5 Kasım 2013 Salı

Rahatsız veganlar "hayvan özgürlüğü" hareketini ikinci dalgaya çağırıyor


2 Kasım 2013’te Namekan İzmir’de gerçekleştirilen “Hayvan özgürlüğü veganizmin neresinde?” söyleşisinden “Rahatsız Veganlar” isimli bir bildiri çıktı. Rahatsızların “Veganizm propagandası tahakküm karşıtı teoriyi tüketimsel pratikle gölgeliyor” diye özetledikleri bildiriyi aynen yayınlıyoruz.

KİTAPÇIK OLARAK İNDİR / BASTIR (ISSUU)


Bu bildiri, 2 Kasım 2013’te İzmir Namekan Sanat Sepet'te toplanan 10-15 vegan/vejetaryen hayvan özgürlüğü aktivistinin veganizmin gidişatı ile ilgili görüşleridir. Aşağıdaki maddelerin hemen hemen hepsi toplantıdaki hemfikirlik ile not edilmiştir; ancak eleştiriye ve zenginleştirilmeye açıktır. İzmir’de başlatılan bu tartışmanın devamının gelmesi de umulmaktadır. Amaç hayvan özgürlüğü ve veganlığa yakın duran insanların bir iç muhasebeye girmesidir, kişisel ve politik eğilimlerde bir yön kırılması yaşanmasıdır. Bu bağlamda, buradaki eleştirilerin neredeyse hepsinde bu maddeleri oluşturanların iğneyi kendine batırması da mevcuttur.
 
Rahatsız veganlar ne diyor:

-İnternette (Google Trend) yaptığımız araştırma sonucunda vegan kelimesinin çok fazla arandığını ama hayvan özgürlüğü teriminin taranmadığını gördük. Veganlık Türkiye'de popülerleşirken hayvan özgürlüğünden niçin bahsedilmediğini tartışmaya açmak istedik.

-1944'te İngiltere’de vejetaryen ve vegan cemiyetlerin kurulması ile şekillenen ve hayvansal ürünleri terk etme ile tanımlanan vegan/vejetaryen kültürün bugünkü savunucuları, tıpkı feministlerin özeleştiriyle evrilmesi gibi artık ikinci dalgaya geçmelidir. Veganlık bir kişisel davranış olarak korunmakla ve teşvik edilmekle birlikte, hayvan kafeslerini temin eden devletlerin ve şirketlerin istediği gibi “onu tüketmeyelim/şunu tüketelim” çağrılarının baskın çıktığı politikaları terk etmeliyiz ve devletlerin, şirketlerin katil olduğu söylemlerini vurgulayarak, kafeslerdeki hayvanlara daha yakın ve kafesleri temin edenlerin daha fazla ensesinde bir zemine gelmeliyiz. Bu zemin değişikliğinin, devlet ve şirketler var olduğu sürece, kafesten çıkarılan her hayvana karşılık kafese konan bir aktivist takasına gidebileceği tahmin edilebilir; ancak bu baskıcı düzende hayvanların tümden kafessiz olabilmesi için iki üç yıllık kafesleri göze almaktan başka yol görünmüyor.


 

-Hayvan özgürlüğü veya tahakküm karşıtı olmak teorik bir gerekçe, veganlık ise pratik bir sonuçtur. Harekete geçiren, sonuç değil sebeptir. Artık sonuç gerekçeyi gölgelemeye başlamıştır. Pratik sonuç yani vegan kimlik, “O zaman şunu yemiyorsun sen?” türünden sorulara karşılık politik/etik duruşumuzu açıklarken hâkim kültür tarafından benimsetilir. Pratik sonucun öne çıkması, toplumun tüketimci zihniyetini kabullenmemizdir, bizim de homo-tüketici olmaktan kurtulamamamızdır. Oysa yaşam tüketime indirgenemez! Bu yüzden bugün "etçil miyiz?" yoksa "otçul muyuz?" sorusunun bir anlamı yok! Sadece homo-tüketiciyiz! 



