30 Kasım 2013 Cumartesi

Boz ayıyı öldürenlere 22'şer bin lira ceza

Yeryüzüne Özgürlük Derneği, Kars'ta bir ayının önce köpeklere parçalatılıp daha sonra sopalarla linç edilmesi olayına karışan şahısların tespit edilerek cezalandırılması için Orman ve Su İşleri Bakanlığı'na başvurdu.

Olayın Türkiye'deki şiddet kültürü açısından oldukça vahim bir durum olduğunu ifade eden dernek yetkilileri, "Bunun adı işkenceden başka bir şey değil. İşkenceden, zulümden zevk alan insanlar, her canlıya işkence edebilir, her canlıyı katledebilir. Son bir ayda kent ya da kır fark etmiyor, Türkiye'nin dört bir yanından yaban hayvanlarına yönelik katliam ve işkence haberleri yağıyor. Bakanlık ise kılını kıpırdatmıyor. Doğa ve yaban hayatı koruma sadece 'fotokapan' kurarak ya da bölge ziyaretleri yaparak maalesef sağlanamıyor. Yetkililer derhal önlem almalı" açıklamasında bulundu.

DEVLET STÖ'LERİ DİKKATE ALMIYOR

Kars'ta yaşanan ayı katliamına benzer olaylarla ilgili, bugüne dek gerek adlî gerekse idarî yönden, savcılıklara ve devlet birimlerine sayısız başvuru yaptıklarını dile getiren dernek yetkilileri, "Devlet yaban hayatını sadece yaban hayvanı yetiştirip insanların onları avlaması için doğaya, avlaklara salmaktan ve doğa korumayı da fidan ekiminden ibaret görüyor. Bugüne kadar yetkililere yaptığımız başvurularımızın çoğu ya yanıtsız bırakıldı ya da alakasız açıklamalarla cevap verildi. Bu da devletin konuya ne derece duyarlı olunduğunun ya da konunun nasıl önemsendiğinin bir göstergesidir" dedi.

BOZ AYIYI ÖLDÜREN ÇOBANLARA PARA CEZASI

Kars'ın Sarıkamış ilçesinde, küçükbaş hayvan sürüsüne saldıran boz ayıyı sopayla vurarak öldürdükleri iddia edilen 4 çoban, bin 22'şer lira yaptırım kararı cezası ile 5 bin lira tazminat ödeyecek.

İlçeye bağlı Yukarı Sallıpınar köyü merasında İbrahim Çağun, (24), Y.S. (16) C.A. (15) ve Ali Rençber'in (18) otlattığı küçükbaş hayvan sürüsüne boz ayı saldırdı.

Bu sırada sürüde bulunan çobanlar, köpeklerini boz ayının üzerine salarak yaralanmasına neden oldu.

Çobanların ellerindeki sopalarla ayıyı öldürdükleri ihbarı yapılması üzerine meraya gelen ilçe jandarma komutanlığına bağlı ekipler, soruşturma başlattı.

Öte yandan, olayın görüntüleri ellerine ulaşan Orman ve Su İşleri 13. Bölge Müdürlüğü Kars Şube Müdürlüğü, savcılığa suç duyurusunda bulundu.

Sarıkamış Jandarma Karakol Komutanlığı ekipleriyle yürütülen çalışma sonucu ayıyı öldüren çobanlar belirlendi.

Öldürülen boz ayının 1-3 yaş aralığında olduğu, otopsisinin Kafkas Üniversitesi (KAÜ) Veteriner Fakültesi Yaban Hayatı Koruma, Kurtarma, Rehabilitasyon ve Araştırma Merkezi'nde yapılacağı bildirildi.

İbrahim Çağun, Y.S, C.A. ve Ali Rençber adlı kişilere ayrı ayrı koruma altındaki yabani hayvanların avlanması, süreleri dışında ve avcılık belgesi olmadan avlanmadan bin 22'şer lira idari yaptırım kararı cezası kesildi.

Çobanların ayrıca ilgili bakanlık ve merkez av komisyonunun aldığı karar doğrultusunda tazminat olarak 5 bin lira ödeyeceği kaydedildi.

