2 Kasım 2013’te Namekan İzmir’de gerçekleştirilen “Hayvan özgürlüğü
veganizmin neresinde?” söyleşisinden “Rahatsız Veganlar” isimli bir bildiri
çıktı. Rahatsızların “Veganizm
propagandası tahakküm karşıtı teoriyi tüketimsel pratikle gölgeliyor” diye
özetledikleri bildiriyi aynen yayınlıyoruz.
KİTAPÇIK OLARAK İNDİR / BASTIR (ISSUU)
KİTAPÇIK OLARAK İNDİR / BASTIR (ISSUU)
Bu bildiri, 2 Kasım 2013’te İzmir Namekan Sanat Sepet'te toplanan
10-15 vegan/vejetaryen hayvan özgürlüğü aktivistinin veganizmin gidişatı ile
ilgili görüşleridir. Aşağıdaki maddelerin hemen hemen hepsi toplantıdaki
hemfikirlik ile not edilmiştir; ancak eleştiriye ve zenginleştirilmeye açıktır.
İzmir’de başlatılan bu tartışmanın devamının gelmesi de umulmaktadır. Amaç
hayvan özgürlüğü ve veganlığa yakın duran insanların bir iç muhasebeye
girmesidir, kişisel ve politik eğilimlerde bir yön kırılması yaşanmasıdır. Bu
bağlamda, buradaki eleştirilerin neredeyse hepsinde bu maddeleri oluşturanların
iğneyi kendine batırması da mevcuttur.
Rahatsız veganlar ne diyor:
-İnternette (Google
Trend) yaptığımız araştırma sonucunda vegan kelimesinin çok fazla arandığını
ama hayvan özgürlüğü teriminin taranmadığını gördük. Veganlık Türkiye'de
popülerleşirken hayvan özgürlüğünden niçin bahsedilmediğini tartışmaya
açmak istedik.
-1944'te
İngiltere’de vejetaryen ve vegan cemiyetlerin kurulması ile şekillenen ve
hayvansal ürünleri terk etme ile tanımlanan vegan/vejetaryen kültürün bugünkü
savunucuları, tıpkı feministlerin özeleştiriyle evrilmesi gibi artık ikinci
dalgaya geçmelidir. Veganlık bir kişisel davranış olarak korunmakla ve teşvik
edilmekle birlikte, hayvan kafeslerini temin eden devletlerin ve şirketlerin istediği
gibi “onu tüketmeyelim/şunu tüketelim” çağrılarının baskın çıktığı politikaları
terk etmeliyiz ve devletlerin, şirketlerin katil olduğu söylemlerini
vurgulayarak, kafeslerdeki hayvanlara daha yakın ve kafesleri temin edenlerin
daha fazla ensesinde bir zemine gelmeliyiz. Bu zemin değişikliğinin, devlet ve
şirketler var olduğu sürece, kafesten çıkarılan her hayvana karşılık kafese
konan bir aktivist takasına gidebileceği tahmin edilebilir; ancak bu baskıcı
düzende hayvanların tümden kafessiz olabilmesi için iki üç yıllık kafesleri
göze almaktan başka yol görünmüyor.
-Hayvan özgürlüğü
veya tahakküm karşıtı olmak teorik bir gerekçe, veganlık ise pratik bir
sonuçtur. Harekete geçiren, sonuç değil sebeptir. Artık sonuç gerekçeyi
gölgelemeye başlamıştır. Pratik sonuç yani vegan kimlik, “O zaman şunu
yemiyorsun sen?” türünden sorulara karşılık politik/etik duruşumuzu açıklarken
hâkim kültür tarafından benimsetilir. Pratik sonucun öne çıkması, toplumun
tüketimci zihniyetini kabullenmemizdir, bizim de homo-tüketici olmaktan kurtulamamamızdır. Oysa yaşam tüketime
indirgenemez! Bu yüzden bugün "etçil miyiz?" yoksa "otçul
muyuz?" sorusunun bir anlamı yok! Sadece homo-tüketiciyiz!