-Veganım deyip kendi sağlığı için hayvan deneyli ilaç kullanan birisinin palm yağı tüketen başka birisinin veganlığını yargılamasındaki çelişkiye dikkat edilmelidir. Bu çelişkiler tüketim davranışına göre politika belirlemenin kaçınılmaz sonuçlarıdır, bir tarafın haklı veya haksız olduğunu tespit etmekten ziyade "tahakküm karşıtı" zemini yitirme işaretleridir. Kim “veganların tümünün hemfikir olduğu pratikler” olduğunu var sayıyorsa kendi çevresini genelleyerek hata ediyordur. Hayvan köleliğinin çözümüne dair totaliter her yaklaşım, lidersiz ve kutsal kitapsız bir hareket olan hayvan özgürlüğünü caiz/caiz değil belirleyicisi bir kuruma dönüştürmektedir. Bu noktadan sonra, vegan olmayanlara yukarıdan bakma, saldırganlaşma, et yiyenleri katillerle bir tutma, haklıyken haksız duruma düşme, veganlığı gurmelik veya lifestyle’a indirgeme gelebilir. “Şunu yesem veganlık bozulur mu?” gibi bir sorunun kendisi sorunsaldır. Veganizmin dinleşme sürecine girdiğine işarettir. Herkes köleleştirmemekte, öldürmemekte ortaklaşarak pratiklerini kendi vicdanları ve imkânlarına göre çizmelidir. Sadece tüketim davranışını değiştiren veganlar, yeni bir ürün serisini (niş market) tüketme davetine icabet edince hayvana ve insana karşı kurulan sistemden çıkamamış olur. 

-Sorulması gereken sorulardan biri şu: "Veganizm tahakküm karşıtlığı değil midir?" Veganizm modernizmden uzak durmalıdır; çünkü modernizm insan merkezcidir. İnsan merkezcilik/türcülük de bir tahakküm biçimidir. Tahakküm karşıtlığı ve anti-otoriterlik veganlar arasında kesin bir kural olmadığı gibi kenarlık veya aşırılık da değildir. Şayet veganların büyük bölümü bunları benimsemediyse bu onların kölelik karşıtı teoriyi değil tüketici toplumun sevk ettiği “vegan tüketici” kimliği referans göstermesindendir.

-Yalnızca tüketim davranışlarındaki değişimle vegan olanlar, modernistlere ve hümanistlere karşı savunmasızdır. Alet yapan insan, bilimi ve teknolojisi ile övülür; aklı ile hayvandan üstün yere konur. Tüm hayvanların insanla eş yaşam hakkına sahip olmasını savunan veganların kendi savlarını güçlendirmek için Aydınlanma’yı kıyasıya eleştirmesi gerekir. Modernizm insanmerkezcidir. Avrupa hâlen gizli ırkçıdır, militarizmi ve türcülüğü ise sürekli ve alenidir. Uygarlığa karşı duruşu olmayan vegan, vahşet sözcüğünü gaddarlık/şiddet ile eş anlamda kullanarak uygar-vahşi ikiliğinde vahşiyi (yani insan egemenliğine alınmamış hayvanı ve sistemin kölesi olmamış ilkel insanı) sömürünün kaynağı gibi gösteren sahtekâr kültür ile barışık olma çelişkisi ile baş başa kalır. Şiddet uygarlık ile başlamadıysa da onun savaş zaferlerini müteakip dayattığı kanunlarla meşrulaşmıştır.

-Veganlık pratiği de her pratik gibi bireyin toplumun gözü önünde tutarlılık çizgisini koruma çabasından bağımsız açıklanamaz. Veganların neyi tüketmemesi gerektiğinin sınırları nasıl çizilirse çoğu insan (kendi vicdanını dinleyeceği veya kendi politikasını yaratacağı yerde) o sınırların içinde kalarak “veganım” der. Pratiğin sınırları aslında hep tutarsızdır; zira pakete girmiş süpermarket ürünlerinin (başka kıtalardan uçakla getirilmesinden çiftçilerinin köle olmasına kadar) vegan olduğu her zaman soru işaretidir ve endüstriyel tarımdan gelen tüm sebze meyveler için de topraktaki hayvanlar öldürülmüştür. Tüketim biçimlerindeki farklara göre hayvan özgürlüğü hareketindeki bazı insanları değersizleştirmek baskıdır, vegan polisi oynamaktır. ABD’de ortaya çıkan yalnızca çöpten çıkarsa et yiyenler (freegan) veya yalnızca hayvan araba kazasında ölmüşse et yiyenler (roadkill vegan) gibi gruplara ne diyeceğiz? 

