31 Aralık 2013 Salı

Transfobik Galatasaray Hamamına Ziyaret


Trans kadın bir arkadaşımızı trans kimliğinden dolayı hamama almaya reddeden Galatasaray Hamamını ziyaret ettik. Transfobi heryerde, direniş de! 
Ve bir kez daha dedik ki: "Transız, burdayız, alışın, alışın, gitmiyoruz!"

30 Aralık 2013 Pazartesi

Caretta Caretta'ya parke taşı bağlayıp boğdular

#CarettaCaretta Mersin'in Erdemli İlçesi'nde, sahile yüzgecine parke taşı bağlanmış olarak ölü Caretta Caretta vurdu.

Photo: #CarettaCaretta Mersin'in Erdemli İlçesi'nde, sahile yüzgecine parke taşı bağlanmış olarak ölü Caretta Caretta vurdu. 

video: http://webtv.radikal.com.tr/turkiye/6228/caretta-carettaya-parke-tasi-baglayip-bogdular.aspx

Arpaçbahşiş Beldesi Sahili'nde balık tutan amatör balıkçılar, yaklaşık 1.5 metre uzunluğunda 60 kilo ağırlığındaki 40 yaşlarında olan kaplumbağayı görünce şoke oldular. Yüzgecine kilit parke taşı bağlandıktan sonra denize atıldığı tahmin edilen ölü kaplumbağanın nesli tükenmekte ve koruma altına olan Caretta Caretta olduğu tespit edildi.

DOHAYKO Akdeniz Bölge Temsilcisi Semih İğdigül, kaplumbağayı bu hale getirenleri vicdansız olarak nitelendirdi. İğdigül, "Hangi vicdansız bir canlının yüzgecine taş bağlayarak denize atar da ölümüne sebep olur anlamak mümkün değil, bu insanlığa sığmaz" dedi.

Nesli tükenmekte olan Caretta Carettaları korumak için dünya seferber olurken, kendini bilmez kişilerce öldürülmesine sert tepki gösteren İğdigül, "Bu canları koruyalım, sık sık balıkçılarımızı denetleyelim. Öyle tahmin ediyorum ki bu canlı bir balıkçının ağına takıldı o balıkçı da sinirlenerek parke taşını bağlayıp denize attı ve boğularak öldü. Bu bir vahşilik ve vicdansızlıktır. Balıkçılar kaplumbağalarla yaşamayı öğrenmeli" diye konuştu.

Caretta Caretta'yı bulan amatör balıkçılardan Arif Gökmen ise, "Kaplumbağayı taş bağlanmış halde bulduk. Kıyıya çıkarttığımızda ölmüş olduğunu gördük. Kimseye zararı olmayan bu canlıyı niçin işkence ile öldürürler?" dedi.

Balıkçılardan Zeki Karabulut de, Arpaçbahşiş Belde Sahili'nin Caretta Caretta üreme alanı olduğunu kaydederek şunları söyledi:

"Caretta Carettalar mayıs ayının sonuna kadar bu kumsala çıkıp yumurta bırakıyorlar. Ancak bölgedeki aşırı yapılaşmadan dolayı sahile yumurta bırakmak için gelen hayvanlar geri dönüyorlar. Kaplumbağaların yumurtalarını bırakması için yazlıkçılar sahili işgal etmesin, şezlonglar konmasın, akşamları ışıklar yakılmasın. Lütfen bu önlemler alınsın."

Sahile vuran Caretta Caretta Kaplumbağası'nın ölüsü vatandaşlar tarafından açılan çukura gömüldü.

Arpaçbahşiş Beldesi Sahili'nde balık tutan amatör balıkçılar, yaklaşık 1.5 metre uzunluğunda 60 kilo ağırlığındaki 40 yaşlarında olan kaplumbağayı görünce şoke oldular. Yüzgecine kilit parke taşı bağlandıktan sonra denize atıldığı tahmin edilen ölü kaplumbağanın nesli tükenmekte ve koruma altına olan Caretta Caretta olduğu tespit edildi. Video için tıklayın.

DOHAYKO Akdeniz Bölge Temsilcisi Semih İğdigül, kaplumbağayı bu hale getirenleri vicdansız olarak nitelendirdi. İğdigül, "Hangi vicdansız bir canlının yüzgecine taş bağlayarak denize atar da ölümüne sebep olur anlamak mümkün değil, bu insanlığa sığmaz" dedi.

Nesli tükenmekte olan Caretta Carettaları korumak için dünya seferber olurken, kendini bilmez kişilerce öldürülmesine sert tepki gösteren İğdigül, "Bu canları koruyalım, sık sık balıkçılarımızı denetleyelim. Öyle tahmin ediyorum ki bu canlı bir balıkçının ağına takıldı o balıkçı da sinirlenerek parke taşını bağlayıp denize attı ve boğularak öldü. Bu bir vahşilik ve vicdansızlıktır. Balıkçılar kaplumbağalarla yaşamayı öğrenmeli" diye konuştu.

Caretta Caretta'yı bulan amatör balıkçılardan Arif Gökmen ise, "Kaplumbağayı taş bağlanmış halde bulduk. Kıyıya çıkarttığımızda ölmüş olduğunu gördük. Kimseye zararı olmayan bu canlıyı niçin işkence ile öldürürler?" dedi.

Balıkçılardan Zeki Karabulut de, Arpaçbahşiş Belde Sahili'nin Caretta Caretta üreme alanı olduğunu kaydederek şunları söyledi:

"Caretta Carettalar mayıs ayının sonuna kadar bu kumsala çıkıp yumurta bırakıyorlar. Ancak bölgedeki aşırı yapılaşmadan dolayı sahile yumurta bırakmak için gelen hayvanlar geri dönüyorlar. Kaplumbağaların yumurtalarını bırakması için yazlıkçılar sahili işgal etmesin, şezlonglar konmasın, akşamları ışıklar yakılmasın. Lütfen bu önlemler alınsın."

Sahile vuran Caretta Caretta Kaplumbağası'nın ölüsü vatandaşlar tarafından açılan çukura gömüldü.


28 Aralık 2013 Cumartesi

Roboski'de devletin katlettiği tüm canlıları anıyoruz


Bundan tam 2 yıl önce TSK uçakları insanlarla birlikte katırların üzerine de bomba yağdırdı. Her zamanki gibi katırların ölümü anılmaya değer görülmedi. Bugün Roboski'de katledilen 34 insanla birlikte katırları da anarken, bir kez daha devlet terörünü lanetliyoruz.

Yeryüzüne Özgürlük!




26 Aralık 2013 Perşembe

"Kentler Tüm Canlılar İçin Sömürüdür!"

Benzer, ortak dertlere sahip olduğumuz için çağrıcısı olduğumuz 22 Aralık İstanbul "Kent" Mitingi vesilesi ile kent ve kentlilik, modernlik, kentlerin yol açtığı sorunlarla ilgili bir kez daha bir şeyler söyleme gerekliliği duyuyoruz.


Ancak öncesinde, meşru taleplerin dillendirilmesine katlanamayarak en temel hak ve özgürlük olarak "anayasal hak" diye güvence altına alındığı iddia edilen toplanma hakkını dahi kısıtlamak isteyip kendini üzerimize, mitinge saldırmaktan yine alıkoyamayan gözü dönmüş kolluk kuvvetlerini bir kez daha kınadığımızı belirtmek istiyoruz.
İstanbul gibi "metropol" olarak tanımlanan kentler, bizi hapseden, kendimize, doğaya ve tüm canlılara yabancılaşmamıza yol açan, bizi kontrol altına alan, sınırlı mikro-dünyalar olarak karşımıza çıkıyor. İster büyük, ister küçük olsun, her kentin merkezinde, zirvesinde en baskın şekli ile egemen kültürleri görmemiz mümkün. Bu egemen kültürün, günümüzde ne gibi ayrımcı, sömürücü eylemlere yol açtığını görmek için ise "âlim" ya da uzman olmak gerekmiyor; şiddeti bizzat, tekrar ve tekrar yaratan gündelik kent yaşantısında bir anlığına etrafı gözlemlediğimizde, nasıl bir cinnet ortamının içinde yaşadığımızı kolaylıkla fark edebiliriz. Neredeyse her kesim tarafından mükemmel, eşsiz, modern olarak tanımlanan bu kentler ve bu kentlerin yönetimine talip olan egemenler, kenti daha da "ileri" götürmek iddiası ile birçok çeşitliliği yok etmeye çalışıyor; kentli kesimlerin yararına olduğu, kentleri daha da modernleştirmek adına -aslında kendi ceplerini doldurmak için- türlü çılgın proje ile karşımıza dikiliyor; kendi çıkar savaşlarını bize "modernlik" adı altında yutturuyor, her türlü şiddeti, tahakkümü normalleştirmemizi sağlıyorlar. 

23 Aralık 2013 Pazartesi

Neden köpekleri severken inekleriz yeriz?

İstanbul Teknik Üniversitesi Taşkışla Yerleşkesi'nde bu hafta hayvan özgürlüğü paneli var. Yeryüzüne Özgürlük'ten Güray Tezcan ve Diren Vegan'dan Berk Efe Altınal hayvan özgürlüğü kuramını ve eylemlilik pratiklerini aktaracaklar. Etkinliği Cins Arı isimli LGBTİ topluluğu ve Antikapitalist Öğrenciler organize ediyor.



Tarih/Saat: 25 Aralık Çarşamba, 17:30 
Yer: 134 nolu sınıf, İTÜ Taşkışla Yerleşkesi, Taşkışla Cad, 34437, Beyoğlu İstanbul
İletişim:  0554 730 72 16
Etkinlik linki
Etkinlik hakkında Ekşi Sözlük'te yazılanlar

22 Aralık 2013 Pazar

Polis saldırmadan duramadı; İstanbullular ekolojik tahribata, yağmaya karşı buluştu

İstanbul kent mitingi için toplanan binlerce kişiye polis biber gazı, plastik mermi, ses bombası ve tazyikli suyla saldırdı. Aralarında çocukların da olduğu kitlede panik yaşandı. Yarım saat sonra polisin çekildiği anonsu yapıldı. 


KADIKÖY MİTİNGİ: İstanbullu Kentine Sahip Çıktı (Detaylı haber)

Binlerce İstanbullu “İstanbul Biziz, İstanbul Bizim” sloganıyla çağrısı yapılan İstanbul Kent Mitingi için bugün Kadıköy’deydi. Mitingin başlamasına yakın, alana girişlerin bir yandan devam ettiği 14:30'da polis bir anda müdahalede bulundu. Yaklaşık yarım saat süren saldırı, miting görevlilerinin çağrıları sonucu polisin geri çekilmesiyle sonlandı.

Mitinge giriş noktasındaki arama noktasında yaşanan gerginliğin ardından polis plastik mermi atmaya, alanın girişindeki bazı gruplar da polise taş atmaya başladı.

Miting görevlileri, kitle ile polis arasında zincir oluşturmuşken polis, Boğa'dan alana gelen gruplara ve arama noktasındakilere tazyikli su, plastik mermi ve ses bombasıyla saldırdı.

Mitingteki çok sayıda çocuk ve yaşlı da gazdan etkilendi ve mitingi terk etti.


Haldun Taner Sahnesi'nin önünde duran polis bir süre daha biber gazı atmaya devam etti. Ardından sahneden mitinge devam edildiği, çevik kuvvet polisinin çekildiği anonsu yapıldı. Miting konuşmalar ve konserlerle sürdü. Polis, miting sonuna dek iki TOMA ile Beşiktaş iskelesi önünde bekledi.

Gazdan etkilenen bir kişi yoğun bakımda

İstanbul Kent Mitingi'nin hesabından yapılan açıklamada polis saldırısı sonucu Elif Çermik adlı kadının kalbinin durarak hastaneye kaldırıldığı, yoğun bakıma alındığı duyuruldu.

"İstanbulKentMitingi ‏@kentmitingi
Bugün polis saldırısı sırasında Elif Çermik'in kalbi durmuş, hastaneye kaldırılmıştır.Yoğun bakımdadır. Kendisine acil şifalar diliyoruz..."


Herkes Kadıköy'de

Kent Hareketleri, Kuzey Ormanları Savunması ve Forumlar Arası Kentsel Dönüşümle Mücadele Çalışma Grubu’nun düzenlediği mitinge aynı zamanda çağrıcı olan onlarca meslek örgütü, siyasi parti, sendika, mahalle ve ekoloji örgütü ile üniversite öğrencilerinin, feministlerin, anarşistlerin, ekolojistlerin, eşcinsellerin, hayvan hakları/özgürlüğü aktivistlerinin de aralarında olduğu çok sayıda kişi ve kurum katıldı.