-Veganım deyip
kendi sağlığı için hayvan deneyli ilaç kullanan birisinin palm yağı tüketen
başka birisinin veganlığını yargılamasındaki çelişkiye dikkat edilmelidir. Bu
çelişkiler tüketim davranışına göre politika belirlemenin kaçınılmaz
sonuçlarıdır, bir tarafın haklı veya haksız olduğunu tespit etmekten ziyade
"tahakküm karşıtı" zemini yitirme işaretleridir. Kim “veganların
tümünün hemfikir olduğu pratikler” olduğunu var sayıyorsa kendi çevresini
genelleyerek hata ediyordur. Hayvan köleliğinin çözümüne dair totaliter her
yaklaşım, lidersiz ve kutsal kitapsız bir hareket olan hayvan özgürlüğünü caiz/caiz değil belirleyicisi bir
kuruma dönüştürmektedir. Bu noktadan sonra, vegan olmayanlara yukarıdan bakma,
saldırganlaşma, et yiyenleri katillerle bir tutma, haklıyken haksız duruma
düşme, veganlığı gurmelik veya lifestyle’a indirgeme gelebilir. “Şunu yesem
veganlık bozulur mu?” gibi bir sorunun kendisi sorunsaldır. Veganizmin dinleşme
sürecine girdiğine işarettir. Herkes köleleştirmemekte, öldürmemekte
ortaklaşarak pratiklerini kendi vicdanları ve imkânlarına göre çizmelidir.
Sadece tüketim davranışını değiştiren veganlar, yeni bir ürün serisini (niş
market) tüketme davetine icabet edince hayvana ve insana karşı kurulan
sistemden çıkamamış olur.
-Sorulması gereken
sorulardan biri şu: "Veganizm tahakküm karşıtlığı değil midir?"
Veganizm modernizmden uzak durmalıdır; çünkü modernizm insan merkezcidir. İnsan
merkezcilik/türcülük de bir tahakküm biçimidir. Tahakküm karşıtlığı ve
anti-otoriterlik veganlar arasında kesin bir kural olmadığı gibi kenarlık veya
aşırılık da değildir. Şayet veganların büyük bölümü bunları benimsemediyse bu
onların kölelik karşıtı teoriyi değil tüketici toplumun sevk ettiği “vegan
tüketici” kimliği referans göstermesindendir.
-Yalnızca tüketim
davranışlarındaki değişimle vegan olanlar, modernistlere ve hümanistlere karşı
savunmasızdır. Alet yapan insan, bilimi ve teknolojisi ile övülür; aklı ile
hayvandan üstün yere konur. Tüm hayvanların insanla eş yaşam hakkına sahip
olmasını savunan veganların kendi savlarını güçlendirmek için Aydınlanma’yı
kıyasıya eleştirmesi gerekir. Modernizm insanmerkezcidir. Avrupa hâlen gizli
ırkçıdır, militarizmi ve türcülüğü ise sürekli ve alenidir. Uygarlığa karşı
duruşu olmayan vegan, vahşet sözcüğünü gaddarlık/şiddet ile eş anlamda kullanarak
uygar-vahşi ikiliğinde vahşiyi (yani insan egemenliğine alınmamış hayvanı ve
sistemin kölesi olmamış ilkel insanı) sömürünün kaynağı gibi gösteren sahtekâr
kültür ile barışık olma çelişkisi ile baş başa kalır. Şiddet uygarlık ile
başlamadıysa da onun savaş zaferlerini müteakip dayattığı kanunlarla
meşrulaşmıştır.
-Veganlık pratiği
de her pratik gibi bireyin toplumun gözü önünde tutarlılık çizgisini koruma
çabasından bağımsız açıklanamaz. Veganların neyi tüketmemesi gerektiğinin
sınırları nasıl çizilirse çoğu insan (kendi vicdanını dinleyeceği veya kendi
politikasını yaratacağı yerde) o sınırların içinde kalarak “veganım” der.
Pratiğin sınırları aslında hep tutarsızdır; zira pakete girmiş süpermarket
ürünlerinin (başka kıtalardan uçakla getirilmesinden çiftçilerinin köle
olmasına kadar) vegan olduğu her zaman soru işaretidir ve endüstriyel tarımdan
gelen tüm sebze meyveler için de topraktaki hayvanlar öldürülmüştür. Tüketim
biçimlerindeki farklara göre hayvan özgürlüğü hareketindeki bazı insanları değersizleştirmek
baskıdır, vegan polisi oynamaktır. ABD’de ortaya çıkan yalnızca çöpten çıkarsa
et yiyenler (freegan) veya yalnızca hayvan araba kazasında ölmüşse et yiyenler
(roadkill vegan) gibi gruplara ne diyeceğiz?