-Vegan endüstri olsa olsa çocukluğunda alıştırıldığı eti-sütü özleyenler için geçiş sürecidir. Feministler eski tecavüzcülere yapay tecavüz araçları önermezken veganların yapay cinayet formlarını araması, yemeğin besin almaktan önce lezzet, haz ve sosyal kabul aracı olduğuna işaret olabilir!  Bu ürünlerin tüketilmesi ve hayvansal ürün özlemini nasıl gidereceğini soran yeni veganlara tavsiye edilmesi belki aktivistlerin kendi et geçmişleri ve pek çoğunun sebze-meyveyi de hâlâ endüstriyel sistemden satın alması bakımından şaşırtıcı değildir; ancak aktivistlerin hayvan özgürlüğü kampanyaları soya sütü/deneysiz şampuan reklamlarına dönüşmemelidir. Tüketimsel pratiği tahakküm karşıtı kuramdan daha fazla lanse etmek, hareketin kitlelere yayılmamasında rol oynayan bir strateji hatası da olabilir. “Tek yol veganizm” gibi söylemler kibirdir ve iktidar kokar; vegan olmayanları iter. Ayrıca vejetaryenlere varacakları son (ve üstün?!) noktanın veganlık olduğunu belirtenler, aslında savaşları ve sömürüyü üreten endüstrilere karşı yıkıcı eylemlere girişmenin, devamlı aktivizmin ve kendi yaşamını kentlerden, kapitalist tahakkümden kurtarmanın planını bile yapmadığını maalesef itiraf etmiş olur. 

-“Hayvan özgürlüğü = veganizm” her zaman doğru bir önerme değildir. Vegan olmak hayvan özgürlüğü için bir son veya zirve değil anca ilk adım olabilir. Doğrudan eyleme geçen, sayısız hayvanı hapishane riskini göze alarak kurtaran ancak zaman zaman hayvansal ürün tüketebilen insanlar da elbette hayvan özgürlüğü hareketindendir. ALF girişimi yapan gruplar ALF olup olmadıklarını doğrudan eylemle kanıtlar. Eylemde hiçbir hayvanı öldürmeme esastır; eylemcilerin kişisel hayatta yumurta yiyip yememeleri kıstas değildir. ALF veganlığı teşvik etmekle birlikte tüketim alışkanlıklarından politika gütmek yerine hayvanlar için göze alınan riskli eylemlerle kendini gerçekleştirir. Not: ALF’nin “ALF’yi desteklemeyin” çağrısı tekrar tekrar okunmalıdır.

-Bazı şehirlerde, restoranlarda, süpermarketlerde vegan/vejetaryen seçenek olmaması hayvan özgürlüğü aktivistleri için iyi bir şey de olabilir; zira kapitalist ekonominin zarar görmesinin ve kendin-yap kültürünün güçlenmesinin yollarından biri ekonomiye değil dayanışmaya ve kendin-yap kültürüne dâhil olmaktır. 

-Dünyada herkes vegan olsa bile sömürünün bitmeyeceğinde hemfikiriz. Herkesin vegan olduğu dünyada çevre kirliliği, karbon salınımı ve temiz su sıkıntısı beklenilenin aksine kolay çözülmeyecektir; çünkü et üretimini yapan endüstri bitse bile yerini 7 milyarı doyuracak başka sömürgen endüstrilere bırakacaktır. Kalkan her vapurun altında yüzlerce balık ve denizanası sıkışarak can verirken, döşenen her asfalt altta sıkışarak can veren fare ve böceklerin mezarı demek iken şehirlerin kendisi vegan mıdır?