Miting için Haydarpaşa Numune ve Söğütlüçeşme’de buluşan insanlar iki koldan yürüyerek Kadıköy Meydanı’na ulaştı.

Kaynak: Bianet
* Fotoğraf: ETHA

* Sendika.org'un detaylı haberine ve derlediği fotoğraflardan oluşan galerisine ulaşmak için tıklayın.

"Utanç duvarı"nı yıkmaya başlayan Kürt halkına polis saldırdı

"Utanç duvarı”nı yıkmak için mitingde bir araya gelen Kürt halkına, polis saldırdı. Saldırı sonrasında çıkan çatışma birçok bölgeye yayıldı.


Mardin BDP İl Örgütü, Nusaybin-Qamişlo arasında örülen “Utanç duvarını” protesto etmek için il ve ilçelerden gelen on binlerce kişiyle bugün (22 Aralık) Şirin Bulvarı’ndan duvarın örüldüğü Qamişlo sınırına doğru yürüyüşe geçti.

Çevre illerden çok sayıda çevik kuvvet polisi sevk edildiği Nusaybin’de yürüyüş ardından miting başladı.

Mitingde BDP Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın konuşma yaptığı esnada halk utanç duvarını yıkmaya çalıştı. Sınırın karşı tarafından da kitle destek vermesi üzerine polis halka önce tazyikli su ardından da gaz bombaları ile hedef gözeterek saldırdı. Eylemciler de polis saldırısına havai fişek ile karşılık verdi.

Polis ve askerler Rojavalılara da tazyikli su ve gaz bombasıyla saldırdı. Polis saldırısı ile başlayan çatışmalar Alaman köprüsü, Çağçağ Caddesi ve Mittani Kültür Merkezi çevresinde yoğunlaştı.

Saldırı sonucunda çok sayıda kişinin yaralandığı belirtiliyor.

Cizre’de mitingin ardından dağılanlara saldırı

ANF’nin haberine göre, Cizre’de BDP Genel Merkezi tarafından Roboski sınırına örülen tel örgüleri ve Nusaybin’de örülen utanç duvarını protesto mitinginin dağılması ardından şehir merkezine doğru yürüyüşe geçen gençlere polis saldırdı.


Mitingin ardından kitle dağılmaya başladığı esnada çarşı merkezine doğru yürüyüşe geçen bir grup gence polis gaz bombaları ile saldırdı. Gençlerin de taşlarla karşılık vermesiyle devam eden çatışma ara sokaklarda sürüyor. Öte yandan, Nusaybin Caddesi üzerinde barikatların kurulduğu ve ateşlerin yakıldığı belirtildi.

Kaynak: Sendika.org
* Fotoğraflar: ANF, Ötekilerin Postası

21 Aralık 2013 Cumartesi

YARIN Talana, Yağmaya, Ekolojik Tahribata Karşı Miting var!

Ormanların rant uğruna ve "insanlık" yararına bahanesi ile talan edilmesine; İstanbul ormanlarının ve su havzalarının 3. Köprü, 3. Havalimanı, Kanal İstanbul gibi kentte ve civarında yaşayan canlılara hiçbir yararı olmayan emlak odaklı, çılgın, vahşi projelere; madencilik ve su şirketlerine kurban edilmesine hayır demek; sadece insanın değil ormanların, ağaçların, hayvanların, börtü böceğin yaşam hakkı için 22 Aralık’ta Kadıköy’deki mitingde buluşuluyor.



Mitinge kent hareketleri, İstanbul forumları, mahalle dernekleri, LGBTİ örgütlerinin yanı sıra bireysel ve kitlesel olarak ekolojistler, uygarlık karşıtları, hayvan hakları savunucuları, hayvan özgürlükçüleri ve anti-otoriter, anarşist bireyler de katılacak.

Bağımsız Hayvan Özgürlüğü Aktivistleri, YARIN saat 12.00'da Sögütlüçeşme Metrobüs Durağı'nda buluşarak yürüyüşe geçiyor. Yunuslara Özgürlük Platformu da mitingde yerini alacak, birer hapishane ve işkencehane olarak günümüzde, modern kentlerde varlığını sürdüren ticarethaneler olan yunus parklarının kapatılması gerektiğini haykıracak.


22 ARALIK'TA KADIKÖY'E!

Bizler İstanbul halkı olarak, yağmanın hesabının sorulmasında tarafız. Bu hesabı sormaktan asla vazgeçmeyeceğiz. Bütün İstanbul halkını, yağmalanan şehrimizin, mahallemizin, doğamızın, kamusal kaynaklarımızın hesabını sormak için, 22 Aralık Pazar günü Kadıköy Meydanı’nda olmaya çağırıyoruz.


Bizler hükümet ve yerel yönetimler tarafından insanca, güvenli, güvenceli ve sağlıklı bir şehirde yaşama hakkı; kent ve kentli hakları; kendi hayatı üzerindeki söz ve karar hakkı ve insanlık onuru hiçe sayılan İstanbul halkı olarak, “Yalana, Talana, Yağmaya, Yıkıma Artık Yeter!” diyoruz. Şehrimizle birlikte yaşamımızın her alanına, kazanılmış haklarımıza ve insanca yaşama olanaklarımıza karşı yıllardır sürdürülen saldırılar karşısında İstanbul halkına saygı gösterilmesini isteyerek ayağa kalkıyoruz. 22 Aralık’ta Kadıköy meydanında buluşuyoruz.

Onlar yıllardır hep birlikte yaşam alanlarımızı, emeğimizi, doğamızı yağmaladılar. Bizlerse yıllardır bütün yasal ve meşru yollarla bu yağmayı, talanı, yıkımı, katliamı durdurmak için mücadele ediyoruz. Şehrimize, mahallemize, parkımıza, suyumuza, ormanımıza, tarlamıza, bostanımıza yönelik bu açık ve organize saldırının hangi yıkıcı, çürütücü boyutlara ulaştığı, hep birlikte tanık olmak durumunda bırakıldığımız “büyük sabah operasyonları” ile ifşa edilen malum gerçeklerle bir kez daha açığa çıkmıştır.

Şehirlerimizin, yaşam alanlarımızın, doğal varlıklarımızın ve kamusal kaynaklarımızın yönetilmesi “işini” olağanüstü yasalar, süper-yetkiler ve halkın cebinden çıkan muazzam kaynaklarla kendi ellerinde tekelleştirmiş, hikmetinden sual olunmaz hükümet yetkililerinin, bakanların, belediye başkanlarının ve yıllardır bu yetkiler yardımıyla şehirlerimizi yağmalayarak palazlandırılan inşaatçıların elbirliğiyle sürdürülen bu organize kirli işlerin, bugün bizce sadece küçük bir kısmı, yıllardır bu büyük kent suçlarını hep birlikte işleyen yağmacıların, asla bir parçası olmadığımız iktidar savaşında ifşa edilmektedir.

Güç ve para sahipleri bu kavgayı hangi saiklerle sürdürüyor olurlarsa olsunlar, bizler yıllardır bu yağmanın birinci elden mağduru olan İstanbul halkı olarak, yağma ve talanın hesabının sorulmasında, yıkımın ve katliamın durdurulması konusunda ayrı, bağımsız bir taraf olduğumuzu ve bu hesabı sormaktan asla vazgeçmeyeceğimizi bir kez daha ilan ediyoruz.

22 Aralık mitinginin düzenleyicileri olarak, İstanbul’a karşı işlenmiş bütün kent suçlarının, yağmanın, talanın ve yalanların gerçek anlamda soruşturularak son bulmasının ancak taleplerimizi hep birlikte ve sokakta savunmaktan geçtiği bilinciyle, İstanbul’a ve kentlere karşı suç işleyen bütün yetkilileri, bakanları, belediye başkanlarını derhal istifaya çağırıyoruz!

Başta Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve yerel yönetimler olmak üzere, hükümet yetkilileri ve şirketlere muazzam boyutlarda yolsuzluk imkanı yaratan; imar kararlarını keyfi uygulamalar haline getiren, idarenin denetimini imkansızlaştıran ve kendi yaşamımız ve yaşam alanlarımız üzerindeki söz ve karar hakkımızı hiçe sayan başta 6306 sayılı Afet Yasası olmak üzere bütün olağanüstü yasaların ve bu yasaların uygulanmasından doğan “riskli alan”, “kentsel dönüşüm” gibi uygulamaların iptal edilmesini talep ediyoruz. Kentsel-kamusal-doğal alanlarımız üzerinde telafisi mümkün olmayan sonuçlar yaratan, hukuk ve bilim dışı, projelerin, başta 3. Köprü ve 3. Havalimanı olmak üzere derhal durdurulmasını istiyoruz.

Haydarpaşa, Galata, Haliç, Cevizli Tekel gibi kamusal alanlardaki yağmanın derhal durdurulmasını ve Danıştay Kanunu değişikliklerinin, Tabiat Varlıkları Yasasının derhal iptalini istiyoruz.

Biz “Bir şehir nedir ki, içinde yaşayanlardan başka?” diyoruz. Onlar şehirlere ve doğal alanlara baktıklarında sadece yağma ve talan imkânları görüyorlar.

22 Aralık mitingini düzenleyen İstanbul halkı olarak, bu yağmanın hesabının sorulmasında tarafız. Bu hesabı sormaktan asla vazgeçmeyeceğiz.

Bütün İstanbul halkını, yağmalanan şehrimizin, mahallemizin, doğamızın hesabını sormak için, 22 Aralık Pazar günü Kadıköy Meydanında buluşmaya çağırıyoruz.

Detaylı bilgiye ve mitingin çağrıcı listesine ulaşmak için: http://www.istanbulkentmitingi.org




 

Ferhat Gerçek’e 3,5 Yıl, Sakat Bırakan Polise 2,5 Yıl Hapis

Ferhat Gerçek’i 17 yaşında sırtından vurarak sakat bırakan polislere 2’şer yıl 6’şar ay hapis cezası verildi. Gerçek ise “polis aracına zarar verdiği ve polise hakaret ettiği” gerekçesiyle 3,5 yıl ceza aldı.


Ferhat Gerçek ile ilgili Bakırköy 9. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen dava bugün sonuçlandı. “Mala zarar vermekle” suçlanan Gerçek, kendisini silahla vurarak sakat bırakan polislerden daha fazla ceza aldı.

Gerçek 17 yaşında dergi satarken sokakta sırtından vurulmuştu. Polislere 10,5 yıl ceza istemiyle dava açılırken, Ferhat ve davadaki diğer sanıklar 15 yıl hapisle yargılandı.

Davanın son duruşması bugün görüldü.

Suçlu değil mağdur

Avukat Aycan Çiçek, Ferhat Gerçek’in olayın mağduru olduğunu, bu nedenle beraat talep ettiklerini, polislerin de cezalandırılmasını istediklerini belirtti. Çiçek soruşturmanın usulüne uygun sürdürülmediğini, olay yerinde keşif yapılmadığını, tanıkların bile dinlenmediğini de ekledi.

Bakırköy 9. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Tayyip Ahmet Aydın bu taleplerin bir kez daha reddine karar vererek hükmü açıkladı.

Ferhat Gerçek, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 125/1. maddesindeki “kamu görevlisine hakaretten” 11 ay 20 gün, TCK 265/1 maddesindeki “Görevi yaptırmamak için direnmeden” 6 ay 20 gün, TCK 152/1 maddesindeki “kamu malına zarar vermekten” 10 ay, 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefetten de 1 yıl 3 ay hapis cezası aldı.

Toplam 3 yıl 7 ay 10 gün ceza alan Gerçek’in cezasıyla ilgili hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildi.

Polislere ceza indirimi

Polisler Cengiz Çalış, Yavuz Özer, Aydın Özdere, Hasan Bayraktar, Emre Taşkın, Can Koçbülbül ve Muzaffer Ünal’a ise 2’şer yıl 6’şar ay hapis cezası verildi.

Yedi polisin, “mağdurun hayatını tehlikeye attığı ve iyileşme olanağı bulunmayan bir hastalığa yakalanmasına neden oldukları” kararda belirtildi.

Polislerin “olası kast” ile hareket ettiği de vurgulandı. Ancak polislere verilen hapis cezası, “cezanın sanıklar üzerindeki olası etkisi” dikkate alınarak cezada indirime gidildi.

Ne olmuştu?

7 Ekim 2007'de Yenibosna'da Yürüyüş dergisi satanları darp eden polis, kaçmaya çalışan Gerçek'i de sırtından vurmuştu. Gerçek vurulduğunda 17 yaşındaydı.