Kaynak: Demokrathaber.com

29 Kasım 2013 Cuma

Roboski'nin 100. Haftası

Roboski İçin Adalet Girişimi, ikinci yılına yaklaşan Roboski katliamının 702. gününde Ankara'da anma düzenledi.


Roboski İçin Adalet Girişimi, Roboski katliamının 702. gününde her ayın 28'inde olduğu gibi Ankara'da anma düzenledi.

34 kişinin hayatını kaybettiği katliamın üzerinden 100 hafta yani 23 ay geçti.

Basın açıklamasında askeri mahkemede devam eden davada hala sorumluların yargılanmadığı belirtilerek "barışın tek yolunun Roboski’ye adaletten geçtiğini biliyoruz" dendi.

"Roboskî Katliamı 28 Aralık 2011 akşamında yaşandı. Türk Hava Kuvvetlerinin, Şırnak’ın Uludere ilçesi yakınlarında Roboski (Ortasu) bölgesinde F-16 savaş uçaklarıyla yaptığı bombardıman sonucunda çoğunluğu çocuk 34 köylü insanımız yaşamını yitirdi.

"2013 newrozuyla Abdullah Öcalan'ın çağrısıyla çözüm süreci başlatıldı.  Ve o günlerde Meclis Roboski Alt Komisyonu Roboski Katliamı Raporunu açıkladı. Sorumlusu gösterilmeyen ve içinde “hata” ifadesinden başka hiçbir şey olmayan bir rapordu bu.

"Gizlilik kararı olan dava, Meclis Alt Komisyon Raporunun hemen ardından Diyarbakır (Amed) Cumhuriyet Savcısı tarafından görevsizlik kararıyla katliamın zanlısı Genelkurmay’a bağlı Askeri Yargı’ya havale edildi. Demokratikleşmeyi savunan hükümet devletleştiğini ve askeri vesayetin devamına karar kıldığını bu uygulama ile göstermiş oldu.

"Katliamın üzerinden 23 ay geçmesine rağmen, sorumlularla ilgili gerçekçi hiçbir soruşturma ve işlem henüz yapılmış değil."

Kaynak: Bianet

28 Kasım 2013 Perşembe

Dink Cinayeti Davası 3 Aralık’ta

Hrant Dink cinayeti davasının gelecek duruşması 3 Aralık’ta. Hrant’ın Arkadaşları duruşmaya katılım çağrısı yaptı.

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili davanın, Yargıtay’dan bozularak geri dönmesinin ardından yeniden görülmesine 3 Aralık’taki duruşmayla devam edilecek.

Hrant’ın Arkadaşları, duruşma öncesinde Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi C Kapısında olacaklarını açıklayarak davaya çağrı yaptı:

“Her şeyi iyi bildiğiniz gibi Hrant Dink'in gerçek katillerini de iyi biliyorsunuz.

Çoğunu tanıyorsunuz, devleti birlikte yönetiyorsunuz.

Ve perdeyi kaldırmıyor, tetiğin arkasındaki elleri korumaya devam ediyorsunuz.


Sahneye koyduğunuz müsamerenin ikinci perdesi Çağlayan Adliyesi'nde devam ediyor.

Biz yine orada olacağız, 'gerçek katiller yargı önüne çıksın' diyeceğiz.

3 Aralık Salı, saat 10.00'da Çağlayan Adliyesi C Kapısı'ndayız!"

17 Ocak 2012’de sona eren dava, Dink davasında adalet isteyen kamuoyunu tatmin etmemişti.

Kaynak: Bianet

* Dink cinayeti ile ilgili tüm davaların şu andaki genel tablosunu öğrenmek için tıklayın.

MAYIN 2013 RAPORU

Karamayınları Raporuna göre, 2012'de 24 kişi öldü, 45 kişi yaralandı. Türkiye'nin sözleşmeyi sekiz yıl uzatmasının kaygı verici olduğu belirtildi.


Uluslararası Mayın Yasaklama Kampanyası'nın hazırladığı Monitör Karamayınları 2013 Raporu bugün açıkladı.

2004 yılında Uluslararası Mayın Yasaklama Anlaşması'nı imzalayan Türkiye, kara mayınlarını temizleme taahüdünü yerine getirmeyerek anlaşmanın süresini mayıs ayında sekiz yıl uzattı.