 


-Veganların ekolojiyi yalnızca insanları et yememeye ikna ederken hatırlamaları samimiyetsizlik işareti olabilir. Vegan olmayıp yalnızca ama yalnızca bisikletle ulaşım sağlayan bir insan, belki de yeryüzüne vegan bir “şoför”den daha fazla katkıda bulunmaktadır, daha fazla hayvanı ölümden kurtarmaktadır. Araç kültürümüzün en son 2010 yılında sebep olduğu felaketi hatırlatırsak; Petrol devi BP'nin Meksika Körfezinde  sebep olduğu patlamada 11 işçi hayatını kaybetmiş, 17'si yaralanmış, 4 milyon varil petrol çevreye sızmış ve sayısız hayvan ve deniz canlısı zarar görmüştü. Sızıntı patlamadan tam 85 gün sonra durdurulabilmişti. Geriye kalan görüntü ise kuşların ve balıkların balçık görünümündeki petrole bulanmış hali....






-Hayvan özgürlüğü hareketindekilerin diğer toplumsal mücadelelerle (LGBT, ekoloji, kadın hakları, bedava mutfaklar, takas pazarları, işgal evleri vs.) birlikte hareket etmesi önemlidir. Ancak adam toplama mantığı yerini samimi katılımlara bırakmalıdır.
 
 


-Hayvanların köle edilmesini reddeden veganlara “insanın da hayvan olduğu” gerçeğini bazen anımsatmak gerektiği trajikomik bir gerçeklik... Çikolata meyvelerini toplayanların çoğunlukla işçi değil "köle" olması itibariyle çikolata sütsüzken bile vegan değil. Şimdi ne yapacağız? Mesela yeni çıkan her bilgisayar ve telefon dünyada sınırlı olan bazı madenleri bitiriyor ve bu madenleri yönetenler çeteler de çocukları köleleştirerek maden çıkartıyor ve buna "çatışma madeni" deniyor. Bu durumda kapitalist teknoloji vegan olabilir mi? 

-Veganizm, kapitalizmin kalbi Londra’da doğdu. Yani veganlığın sömürünün sistematikleşerek ve normlaşarak tavan yapmasına tepki olarak doğduğu unutulmamalıdır. Et yemenin/kürk giymenin sınıfsallığını kaybederek herkes için erişilir olması, bunlara karşı öfkeyi doğal olarak büyütmüştür. Ancak köyden kente göç ve hemen herkesin işçi olması, doğaya ait her şeyi ucuza pazarlanır kıldığı için Sanayi Devrimi hayvanı sömürmediği durumlarda da hayvanı dolaylı yoldan sömürür. Sömürü kapitalizmin olmazsa olmazıdır.

-“Eskiden insan ısınmak için kürk giyiyordu bugün buna ihtiyacı yok” gibi açıklamalar da talihsiz bir biçimde insanmerkezcidir. Teknolojiye dayalı kapitalist tekstil endüstrisi sayesinde üşümekten kurtulma savı, insanmerkezci modernizme şükretmektir. Hayvan özgürlükçülerinin savları, kendi çıkarlarını başkalarının çıkarlarının üstüne hiçbir koşulda koymayan türcülük karşıtlığından beslendiğinde tahakkümün birliğine karşı daha net durur.


-Vegan/vejetaryen beslenme şeklini seçenler, en basitinden kendileri de birer hayvan olduğu için sağlıklı beslenmeye dikkat etmelidir. Duruşunu sadece hayvan ve hayvansal gıdaları reddetmekle sınırlı tutmayıp tüm rafine ve işlenmiş gıdaları sorgulaması hayrınadır.  Herkesten "proje insan" modeli beklememek gerek; ama kötü beslenme  ancak bizi kurtarma triplerine girecek tıp sistemine ve ilaç endüstrisine yarar. Ayrıca, insan da bir hayvan olduğuna göre insan nefreti vegan birey için bilişsel çelişkidir. İnsanlardan nefret etmek yerine otoriteye ve ayrımcılığa karşı olduğumuzu anlatmalıyız.

-Aramızdaki ayrılık reformizm-radikalizm üstüne... Bilim Ortaçağ modellerinden kurtulsun, küresel firmalar hayvan deneylerini bırakıp yoluna alternatif deney yöntemleri ile devam etsin diyenler belki bazı küresel firmaları kâr ve saygınlık kaybıyla korkutup hayvan deneyinden el çektirebilir. Bu reformist bile olsa kimi hayvanlar zulümden kurtulduğu için sevindirici olur; ne var ki küresel firmaların kâr hırsını merkezden çıkarması mümkün olmadığı için hayvan deneyine alternatif getirilecek “bilimsel çılgınlıkların” ölçeğinin büyük olması itibariyle dünyayı yeni bir yıkıma götürmesi kuvvetle muhtemeldir. Bakınız: Nano teknoloji ve genetik bilimi! 


