuculuk nedeniyle kontrol altında tutmaktan, gerektiğinde “namus” bahanesiyle öldürmekten geri kalmaz. Hayvanlarla ilgili bir örnek verecek olursak, geçen sene Bursa’da tecavüze uğrayan bir ördek, “sahibi” diye tanıtılan bir adam tarafından kesilmiş, tüm sorunlar, tecavüze uğrayan ördekle birlikte ortadan kaldırılarak erkek zihniyeti nezdinde bertaraf edilmiştir. Erkeklerin ürettiği bu “temize havale” yöntemi, namus/töre cinayetlerinde, tecavüzcüsü ile evlendirilen kadınların hikâyelerinde sıklıkla karşımıza çıkar, Türkiye’de bunların hiçbirisine yabancı değiliz. Ancak bu konuların, tartışılmayacak kadar hassas kılınarak hasıraltı edilmesi, adeta dokunulmaz ilân edilmesi kabul edilebilir değildir.

Şiddetin ideolojilerimize ve toplumsal yapılarımıza eklemlenmesi neticesinde şiddet, bir yaşam/çalışma biçimi haline gelmiş ve insan ilişkilerinde fiili bir standart olarak doğallaşmıştır. Tüm bu haksız fiiller, otorite, egemenlik ve denetim-baskı mekanizması şeklinde tezahür eden patriarkal yapılar, hem sosyal, ekonomik, politik ve ideolojik eylemlerimizi, hem de çevremizle olan ilişkilerimizi belirliyor. Bugün, hükûmetin aldığını ve uyguladığını iddia ettiği tedbirlere rağmen, günden güne artan tecavüz, taciz oranları, cinsel şiddet örnekleri ve her türlü hak gaspı, bireylerin başka bireylere, canlılara; halkların diğer halklara, devletlerce görünmez bir şekilde geliştirilen düşmanlıklarla, gücün, erkin, hâkimiyetin kanıtlanması için birer araç haline getirilmiş, içselleştirilmiş ve tartışılması yerine, bu baskıcı ve şiddet dolu olayların üstünün itina ile örtülmesi normalleştirilmiştir.

Erkek egemen kültürlerde erkekliğe dair normatif algı, erkek gücünün öne çıkarılması olduğundan, ona yönelik her türlü eleştiri "feminen" ya da “feminazi” olmakla suçlanmayı getirebilir. Korku, zayıflık gibi belirtileri olan erkekler de bu çerçevede reddedilir, dışlanır. Dolayısıyla her türlü cinsel taciz, şiddet ve tecavüzün, erkek güdüsünün dışa vurumu olduğu, bu durumda erkeğin iradesiz bir kurbana dönüştüğü ve erkeğin doğası gereği arkaik güdülerini yaşamak zorunda olduğu vurgulanagelir. “Gelişmiş" erkek, diğer insanlar -kadınlar ve "güçsüz" erkekler-, canlılar üzerinde egemenlik kuran, onlar üzerinde gücünü gösteren bir varlık haline gelirken, kendi duygularını dışa vurma becerisinden de yoksun kalmaktadır. Bu nedenle cinsel taciz, cinsel şiddet ve her türlü cinsel saldırıyı, var olan ve kadını aşağılayan rolünü önce yapılandıran, sonra statikleştiren ve/veya başka amaçları doğrultusunda araçsallaştıran egemenliğin aracı olarak görüyoruz. BM nüfus raporuna göre (2000), dünyadaki her üç kadından biri bir erkek tarafından dövülmüş, tecavüz edilmiş ya da başka yollarla şiddete maruz kalmıştır. Cenevre’deki Silahlı Kuvvetlerin Demokratik Denetimi Merkezi’nin (DCAF) 2005'te hazırladığı rapora göre, erkek şiddeti sonucunda yaşamını kaybeden kadınların sayısı, 20. yüzyıldaki tüm savaşlardaki kayıplardan daha çok... Hayvanlar açısından böyle bir istatistikî veri elimizde maalesef bulunmamakta çünkü kendisini baskı, sömürü ve zulümle ayakta tutan bu sisteme göre hayvanlar, Türk yargı/hukuk tarihinde ve günümüzde olduğu gibi, hâlihazırda sorumluluk gerektirmeyen "mal"lardır, dolayısıyla artık rutine bağlanmış şiddetin onları ne şekillerde kırıma uğrattığı, haklarını gasbettiği ve varlıklarını yok saydığı da toplumun egemen kesimlerince önemsenmemektedir. Ayrıca hayvan korumacılık yapan birçok kadın gönüllü de bazı belediyelerin çalışanları tarafından sözlü ve fizikî olarak taciz edilmekte, bu kadınlar belediyelerin kendilerine verdiği barınaklara “giriş yasağı” cezası nedeniyle uğradıkları tacizi dillendirememektedir.