-Vegan endüstri
olsa olsa çocukluğunda alıştırıldığı eti-sütü özleyenler için geçiş sürecidir.
Feministler eski tecavüzcülere yapay tecavüz araçları önermezken veganların
yapay cinayet formlarını araması, yemeğin besin almaktan önce lezzet, haz ve
sosyal kabul aracı olduğuna işaret olabilir!
Bu ürünlerin tüketilmesi ve hayvansal ürün özlemini nasıl gidereceğini
soran yeni veganlara tavsiye edilmesi belki aktivistlerin kendi et geçmişleri
ve pek çoğunun sebze-meyveyi de hâlâ endüstriyel sistemden satın alması bakımından
şaşırtıcı değildir; ancak aktivistlerin hayvan özgürlüğü kampanyaları soya
sütü/deneysiz şampuan reklamlarına dönüşmemelidir. Tüketimsel pratiği tahakküm
karşıtı kuramdan daha fazla lanse etmek, hareketin kitlelere yayılmamasında rol
oynayan bir strateji hatası da olabilir. “Tek yol veganizm” gibi söylemler
kibirdir ve iktidar kokar; vegan olmayanları iter. Ayrıca vejetaryenlere
varacakları son (ve üstün?!) noktanın veganlık olduğunu belirtenler, aslında
savaşları ve sömürüyü üreten endüstrilere karşı yıkıcı eylemlere girişmenin,
devamlı aktivizmin ve kendi yaşamını kentlerden, kapitalist tahakkümden
kurtarmanın planını bile yapmadığını maalesef itiraf etmiş olur.
-“Hayvan özgürlüğü
= veganizm” her zaman doğru bir önerme değildir. Vegan olmak hayvan özgürlüğü
için bir son veya zirve değil anca ilk adım olabilir. Doğrudan eyleme geçen,
sayısız hayvanı hapishane riskini göze alarak kurtaran ancak zaman zaman
hayvansal ürün tüketebilen insanlar da elbette hayvan özgürlüğü
hareketindendir. ALF girişimi yapan gruplar ALF olup olmadıklarını doğrudan
eylemle kanıtlar. Eylemde hiçbir hayvanı öldürmeme esastır; eylemcilerin
kişisel hayatta yumurta yiyip yememeleri kıstas değildir. ALF veganlığı teşvik
etmekle birlikte tüketim alışkanlıklarından politika gütmek yerine hayvanlar
için göze alınan riskli eylemlerle kendini gerçekleştirir. Not: ALF’nin “ALF’yi
desteklemeyin” çağrısı tekrar tekrar okunmalıdır.
-Bazı şehirlerde,
restoranlarda, süpermarketlerde vegan/vejetaryen seçenek olmaması hayvan
özgürlüğü aktivistleri için iyi bir şey de olabilir; zira kapitalist ekonominin
zarar görmesinin ve kendin-yap kültürünün güçlenmesinin yollarından biri
ekonomiye değil dayanışmaya ve kendin-yap kültürüne dâhil olmaktır.
-Dünyada herkes
vegan olsa bile sömürünün bitmeyeceğinde hemfikiriz. Herkesin vegan olduğu
dünyada çevre kirliliği, karbon salınımı ve temiz su sıkıntısı beklenilenin
aksine kolay çözülmeyecektir; çünkü et üretimini yapan endüstri bitse bile
yerini 7 milyarı doyuracak başka sömürgen endüstrilere bırakacaktır. Kalkan her
vapurun altında yüzlerce balık ve denizanası sıkışarak can verirken, döşenen
her asfalt altta sıkışarak can veren fare ve böceklerin mezarı demek iken
şehirlerin kendisi vegan mıdır?
-Veganların
ekolojiyi yalnızca insanları et yememeye ikna ederken hatırlamaları
samimiyetsizlik işareti olabilir. Vegan olmayıp yalnızca ama yalnızca
bisikletle ulaşım sağlayan bir insan, belki de yeryüzüne vegan bir “şoför”den
daha fazla katkıda bulunmaktadır, daha fazla hayvanı ölümden kurtarmaktadır.