-Herkesin bir vegan algısı var. Çoğu türcülükten bahsetse bile gerçekten türcülüğü tam anlamıyla algılayamayanlar olabiliyor. Kimi zaman halkların kardeşliğini anlayamamış olanlar türlerin kardeşliğinden bahsedebiliyor. Bu yüzden herkes kendi terimleriyle "ulusalcı veganlarla direnme rehberi" oluşturabilir. Veganlığın faşizm eleştirisi ile başlaması sabit değildir. Faşist düşünceler besleyen bazı hayvan özgürlüğü savunucuları, türcülüğün öteki ayrımcılıklarla paralleliğini keşfettikçe anti-faşist olabilir.

-Yalnızca kurban bayramında “insan”a öfke kusanların hayvan özgürlüğünü ne kadar kavradıkları kuşkuludur. Kurban kesiminde hayvandan yana tavır alan bazı kesimlerin İslamofobik veya uygarlıkçı söylemlerine dikkat edilmelidir. Avrupa ve ABD gibi hayvan kanının sokaklarda görünmediği ama kapalı kapılar ardında oluk oluk aktığı uygar dünya, tüm hayvanlara değil sadece insana hizmet eder.

-Sık sık din ve veganlık sorularıyla karşılaşıyoruz. Tarihte pek çok din ve toplum hayvan haklarını sorunsallaştırmıştır. Budizm, jainizm, mani dinleri genelde et yemeyen dinlerdir ya da pek çok toplumda bireysel düzeyde olsa bile insanlar et yemeye karşı durmuşlardır. Vejetaryen ve veganlık bugün yeni birer akım olsa da insanlık tarihi için yeni değildir. Bu yüzden müslüman insanlardan gelen veganlığın dine uygunluğu hakkındaki sorular, aktivistler tarafından inanmasa bile onların çerçevesiyle yanıtlanabilir. Sağlıklı iletişim karşı tarafın değerlerini anlamadan mümkün olmuyor. Müslümanlardan hayvan hakları üzerine soru soranlar zaten çoğunlukla İslam’ı terk etme düşüncesi olmaksızın hayvan özgürlüğüne ikna olmak isteyenlerdir. Bu kişilere kapitalizmin helal olup olmadığı, dinde işkence ve kibrin yasak olup olmadığı gibi öteki ayetlere atıflarla yanıt verilebilir. İnsanın da köle edilebileceği yazılan Kuran’a gönderme ile, “İnsanı köle etmeden Müslüman kalabiliyorsan hayvanı köle etmeden de Müslüman kalabilirsin.” denebilir. Mezbaha sistemi bazı inananlar tarafından savunulmaya çalışılsa da, bu tasarının dinlerle ilgisi bulunmayan Fordist tasarımlar (üretim zinciri) olduğu hatırlatılmalıdır. 

-Anti-vegan tim, kendilerine katil dendiği için saldırı hissediyor olabilir. Et yiyenler katil midir? Tartışılır. Öfke et yiyene karşı olduğu kadar mezbahaya da olmalıdır. Hitler’e oy veren ne kadar soykırımcı ise kasaptan et alan da o kadar katildir. Anti-vegan kampanyacılığın diğer sebepleri veganların kibri, tüketime odaklanması veya vegan olmaya niyetlenip henüz olmamanın bilişsel çelişkisini bastırma olabilir.