Şiddeti, nefreti başkalarının üzerinde hâkimiyet, tahakküm kurmak için araç olarak kullanan sistemlerin, insanmerkezciliğin, erkekliğin ve bunların birer sonucu olarak karşımıza çıkan tüm adaletsizliklerin karşısında duran kişiler olarak,

Tecavüze uğrayan bireyin kadın, hayvan ya da eşcinsel olmasının, tecavüzün arkasında yatan sebepler ve tecavüzü meşrulaştıran düşünceler açısından hiçbir önemi ve farkı yoktur, zihniyetler aynıdır. Tüm hak ihlallerinde, cinsel şiddet ve tecavüzde yaşanılan acı, travma, korku gibi tarifsiz duyguların her zaman ve her koşulda aynı olduğunu düşünüyoruz.

- Şiddete yalnızca erkeklerin ve erkekliğin yücelttiği değerlerin neden olmadığını, tahakkümün toplumun her alanında zorbaca organize olarak karşımıza çıktığını da söylemek istiyoruz. Salt kadınlık durumundan, yolda yürürken tacize uğrayan kadının yaşadığı şiddet; sermaye grupları tarafından saatlerce çalıştırılarak hayatı sömürülen, tüketilen bir işçinin yaşadığı şiddet; deney laboratuvarlarında kozmetik ürünlerin geliştirilmesi için bir tavşanın yaşadığı şiddet, insan menfaati, eğlencesi için sömürülen, metalaştırılan hayvanların yaşadığı şiddet; kapitalizmin "güzelliğinin" yarattığı şiddet; fikrini ifade edenlere uygulanan şiddet; “Selendi linç davası”nda yerlerinden zorla göç ettirilen Romanların uğradığı toplumsal şiddettekine benzer bir şekilde her gün gerçekleşen ırkçı, ayrımcı söylem ve eylemler; şiddet gören, ötekileştirilen, tecavüze uğrayan, varoluşu yok sayılan her canlının, doğanın yaşadığı şiddet, bugün yalnızca erkeklerin değil, hepimizin toplumsal ilişki biçimleri olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle, tüm bu olup bitenlerden yalnızca erkekleri sorumlu tutmak gibi bir yanılsama içine düşülmemesi gerektiğini düşünüyoruz ancak erkek egemen sistemi, erkeklik ayrıcalıklarını sorgulamayıp erkekliği yücelterek kendisini merkeze koyan, canlıları kendi çıkarlarına göre sınıflandıran ve sömüren her erkeğin, ataerkil toplumsal yapıların oluşumuna katkı sağlayan tüm bireylerin, bu sistemden muzdarip olan bireylere karşı birincil dereceden de sorumlu olduğu gerçeğini de unutmamak gerekir.

- Toplumun bir yansıması olan medyanın da erkek egemen, ayrımcı habercilik anlayışını bir an önce terk etmesini ve türcü, cinsiyetçi, homofobik/transfobik dilini değiştirmesi gerektiğini düşünüyoruz. Nefreti körükleyen, cinayetleri, tecavüzleri normalleştiren bu dil, hak ihlallerinin artmasında önemli bir etkendir.

Doğadaki tüm varlıklar üzerindeki egemenliğe karşı özgürleşmeyi ve özgürleştirmeyi savunuyoruz. Canlılara yönelik her türlü zulmü reddediyoruz. Yaşamın tek olduğunu, yaşayan bütün canlıların doğal haklara sahip olduğunu, bu doğal hakların küçümsenmesi ve hatta kolayca göz ardı edilmesinin doğa üzerinde ciddi zararlar doğuracağını ve insanların diğer canlılara karşı suç işlemesine sebebiyet vereceğini, türlerin birlikte olmasının diğer canlıların yaşama hakkının insan tarafından tanınmasını ifade etmesi gerektiğini, söylüyoruz.

Bu tecavüz davası vesilesi ile şiddet ve tecavüze uğrayanların sesini boğmaya çalışan bu adalet sistemi ve bu erkek egemen sisteme boyun eğmemekte kararlı olduğumuzu bir kez daha belirtmek istiyoruz.

İKİYÜZLÜ, ERKEK ADALET DEĞİL, GERÇEK ADALET İSTİYORUZ!

Hayvana, İnsana, Yeryüzüne Özgürlük!

YERYÜZÜNE ÖZGÜRLÜK DERNEĞİ

Basın açıklamasına katılan ve destekleyen kurumlar:

Bağımsız Hayvan Özgürlüğü Aktivistleri
Cinsel Şiddete Karşı Kadın Platformu
Gökkuşağı Kadın Derneği
Hayvanları Doğal Ortamda Yaşatma Derneği (HAYDOY)
Hayvanların Yaşam Haklarını Koruma Derneği (HYHKD)
İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu
İşkence ve Şiddet Mağdurları için Sosyal Yardımlaşma Rehabilitasyon ve Adaptasyon Merkezi Derneği (SOHRAM-DER)
Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği
Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği (TODAP)
Yaşam Hakkına Saygı Derneği (YHS)