Yedi polise 10,5 yıl ceza istemiyle dava açıldı. Ferhat ise "toplantı ve gösteri yasasına muhalefet", "görevi yaptırmamak için direnme", "kamu görevlisine hakaret" ve "nitelikli mala zarar vermek" suçlarından 15 yılla yargılandı.

Davada en önemli delil olan mermi ile o gün giydiği tişört yollandığı Adli Tıp Kurumu'nda kayboldu. Bu deliller kaybolduğu için silahı kimin, hangi mesafeden ateşlediği çözülemedi.

Polislerin sanık olduğu davada bilirkişilik görevi de Emniyet Müdürlüğü’ne verildi.

Mahkeme, polislerin, "kasten insan öldürmeye teşebbüsten" yargılanması talebini kabul edilmedi, polislerin, "havaya ateş açtığı esnada Gerçek'i vurduklarını" ifade edildi.

Ferhat Gerçek iki yıl önceki bir duruşmada polisle karşı karşıya geldiğinde, sanık polisler “Bacaklarını aldık, kollarını da alacağız” dediler.

Gerçek'e olay günü zarar gören polis araçlarının "tamir masraflarının tazmini" için de ayrı bir dava açıldı.

İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü, Ferhat ile dört kişinin iki polis otomobiline taşla saldırarak maddi zarar verdiği ve araçlarda toplam 2 bin 242 TL'lik hasar olduğu öne sürerek zararın davalılardan tazminini istedi. 

Kaynak: Bianet

20 Aralık 2013 Cuma

DİNK DAVASI: Valilik Kamu Görevlilerini Soruşturmaya Yine İzin Vermedi

İstanbul Valiliği, Dink cinayetinde adı geçen kamu görevlilerinin yargılanması için Savcılığın yaptığı başvurusunu reddederek dönemin Emniyet Müdürü Cerrah ve Vali Yardımcısı Güngör'ün soruşturulmasına izin vermedi.


İstanbul Valiliği, Hrant Dink cinayetinde adı geçen kamu görevlilerinin yargılanması için İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın başvurusunu reddetti.

Valilik aralarında dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ile Vali Yardımcısı Ergün Güngör’ün de bulunduğu yetkililer hakkında soruşturma izni vermedi.

4. Yargı Paketi’yle yapılan değişikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) etkin soruşturma yapılmadığına ilişkin kesin karar vermesi durumunda soruşturma yeniden açılmasına olanak sağlandı. Dink ailesi avukatları da AİHM’in Dink cinayeti davasında kamu görevlileri hakkında etkin soruşturma yapılmadığına dair kesin kararına dayanarak savcılığa başvurmuş, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı da dava açılması için İstanbul Valiliği’nden izin istemişti.

Agos’tan Uygar Gültekin'in haberine göre Valilik, gerekçe olarak paketteki değişikliğe rağmen Anayasa Mahkemesi (AYM), Yargıtay ve Danıştaş’ın içtihatlarını göstererek kanun değişikliğinin, yapıldığı tarihten itibaren geçerli olabileceğini ve geriye dönük işletilemeyeceğini savundu.

Valilik, Güngör hakkında da ayrı bir karar verdi. Kararda 2004’te Dink’in “tehdit edildim” dediği görüşmenin “samimiyet ve nezaket içinde” gerçekleştiği ifade edildi.

24 Şubat 2004’te Dink İstanbul Valiliği’ne çağrılmıştı. Güngör ve beraberindeki Özel Yılmaz ve Handan Selçuk isimli iki Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) görevlisinin katıldığı görüşmeyi Dink  "haddinin bildirilmesi” olarak değerlendirmişti.

Kaynak: Bianet

19 Aralık 2013 Perşembe

"Hayata Dönüş"ün 13. Yıldönümünde İHD Ulucanlar'daydı

İHD’nin, “Cezaevlerinde İnsan Hakları İçin Mücadele ve Dayanışma Günü” için hazırladığı rapor cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerini gözler önüne seriyor.

Bugün 19 Aralık katliamının 13. yıldönümü.  Bundan 13 yıl önce, 19-22 Aralık 2000 yılında, 20 cezaevine aynı anda “Hayata dönüş operasyonu” düzenlendi. Operasyon 2000 yılı sonbaharında hapishanelerde uygulamaya konması planlanan F-tipi uygulamasını protesto etmek amacıyla 20 Ekim'de başlayan ölüm orucunu kırmak amacıyla yapıldı. Operasyon sırasında 30 tutuklu ve mahkum öldü, 237 tutuklu yaralandı, iki asker de yaşamını yitirdi.



11 yıl sonra ortaya çıkan belgelerde operasyona “Tufan” ismi verildiği anlaşıldı. İnsan Hakları Derneği (İHD) 16-17 Kasım 2002 tarihlerinde gerçekleştirdiği genel kurulunda 19 Aralık gününü “Cezaevlerinde İnsan Hakları İçin Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak ilan etti.

İHD katliamın yıl dönümünde, müzeye dönüştürülen Ulucanlar Cezaevi önünde bir basın açıklaması düzenledi. Açıklamada “Türkiye’de hapishaneler karanlık bir geçmişe sahiptir” denildi.

“Bugün daha mı iyidir? Hayır. Cezaevlerinde neredeyse dünü aratacak inanılmaz insan hakları ihlalleri yaşanmaktadır.”

140 bin 250 kişi cezaevinde…

İHD ayrıca,  2013 yılı içerisinde cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine dikkat çekmek için bir rapor hazırladı. Raporda “2013 yılında hapiste işkence ve kötü muamele, sağlık, sürgün, çocuk mahpuslar, engelli mahpuslar, LGBT bireylere dönük değerlendirmelerimizi bulacaksınız” denildi.

Rapora göre 2013 yılı itibariyle cezaevlerinde 140 bin 250 kişi bulunuyor. Son yedi yıllık dönemde cezaevlerinde nüfus iki buçuk misli artmış.

“Gardiyanlar ’hazır ol’ komutu vermelerini istemiş”

Raporda işkence ve kötü muamele gördüklerini belirten mahpusların ve yakınlarının İHD’ ye yaptıkları beyanlara da yer verildi.

“25 Temmuz 2013’te ‘yasadışı örgüt üyesi olduğu iddiasıyla’ Van F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Emrah Abi’nin, kalbindeki rahatsızlığından dolayı sağlık raporu almak için geldiği hastaneden dönerken bekletildiği ring aracının klimasının açılmasını istediği için jandarma erleri tarafından dövüldüğü beyan edildi.”

9 Mayıs 2013 tarihinde çocuğu tutuklu olan Bozan Bozkurt, İHD’ye şu beyanlarda bulundu:

“Oğlum Necdet Bozkurt Hazro K Tipi Kapalı İnfaz kurumunda cezasını infaz etmektedir. 8 Mayıs 2013 tarihinde kendisi ile yapmış olduğum görüşmede gardiyanların kötü muamelesi ile karşılaştıklarını belirtti. Oğlum gardiyanların kendilerine askeri dayatmalarda bulunduğunu, karşılarında istedikleri zaman hazır ol komutuna geçmelerini istediklerini ve bunun gibi kötü muamele uyguladıklarını belirtti.”

14 kişi rapor beklerken hayatını kaybetti

Rapora göre Mayıs 2013’e kadar 460 hasta tutuklu ve hükümlü tahliye talebiyle Adalet Bakanlığı’na başvurdu. 460 başvurundan 417’si reddedildi. Adalet Bakanlığı verilerine göre ise 14 kişi rapor beklerken hayatını kaybetti.

Zorunlu sevkler, sürgünler

Raporda, bir hak ihlali olan zorunlu sevklerin, sürgünlerin, sayısında da artış olduğu belirtiliyor. İHD Cezaevi komisyonunun verilerine göre, 23 Eylül- 19 Aralık 2013 tarihleri arasında; Bingöl, Muş, Batman, Mardin, Siirt, Diyarbakır, Edirne cezaevlerinden, Tekirdağ Bandırma, Edirne, Silivri cezaevlerine 345 mahpus sevk edildi.

Raporda yaşanan sürgünlerin, mahpus yakınları için maddi ve manevi zorluklar doğurduğuna da dikkat çekildi. 

Mahpus çocuklar

Raporda, Ankara, İzmir, Mardin ve Mersin cezaevlerinde tutuklu buluna çocuklarla yapılan görüşmelere de yer veriliyor.

Ankara Çocuk ve Gençlik Kapalı Cezaevi’nde H.E. (17), E.T. (16) ve K.Ş. (17) ile yapılan görüşmeler raporda şu şekilde özetleniyor:

“Çocuk mahpuslar; özellikle hastane/mahkeme sevklerinde çıplak arama uygulamasının sıklıkla dayatıldığını; çıplak aramanın uygulandığını; infaz koruma memurlarının ve jandarmaların kötü muameleri ile karşılaştıklarını belirtmişlerdir.

“Ayrıca koğuşlarda bulunan tuvaletlerin gün boyunca otomatik kapılar ile kilitli olması ve kilidi ancak gardiyanın açması uygulamasının tuvalet ihtiyacının giderilmesini gardiyanın iznine tabi hale getirdiği ve buna ilişkin bir takım onur kırıcı, aşağılayıcı pratiğin geliştiği belirtilmiştir.

“Haftalık telefon görüşmelerinde tekmil verilmesi şartı ve bunun infaz koruma memurlarının denetimine tabi olmasının, kısıtlı telefon görüşmelerinin gerçekleştirilmesini imkansız kıldığı ve yine aşağılayıcı bir tutum olarak uygulamanın sürdürüldüğünü dile getirmişlerdir. Dahası, çocuk mahpusların doğrudan diğer mahpusların önünde yahut görüp duyulabilecek mesafelerde kaba dayağa, ağır hakaretlere maruz kaldığı belirtilmiştir.”

Cezaevinde engelli olmak

Raporda cezaevlerinin engelli mahpusları ve yakınlarını ziyaret eden engelli bireyleri göz ardı edildiğine de dikkat çekiliyor.

“Türkiye’de özellikle 1980n sonrası inşa edilen neredeyse bütün hapishane tipleri iki katlı binalar halindedir. İki kat üzerine inşa edilen bu hapishanelerde gerekli donanım da olmadığından görme engelliler ve ortopedik engelliler koğuşları ve çıkabilirlerse havalandırmalarına hapis durumdadır ve ortak kullanım alanlarının çoğunu kullanamamaktadır. 2000’li sonrası inşa edilen cezaevleri içinde bu durum geçerlidir. Ring araçları da engellilerin kullanımına uygun değildir.”

Raporda kendilerine ulaşılan ortopedik engelli iki ziyaretçinin yaşadıkları sıkıntılara da yer veriliyor. Buna göre tekerlekli sandalye kullanan iki mahpus yakını hapishaneye giriş sırasında, duyarlı kapıdan geçebilmek için tekerlekli sandalyelerinden indirildiklerini ve duyarlı kapıdan sürünerek geçmek zorunda kaldıklarını ifade ediyor.

LGBT bireylerden heyet raporu isteniyor

LGBT mahpusların yaşadıkları sıkıntılar da rapora yansıyor. Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre cezaevlerinde 79 LGBT mahpus bulunuyor.

Raporda bu sayının gerçeği yansıtmadığı dile getiriliyor. Adalet Bakanlığı, LGBT mahpuslardan LGBT bireylerin bulunduğu koğuşlarda kalabilmeleri için sağlık kurulu raporu istediği de belirtiliyor. Ve bunun insan haklarına aykırı olduğuna dikkat çekiliyor.

“Bir insanın kendi kimliğini doktor raporuyla ispatlamak zorunda bırakılması onurunu rencide edici bir uygulamadır.”

Kaynak: Bianet

18 Aralık 2013 Çarşamba

Avcılar'da Transfobi Davasına Basın ve STK'lar Alınmadı

Avcılar’da Meis Sitesi’nde yaşayan trans bireylere yönelik eylem ve tehditler hakkındaki davada basın mensupları ve sivil toplum örgütü üyeleri "dosya kapsamı nedeniyle" salondan polis eşliğinde çıkarıldı.


İstanbul Avcılar’da Meis Sitesi’nde yaşayan trans bireylere yönelik eylem ve tehditler hakkındaki davanın bugünkü duruşmasında, davayı izlemeye giden basın mensupları ve sivil toplum örgütü üyeleri salondan polis eşliğinde çıkarıldı.