3520 mayınlı arazi var

Mayınsız Bir Türkiye Girişimi'nden Muteber Öğreten'in sunumuyla tanıtılan rapordan satır başları şöyle:

* Türkiye stoklarındaki yaklaşık 3 milyon mayını imha etti. Ancak hala Türkiye stoklarında "eğitim amaçlı" olduğu söylenen 15 bin adet anti personel mayın bulunduruyor. Bu sayı ile Türkiye taraf devletler arasında ikinci.

* 214,7 kilometrekarelik alanı kapsayan toplam 3 bin 520 mayınlı arazi var.

* 1 milyon 3 bin 943 toprağa döşeli mayın vardı. Türkiye 2004'ten günümüze 26 bin 21 adet mayını temizledi. Ancak temizlenen arazilerin kullanıma açılıp açılmadığı bilinmiyor.

Son bir yılda 24 ölü, 45 yaralanma

* 2012'de mayından 24 kişi öldü, 45 kişi yaralandı. Ancak mayın patlaması nedeniyle ölen ya da sakat kalan mağdurlara herhangi bir destek programı yok.

* Ucuz silah olarak bilinen mayının bir tanesinin temizlenmesinin maliyeti 4 bin 678 lira.

* Henüz ulusal mayın eylem otoritesi ya da ulusal eylem merkezi yok.

Sekiz yıllık uzatma kaygı verici

Öğreten, barış süreciyle birlikte mayın patlatması yaşanamadığını bunun sevindirici olduğunu ancak duran mayınların patlamaya devam ettiğini söyledi.

Türkiye'nin sekiz yıllık yol haritası belirsiz sözleşme uzatma talebinden çok kaygı olduklarını belirten Muteber şöyle konuştu:

"Türkiye Suriye ile Temmuz 2013'te mayınların temizleme için imzaladığı ihalelerini iptal etti. İran, Irak sınırı için bir programı yok. İç bölgelerde ki en çok mayın patlaması orada yaşanıyor bir programı yok. Mayın eylem merkezi ne zaman kurulacak belli değil. Engelli hale getirilen mayın mağdurlarına hiçbir destek yok. Biz hükümete imzana sahip çık, taahhütlerini yerine getir diyoruz."

Mayın döşeyen generale ceza

Son olarak 2009'da Hakkari Çukurca'da anti-personel mayın patlaması sonucu yedi asker ölmüştü. Önce PKK döşedi dendi ardından mayının Van başsavcısı tarafından yapılan soruşturmada Türk Silahlı Kuvvetlerine ait olduğu ve bir komutanın emri ile döşendiği belirlendi. Emri veren Tuğgeneral Zeki Es'in, 6 yıl, 8 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Dünyaya bakış

* Suriye ve Myanmar'daki hükümet güçleri 2012 ve 2013'te anti personel mayın kullandı.

* Dağlık Karabağ, 2013'te antipersonel mayın döşedi.

* 10 ülkede devlet dışı silahlı gruplar mayın kullanıyor.

* 12 devlet mayın üretimi yapıyor.

* 47 milyondan fazla anti-personel karamayınını imha edildi. Geride sekiz Taraf Devlet tarafından imha edilmesi gereken toplam 11 milyon mayın var.

Son bir yılda 3628 vaka

* 2012 yılı, 1999'den bu yana en düşük kayıp yaşanan yıl oldu.

* 2012'de dünyada 3628 vaka yaşandı. Geçen yıla göre yüzde 19 düşüş var.

* 2012'de her gün meydana gelen olay sayısı 10. Bu rakam 1999'da 25'ti. Yani yüzde 60 azalma var.

Kaynak: Bianet

26 Kasım 2013 Salı

Transfobiye de türcülüğe de Hayır!

Yumurta, biz insanların canının istediği gibi bir canlıdan çalabileceği, boyayıp kırabileceği bir nesne değildir!