Araç kültürümüzün en son 2010 yılında sebep olduğu felaketi hatırlatırsak;
Petrol devi BP'nin Meksika Körfezinde
sebep olduğu patlamada 11 işçi hayatını kaybetmiş, 17'si yaralanmış, 4
milyon varil petrol çevreye sızmış ve sayısız hayvan ve deniz canlısı zarar
görmüştü. Sızıntı patlamadan tam 85 gün sonra durdurulabilmişti. Geriye kalan
görüntü ise kuşların ve balıkların balçık görünümündeki petrole bulanmış
hali....
-Hayvan özgürlüğü
hareketindekilerin diğer toplumsal mücadelelerle (LGBT, ekoloji, kadın hakları,
bedava mutfaklar, takas pazarları, işgal evleri vs.) birlikte hareket etmesi
önemlidir. Ancak adam toplama mantığı yerini samimi katılımlara bırakmalıdır.
-Hayvanların
köle edilmesini reddeden veganlara “insanın da hayvan olduğu” gerçeğini bazen
anımsatmak gerektiği trajikomik bir gerçeklik... Çikolata meyvelerini
toplayanların çoğunlukla işçi değil "köle" olması itibariyle çikolata
sütsüzken bile vegan değil. Şimdi ne yapacağız? Mesela yeni çıkan her
bilgisayar ve telefon dünyada sınırlı olan bazı madenleri bitiriyor ve bu
madenleri yönetenler çeteler de çocukları köleleştirerek maden çıkartıyor ve
buna "çatışma madeni" deniyor. Bu durumda kapitalist teknoloji vegan
olabilir mi?
-Veganizm,
kapitalizmin kalbi Londra’da doğdu. Yani veganlığın sömürünün sistematikleşerek
ve normlaşarak tavan yapmasına tepki olarak doğduğu unutulmamalıdır. Et
yemenin/kürk giymenin sınıfsallığını kaybederek herkes için erişilir olması,
bunlara karşı öfkeyi doğal olarak büyütmüştür. Ancak köyden kente göç ve hemen
herkesin işçi olması, doğaya ait her şeyi ucuza pazarlanır kıldığı için Sanayi
Devrimi hayvanı sömürmediği durumlarda da hayvanı dolaylı yoldan sömürür.
Sömürü kapitalizmin olmazsa olmazıdır.
-“Eskiden insan
ısınmak için kürk giyiyordu bugün buna ihtiyacı yok” gibi açıklamalar da
talihsiz bir biçimde insanmerkezcidir. Teknolojiye dayalı kapitalist tekstil
endüstrisi sayesinde üşümekten kurtulma savı, insanmerkezci modernizme
şükretmektir. Hayvan özgürlükçülerinin savları, kendi çıkarlarını başkalarının
çıkarlarının üstüne hiçbir koşulda koymayan türcülük karşıtlığından
beslendiğinde tahakkümün birliğine karşı daha net durur.
-Vegan/vejetaryen
beslenme şeklini seçenler, en basitinden kendileri de birer hayvan olduğu için
sağlıklı beslenmeye dikkat etmelidir. Duruşunu sadece hayvan ve hayvansal
gıdaları reddetmekle sınırlı tutmayıp tüm rafine ve işlenmiş gıdaları
sorgulaması hayrınadır. Herkesten
"proje insan" modeli beklememek gerek; ama kötü beslenme ancak bizi kurtarma triplerine girecek tıp
sistemine ve ilaç endüstrisine yarar. Ayrıca, insan da bir hayvan olduğuna göre
insan nefreti vegan birey için bilişsel çelişkidir. İnsanlardan nefret etmek
yerine otoriteye ve ayrımcılığa karşı olduğumuzu anlatmalıyız.
-Aramızdaki ayrılık
reformizm-radikalizm üstüne... Bilim Ortaçağ modellerinden kurtulsun, küresel
firmalar hayvan deneylerini bırakıp yoluna alternatif deney yöntemleri ile
devam etsin diyenler belki bazı küresel firmaları kâr ve saygınlık kaybıyla
korkutup hayvan deneyinden el çektirebilir. Bu reformist bile olsa kimi
hayvanlar zulümden kurtulduğu için sevindirici olur; ne var ki küresel firmaların
kâr hırsını merkezden çıkarması mümkün olmadığı için hayvan deneyine alternatif
getirilecek “bilimsel çılgınlıkların” ölçeğinin büyük olması itibariyle dünyayı
yeni bir yıkıma götürmesi kuvvetle muhtemeldir. Bakınız: Nano teknoloji ve
genetik bilimi!
