3 Aralık 2011 Cumartesi

'O dönem Diyarbakır Cezaevinden çıkanlar dişlerini çektirdi'

Diyarbakır Askeri Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu, Bilgi Üniversitesi'nde "Türkiye, Diyarbakır Askeri Cezaevi Gerçeği ile Yüzleşiyor" başlıklı sempozyum düzenlendi. Prof. Şebnem Korur Fincancı, "Birçok insanın ağzında protez var. Çünkü dışkı yedirilen ve idrar içirilen insanlar ister istemez dişlerini bir daha temizleyemeyeceğini düşünmüş. Birçoğu cezaevinden çıktıktan sonra dişlerini çektirip protez yaptırmış” dedi.

Komünist yazar Vedat Türkali'nin açılış konuşmasından sonra "Genel Bulgular, Ruhsal ve Fiziksel Saptamalar" başlığı altında ilk oturum yapıldı. Burada Yrd. Doç. Dr. Murat Paker, Prof. Şebnem Korur Fincancı ve Dr. Mustafa Sütlaş sunum yaptı.

SOLCULAR VE KÜRTLER ÖNCELİKLİ HEDEFTİ

Yrd. Doç. Dr. Murat Paker, Diyarbakır Askeri Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu'nun yürüttüğü çalışmalar kapsamında 517 mağdurla görüştüklerini hatırlattı, bu görüşmelerin sonuçlarını aktardı.

Bütün mağdurlara sistematik, ağır bir işkence ve eziyet rejimi uygulandığını belirten Paker, mağdurların hepsinin ya işkenceye maruz kaldıklarını ya da tanık olduklarını anlattıklarını belirtti. Diyarbakır Cezaevini "temerküz kampı" olarak tanımlayan Paker, "Solcular ve Kürtler öncelikli hedefti. Solcu Kürtler ise en öncelikli hedefti" dedi.

Paker, işkence yöntemlerini ise aç ve susuz bırakma, pislik ve dışkı yedirme, deterjan yedirme, soğuk su işkencesi, uyutmama, insan dışkısı ile dolu bir odada bekletme, cinsel organa ip bağlama, elektrik verme, zorla Türkçe öğretme, zorla marş ezberletme olarak sıraladı.

O CEZAEVİNDEN 5 BİN KİŞİ GEÇTİ

Paker, işkencenin psikolojik boyutlarına ilişkin ise şu değerlendirmede bulundu: "Diyarbakır Cezaevi'nden 5 bin kişi geçti ve biz sadece yüzde 10'u ile görüştük. Görüştüklerimiz psikolojik olarak nispeten daha iyi durumda olanlar. Psikolojik olarak ağır sorunlar yaşayanlar, intihar girişiminde bulunanlar, sosyal hayattan kopanlar var. Bunlar o dönemle ilgili konuşmaktan kaçınıyor. Psikolojik olarak iyi durumda olanlar bile 30 yıl sonra anlatmakta zorluk yaşıyorlar. Ayrıntılara girmiyorlar, cinsel işkence kısmında sansürleyerek anlattıkları izlenimini edindik. Birçok mağdurda travma sonrası stres bozukluğu görüldü. Mağdurların yüzde 20'si hala rüyalarında Diyarbakır Cezaevi'ni görüyor."

TOPLUMSAL YÜZLEŞME

Mustafa Sütlaş ise içinde hiçbir şiddet olmasa bile bireyin sağlığını bozacak temel unsurlardan birinin cezaevlerinin kendisi olduğunu belirtti. "Sağlık bozukluğunun nedeni cezaevinde bulunan insanların her türlü ihtiyacının şiddetle bastırılmasıdır" diyen Sütlaş, bu vahşetin Kürt kimliğini hedeflediğini, bir kimliğin yok edilmek istendiğini kaydetti. Sütlaş, "İnsanlar sağlıklarını yitirdi, iyilik halinden yoksun olarak o cezaevinden çıktılar. İnsanların tekrar sağlıklarını kazanması için Diyarbakır Cezaevi'nde özgürlük yoksunluğunun kabulünün ve toplumsal yüzleşmenin sağlanması önemli" dedi.

'HAKİKAT YETMEZ ADALET SAĞLANMALI'

Prof. Fincancı ise "Hakikat tek başına yetmiyor" dedi ve ekledi: "Onarım için adaletin de sağlanması gerekiyor."

Fincanı, yüzleşme ve adaletin sadece Kürtler için değil bu topraklarda yaşayan bütün halklar için geçerli olduğunu söyledi. Fincancı, yoksun bırakmanın en temel işkence yöntemi olduğunu belirterek, Diyarbakır Cezaevi'nde işkencenin bununla başladığını kaydetti. Prof. Fincancı, "Her 3 kişiden 2'si hala sağlık sorunları yaşıyor. Üstelik belgelenebilir sağlık sorunlarına sahipler ve işkence izleri hala görülebiliyor" dedi.

Bazı fotoğraflar gösteren Fincancı, işkencenin 30 yıl sonra da tespit edilebildiğine dikkat çekti.

Fincancı, şöyle konuştu: "Birçok insanın ağzında protez var. Çünkü dışkı yedirilen ve idrar içirilen insanlar ister istemez dişlerini bir daha temizleyemeyeceğini düşünmüş. Birçoğu cezaevinden çıktıktan sonra dişlerini çektirip protez yaptırmış."