Tartışılmaz bir gerçek varsa, o da ayrımcılığın her türlüsünün başka bir ayrımcılığın güçlenmesini ve meşrulaşmasını sağlayan bir otorite biçimi olarak karşımıza çıkmasıdır. Yakın zamanda yapılan Nefret Cinayetlerine Karşı "But" Kısa Film Yarışması'nda ikinci olan ''Viyol'' adlı filmin, maalesef transfobi ve türcülüğün aynı kaynaktan beslendiğini düşünen biz total özgürlükçüler için bu önemli bağlantıyı algılayamadığını ve heteroseksist sistemin sembolik bir eleştirisini yapmaya çalışırken, tıpkı homofobi/transfobi gibi ayrımcılık biçimi olan türcülüğü yeniden ürettiğini görmek kabul edilebilir bir durum değildir. ''Viyol'' filmi, heteroseksizme karşı eleştiri getirirken bu eleştirilerini bedenleri metalaştırılmış ve hapsedilmiş hayvanlar üzerinden yapmaktadır. Bizler, hayvan sömürüsü üzerine kurulu bir sanatı kabul etmiyoruz.


Yumurta nedir?
Filmde bir nesneymiş gibi sanatsal bir araç haline getirilen ve parçalanan yumurta, hayvanlar üzerindeki sömürümüzün artık iyice normalleştirildiğinin en açık göstergesidir. Her yıl 250 milyon tavuk korkunç koşullarda birbirlerinin üstünde yaşamaya ve adeta bir çekmece içerisinde yumurtlamaya zorlanır. Gagaları kızgın demirlerle kesilir. Bu koşullar altında 2 yıldan fazla yaşayamayan ve güçten düşen tavuklar, narin bacaklarından kancalara asılarak mezbahalara götürülür ve orada öldürülür. Bu götürme işlemi sırasında birçoğunun bacağında kırılma ve zedelenme meydana gelir. Civcivlerin yaşadığı katliam ise yumurta endüstrisinin bir başka korkunç boyutudur. Yumurta endüstrisi içindeki horozlar yumurtlayamazlar ve endüstri için değersizdirler, bu yüzden erkek civcivler daha doğdukları anda ya topluca yakılırlar ya makinelerden geçirilerek katledilirler, ya da istekleri dışında, insanlar eğlensin diye boyanarak pazarlarda satılırlar.

Filmde yumurta kullanılması ne demektir?
Yumurta, hayvanlardan çalmanın ve onları öldürmenin yukarıda da belirttiğimiz gibi en gözle görünür biçimlerinden biridir. Filmde yumurtalar birçok insan merkezci algıda olduğu gibi boyanıyor, parçalanıyor ve biz insanların isteği doğrultusunda metalaştırılıyor. Filmde kullanılan ve satın alınan her yumurta, binlerce civcivin ölmesine tavukların gagalarının kesilmesine, delirtilmesine ve katledilmesine ortak olmaktır. Yumurta, biz insanların canının istediği gibi bir canlıdan çalabileceği, boyayıp kırabileceği bir nesne değildir! Yumurta başka bir canlıya aittir! Bir tavuğu bir yerlere kapatıp aklını kaçırana kadar yumurtlamasına neden olmak ve o yumurtayı bir oyuncak gibi almak veya çalmak kabul edilebilir bir şey değildir!


Bizler böylesi bir sanat anlayışını kabul etmediğimiz gibi Hayvanların özgürlüğünün LGBTİ bireylerin özgürlüğünden bağımsız olduğunu düşünmüyoruz. İşte bu yüzden ''Viyol'' filminin sanatsal bir değeri olmaktan çok transfobi ile aynı kaynaktan beslenen hayvan sömürüsünü beslediğini düşünüyoruz. Umarız filmi çeken arkadaşımız bu yazıyı görür ve hayvan özgürlüğünün neden biz LGBTİ aktivistlerinin de mücadelesi olduğunu anlar ve yaptığı hatayı görüp kendi öz eleştirisini yapabilir.

Heteroseksizm Karşıtı Veganlar

25 Kasım 2013 Pazartesi

“Erkek ve Devlet Şiddetini Teşhir Edeceğiz”

25 Kasım feminist gece yürüyüşü polis barikatına takılsa da, kadınlar şarkılar ve sloganlar eşliğinde oturma eylemi yaptı. "Hayatımıza yönelik tüm tehdit ve saldırılar karşısında mücadelemiz de güçlenerek sürecek" dedi.


25 Kasım Kadına Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü nedeniyle her sene düzenlenen feminist gece yürüyüşü polis ablukasına takıldı.