Şikayetçilerin vekili avukat Rozerin Seda Kip, “Dosyada gizlilik kararı olmamasına ve tüm itirazlarımıza rağmen, hakim böyle uygun gördüğünü söyledi ve duruşma kapalı görüldü. Biz mücadeleye devam edeceğiz. Önümüzdeki duruşmalar için de sivil toplumun desteği çok önemli” diye konuştu.

Kip, dosyada yer alan suçların hala devam ettiğini, müvekkillerinin hala tehdit ve darp yaşadığını belirtti.

“Dosya kapsamı nedeniyle izleyici alınmamasına…”

Küçükçekmece 9. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi Zeynep Sağlam Özcan, basın ve STK mensuplarının duruşma salonundan çıkarılmasını tutanağa “Duruşmanın güvenliği, dosya kapsamı nedeni ile izleyici alınmamasına karar verildiği halde, dosyanın tarafı olmayan kişilerin duruşma salonunun önünde olay çıkardıkları görüldü, polis çağırıldı” şeklinde geçirdi.

Şikayetçilerin avukatının, bunun açık bir duruşma olduğuna ve STK’ların davayı izlemesinin önemine dair itirazları da kayda geçti.

“Bana karşı bir eylemleri olmadı ama başkalarına olmuş”

Transların mahalleden çıkarılması talebiyle nefret söylemi içeren pankartların taşındığı eylemlerin ön saflarında yer alan sanık H.A., savunmasında “Bir grup insanın ellerinde pankartlar ve dövizlerle dışarıdan gelerek eylem yaptığını gördüm, ben de kendimi öne attım. Elime pankart aldım, grubun içerisinde yer aldım, slogan da attım, megafonla da bağırdım. Bunları kabul ediyorum.  Apartman içinde idrar kokusundan duramıyor olmamız nedeniyle mustarip olmuştuk. Herkes gibi ben de tepkimi göstermek zorundaydım” dedi.

Diğer sanık İ.A. ise “Bana karşı teşhir veya sarkıntılık anlamında bir eylemleri olmadı ancak başka kat maliklerine olduğunu duydum” dedi.

Bir sonraki duruşma Nisan’da

Şikayetçi kadınlar ise H.A.’nın iki yıl önce siteye ev bakmaya geldiğinde kendileriyle görüştüğünü, H.A.’ya sitede seks işçileri, travestiler ve bekarların oturduğunu aktardıklarını, H.A.’nın ise bundan rahatsızlık duymayacağını dile getirdiğini anlattı.

Şikayetçiler ayrıca sitede oturan bir arkadaşlarının evinin kurşunlandığını, H.A.’nın ailesini arayarak onlardan sakladığı cinsiyet kimliğini açıkladığını, sanıklarının kendilerine küfür ve hakarette bulunduğunu söyledi. Sitedeki eylemlerde “travestilere ölüm”, “travestiler dışarı, ar namus içeri” sloganlarının atıldığını belirtti.

Ayrıca karakola şikayet için gittiklerinde, ifadeyi alan karakol amirinin “oğlum sen bunları boşver sen gidecek misin kalacak mısın” dediğini aktardılar.

Avukat Kip, davaya konu olan olayın ardından müvekkillerine yönelik tehdit ve darp eylemlerinin devam ettiğini beyan etti. Kadınlardan birinin kimliğini televizyonda ifşa eden sanık H.A.’ya açtıkları diğer davanın 14 Ocak’ta görüleceğini hatırlattı.

Bir sonraki duruşma 21 Nisan 2014 saat 11.00’da görülecek.

Kaynak: Bianet
* Fotoğraf: Michelle Demishevich

13 Aralık 2013 Cuma

Kaz Dağları’ndaki Madenlere Durdurma Kararı

Çanakkale Çevre Platformu’ndan Hicri Nalbant Kaz Dağları’ndaki madenlere karşı açtıkları davalarda mahkemenin ÇED iptaline karar verdiğini, bu durumda madenlerin işletmeye geçmelerinin mümkün olmadığını söyledi.


Çanakkale İdare Mahkemesi Kaz Dağları’nda işletilecek altın madenleriyle ilgili olarak açılan davalarda Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) iptaline karar verdi.

Çanakkale Çevre Platformu Dönem Sözcüsü Hicri Nalbant Kaz Dağları’ndaki altın madenleriyle ilgili olarak açtıkları davaların sonuçlandığını ve ÇED raporlarının iptal edildiğini bildirdi.

“Madenlerin işletilmesiyle ilgili yedi ÇED iptal davası açtık.

“Çanakkale İdare Mahkemesi altı davada mahkeme yürürlüğü durdurma kararı aldı. Biri hakkında henüz karar verilmedi.”

Nalbant maden aramalarının yapıldığını ama işletmeye geçmeleri gerekirken bu kararın alındığını belirtti.

“Mahkemenin bu kararlarıyla ÇED durdurulduğu için artık işletmeye geçmeleri mümkün değil.”

Yerel basında çıkan haberlere göre, yürütmeyi durdurma kararının gerekçesinde, mahkeme davacıların öne sürdüğü söz konusu çalışmaların çevreye zarar vereceği ve ÇED raporlarının bir bütünlük içinde değerlendirilmesi gerektiği yönündeki itirazını haklı buldu.

Maden şirketlerinin mahkemenin kararına itiraz hakları bulunuyor.

Geçtiğimiz ağustos ayında da Danıştay maden arama faaliyetlerine sağlanan ÇED süreci muafiyetinin yürütmesini durdurmuştu.

Kaynak: Bianet

5 Aralık 2013 Perşembe

Erkekler Kasım'da 22 Kadın Öldürdü

bianet'in çetelesine göre, erkekler Kasım’da 22 kadını öldürdü, 12 kadına tecavüz etti. Kadınların yüzde 68’ini kocaları ve eski kocaları öldürdü; yüzde 88’i en yakınındaki erkeklerden şiddet gördü.


bianet'in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre, erkekler Kasım’da 22 kadını öldürdü, 12 kadına tecavüz etti, 25 kadını yaraladı, 27 kadın ve kız çocuğuna cinsel tacizde bulundu.

Kadınların yüzde 27’si boşanmak istedikleri ya da eski kocalarının barışma teklifini kabul etmedikleri için öldürüldü.

Tecavüzlerin yüzde 58’i ev, okul ve kadınların alıkonuldukları mekanlarda; yüzde 42’si sokakta yaşandı. Tacizlerin yüzde 74’ü tanıdık erkeklerden geldi.

2013’ün ilk 11 ayında erkekler 190 kadın öldürdü, 160 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti, 195 kadını yaraladı; 150 kadın ve kız çocuğunu taciz etti.

Cinayet

Erkekler Kasım’da 13 ilde 22 kadın ve üç erkeği öldürdü.

Dört kadın boşanmak istediği için, iki kadın ise boşandıkları kocaları tarafından öldürüldü. Kadınlardan biri polise şikayette bulunduğu, biri kocası hakkında uzaklaştırma kararı çıkarttığı halde öldürüldü.

Gelinini boğarak öldüren bir erkeğin daha önce de karısını öldürdüğü için kısa süre hapis yattığı ortaya çıktı. Bir erkek ise sokakta bir kadını taciz ettiği için hüküm giydikten sonra tahliye olunca, o kadınının ailesinden üç kişiyi öldürdü.

Kadınların yüzde 68’ini kocaları ve eski kocaları öldürdü. 13 kadını kocaları, ikisini eski kocaları, ikisini babaları, birini nişanlısı, birini kayınpederi, birini kocasının ailesi, birini evine giren hırsız, birini ise kızının tacizcisi öldürdü.

Cinayetlerde en çok ateşli silahlar ve bıçak kullanıldı. Dokuz kadın ateşli silahlarla (ikisi pompalı tüfek, biri av tüfeği, diğerleri tabanca), yedisi bıçakla, üçü boğularak, biri dövülerek, biri işkenceyle, biri balkondan aşağı atılarak öldürüldü.

Kasım’da öldüren erkeklerin yaşı 19 ila 79, katledilen kadınların yaşı 18 ila 80 arasında değişti.

En çok kadın katli İstanbul’da gerçekleşti. Kadın katlinin yaşandığı iller Adana (3), Ankara, Antep, Aydın, Balıkesir (2), Diyarbakır (2), Elazığ, İstanbul (6), Kayseri, Kocaeli, Kütahya, Malatya ve Ordu.

Tecavüz

Kasım’da erkekler 11 ilde 12 kadına tecavüz etti. Beş kadın tecavüzün ardından fuhşa zorlandı.

Yedi kadına tanımadıkları erkekler, beşine tanıdıkları erkekler tecavüz etti: İki kadın eniştelerinin, biri erkek kardeşlerinin, biri öğretmeninin, biri arkadaşının tecavüzüne uğradı.

Dört kadın sokakta, üç kadın evde, üçü alıkonuldukları mekanlarda, biri arabada, biri okulda tecavüze uğradı.

Kasım’da tecavüz eden erkeklerden ikisi imam, biri kilise pastörüydü.

Tecavüz olaylarının yaşandığı iller Afyon, Antalya (2), Bolu, Erzurum, Eskişehir, Hakkari, İzmir, Mardin, Sakarya, Samsun ve Tekirdağ.

Şiddet – yaralama

Erkekler Kasım’da 18 ilde 25 kadını yaraladı.

Kadınların yüzde 88’i en yakınındaki erkeklerden şiddet gördü. 11 kadını kocaları, üçünü eski kocaları, üçünü sevgilileri, üçünü erkek kardeşleri, birini babası, birini oğlu, birini eski damadı, ikisini tanımadığı erkekler yaraladı.

İki kadın boşanmak istedikleri için kocaları tarafından ağır yaralandı; birinin kocası hakkında uzaklaştırma kararı vardı. Bir erkek, karısını öldürdüğünü düşünerek polise teslim oldu.

Kasım’da şiddet uygulayan erkeklerin yaşı 16 ila 67, şiddete maruz kalan kadınların yaşları 19 ila 51 arasında değişti.

En çok şiddet Kocaeli’de yaşandı. Erkek şiddeti yaşanan iller Adana (2), Ankara, Aydın, Bursa, Elazığ, Erzurum, Gebze, İstanbul (2), İzmir, Kırıkkale, Kocaeli (4), Konya (2), Manisa, Muğla, Samsun (2), Tekirdağ, Trabzon ve Zonguldak.

Taciz

Erkekler Kasım’da 12 ilde 27 kadın ve kız çocuğuna cinsel tacizde bulundu.

Kadın ve kız çocuklarının yüzde 74’ünü tanıdıkları erkekler taciz etti. Bir kadın akrabaları, biri babası, ikisi iş arkadaşları, biri kayınpederi, biri komşusu, 12 kız çocuğu okul çalışanı, iki kız çocuğu öğretmenleri tarafından taciz edildi. Yedi kadın ise tanımadıkları erkeklerce taciz edildi.

Kasım’da kız çocuklarına yönelik taciz olaylarının neredeyse tamamı okulda yaşandı. Bir kız çocuğu zorla bindirildiği araçta tacize uğradı.

Dört kadın sokakta, üçü evde, ikisi işyerinde, biri asansörde, ikisi telefon aracılığıyla cinsel tacize uğradı.

Kasım’da tacizcilerin yaşı 25 ila 82; tacize maruz kalan kadın ve kız çocuklarının yaşı 13 ila 41 arasında değişiyor.

Taciz vakalarının yaşandığı iller Afyon, Antep (12), Aydın, Bartın, İstanbul (3), İzmir (2), İzmit, Konya, Nevşehir, Osmaniye, Samsun ve Trabzon (2).

Şiddetin doğurduğu şiddet

Kasım’da üç ilde şiddet şiddeti doğurdu.

Sakarya ve İstanbul’da iki erkek, kız kardeşlerine şiddet uygulayan kocaları öldürdü. Konya’da şiddet gören bir kadının erkek kardeşleri, evi pompalı tüfekle basıp yedi kişiyi yaraladı.

Bölgelere göre

Kasım’da 34 ilde 89 erkek şiddeti, cinayet, cinayete teşebbüs, taciz, cinsel şiddet, tecavüz ve yaralama vakası basına yansıdı.

En çok şiddet yine Marmara’da yaşandı.

89 şiddet vakasından 24’ü Marmara, 16’sı Güneydoğu Anadolu, 12’si İç Anadolu, 12’si Ege, 11’i Karadeniz, sekizi Akdeniz, altısı Doğu Anadolu bölgelerinde gerçekleşti.

Kaynak: Bianet

* bianet'in erkek şiddetinin kasım raporunun detayları için tıklayın.