-Herkesin bir vegan
algısı var. Çoğu türcülükten bahsetse bile gerçekten türcülüğü tam anlamıyla
algılayamayanlar olabiliyor. Kimi zaman halkların kardeşliğini anlayamamış
olanlar türlerin kardeşliğinden bahsedebiliyor. Bu yüzden herkes kendi
terimleriyle "ulusalcı veganlarla direnme rehberi" oluşturabilir.
Veganlığın faşizm eleştirisi ile başlaması sabit değildir. Faşist düşünceler
besleyen bazı hayvan özgürlüğü savunucuları, türcülüğün öteki ayrımcılıklarla
paralleliğini keşfettikçe anti-faşist olabilir.
-Yalnızca kurban
bayramında “insan”a öfke kusanların hayvan özgürlüğünü ne kadar kavradıkları
kuşkuludur. Kurban kesiminde hayvandan yana tavır alan bazı kesimlerin
İslamofobik veya uygarlıkçı söylemlerine dikkat edilmelidir. Avrupa ve ABD gibi
hayvan kanının sokaklarda görünmediği ama kapalı kapılar ardında oluk oluk
aktığı uygar dünya, tüm hayvanlara değil sadece insana hizmet eder.
-Sık sık din ve
veganlık sorularıyla karşılaşıyoruz. Tarihte pek çok din ve toplum hayvan haklarını
sorunsallaştırmıştır. Budizm, jainizm, mani dinleri genelde et yemeyen
dinlerdir ya da pek çok toplumda bireysel düzeyde olsa bile insanlar et yemeye
karşı durmuşlardır. Vejetaryen ve veganlık bugün yeni birer akım olsa da
insanlık tarihi için yeni değildir. Bu yüzden müslüman insanlardan gelen
veganlığın dine uygunluğu hakkındaki sorular, aktivistler tarafından inanmasa
bile onların çerçevesiyle yanıtlanabilir. Sağlıklı iletişim karşı tarafın
değerlerini anlamadan mümkün olmuyor. Müslümanlardan hayvan hakları üzerine
soru soranlar zaten çoğunlukla İslam’ı terk etme düşüncesi olmaksızın hayvan
özgürlüğüne ikna olmak isteyenlerdir. Bu kişilere kapitalizmin helal olup
olmadığı, dinde işkence ve kibrin yasak olup olmadığı gibi öteki ayetlere
atıflarla yanıt verilebilir. İnsanın da köle edilebileceği yazılan Kuran’a
gönderme ile, “İnsanı köle etmeden Müslüman kalabiliyorsan hayvanı köle etmeden
de Müslüman kalabilirsin.” denebilir. Mezbaha sistemi bazı inananlar tarafından
savunulmaya çalışılsa da, bu tasarının dinlerle ilgisi bulunmayan Fordist
tasarımlar (üretim zinciri) olduğu hatırlatılmalıdır.
-Anti-vegan tim,
kendilerine katil dendiği için saldırı hissediyor olabilir. Et yiyenler katil
midir? Tartışılır. Öfke et yiyene karşı olduğu kadar mezbahaya da olmalıdır.
Hitler’e oy veren ne kadar soykırımcı ise kasaptan et alan da o kadar katildir.
Anti-vegan kampanyacılığın diğer sebepleri veganların kibri, tüketime
odaklanması veya vegan olmaya niyetlenip henüz olmamanın bilişsel çelişkisini
bastırma olabilir.