Gazetecilere valinin kesin talimatı olduğunu ve hiçbir yürüyüşe izin veremeyeceklerini söyleyen polis, barikata yaklaşan eylemcilere sadece “Konuşmuyoruz” dedi. Polislerden hiçbir cevap alamayan kadınlar, Galatasaray Lisesi önünde şarkılar söyleyip, sloganlarla oturma eylemi yaptı.

"Yeni yasa şiddeti önlemedi, tırmandırdı"


Eylem boyunca “Rojavalı kadınlara bin selam”, “Polis defol, bu sokaklar bizim”, “Jin jiyan azadi, “Gelsin baba, gelsin koca, gelsin devlet, gelsin cop, inadına isyan, inadına özgürlük”, “Geceleri de, sokakları da, meydanları da terketmeyeceğiz”, “Kadın düşmanı Tayyip Erdoğan”, Tayyip kaç, kaç kaç, kadınlar geliyor” sloganları atıldı.

Kürtçe ve Türkçe okunan basın açıklamasında geçtiğimiz sene çıkarılan Ailenin Korunması ve Kadına Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un erkek şiddetini önlemek yerine tırmandırdığı söylendi.

Bakan Fatma Şahin’in şiddeti önlemek için kadın kurumları ile görüşmek yerine Diyanet İşleri ile protokol imzalaması eleştirildi.

"Erkeklere bağımlı hale getirilmeye karşı çıkıyoruz"

Kadın istihdam paketi, üreme politikaları, şiddet önleme merkezleri ŞÖNİM’ler, GEBLİZ (gebelik izleme ve takip) uygulaması, trans kadınlara yönelik nefret cinayetleri gözaltında ve cezaevindeki ihlaller, çıplak arama uygulaması, genç kadın ve erkeklerin birlikte yaşamasına yönelik müdahaleler gibi konulara değinilen basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi:

“Biz kadınlar diyoruz ki AKP’nin evli-evli olmayan, çocuklu-çocuksuz, başı açık- kapalı, meşru-gayri meşru gibi ikiliklerle kadınlar arasında kurmaya çalıştığı hiyerarşiye karşıyız! Emeğimizin ucuzlaştırılmasına, yoksulluğumuzun arttırılmasına, daha da güvencesiz, erkeklere daha bağımlı hale getirilmemize karşı çıkıyoruz.

“Biz kadınlar, tacizci, tecavüzcü, kadın katili erkekleri ve onları koruyan erkek devleti her fırsatta teşhir edeceğiz!

“Bedenimizin, kimliğimizin, inancımızın, anadilimizin, cinsel yönelimimizin, emeğimizin, hayatımızın, haklarımızın, gasp edilmesine ve biz kadınların daha da ezilmesine yol açan cinsiyetçiliğe karşı mücadelemize devam edeceğiz!

“Buradan bir kez daha haykırıyoruz:

“Hayatımıza yöneltilmiş tüm tehdit ve saldırılar karşısında biz kadınların mücadelesi de güçlenerek sürecek! Biz kadınların, yaşamından, bedeninden, emeğinden elinizi çekin!”

Kaynak: Bianet

Basın açıklamasının tam metnini görüntülemek için tıklayın.

24 Kasım 2013 Pazar

Bir Yıllık Çetele: Şiddetin Faili Evde

Son bir senede erkekler 189 kadın öldürdü; 179'una tecavüz etti. Boşanmak istediği için en az 25 kadın öldürüldü, 19'u yaralandı. Tecavüz vakalarının en sık yaşandığı mekan sokak değil, ev oldu.

bianet'in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre, erkekler son bir senede* 189 kadın öldürdü; 179 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti; 205 kadına şiddet uyguladı/yaraladı.

Birçok kadın boşanmak istedikleri için kocalarınca öldürüldü. Koruma tedbir kararları bile kadınları koruyamadı.

Kadınların çoğunluğu tanıdıkları erkeklerce tecavüze uğradı. Tecavüz olayları en çok sokakta değil, evde yaşandı.

Boşanma tabusu öldürüyor

Kadınların en az 25’i yani yüzde 13’ü boşanmak istedikleri için öldürüldü. 19’u, yani yüzde 10’u boşanmak istedikleri için şiddet gördü.