ERKEK ŞİDDETİ EKİM 2013: Kadınlar Mücadele Ediyor, Erkek Şiddeti Yargılanıyor

4 Aralık 2013 Çarşamba

Şempanzelere yasal tanıma talebi

ABD’de hayvan hakları eylemcileri, New York’taki bir mahkemede açtıkları davada, bir şempanzeye ‘bedensel özgürlük’ hakkını da içerecek şekilde yasal statü verilmesini talep etti.


Nonhuman Rights Project adlı grup Tommy adlı bir şempanzeye yasal statü verilmesini ve böylece ‘bedensel özgürlük’ hakkını elde etmesini talep etti.

Grup, bu hafta New York’ta üç şempanze adına daha dava açmayı planlıyor.

Dört şempanzenin esaretine son verilmesi ve primat sığınağına gönderilmeleri talep ediliyor.

Grup Tommy adına davayı Pazartesi günü açtı.

'Otonom şempanzeler'

Grubun kurucusu Steve Wise AP haber ajansına yaptığı açıklamada, şempanzelerin 'otonom', yani kendi kendilerine karar verebilen, kendinin farkında olan ve hayatlarını nasıl yaşayacaklarını belirleme yeteneği bulunan canlılar olduklarını iddia ettiklerini söyledi.

Davaya bilim insanlarının kanıtları da sunulacak.

Wise, şempanzelerin 'otonom' canlılar olduklarını kanıtladıklarından bunun onlara yasal birey statüsü verilmesi için yeterli olacağını söyledi.

Tommy, New York'taki Gloversville özel mülke ait bir büyük karavanın içindeki bir kafeste tutuluyor.
Tommy’nin bulunduğu yerin sahibi Patrick Lavery ise şempanzenin ferah bir alanda yaşadığını ve birçok ‘oyuncağının’ bulunduğunu söyledi.

Lavery ayrıca Tommy’yi kötü muamele gördüğü bir önceki yerden kurtardığını ancak oda olmaması nedeniyle bir sığınağa veremediğini söyledi.

'Otonom' olduğunu belirttikleri hayvanların yasal birey statüsüne ulaşması için faaliyet gösteren grup üyelerinin; goriller, orangutanlar, balinalar, yunuslar ve filler için de benzer davalar açabileceği belirtiliyor.

Kaynak: BBC Türkçe

Vartinis davasında sanıklar hatırlamadı

Muş'un Vartinis beldesinde 1993 yılında 9 kişinin askerler tarafından yanarak katledildiği davanın ilk duruşmasında, sanıkların tutuklanması talebi reddedildi.

Muş'un Vartinis beldesinde 1993 yılında 9 kişilik Öğüt ailesinin yakılarak katledilmesiyle ilginin davanın ilk duruşması Kırıkkale'de görüldü.

Korkut ilçesine bağlı Altınova beldesinde 3 Ekim 1993 tarihinde Öğüt ailesinin evi askerlerce ateşe verilmiş, 7 çocuk, hamile kadın ve Nasır Öğüt yaşamını yitirmişti.

Olaydan 20 yıl sonra açılan ve "güvenlik gerekçesi" ile Kırıkkale'ye alınan davanın ilk duruşması Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü.

3 asker ve bir polisin yargılandığı duruşmaya tutuksuz sanıklar, Öğüt ailesinin hayatta kalan tek kızı Aysel Öğüt, Öğüt ailesinin yakınları, BDP Genel Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş, Muş Milletvekili Sırrı Sakık katıldı. Aileyi, 12 avukat savunurken, İnsan Hakları Derneği üyeleri salonda hazır bulundu.

Duruşmada kimlik tespiti ve iddianamenin okunmasının ardından, ilk savunmayı yapan sanık jandarma astsubay Turan Nurdoğan, Altınova'da bir şey görmediğini iddia ederek, olay gününde sıcak bir çatışmanın olmadığını ileri sürdü.

Dönemin komando birliği komutanı olan sanık Hanifi Akyıldız ise TSK mensubu birisinin böylesine bir olayda adının anılmasının kendisini incittiğini söylerken, Sırrı Sakık ise Akyıldız'a "Bunu siz yaptınız niye inciniyorsunuz ki" diye tepki gösterdi. Akyıldız, savunmasına devam ederek, aradan 20 yıl geçtiğini ve kendisinin o dönemi hatırlamadığını söylerken, konuşmasının devamında ise hatırlamadığı olayları bir bir sıralayarak, yangını PKK'nin yaptığını iddia etti. Akyıldız, 9 kişinin yanarak öldüğünü olaydan sonra duyduğunu ileri sürdü.

Müşteki avukat Kadir Karaçelik'in soru sorduğu sırada hakim sorulara müdahale ederek, soruların sanığa direkt sorulmamasını istedi.

Karaçelik ise bunun uygun olmadığını ve sanıklara doğrudan soru sorma haklarının olduğunu belirtti. Kısa süreli gerginliğin ardından avukatlar sanıklara soruları yöneltti. Sanıklar avukatların sorduğu soruların neredeyse tamamına "hatırlamıyorum" yanıtını verdi.

Sanıkların ardından Aysel Öğüt dinlendi. Öğüt, "Gece saat 3 civarında silah seslerini duydum. Dışarı çıkmak istedik. Askerler bırakmadılar. Babamların kaldığı ev çembere alınmıştı. Oraya gitmek istediğimizde ise askerler küfür ederek bizi engelledi. Sonra evin yandığını gördüm. Ağlayarak ailemin içerde olduğunu söyledim fakat eve yaklaşmama izin vermediler. Asker babamın evini yaktı. Evin önünde de panzer vardı. O gece köyde çatışma çıkmadı" dedi. Öğüt, kendilerinin Muş'tan Kırıkkale'ye gelerek mağdur olduklarını bundan dolayı davanın tekrar Muş'a alınmasını istedi.

Tanık İsa Öğüt ise evin yanmadan önce köye askerlerin geldiğini belirterek, askerlerin köye geldikten sonra bütün köylüyü topladığını kaydetti. Öğüt şunları aktardı: "Herkese hakaret ettiler. Köyde bulunan bütün dükkanları silahla taradılar. Köye gelen yüzbaşı köyü yakacağını söyledi. Gece geç saatlerde ise köyün yandığını gördük. Evi ateşe verdiklerini gördük. Daha sonra askerler köylüleri belediye önünde topladılar. Orada bazılarına işkenceler yaptılar."

Avukatlar, sanıkların tutuklanmasını ve davanın Muş'a alınmasını talep etti. Kısa bir aradan sonra kararını açıklayan mahkeme heyeti avukatların taleplerini reddederek, duruşmayı 19 Şubat 2014 tarihine erteledi.

FAİL DEVLETTİR

Duruşmaya verilen arada basın mensuplarına açıklama yapan BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık, "Bu dava 1993 yılında Muş'un Altınova beldesinde failleri belli, üniformaları ve apoletleri, askeri araçları ile geldiler ve cinayet işlediler. Bu davanın failleri devlettir" dedi.

BDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Avukat Meral Danış Beştaş da büyük bir mücadele sonucunda davanın açıldığını belirtti. Beştaş, "Bu katliam Kürdistan'da Kürt coğrafyasında yaşanan katliamlardan bir tanesi. Bunun gibi onlarca katliam yapılmıştır ve halen tutuklu değildirler. Sanıkların derhal tutuklanması gerekir" diye konuştu.

Kaynak: ETHA

Türkiye Mültecileri Sınırdışı Etmekten AİHM’de Mahkum

BM tarafından “mülteci” olarak tanınan Özbekistan vatandaşlarını iki kez zorla sınırdışı eden Türkiye, “insanlıkdışı muamele yasağını ihlal” ve “yasadışı gözaltıdan” AİHM’de suçlu bulundu.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2008 yılında 19 Özbekistanlı sığınmacının şiddet uygulanarak zorla sınırdışı edilmesine ilişkin davada Türkiye’yi suçlu buldu. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesi uyarınca “insanlıkdışı muamele yasağını ihlalden” toplam 193 bin 350 Euro tazminata mahkum etti.

“Yardım” deyip sınırdışı ettiler

25 Özbekistanlı, 2008’de ülkelerindeki insan hakları ihlallerini gerekçe göstererek Pakistan, Afganistan ve İran üzerinden Türkiye’ye mülteci olarak giriş yaptı.

Van’da ikamet eden çoğunluğu çocuk 25 kişi Emniyet Müdürlüğü tarafından kendilerine yiyecek ve kırtasiye yardımı yapılacağı söylenerek polis merkezine çağırıldı. Bunun üzerine belirtilen saatte karakolda bulunan 19 kişi polis tarafından zorla ve şiddet uygulanarak bir otobüse bindirildi, ardından İran’a gönderilmek üzere sınırdışı edildi. Yasadışı yollarla ikinci kez Türkiye’ye giriş yaptıktan sonra yine polis baskınına maruz kaldılar ve sınırdışı edildiler. Böylece bir ay içinde iki kez sınırdışı edilmiş oldular.

Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği tarafından “mülteci” statüsünde olmalarına rağmen Türkiye’nin kendilerini güvenli olmayan bir bölge olan İran’a geri gönderdiğini ve burada kaçırılarak insanlık dışı muamele gördüklerini belirten mülteciler, Türkiye’deki birçok insan hakları kuruluşuna başvuruda bulundu.

Uluslararası Af Örgütü de acil eylem planı çağrısında bulunmuş ancak olumlu bir sonuç alınamadı. Mülteciler bunun üzerine Van’daki avukatları aracılığıyla AİHM’e başvurdu.

Başvurucular insanlıkdışı ve aşağılayıcı muamele yasağını düzenleyen, sözleşmenin 3. maddesine dayanarak, sınırdışı etme kararı bile olmaksızın İran’a gönderilmelerinden ve sözleşmenin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını düzenleyen 5. maddesine dayanarak yasadışı olarak gözaltına alınmalarından, gözaltına alınma sebeplerin kendilerini bildirilmemelerinden ve itiraz hakkının kendilerine tanınmamasından şikayetçi oldular. Ayrıca İran’da olumsuz koşullarda ve barınma imkanı olmadan bir süre geçirdiklerini iddia ettiler.

AİHM ise dün açıkladığı kararında, başvurucuların hem İran’da hem de Türkiye’de BMMYK tarafından mülteci statüsünde oldukları için oturma izinleri olduğunu belirtti.

Mahkemenin “Anvar Ghorbanov ve Diğerleri” isimli kararında, Türkiye’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin kötü muamele ve gözaltı süreleriyle ilgili 3. ve 5. maddelerini ihlal ettiği gerekçesiyle 19 Özbekistan vatandaşına kişi başı 10 bin Euro maddi tazminat, 3 bin 500 Euro da mahkeme masrafı ödemesine karar verdi.

Kaynak: Bianet

-Silahı Çektim Sıktım Üç Tane -Tamam, Sus!

Ethem Sarısülük’ün öldürülmesiyle ilgili olabilecek yeni bir video ortaya çıktı. Videodaki polis “Silahı çektim sıktım üç tane” diyor. Avukat Bayraktar, videodaki polisin katil zanlısı Ahmet Şahbaz olduğunu düşünüyor.



* Videonun 35. saniyesinde, arkadaşlarının yanına gelen çevik kuvvet polisi “Silahı çektim sıktım üç tane” diyor, amiri ya da bir başka polis de “Tamam, sus” diyor.

Ethem Sarısülük’ü öldüren polis Ahmet Şahbaz’ın, YouTube’da 6 Temmuz’da yayımlanan bir videodaki “Silahı çektim sıktım üç tane” diyen polis olduğu öne sürüldü.

Avukat Kazım Bayraktar bianet’e yaptığı açıklamada, videonun orijinaline ulaştığını ve izlediklerinden bu polisin Ahmet Şahbaz olduğuna kanaat getirdiğini söyledi.

Duruşmaya perukla gelmişti

Videoda, Ankara Güvenpark’taki Kumrular Caddesi girişinde polis saldırısı yer alıyor. Saldırı sırasında başında kaskı olmayan bir çevik kuvvet polisi diğer polislerin yanına gelerek “Çektim sıktım üç tane” diyor. Amiri olduğu tahmin edilen bir başka polis de onu susturmaya çalışıyor. Polisler daha sonra olay yerinden ayrılıyor. Bu arada bazı sivil polisler de görüntü alınmasını engellemeye çalışıyor.

Ethem Sarısülük 1 Haziran’da Kızılay Meydanı’nda polis Ahmet Şahbaz tarafından başından vurularak öldürülmüştü. Olayla ilgili açılan davanın sadece ilk duruşmasına katılan polis Şahbaz makyaj ve perukla kılık değiştirmişti. Duruşmadaki arbede sırasında peruğu çıkarılmıştı.

