Aksaray Üniversitesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Tolga Kankılıç, varlıkları küresel ölçekte tehdit oluşturmayan türlerin Türkiye'de bölgesel ölçekte yok olma tehdidi ile karşı karşıya olduğunu bildirdi.
ODTÜ Biyoloji ve Genetik Topluluğu, 2010 yılının Birleşmiş Milletler tarafından ''Biyoçeşitlilik Yılı'' olarak belirlenmesi etkinlikleri kapsamında ''Biyoçeşitlilik 2010: Tüm Çeşitliliğiyle Yaşam'' konulu konferans düzenlendi.
Konferansta ''Türkiye'de Yaşayan Memeli Hayvanlar ve Biyoçeşitliliği'' başlıklı konuşma yapan Yrd. Doç. Dr. Tolga Kankılıç, Avrupa ve Asya arasında doğal bir köprü olan Türkiye'nin tarihsel süreçte çok sayıda memeli türüne ev sahipliği yaptığını ifade etti.
Jeolojik devirler boyunca çoğu türün sığınma yeri olan Anadolu'nun ayrıca pek çok türün de gen merkezi olduğunu anlatan Kankılıç, dünyada yaklaşık 5 bin 487 memeli türünün yaşadığını, bunların yüzde 3'ünün de Türkiye'de bulunduğunu aktardı.
19. yüzyılda Türkiye'de en az dört memeli türü olan Kunduz, Asya Aslanı, Çita, ve Sığın'ın yok olduğunu, bu tarihten sonra da pek çok türün yok olma tehdidi ile karşı karşıya kaldığını belirten Kankılıç, ''Büyük memeli türlerinin çoğunluğu son yüzyıl içerisinde, dikkati çekmeyen bir çok küçük memeli türü de son 50 yıl içerisinde yok olma tehdidi altına girmiştir'' diye konuştu.
Kankılıç, ''Silifke dikenli faresi'', ''heybeli sıçan'', ''hasancık'', ''bahçe uyuru'', ''oklu kirpi'', ''tarla sincabı'' gibi endemik türlerin son 20 yıl içerisinde habitat bozulmasından dolayı yok olma tehlikesi altına girdiklerini, ayrıca ''çengel boynuzlu dağ keçisi'', ''alageyik'', ''mısır meyve yarasası'', ''dağ ceylanı'' gibi türlerin varlıklarının küresel ölçekte tehdit oluşturmamasına rağmen Türkiye'de bölgesel ölçekte yok olma tehdidi ile karşı karşıya olduğunu bildirdi.
ODTÜ Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aykut Kence de konuşmasında, Türkiye'nin Avrupa'nın 14'te biri oranında yüzölçüme sahip olmasına karşın kıtada bulunan memeli türlerinin 3'te 2'sini barındırdığını ifade etti.
Anadolu'da çok büyük bitki zenginliğinin bulunduğuna işaret eden Kence, Anadolu'da incirin 286, armudun 253, kirazın 134, cevizin 91 ve narın 64 çeşidinin bulunduğunu anlattı.
Türkiye'de yaşayan türlerin sayısının 150 binle 208 bin arasında olduğunun tahmin edildiğini anlatan Kence, ancak son dönemde pek çok türün sanayileşme, tarımsal kirlenme, kontrolsüz avlanma gibi sebeplerle tehdit altında olduğunu bildirdi.
"Doğanın en büyük düşmanı insan"
Son 50 yılda dünyadaki insan nüfusunun 2'ye katlandığını dile getiren Kence, ''Doğanın en büyük düşmanı insan varlığı. Yaşam tarihinde hiçbir dönemde insan dışında hiçbir canlı türü, diğer canlı türlerinin yaşam alanlarını daraltarak biyoçeşitlilik üzerinde bu denli etkili olmamıştır. İnsan faktörü nedeniyle kaybolan türlerin yerine getirilmesi hemen hemen imkansızdır'' dedi.
Günümüzde gözlenen tür kayıplarının doğal kayıp hızının bin ile 10 bin katı dolayında olduğunu bildiren Kence, ''Dünya üzerindeki tür sayısı 2 milyonsa her yıl 200 ile 2 bin, 100 milyonsa her yıl 10 bin ile 100 bin arasındaki tür yok olacak demektir. Soyu tükenen hayvanlar arasında kuşlar ve memeliler ilk sırayı almaktadır. Bu nedenle bir an önce koruma biyolojisi planlarına insan dahil edilmelidir'' diye konuştu.
"Canlı hayvan ithalatı genetik çeşitliliği yok ediyor"
Prof. Dr. Kence, ''canlı hayvan ithalinin yapılmasına'' ilişkin bir soruyu yanıtlarken de, ''Yurt dışından ithal hayvanların ülkeye getirilmesi çok yanlış. Çünkü yüksek verim elde etmek istiyorlar. Yurt dışından bal arısı ırkları ya da sığır ırkları getiriliyor. Hayvan ırklarının bulunduğu yerde, yani ülkemizde ıslah etme yerine yabancı ülkelerden ırklar getirilerek kolay yönden hazıra konuluyor. Bu da ülkenin genetik çeşitliliğini büyük ölçüde yok ediyor'' dedi.
Kence, yurt dışından benzer şekilde hazır bitki tohumlarının getirilmesinin de bitki çeşitliliği üzerinde olumsuz etki yarattığını söyledi.
Kaynak: AA