GELECEK ÖNGÖRÜLERİ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
-10 yıl içinde
Türkiye’de hayvansal tüketim eğilimlerinde bazı değişimler olacağını tahmin
ediyoruz. Örneğin, hem kapitalizmin hem de hayvan hakları hareketinin buradan
daha eski ve oturmuş olduğu Londra’da örgütlenme ve sosyalleşme amaçlı
kullanılan Meetup.com sitesinde yaklaşık 560 kişi Londra Hayvan Hakları grubuna
kayıtlı iken, Londra Vegan grubu 2310 kişiyi çekmektedir. Hayvan hakları grubu
sürekli endüstriye karşı eylemde iken diğer grup vegan şarap günü benzeri
etkinlikler düzenler. Kapitalizm yolunda şaşmadan ilerleyen Türkiye toplumundan
da 10 yıl içinde daha fazla organik et tüketicisi, yalnızca serbest dolaşan
hayvan ürünü tüketicisi, hayvan refahı savunucusu, sağlık için eti azaltan ve
sosyalleşme odaklı vegan çıkacağını kestirebiliyoruz. Vegan kek tariflerini bir
gün herkes paylaşacak belki; ama yumurta için hapsedilmiş tavuğun nasıl
kurtarılacağına dair tarifler yemek yiye yiye gelmeyecek!
-Artık tarım
toplumunda değil gösteri toplumunda yaşıyoruz. Gösteri toplumunun en önemli
özelliklerinden biri de medya ve kitle iletişim araçlarının yığınlar ve
kitleler üzerindeki etkisi. Hayvan özgürlüğü savunucuları aynı zamanda çok iyi
medya okuması yapmalıdır. Yaptığı her eylemliliği ve kampanyayı ana akım medya,
yandaş medya, alternatif medya, sosyal medya gibi tüm iletişim araçlarıyla
paylaşarak kamuoyu oluşturmalıdır. Bu araçları karışık kullanmak yerine
mesajlarını hedef kitleye göre ayarlayarak, o kitlenin takip ettiği medya
öbeklerine iletmelidir. Kamuoyu oluşturma, ilerilki yıllarda hayvan özgürlüğü
eylemcileri yargılanırsa onların alacağı cezaların hafifletilmesine yardımcı
olacaktır. Geçtiğimiz günlerde Brezilya'da 200 tane deney köpeğini herkesin
gözü önünde kurtaran kara blok aktivistleri istisnasız bütün dünyada haber
oldu, üstelik eylemleri meşru görüldü. Davalarının süreci kamuoyunun onları ne
kadar sahiplendiğiyle ilgili olacak. Bu doğrultuda hayvan özgürlüğü
savunucuları sürekli olarak şirketlerin katil olduğunu haykırmalıdır. Hayvan
deneyi yapılmamış ürünler yerine hayvan deneyi yapan şirketleri teşhir etmemiz,
Brezilya'daki eylemciler ve benzerlerinin daha çabuk özgürleşmesine yardımcı
olacaktır.
-2013’ü bitirirken
artık hayvan kurtarmanın yöntemleri ve meşrulaştırma adımları konuşulmalıdır.
Gezi süreci maalesef Brezilya’daki köpek kurtarma gibi bir eyleme sahne
olamadı. Özgürlük bekleyen hayvanların üç beşini bile kaosta kurtaramadık. Öte
yandan Türkiye’de köle tutulan hayvanların kanunen mal sayılması trajik bir
avantaj sayılabilir, kurtarınca suç isnat edileni yalnızca hırsızlık ve özel
mülkiyete girme ile yargılatabilir. Bir sonraki kaosun böyle özgürleştirmelere
kapı açması için yolu şimdiden döşemeliyiz. Türkiye’de bir hayvan kurtarma
hikâyesi medyaya yansısa bile zincirleme yaratmayacağı kanaatindeyiz. Sebep
belki de Türkiye muhaliflerinin hiyerarşik sol politikalar ile angajmanı, çevre
ve hayvan sorununun solda yetişkin olmamasıdır. Dağıtılacak broşürlerde,
tutulacak pankartlarda üstüne gidilmesi gereken konular, kentli insanların hiç
duymadığı sömürülerdir. Örneğin inek sütünün hamilelik olmadan mümkün olmadığı
bilgisi hala şok etkisi yaratıyor. Hayvan kurtarmayı göze alamayan aktivistler
ise henüz endüstriyel sömürüleri gizlice çekmenin ABD’deki kadar sert cezalandırılmadığı
Türkiye’de zulmü görüntüleme yoluna gidebilir. Türkiye’de vegan piknikler
düzene otururken henüz yanı başımızdaki üniversitelerin deney laboratuarlarında
diri diri kesilen hayvanların bir tane bile videosunun çekilmemiş olması,
şapkayı önümüze koyup düşünme sebebidir.