Bilirkişi değerlendirecek

Ethem Sarısülük’ün kardeşi Mustafa Sarısülük’ün Twitter üzerinden yaptığı çağrı karşılık buldu ve ailenin avukatı videonun orijinal ve daha uzun haline ulaştı. Videoyu izleyen Avukat Kazım Bayraktar şunları söyledi:

“Polisin iki karede görüntüsü var. Biri kamera önünden geçiyor, orada daha açık halde görülüyor. İkinci görüntüde de kafasının üst kısmı görünüyor, bu sırada silahı çekip ateş ettiğini anlatıyor.”

“Kişisel kanaatim o polisin Ahmet Şahbaz olduğu şeklinde. ‘Silahı çektim sıktım üç tane’ diyor. Bu beyan dosyadaki diğer kanıtlarla da uyuşuyor: Olay yerinde üç el ateş açıldı, ateş eden kişi Ahmet Şahbaz ve olay yerinde ateş eden başka kimse yok. Videoyu görüntü uzmanı bilirkişiler inceleyecek.”

“Zafer kazanmış havasında”

Avukat Bayraktar, videodaki polisin cümleleri sarf ediş biçimine bakıldığında, meşru müdafaa edasından ziyade, zafer kazanmış bir havayla konuştuğunu ifade etti.

“Duruşmada havaya ateş ettim dedi ama arkadaşlarına övünerek söylüyor. Amiri ya da diğer bir polis de suçun farkında, ‘sus oğlum’ diyor. Zaten Ahmet Şahbaz’ın insan öldürme kastıyla hareket ettiğine dair yeterince kesin kanıt vardı. Bu görüntüyle de kesinleşmiş oldu.”

Kazım Bayraktar mahkemenin ya da savcının tayin ettiği bilirkişilere güvenmediklerini de ekledi:
“Biz kendimiz tarafsız bilirkişiye götüreceğiz. Mahkemenin ya da savcının tayin ettiği bilirkişiler bu hukuksuzluğu yapanların ideolojisine uygun oluyor, onlara güvenmiyoruz.”

“Heyet, iktidarla halk arasında kalmıştı”

Avukat Bayraktar, son duruşmada heyetin “ani bir kararla çekilmesini” de şöyle yorumladı:

“Kamuoyu ilgisi çok yüksek, halkın adil yargılama talebi mahkeme üzerinde baskı yarattı. Bu heyet sanığı çok açıktan kolladı, adil yargılama ilkelerini açıktan ihlal ettiler. Halkta da buna karşı tepki oluştu ve duruşmalar olaylı geçti. Davanın bir tarafında halk var diğer tarafında iktidar, emniyet, polis, mahkeme. Mahkeme adil yargılamayı gerçekleştiremez hale gelmişti, halkta haksızlıkların yarattığı infial ile siyasi iktidarın polisi koruma refleksinin arasında kaldı. Bu baskının karşısında mahkemenin yapması gereken adil yargılamaydı ama yapamadı kaçmayı tercih etti, yani çekildi. Bu da ani ortaya çıktı.”

HSYK adalete değil şekle takıldı

Kazım Bayraktar, heyetin, tutuklama kararı vermeyen mahkemenin ve savcıların adil yargılama konusundaki birçok davranışını şikayet etmelerine rağmen, Hakimler ve Savcılar Yükse Kurulu’nun (HSYK) sadece basına yansıyan “uyuma” konusunda soruşturma açmasını da eleştirdi:

“Asıl vahim olan adil yargılama konusunda HSYK harekete geçmedi.”

Kaynak: Bianet

3 Aralık 2013 Salı

Avukat Çetin: Bu Davada Toplumun Yargıya Güveni Yara Aldı

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yeniden görülen Dink davasının 2. duruşmasında sanık Tuncel cinayetten "Akyürek ve çetesinin" sorumlu olduğunu söyledi. Mahkeme sanık İskender hakkında yakalama kararı çıkardı.


HRANT'IN ARKADAŞLARI: "Cinayete İlişkin İpuçlarını Yargı Değerlendirmiyor"

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in öldürülmesine ilişkin yeniden görülen davanın ikinci duruşması Çağlayan’da bulunan İstanbul Adalet Sarayı’ndaki 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Duruşmaya tutuklu sanıklar Erhan Tuncel, Yasin Hayal ve Ersin Yolcu ile tutuksuz sanıklar Osman Hayal, Zeynel Abidin Yavuz ve Tuncay Uzundal katıldı. Sanıklardan sadece Tuncel’in avukatı Erdoğan Soruklu ile Dink ailesi avukatları duruşmada bulundu.

Savunması alınan Tuncel, Dink cinayetini işleyen organizasyon tarafından yönlendirildiği şüphesi taşıdığını belirterek, "Bu organizasyonun adı ne bilmiyorum. Bu yapı kendilerini yargılatmamak için mahkemenizi figüran olarak kullanmaktadır" dedi.

Tuncel: Sorumlu Akyürek ve çetesi

Tuncel, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın Dink’in katili Ogün Samast’ı konuşturduğunu ancak dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek’in kayıtları sildiğini söyledi.

“Ramazan Akyürek soruşturmanın genişlemesini engelledi. Dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler ise delillerin karartıldığı sırada milletvekiliydi. Bir milletvekili bu organizasyonu karartamaz."

Tuncel, Dink cinayetinin “Ramazan Akyürek'in çetesi ve Trabzon Jandarması'nın yaptığı bir operasyon” olduğunu ifade etti.

“Polis toplumun güvenliğini sağlaması gereken bir yapı olmasına rağmen bir cinayet şebekesi gibi çalışmaktadır. Ben hepsine iyilik ettim ama bana kaypaklık etti.

“Ramazan Akyürek’in tek başına bu organizasyonu kurup yönetecek yeteneği bulunmaktadır. İstanbul Emniyeti yanıltılmıştır. Cinayeti engelleyebilecek ve aydınlatabilecek durumdadır. Ali Fuat Yılmazer ise kayıtları silerek kendisine ulaşılmamasını engellemiştir.

"Bu iki kişi cemaatin üstündedir. Bunların AKP'li oldukları söylenmektedir. Ancak, Dink cinayetinin ortaya çıkması için başbakanın gayreti ortadadır. Başbakanlık teftiş kurulu raporunu hazırlanmıştır. Oslo görüşmelerini açığa çıkaran, şike, Redhack, Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda da bu iki şahsın imzası vardır. KCK operasyonlarını yaparak on binlerce kişiyi tutuklamışlardır.”

Tuncel "Ben cinayetin engellenmesi için elimden geleni yaptım. Yasin'e yapmaması gerektiğini söyledim" dedi.

Çetin: Trabzon Emniyeti suça doğrudan iştirak etti

Dink ailesi avukatlarından Fethiye Çetin, Tuncel’in ifadelerini hatırlatarak şöyle konuştu:

“Trabzon Emniyet’i 2004’ten bu yana doğrudan suça iştirak ettiler, cinayette doğrudan rol aldılar. Bu durum yargı boyutu da vardır. Mahkemeniz dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Ali Öz’ün davasının birleştirilmesini reddetmiştir. Bu davada asıl zarar gören yargı sistemi ve toplumun adalete olan güvenidir.”

“Cinayetten önce cinayetin haberi yayınlandı”

Çetin, Dink öldürülmeden birkaç saat önce acikistihbarat.com adresinde cinayet ile ilgili bir haber yer aldığını, Dink öldürüldükten sonra bu haberin kaldırıldığını belirterek bu habere ilişkin soruşturma başlatılmasını, ayrıca Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan Dink ve Dink cinayeti ile ilgili tüm belgelerin ve Jandarma Genel Komutanlığı’ndan davada adı geçen tüm kişilere dair ellerindeki tüm bilgilerin istenmesini talep etti.

İskender hakkında yakalama kararı

Dink ailesi avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu ise Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü ve Jandarma Komutanlığı’nın cinayetin nasıl işleneceğini bildiğini, cinayetin işlenmesinde sorumluluğu olduğunu söyledi.

Mahkeme tutuklu sanıkların tümünün tutukluluğunun devamına, sanık Ahmet İskender hakkında yakalama kararı çıkarılmasına karar verdi. Davaya 7 Ocak’ta devam edilecek.

Kaynak: Bianet

Gaz Bombasıyla Ölen Bebek için Soruşturma Açılmayacak

Cizre Kaymakamlığı, gaz bombasıyla öldürülen bebekle ilgili jandarmaya soruşturma açılmasına izin vermedi. İHD olayı AİHM’e taşıyacağını açıkladı.


Şırnak'ın Cizre ilçesinde askerlerin attığı gaz bombasının kendisine isabet etmesi sonucu yaşamını yitiren 18 aylık Mehmet Uytun ile ilgili soruşturma izni talebi Cizre Kaymakamlığı tarafından reddedildi.

İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi’nin açıklamasına göre, olay yeri inceleme ve Adli Tıp Kurumu raporlarıyla Uytun’un ölüme gaz bombasına neden olduğuna netlik kazanmıştı.

İHD Diyarbakır Şubesi Hukuk Komisyonu üyesi, avukat Rahşan Bataray Saman, Cizre Kaymakamlığı’nın soruşturma iznini “suçlamada yeterli delil bulunmadığı ve işleme gerek olmadığı” gerekçesiyle reddettiğini söyledi. Saman hukuki mücadeleyi sürdüreceklerini ve olayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıyacaklarını da ekledi.

Adli Tıp: Künt kafa travması

Cizre’de 9 Ekim 2009’de düzenlenen bir toplumsal gösteri sırasında, güvenlik güçleri göstericilere müdahalede bulunarak çok sayıda gaz bombası kullandı. Atılan gaz bombalarından biri, annesinin kucağındaki 18 aylık Mehmet Uytun’un başına isabet etti. Ağır yaralan Uytun 10 gün boyunca tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.

İHD’nin açıklamasına göre, Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı değerlendirmesi ve Adli Tıp Kurumu raporu, Uytun’un gaz bombası fişeği ile yaşamını yitirdiği kanaatine vardı.

Savcılığın hazırladığı ön inceleme raporunda şu ifadeler yer aldı:

“Yanık görümü haricinde kapsülde her hangi bir deformasyon izine rastlanılmadığının, 6 adet jandarmaya ait gaz fişeği atan silahtan temin edilen gaz fişeğinin aynı renk ve ebatlarında oldukları ve üzerlerinde 40 MKE MOT 63 GE MEKE 06 B 101-003 ibaresi yazılı olduğunun, jandarmada yalnızca 1 adet bulunan 6'lık tamburalı yarı otomatik bomba atarın 40-TBA-6T0627-07 G 0000090 seri numaralı olduğunun tespit edildiği…”

Uytun’un yakınları ve görgü tanıkları da savcılığa verdikleri ifadede, bebeğin atılan gaz mermisinden kaynaklı yaşamını yitirdiğini belirtmişti.

Adli Tıp raporunda da “Tıbbi belgeler ile otopside saptanan bulgulara çocuğun ölümünün künt kafa travmasına bağlı kafatasının kırıldığı, beyin kanaması ve sonrasında gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği…” açıklamasıyla, Uytun’un ölüm nedeninin atılan gaz bombası fişeğinin çarpması sonucu oluştuğuna kanaat getirdi.

Savcılık, Adli Tıp Kurumu Raporu, Ekspertiz Raporu, tanık beyanları ve müşteki beyanları doğrultusunda yaptığı değerlendirmede, "Olay tarihinde görevli bulunan Uzman Jandarma Hakan Alkan'ın görevi gereği kendisine zimmetlenmiş tamburlu bomba atar ile dikkatsiz ve tedbirsiz şekilde ateş ederek Mehmet Uytun'un ölümüne sebebiyet verdiği, Hakan Alkan'ın tamburlu tüfekle ateş etmesinin görevi tanımı içerisinde yer aldığı ve meydana gelen ölüm olayının Hakan Alkan'ın görevi sırasında ve görevi tanımında yer alan bu eylemi sonucunda gerçekleştiği" sonucuna vardığını açıkladı.

Savcılık, bu belgelere dayanarak Cizre Kaymakamlığı'ndan, 4483 sayılı yasanın hükümleri gereği soruşturma izni istedi. Kaymakamlık “Hakan Alkan hakkında üzerine atılı 'taksirle ölüme sebebiyet vermek' iddiasıyla ilgili olarak suçlamada yeterli delil bulunmadığı ve işleme gerek olmadığı" gerekçesi ile talebi reddetti.

