24 Haziran 2011 Cuma

Söz gümüşse sükut siyanür!..


2005 yılında Eşme’deki altın madeni çekimleri için gittiğimiz Kütahya Dulkadirli köyünde üç kadın ve bir civciv satıcısı ile karşılaşmıştık. Bir zamanlar Dulkadir Beyliğine başkentlik yapmış köy, Eti Gümüş tesislerinin bölgede faaliyete başlamasının ardından 6 yılda 22 kişiyi kanserden toprağa vermişti. Köydeki bu kanser olaylarını araştıran Eskişehir Anadolu Üniversitesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Necla Özdemir kanserlere Eti Gümüş tesislerinin neden olduğunu bilimsel olarak ortaya koyan bir rapor hazırlamıştı. Köylülerin dava açmalarının ardından bölgede ilan edilmemiş bir sıkıyönetim uygulanmaya başlamış, haber yapmak için giden televizyoncular, gazeteciler jandarma tarafından gözaltına alınmıştı.

Koca köyde kalan 10-15 kişinin çoğunluğu da maden tesislerinde işçi olarak çalışıyordu. Gittiğimiz gün köyde bulabildiğimiz üç köylü kadın da maden tesisleri ile ilgili sorduğumuz sorulara çekinerek yanıtlar verdiler. Eşlerinin işten çıkarılabilme endişesini taşıyorlardı. Söyledikleri aynen şuydu, “Ne yapalım mecburuz burada yaşamaya, madende çalışmaya. Açlıktan öleceğimize çalışarak ölelim”. O çekimlerimiz sırasında atık barajlarının gövdesindeki çatlakları da görüntülemiş ve Evrensel’e yaptığımız haberde bu tehlikeye dikkat çekmiştik.

Aradan tam 6 sene geçti. 2011 Mayıs ayında Eti Gümüş tesislerinde atık havuzlarından birisinin duvarı çöktü. Büyük bir şans eseri orta kesimde kalan atık havuzunun duvarı çökmüş, siyanürlü atık sular diğer havuzlara taşmıştı. Yine de atık havuzlarının tabanlarında bulunan geçirimsiz örtüde meydana gelebilecek bir yırtığın, siyanürün yeraltı sularına karışmasına neden olacağı biliniyordu. Zaten üzerleri açık olan atık havuzlarından sürekli bir siyanür buharlaşması yaşanıyordu bölgede. Çevre Mühendisleri Odası tarafından tesislere 5 kilometre uzaklıktaki Köprüören Köyü’nde yapılan su analizlerinde limitin %40 fazlası siyanür tespit edildi. Yetkililer bu analizi resmi değil diye kabul etmezsek, kendi analizlerinde siyanür çıkmadığını söylediler. Bu tahlil sonuçlarının ardından köye giden aralarında mühendislerin, sağlıkçıların bulunduğu çevrecilere camiden çıkan birkaç yaşlı köylü “gidin buraları karıştırmayın. Siz devletten iyisini mi biliyorsunuz. Zehirleniyorsam ben zehirleniyorum. Size ne?” diye tepki gösteriyorlardı. Köyün kadınları ise köy imamının da telkinleri ile böyle konuştuklarını söyledikleri yaşlılara rağmen, endişelerini, madene tepkilerini gizlemiyorlardı.

Madene yeniden çalışma izni verilmesinden birkaç gün sonra, bu kez Dulkadirli köyünden hayvan ölümleri ve köylülerin zehirlendiği haberleri geldi. 8 köylü devlet hastanesine kaldırılırken, onlarca hayvan ise telef olmuştu. Bu kez olayın siyanür zehirlenmesinden kaynaklandığını şirket yetkilileri bile kabul ediyor, “birileri siyanürlü atık suyun vanasını açmış, sabotaj var” iddialarını dile getiriyorlardı. Köylüler şirketin kendilerini suçlayan açıklamalarına, “kim kendisini zehirlemek ister ki” diye yanıt veriyordu.

Sağlık Emekçileri Sendikası’nın olayın ardından köyün içme suyundan aldığı numunenin analizlerinin çıktığı gün, Sağlık Bakanlığı ve Valilik yeni bir açıklama yaptılar. Analizlerde limitin 221 katı siyanürün yanı sıra, arsenik, kadmiyum gibi kanser yapıcı ağır metaller de bulunmuştu. Aynı gün yapılan Sağlık Bakanlığı ve Kütahya Valiliğinin açıklamasında ise olayda siyanür zehirlenmesinin olduğuna dair bir bulgunun olmadığı ileri sürülüyor, halka “sular temiz, gönül rahatlığı ile içebilirsiniz” deniyordu. Zehirlendikleri için hastaneye kaldırılıp, daha sonra taburcu edilen köylülerin söyledikleri 2005 yılındaki sözlerle neredeyse aynıydı; “Burada çalışmaya mecburuz, öleceğiz ama ne yapalım başka iş yok…”

Eti Gümüş tesislerinin bulunduğu bölgede tıpkı 2000’li yıllarda olduğu gibi gizli bir sıkıyönetim olduğundan bahsediliyor bugün de. 12 Haziran seçimlerinden 10-15 gün önce, Hopa’da derelerin özgür akması talebi ile gösteri yapanlara gaz bombaları ile saldıranlar, Kütahya’daki zehirlenmeleri de gözden ırak tutmaya çalışıyorlar. Dereleri su tekellerine satanlarla, ülkenin yeraltı - yerüstü değerlerini, doğanın katli, canlıların sağlıklarını yitirmesi pahasına yağmalatanlar aynı kişiler ve AKP hükümeti de bunların temsilcisi durumunda.

Topraklarını, sularını, yaşam alanlarını korumak için direnen halk, onların gözünde ‘gelişimin önündeki engeller’. Gelişimle, şirketlerin gittikçe artan kar oranları aynı bunlar için. Zaten böyle olmasa bu şirketlerin kendilerini orada tutmayacaklarını da bilecek kadar sistemin işleyişini çözmüşler. İşte bu yüzden, iktidarlarının devamı için ülkenin ne kadar zenginliği varsa sermayenin önüne seriyorlar. Bunların önüne çıkan, gelecekleri için direnen halkı ise kimi zaman ‘eşkıya’, kimi zaman “Alman ajanı” kimi zaman “işi gücü olmayan çapulcular” olarak damgalamaktan geri durmuyorlar.

Limitlerin 221 katı siyanür çıkan Dulkadir köyünde “hiçbir şey olmadı” diyorlar. Hayvanlar ölmedi, insanlar günlerce hastanelerde acı çekmedi. “Siyanür zehirlenmesi yok” diyorlar. Hayvanların neden öldüğünü, insanların neden zehirlendiğini açıklamıyorlar. Sadece herkesin susmasını, ‘işine bakmasını, musluklardan güvenle su içmesini’ istiyorlar. Oysa bu yaşananlara sessiz kalmanın ne demek olduğunu Dulkadirli, Köprüören, Gümüş Köylülerine sormak lazım. Yıllardır susturuldular, sesleri kısıldı ve şimdi koskoca bir zehir barajıyla yaşamak zorundalar. Onlar için “Söz gümüşse sükut siyanür” artık…

Özer Akdemir
Kaynak: Evrensel