Hekimleri de eleştiren Fincancı, onların da suça ortak olduğunu belirtti. Şebnem Korur Fincancı, doktorların hem insanlar üzerinde yeni işkence yöntemleri denediğini hem de raporlarla işkenceyi gizlediklerini anlattı. İşkencenin hala gizlendiğine işaret eden Fincancı, "Bu insanlığa karşı bir suçtur. Zaman aşımına takılıp kalmamak gerekiyor. Bir halkı yok etmek istediler. Bunu bütün dünyaya anlatmalıyız" diye konuştu.

'İnsanlığa karşı suç işlendi'

Diyarbakır Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu'nun düzenlediği sempozyumda konuşan akademisyenler, Türkiye'nin Diyarbakır Cezaevi'nde 12 Eylül döneminde insanlığa karşı suç işlediğine dikkat çekti.

Diyarbakır Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu'nun düzenlediği sempozyumda "Uluslararası İnsan Hakları Hukuku Açısından Diyarbakır Cezaevi Gerçeği" konuşuldu.

Prof. Dr. Gençay Gürsoy'un moderatörlüğünü yaptığı oturumda Dç. Dr. Ozan Erözden, Prof. Dr. Turgut Tarhanlı ve Avukat Fikret İlkiz konuşmacı olarak yer aldı.

"Diyarbakır Cezaevi'nde Türkiye, insanlığa karşı suç işledi" diyerek konuşmasına başlayan Prof. Dr. Tarhanlı, uluslararası hukuka göre insanlığa karşı suçun oluşup oluşmadığının kıstası olan 16 suçtan 7'sinin Diyarbakır Cezaevi'nde işlendiğini söyledi. Tarhanlı bu suçları şöyle sıraladı: "Öldürme, fiziksel olarak suçtan yoksun bırakma, işkence, tecavüz, cinsel şiddet, zulüm ve diğer insanlık dışı uygulamalar."

Suçun sistematik ve yaygın olarak işlendiğine dikkat çeken Prof. Dr. Tarhanlı, "12 Eylül darbesinin ardından 1980'lerin ortalarına kadar süren böyle bir uygulamanın yaygın ve sistematik bir karakter arzettiği dikkate alınacak olursa, bu uygulamanın aynı zamanda bir 'rejim' vasfına da sahip olduğunu ve bu terimle anılabileceğini de gözden uzak tutmamak gerekir" diye konuştu.

"Türkiye'nin yakın geçmişiyle yüzleşmesi anlamına gelecek bu konuda, hukuki yollara paralel olarak geliştirilebilecek, toplumsal anlamda kucaklayıcı bir adalet bakışı nasıl kurulabilir" diye soran Prof. Dr. Tarhanlı, "Diyarbakır Cezaevi'ndeki infaz rejiminin tanıkları üzerinden bir sorumluluk tanımlanacaksa, onarıcılık üzerinden olmalı. İyi niyetle de olsa yapılan siyasi demeçler, bu sürece cevap olmaz" dedi.

'TÜRKİYE BU GERÇEKLE YÜZLEŞMELİDİR'

Avukat Fikret İlkiz, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'na binden fazla kişinin cezaevinde gördükleri işkence nedeniyle suç duyurusunda bulunduğunu anımsattı, "İşkence suçu, insanlığa karşı suç, onur kırıcı suç kapsamında yargılama yapılmasını istedi. Adalet için başvurdular" diye konuştu.

"Diyarbakır Cezaevi'nde insanlığa karşı suç işlenmiştir" vurgusunda bulunan Avukat İlkiz, şöyle konuştu: "Diyarbakır Cezaevi olayları işkencedir, yapılanlar insanlık dışı muameledir ve insanlara karşı uygulanan onur kırıcı davranışlarla insanlık suçu işlenmiştir. Aksi düşünülmeyecek olan bu gerçekle Türkiye yüzleşmelidir. Diyarbakır Cezaevi suç soruşturması tamamlanmalı ve suç failleri hakkında ceza davası açılarak, geçmişmle hesaplaşma yargı yoluyla gerçekleştirilmelidir."

Doç. Dr. Ozan Erözden de, asıl önemli olanın bir dönemin sorumlularının cezalarını çekmesi değil, baskının yarattığı toplumsal mağduriyetin gelecekte tekrarlanmasının önüne geçmek olduğunu belirtti. Erözden, "Kürt sorununun çözümü için de Diyarbakır Cezaevi gerçeğiyle yüzleşmek gerekiyor" dedi.

Sempozyumun son oturumunda ise Prof. Dr. Turgut Tarhanlı, "Yaşananların Hukuki Sonuçları ve Yeni Anayasa" başlığı altında bir sunum yaptı. "Anayasaya yenilik karakterini verecek özlü değişikler neler olmalı?" sorusunun sorulması gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Tarhanlı, "Yeni anayasa insanı görmek zorunda. İnsanın nesneleştirildiği sürecin mekanizmalarını konuştuk. Bu nedenle yeni anayasada insanı görmemiz gerekiyor" dedi. Tarhanlı şöyle konuştu: "Geçmişle yüzleşmek, hesaplaşmat tv programlarında tanıkları konuşturmak ya da pazar eklerinde arşivlerden fotoğraflar yayınlamakla olmuyor. Geçmişle yüzleşmek aslında, hukuktan bu konuda beklenen gayret ve çabadır. Yeni anayasa da, başlangıç ilkelerinde siyasi irade beyanının ötesinde, haklar rejiminin düzenlenmesidir."

Konuşmacıların ardından salondakilere söz verildi. İzleyiciler de, Diyarbakır Cezaevi'ne ilişkin tanıklıklarını anlattı, önerilerini sundu.

Kaynak: ANF