Cumhuriyet Başsavcılığı da “Şikayet edilen hakkında ceza soruşturması yürütmenin yasa gereği mümkün olmadığı anlaşılmakla, şikayet edilen hakkında inceleme yapılmasına yer olmadığına" karar vererek soruşturmanın sonlandırılmasına karar verdi.

Kaynak: Bianet

Kasımda 128 İşçi Öldü

Kasım ayında en az 128 işçi hayatını kaybetti. Beşi göçmen, beşi çocuk işçi, 10'u kadındı.


İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'ne göre kasım ayında en az 128 işçi hayatını kaybetti.
Rapora göre ölen işçilerden 10'u kadın, aralarında 13 Kasım'da Bostancı'da 4.katta cam silerken düşerek ölen ev işçisi 42 yaşındaki Rukiye Şimşek de var.

Rapordan satır başları:

* 31 inşaat işçisi (23’ü düşme nedeniyle), 18 tarım işçisi, 13 şoför, 13 tekstil/deri işçisi, 12 ticaret/büro sektörü çalışanı ve 10 maden işçisi hayatını kaybetti.

* Trafik kazaları adı verilen iş cinayetleri nedeniyle 49 işçi, ezilme/göçük nedeniyle 35 işçi ve düşme nedeniyle 26 işçi öldü.

* Resmi olarak hiçbir mesleki kanser tanısı olmayan Türkiye'de deri işçisi Yılmaz Pehlivan İstanbul Zeytinburnu’ndaki tabakhanelerde çalışırken yakalandığı akciğer kanseri sonucu öldü.

* 5 Kasım’da Şanlıurfa’nın Bozova İlçesi’nde tekstil işçilerini taşıyan minibüsün devrilmesi sonucu 7 işçi öldü. 7 Kasım’da Gaziantep’te trikotaj ve konfeksiyon üretimi yapılan 3 katlı Hacı Büyükbeşe İş Merkezi’nde çıkan yangında ise 5 işçi öldü. Elektrik Mühendisleri Odası’nın ön raporuna göre binada yangın merdiveni, söndürücüleri ve acil durum çıkışı yoktu, bina üretim yapılmasına uygun değildi.

5 göçmen, 5 çocuk işçi

* 8 yıldır ataması yapılmayan 33 yaşındaki öğretmen Alim Koç, Aydın’da intihar etti. Alim, kapitalist sistemin eğitim/istihdam politikaları sonucu ataması yapılmayıp aramızdan ayrılan 37. kişi.

* 4’ü Suriyeli ve 1’i Çinli olmak üzere 5 göçmen işçi öldü. Hacı Mehmet Dolihammor, Bilal ., Üveysi Derihamar, Vaisa Dail Hamiossa ve Qighu Li.

* 13 yaşındaki Orhan Sürer Diyarbakır’ın Bismil İlçesi’nde çalıştığı inşaatın 7. katından düşerek, 16 yaşındaki Hasan Bakdur Şanlıurfa’nın Akçakale İlçesi’nde pamuk tarlasından eve dönerken jandarma akrebinin ezmesi sonucu, 14 yaşındaki Muharrem Dursun ve 17 yaşındaki Salih Eroğlu Gaziantep’te konfeksiyon atölyesinde çıkan yangında ve 17 yaşındaki Gökhan Örüç Konya Selçuklu’da inşaatın 11. katında balkona mermer döşerken düşerek öldüler.

Kaynak: Bianet

* Ölen işçilerin listesinin olduğu bianet haberine ulaşmak için tıklayın.

Avukat Kozağaçlı'ya Gözaltında İşkencenin Fotoğrafları

ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı gözaltındayken, polisler tükürük ve kan örneği ile parmak izi alınması için üzerine bastılar, kollarını çektiler ve başını tutup ağzını zorla açtılar. Bu sırada doktor da tükürük örneği aldı.

Tutuklu avukat Selçuk Kozağaçlı’nın gözaltı sırasında üzerine basılarak, hırpalanarak ve ağzı zorla açılarak kan ve tükürük örneği alındığına dair fotoğraflar dava dosyasına da girdi.

Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde gerçekleşen olayla ilgili tutulan 20 Ocak tarihli tutanakta da “zor kullanıldığı” yazıyor:

“Selçuk Kozağaçlı nezarethaneye getirilmiş, parmak izi alınacağı kendisine söylendiğinde ‘Mahkemenin kararının hukuka aykırı olduğunu ve o yüzden parmak izi vermeyip direneceğim’ şeklinde beyanda bulunarak parmak izi almak isteyen biz görevlilere direnç göstermiş ve şahıs parmak izini aldırmamak için kollarını sıkarak açmamaya çalışmış, bunun neticesinde şahsa kademeli olarak zor kullanmak suretiyle parmak izi alınmış, biz görevlilere parmak izi aldırmamak için direnç göstermiştir.”

Yakalama kararı çıkınca dönmüştü

ÇHD Genel Başkanı Kozağaçlı, ÇHD İstanbul Şubesi Başkanı Taylan Tanay, ÇHD İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Güçlü Sevimli, ÇHD üyesi Naciye Demir, ÇHD üyesi ve Halkın Hukuk Bürosu avukatları Barkın Timtik,  Ebru Timtik, Şükriye Erden, Günay Dağ ile ÇHD Ankara Şubesi Yönetim Kurulu'ndan Betül Vangölü Kozağaçlı 21 Ocak’ta Devrimci Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (DHKP-C) üyesi oldukları öne sürülerek tutuklanmışlardı.

Kozağaçlı, haklarında arama ve gözaltı kararı çıkarıldığı 18 Ocak’ta Beyrut’taydı. Hakkında yakalama kararı çıkarılmasının ardından Türkiye’ye döndü, Atatürk Havalimanı’nda gözaltına alınarak önce Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’ne götürüldü. Buradan Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk edilen Kozağaçlı’nın “hukuka ve mevcut mahkeme kararlarına aykırı olmasını söylemesine rağmen kan ve tükürük örneği ile parmak izi alındı.

Kozağaçlı, kendi isteğiyle Türkiye’ye dönmesine rağmen, “kaçma şüphesi olduğu” gerekçe gösterilerek sekiz avukatla birlikte tutuklandı.

Doktorlar için “işkence” şikayeti

Avukatların gözaltı sürecinde ve hastanede maruz kaldığı kötü muameleyle ilgili hem savcılığa hem de İstanbul Tabip Odası’na (TTB) şikayetler yapıldı.

ÇHD İstanbul Şube Başkanı Taylan Tanay da gözaltındayken kendisinden zorla tükürük örneği alındığını söyleyerek, "maruz kaldığı işkenceye ortak olan doktor hakkında" İstanbul Tabip Odası'na şikayette bulundu.

Şikayet dilekçesinde, “Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde mesleğiyle bağdaşmayacak davranışlarda bulunan doktorun isminin tespit edilerek hakkında disiplin soruşturması açılması" talep edildi.

Tanay da olayı “Polisler üzerime çıktı, başımı zorla arkaya çekip yüzüme bastırarak ağzımı açtılar. Doktor da elindeki pamuklu çubukla tükürük örneğimi aldı” diye anlatmıştı.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Üyesi Dr. Osman Öztürk de bianet'e yaptığı açıklamada, "Doktorun hastaya zorla bir işlem yapması, akıl hastalığı, bilinç kapalılığı ya da çocukluk durumu dışında, ki bu durumlar bile tartışmalıdır, hiçbir koşulda uygun değildir. Doktor hastaya rızası dışında, zorla hiçbir işlem uygulayamaz" demişti.

Kaynak: Bianet

* Fotoğraflı habere ulaşmak için tıklayın.

12 Yılda 1036 Zorunlu Asker İntiharı

CHP’li Tanal’ın soru önergesini cevaplayan Milli Savunma Bakanı Yılmaz, 2002’den bu yana, AKP iktidarı süresince zorunlu askerlik yapan 1036 kişinin intihar ettiğini söyledi.

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, son 12 yılda 1036 kişinin zorunlu askerlik yaparken intihar ettiğini söyledi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın soru önergesini cevaplayan Yılmaz, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) iktidara geldiği 2002’den bu yana zorunlu askerlik yaparken intihar ettiğini ileri sürdüğü kişilerin dağılımını şu şekilde verdi:

“2002’de 157, 2003’te 95, 2004’te 87, 2005’te 99, 2006’da 85, 2007’de 88, 2008’de 83, 2009’da 75, 2010’da 80, 2011’de 65, 2012’de 69, 1 Ocak-30 Ekim 2013 arasında 52 olmak üzere 1036 askerin intihar ettiği kayıtlara geçti.”

Yılmaz, Milli Savunma Bakanlığı Şehitlik Yönergesi kapsamında görevlendirilenlerden; eğitim, tatbikat, manevra veya harekât sırasında bu görevlerin sebep ve etkisiyle hayatını kaybedenlerin şehitliğe defnedildiğini söyledi.

Şehitliğe defne ilişkin kararın personelin hayatını kaybettiği esnada yaptığı görev dikkate alınarak verildiğini, kişinin mezhebi veya herhangi başka bir kriterin bu kararda etkili olmadığını ifade eden Yılmaz, askerlik esnasında hayatını kaybeden (intihar edenler dâhil) erbaş ve erlerin ailelerine Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Mehmetçik Vakfı  Genel Müdürlüğü’nce “toptan ödeme” yapıldığını, erbaş ve erin çocuğu olması halinde ise çocuk veya çocuklarına “bakım ve öğretim yardımı” yapıldığını söyledi.

Tanal, önergesinde şu soruları yöneltmişti:

* 2002’den önerge tarihine kadar her yıl için ayrı ayrı belirtilmek üzere askerlik görevini yaparken kaç askerimiz intihar etmiştir?

* İntihar ederek hayatı sona eren askerlerimizden kaçı şehit sayılmıştır?

* İntihar eden askerlerimin şehit sayılması için ne tür şartlar aranmaktadır? Kimler şehit sayılmakta kimler sayılmamaktadır? Bu ayrım nasıl belirlenmektedir? Kişinin mezhebinin bu belirlemede önemi var mıdır? Varsa bu bir ayrımcılık değil midir?

* İntihar ederek hayatı sona eren askerlerimizin ailelerine hangi haklar sağlanmaktadır?

Kaynak: Bianet

“Adalet Bakanı Çıplak Aransa Ne Hisseder?”

Avukat Eyüboğlu, Bolaç, Kalı ve Atalay’la Adalet Bakanı Ergin’in “Çıplak arama kişilerin utanma duygusunu ihlal etmeyecek şekilde yapılıyor” sözlerini konuştuk.


Sadullah Ergin: İnsanları Utandırmadan Çıplak Arıyoruz

Çıplak Arananlar: Adalete Uzaktan Bakanlar Utansın

Avukatlar Meriç Eyüboğlu, Efkan Bolaç, Can Atalay ve Ceren Kalı Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in çıplak aramanın kişinin utanma duygusunu ihlal etmeyecek şekilde yapıldığına ilişkin ifadelerini bianet'e değerlendi.

Eyüboğlu, “utanma” ifadesinin Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği'nin 28. maddesinde yer aldığını ama neye göre belirlendiğinin belli olmadığını ifade ediyor.

Yıllardır çıplak arama tacizinin muhalif kadınlarca dillendirildiğini söyleyen Eyüboğlu, bu sorunun Gezi direnişi ile birlikte ülke çapında bilinir hale gelmesine dikkat çekiyor.

Kalı, kardeşi Utku Kalı’nın da çıplak aramaya maruz kaldığını ve bunun insanlığa karşı bir eylem olduğunu ifade ederken, Atalay Adalaet Bakanı Ergin’i kast ederek “Utanma duygusunu yitirmemiş bir kişi böyle bir şey söyleyemez” diyor.

Bolaç da Adalet Bakanı Ergin’in kendisinin çıplak aramaya maruz kalması durumunda “utanma” “utanmama” kriterlerini kullanıp kullanamayacağını soruyor.

Eyüboğlu: Yemişim onların utanma duygusunu

“Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği'nin 28. maddesine göre kişinin kanuna göre izin verilmeyen bir şeyi taşıdığına ilişkin makul şüphe halinde arama yapılabileceği söyleniyor. Yani narkotik aramalarda bu madde kullanılıyor.