GELECEK ÖNGÖRÜLERİ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

-10 yıl içinde Türkiye’de hayvansal tüketim eğilimlerinde bazı değişimler olacağını tahmin ediyoruz. Örneğin, hem kapitalizmin hem de hayvan hakları hareketinin buradan daha eski ve oturmuş olduğu Londra’da örgütlenme ve sosyalleşme amaçlı kullanılan Meetup.com sitesinde yaklaşık 560 kişi Londra Hayvan Hakları grubuna kayıtlı iken, Londra Vegan grubu 2310 kişiyi çekmektedir. Hayvan hakları grubu sürekli endüstriye karşı eylemde iken diğer grup vegan şarap günü benzeri etkinlikler düzenler. Kapitalizm yolunda şaşmadan ilerleyen Türkiye toplumundan da 10 yıl içinde daha fazla organik et tüketicisi, yalnızca serbest dolaşan hayvan ürünü tüketicisi, hayvan refahı savunucusu, sağlık için eti azaltan ve sosyalleşme odaklı vegan çıkacağını kestirebiliyoruz. Vegan kek tariflerini bir gün herkes paylaşacak belki; ama yumurta için hapsedilmiş tavuğun nasıl kurtarılacağına dair tarifler yemek yiye yiye gelmeyecek!
 




-Artık tarım toplumunda değil gösteri toplumunda yaşıyoruz. Gösteri toplumunun en önemli özelliklerinden biri de medya ve kitle iletişim araçlarının yığınlar ve kitleler üzerindeki etkisi. Hayvan özgürlüğü savunucuları aynı zamanda çok iyi medya okuması yapmalıdır. Yaptığı her eylemliliği ve kampanyayı ana akım medya, yandaş medya, alternatif medya, sosyal medya gibi tüm iletişim araçlarıyla paylaşarak kamuoyu oluşturmalıdır. Bu araçları karışık kullanmak yerine mesajlarını hedef kitleye göre ayarlayarak, o kitlenin takip ettiği medya öbeklerine iletmelidir. Kamuoyu oluşturma, ilerilki yıllarda hayvan özgürlüğü eylemcileri yargılanırsa onların alacağı cezaların hafifletilmesine yardımcı olacaktır. Geçtiğimiz günlerde Brezilya'da 200 tane deney köpeğini herkesin gözü önünde kurtaran kara blok aktivistleri istisnasız bütün dünyada haber oldu, üstelik eylemleri meşru görüldü. Davalarının süreci kamuoyunun onları ne kadar sahiplendiğiyle ilgili olacak. Bu doğrultuda hayvan özgürlüğü savunucuları sürekli olarak şirketlerin katil olduğunu haykırmalıdır. Hayvan deneyi yapılmamış ürünler yerine hayvan deneyi yapan şirketleri teşhir etmemiz, Brezilya'daki eylemciler ve benzerlerinin daha çabuk özgürleşmesine yardımcı olacaktır. 

-2013’ü bitirirken artık hayvan kurtarmanın yöntemleri ve meşrulaştırma adımları konuşulmalıdır. Gezi süreci maalesef Brezilya’daki köpek kurtarma gibi bir eyleme sahne olamadı. Özgürlük bekleyen hayvanların üç beşini bile kaosta kurtaramadık. Öte yandan Türkiye’de köle tutulan hayvanların kanunen mal sayılması trajik bir avantaj sayılabilir, kurtarınca suç isnat edileni yalnızca hırsızlık ve özel mülkiyete girme ile yargılatabilir. Bir sonraki kaosun böyle özgürleştirmelere kapı açması için yolu şimdiden döşemeliyiz. Türkiye’de bir hayvan kurtarma hikâyesi medyaya yansısa bile zincirleme yaratmayacağı kanaatindeyiz. Sebep belki de Türkiye muhaliflerinin hiyerarşik sol politikalar ile angajmanı, çevre ve hayvan sorununun solda yetişkin olmamasıdır. Dağıtılacak broşürlerde, tutulacak pankartlarda üstüne gidilmesi gereken konular, kentli insanların hiç duymadığı sömürülerdir. Örneğin inek sütünün hamilelik olmadan mümkün olmadığı bilgisi hala şok etkisi yaratıyor. Hayvan kurtarmayı göze alamayan aktivistler ise henüz endüstriyel sömürüleri gizlice çekmenin ABD’deki kadar sert cezalandırılmadığı Türkiye’de zulmü görüntüleme yoluna gidebilir. Türkiye’de vegan piknikler düzene otururken henüz yanı başımızdaki üniversitelerin deney laboratuarlarında diri diri kesilen hayvanların bir tane bile videosunun çekilmemiş olması, şapkayı önümüze koyup düşünme sebebidir.