“28. maddenin bir fıkrasında ‘Kişinin utanma duygusunu en az ihlal edecek şekilde yapılır. Önce bedenin üst kısmındaki giysiler çıkartılır, bedenin alt kısmındaki giysiler üst kısmındaki giysiler giydirildikten sonra çıkartılır’ diyor. Bakan bu maddeye atıfta bulunarak, ‘Çıplak arama yapıyoruz ama utanma duygusunu ihlal etmiyoruz’ diyor.

“Gözaltında çıplak arama uzun yıllardır kadınlar tarafından ifade ediliyor. Ama Gezi sürecinde neredeyse polisle karşılaşan tüm kadınlara uygulandığı için tüm ülke tarafından bilinir hale geldi.

“Gezi'de gördük ki, sadece gözaltında değil, Ankara'da Eylem'in öyküsünde olduğu gibi gözaltı işlemi olmaksızın Akrep'in içinde de İzmir Şakran Cezaevi'nde Elif'in öyküsünde olduğu gibi tutuklama halinde cezaevinde de kadınlar çıplak arama yöntemiyle karşı karşıya geliyorlar. Keza Etkin Haber Ajansı'na (ETHA) yapılan baskında da oradaki gazeteciler çıplak aramaya maruz kaldıklarını ifade etmişlerdi.

“Bu örneklerin hiçbirinde kadınların çantası, eşyaları aranmıyor. Hepsinde kadınların cinsel organları dahil olmak üzere doğrudan bedenleri aranıyor. Kadınlar soyulduktan sonra dizlerin üstünde eğil-kalk gibi bazı hareketleri de yapmaya zorlanıyorlar. Dolayısıyla komutlarla iyice küçük düşürülmeleri düşünülüyor.

“Utanma duygusu yönetmeliğe girmiş ama kime neye göre belirlendiği belli değil. Burada herhalde önemli olan insanlık onurudur ve bu muamele insanlık onurunu alaşağı etmektedir. Dolayısıyla yemişim onların utanma duygusunu.

“Diyelim hiç utanmadın; bu insanlık onurunu alaşağı eden bir durumla karşı karşıya kalmadığın anlamına gelmez.”

Kalı: İnsanlık onuruna karşı

“Aynı uygulama kardeşim Utku Kalı'nın kaldığı cezaevindeki herkese de yapılmıştı. Gerçekten kuvvetli şüphe olmadan insanları aramak, oyuk araması yapmak insanlık onuruna karşı bir eylemdir.

“Hiçbir hukuki dayanağı olmayan bu uygulamaları Adalet Bakanı’nın ‘utanma duygusunu ihlal etme’ ‘ihlal etmeme’ kriterlerine göre değerlendirmesi de son derece yanlış.”

Atalay: Utanma duygusunu yitirmiş

“Bunun hukuken izah edilebilir bir yanı yok. Adalet Bakanı'nın utanma duygusunu yitirerek yanıt verdiği açık.

“Çıplak aramayla ilgili çok ağır hikayeler var. Sadece tutuklular, hükümlüler ile ilgili değil, gözaltındakilerle ilgili de çok ağır hikayeler varken, utanma duygusunu yitirmemiş bir kişi böyle bir yanıt veremez.”

Bolaç: Bakan Ergin çıplak aramaya maruz kalsa…

“Utanma-utanmamanın ölçüsü nasıl belirleniyor? Kime göre utanma duygusu ihlal ediliyor veya edilmiyor? İnsanlara ‘oyuk araması’ yapmak tamamen aşağılayıcı muameledir.

“Bu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde de (AİHM) aynı şekilde insan onuruna yakışmayan aşağılayıcı muamele olarak ifade edilir. Kanun da bu konuyla ilgili olarak aramanın ne şekilde yapılacağı anlatılır. Bir suç isnadı veya bir şeyin taşıyıcısı olma ihtimali varsa çıplak arama söz konusu olabilir.

“AİHM de, evrensel kurallar da yapılan bu tarz aramaları insanlık onuruna yakışmayan muamele olarak görüyor. Bu bir anlamda işkencedir.

“Geçenlerde Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi avukatlar çıplak aramaya direndikleri için disiplin cezası verilmişti ancak mahkeme bu disiplin cezasını kaldırdı.

“Acaba Bakan Ergin aynı pozisyonda olsa bu cevabı verebilir miydi? Veya kendisinin de taraf olduğu insanlar bu muameleyi görseydi acaba aynı cevabı verir miydi, bu kriterler onlar için de geçerli olur muydu?”

Kaynak: Bianet

Veganarşist tutsak Osman Evcan'dan mektup var

 Veganarşist tutsak Osman Evcan, Yeryüzüne Özgürlük'ten bir arkadaşımızın mektubu üzerine "Gezi'de öldürülen tüm canlıları anma" eylemimize yönelik devlet baskısı hakkında açıklamalar yaptı. Ayrıca veganizmin kapitalizme olduğu kadar sosyalizme de karşı olması gerektiğini bildirdi. Mektubun bir kısmını yayınlıyoruz:



Bafra-Samsun, 28 Kasım 2013

"...Sizlerin Yeryüzüne Özgürlük Derneği olarak Gezi olaylarında atılan gazlardan ölen kuşların, kedilerin ölmesi nedeniyle onları anmak için 28 Eylül'de basın açıklaması girişiminde bulunmuş olmanız duyarlı vegan bir tavırdır. Sizleri bu duyarlı tavrınızdan ötürü kutlarım.

Bununla birlikte ormanların talanıyla sonuçlanan kentlerin kurulmasını da protesto kapsamında bulundurmanız uygarlık karşıtı bir birey olarak sevinçle karşılamaktayım. Bu talepler çok ileri düzeyde düşünce içeren nitelikli, kapsamlı ve radikal taleplerdir. Bu taleplerinizi bir yoldaşınız olarak kabulleniyorum, destekliyorum ve de olumluyorum...

Basın açıklamanıza izin verilmemesi, şiddet görmeniz, gözaltına alınıp 2 saat yaşamınızın kısıtlanması... Tüm bunlar baskıcı uygulamalardır, kınıyorum. Şiddetin, sömürgenliğin egemen olduğu devletçi sistemlerde ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü de olmuyor... Şiddet ve sömürgenlik ediminin olmadığı yaşam alanlarında eşitlik ve özgürlük kültürü vardır. Şiddet ve sömürgenliğin örgütlenme biçimi olan devletsel, iktidarsal oluşumlarda eşitlik, özgürlük ilişkisi ve kültürü olmayacaktır. Bu nedenle de tahakküm, baskı, şiddet, ayrımcılık, türcü-cinsiyetçi yaklaşımlar insan ilişkilerine egemen olacaktır. Kapitalist veya sosyalist sistemler varoluş biçimi olarak bu nitelikte devletçi ve sömürgen oluşumlardır...

Veganizm sadece kapitalizm karşıtlığı değildir. Sosyalizm karşıtlığı da içerir. Veganizm uygarlık karşıtlığıdır. Teknolojik yıkıma, şiddete, insan türünün doğaya ve kendine yabancılaşmasına, ekolojik talana, sömürüye, kirlenmeye, küresel ısınmaya, küresel iklim değişikliğine karşı topyekün tavır alır.. Uygarlaşma edimi devletçi örgütlenme biçimiyle tarihsel birliktelik içerir. Devlet olgusunun ilkel-basit tarihselliğinden başlayıp on binlerce yıldır süren modernleşme süreciyle büyümesi ve ulus-devlet haline dönüşmesi uygarlaşmanın sonucudur. Bu iç içe geçmiş, birbirini üreten ve birbirini pekiştiren olguları birbirinden ayıramayız. Veganizm tüm bu olgulara köktenci bir tavır alıştır..."


1959 Samsun doğumlu Osman Evcan 1992 yılında sol örgüt üyeliği ve gasp suçlamasıyla 30 yıl hapse mahkum edildi. 2003'te yeşil anarşist görüşleri benimsediğinden beri vegan yaşıyor. Evcan 2011 yılında hayvanları sömürmeyen yemek talebinin Kırıkkale F Tipi Cezaevi tarafından karşılanmaması üzerine 42 günlük açlık grevine gitti. Bu süreçte Eskişehir'deki anarşistler ile İstanbul'daki Yeryüzüne Özgürlük destekçileri onun için eylemler yaptı ve milletvekili Melda Onur'un konuyu mecliste taşıması üzerine cezaevleri ve nezarethanelerde bulunan tüm insanların vegan/vejetaryen yemeğe erişme hakkı Adalet Bakanlığı tarafından hükme bağlandı. Osman Evcan, o günden beri zaman zaman hakları kısıtlansa da şu anda sağlık, spor ve kansız yemeğe erişme haklarını aldığını bize bildirdi.

Osman en kötü ihtimalle 2022'de aramızda olacak; ama o günkü kavuşmaya kadar kendisine ulaştıracağımız her mektup veya kendisini görmeye gideceğimiz her dakika onun için çok değerli. Mektup ve ziyaretleriniz için: T Tipi Kapalı Cezaevi, Koğuş No: A-27, Bafra-Samsun

2 Aralık 2013 Pazartesi

Hayvanlar boynuz, yün ve kuyruklarından çekilemeyecek

Hayvanların Nakilleri Sırasında Refahı ve Korunması Yönetmeliği, 1 Ocak 2014 tarihinde yürürlüğe girecek. Yönetmeliğe göre hayvanların nakilleri sırasında boynuzlarından, yünlerinden ve kuyruklarından tutulup çekilemeyecek. Sivri uçlu değneklerle müdahale edilemeyecek. Nakil sırasında hayvanların şiddete maruz kaldığı tespit edildiği takdirde ağır cezalar uygulanacak.


Manisa Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü tarafından, hayvan alım ve satımı yapan celeplere yönelik düzenlenen eğitim toplantısında konuşan İl Müdürü Hasan Çebi, yeni yönetmelik hayvanların güvenli bir biçimde nakillerinin sağlanmasının öngörüldüğünü söyledi. Bundan böyle nakliyecilerin il müdürlüklerinden yetki belgesi almak zorunda olduğunu belirten Çebi, yetki belgesi olmayanların hayvan alım satımı ve nakil ticareti yapamayacağını kaydetti.

Hayvan nakillerinde yaralanmalarını ve acı çekmelerini önleyecek araçlar kullanılacağını belirten Çebi, “Bu araçların hayvan nakillerinde kullanılabilmesi için il müdürlüklerinden onay belgesi alınması zorunludur. Onay belgesi almış hayvan nakil araçlarında çalışacak sürücüler ve nakilde görevli hayvan bakıcıları, il müdürlüklerinde eğitime katılmış ve yapılan sınavda başarılı olmuş kişiler olmak zorundadır. Ayrıca nakil sırasında hayvanların şiddete maruz kaldığı tespit edildiği takdirde ağır cezai işlemler uygulanacak.” dedi.

Kaynak: Cihan Haber Ajansı

Mahkeme Heyeti Ethem Sarısülük Davasından Çekildi

Ethem Sarısülük’ü vurarak ölümüne neden olan polis Ahmet Şahbaz’ın yargılandığı davada mahkeme heyeti avukatların tarafsızlık itirazları üzerine dosyadan çekildi.



Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Ethem Sarısülük davasının bugünkü üçüncü duruşmasında mahkeme heyeti avukatların tarafsızlık itirazları üzerine dosyadan çekilme kararı ararı. Heyet dosyayı bir üst mahkeme olan 7. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi.

Adliye önünde Sarısülük için toplananların karşısında polisler bekliyor.

Duruşmada Ethem Sarısülük’ü vurarak ölümüne sebep olan polis Ahmet Şahbaz Urfa’dan telekonferans sistemiyle ifade verdi. Önceki duruşmadaki gibi peruk ve gözlük takarak ifade veren Şahbaz’ın ilk kez kimlik tespiti yapıldı.

Sarısülük'ün avukatı Kazım Bayraktar "Dosyada fotoğrafı yok.Şahıs gerçek sanık mı karşılaştırmak istiyoruz" dedi.

İddianamenin okunmasının ardından sanık Şahbaz yazılı savunmasını mahkemeye verdi. Savunmasında "Maktulün ölümünde benim hiç bir kusurum yoktur.Ölümüne sebebiyet verenler bana taş atanlardır" ifadeleri yer aldı.

Duruşmayı Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, Denizli Milletvekili İlhan Cihaner, İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Genel Başkan Yardımcısı Ertuğrul Kürkçü'nün de arasında bulunduğu çok sayıda kişi takip etti.

Kaynak: Bianet

ETHA'nın duruşmanın detayları ile ilgili hazırladığı habere ulaşmak için tıklayın.

bianet'in duruşmanın detayları ile ilgili hazırladığı habere ulaşmak için: Uyuyan Savcı ve "Mağdur" Sanık