Ayrıca bir kadın boşanma davasında şahitlik yaptığı için öldürüldü. Üç kadın boşanma davası açtıkları kocaları tarafından tecavüze uğradı.

Koruma kararları koruyamıyor

6284 nolu Ailenin Korunması ve Kadına Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamındaki koruma kararları kadınları koruyamadı.

Öldürülen kadınlardan yüzde 14’ü, yaralanan kadınların yüzde 10’u koruma tedbir kararı çıkartmış ya da çıkartılması için başvuruda bulunmuştu.

Tecavüzcü evimde!

Kadınlar en çok tanıdıkları erkeklerce tecavüze uğradı. Bir senede basına yansıyan 179 tecavüz olayının yüzde 55’inde kadınlara tanıdıkları erkekler tecavüz etti.

Tecavüz vakalarının en sık yaşandığı mekan sokak değil, ev oldu.

Tecavüzlerin yüzde 38’i evde, yüzde 30’u sokakta, yüzde 24’ü kadınların alıkonulduğu mekanlarda, yüzde 6’sı hizmet alınan mekanlarda (hastane, kuaför, otel vs), yüzde 2’si işyerinde yaşandı.

(*) Bu rapor, 1 Kasım 2012 - 1 Kasım 2013 dönemini kapsamaktadır.

Kaynak: Bianet

21 Kasım 2013 Perşembe

8. İstanbul Kürk ve Deri Fuarı Protesto Edildi!

8. Ceset Fuarı Protestosu
Beylikdüzü Tüyap'ta bugün açılışı yapılan 8. İstanbul Kürk ve Deri Fuarı, Hayvan Özgürlüğü aktivistleri tarafından saat 11:30 sularında protesto edildi. Bir grup Fuar’ın açılış konuşmasını protesto ederken, diğer grup üzerlerinde “8. İstanbul Ceset Fuarı” ve “Cinayet hiç bu kadar şık olmamıştı” yazan tişörtlerle Fuar alanında dolaştı.

Fuarın açılış törenine seyirci olarak katılan ilk grup İstanbul Sanayi Odası başkanı Erdal Bahçıvan'ın konuşmasını bölerek deri ve kürk fabrikalarında hayvanlara yapılan eziyetleri ve fabrikaların yarattığı çevre kirliliğini sordu: “Bu deri kimin derisi?”, “Seyretmeye dayanamadığınız gerçeklerden nasıl para kazabiliyorsunuz?”, sorularının ve “Ergene Nehri deri sanayi yüzünden zehir akıyor”, “Katliam varsa direniş de var” açıklamalarının ardından eylemciler birkaç dakika içerisinde salondan çıkarıldı. Polis gözaltı yapmazken, Tüyap’ın güvenlik görevlileri bir eylemcinin fuar kimliğine el koydu. Eylemcilerin salondan çıkması ile Bahçıvan "Bunlar bizi caydıramaz. Parazit bunlar. Sektörün yükselişi sürecek." dedi.
Bütün bunlar yaşanırken, diğer grup da üzerlerinde “8. İstanbul Ceset Fuarı” ve “Cinayet hiç bu kadar şık olmamıştı” yazan tişörtlerle Fuar alanında dolaştı. Güvenlik görevlilerinin protesto tişörtleriyle gezenlere müdahale edeceği anonsunun ardından eylemciler fuardan çıkartıldı.
Eylemcilerin sesleri müzikle bastırılmaya çalışıldı!
8. İstanbul Kürk ve Deri Fuarı’nın açılış konuşmasını bölen eylemcilerin sesleri müzikle bastırılmaya çalışıldı. Açılış konuşmasını yapan Erdal Bahçıvan eylemcilere "Siz kimin adına konuşuyorsunuz" diye çıkışırken eylemciler seslerini yükseltmeye devam etti. Güvenlik görevlileri tarafından çıkarılmadan önce de eylemciler, son anda havaya bildirilerini fırlattılar. Eylemciler bildiride; hayvanların kürk çiftliklerinde canlıyken yüzme, elektrik verme, telle boğma, boyun kırma gibi zalim yöntemlerle kürklerinin alındığına, kürk ve deri fabrikalarının yeraltı sularına, nehirlere yaydığı kirlilikten ve bu sektörde çalışan işçilerin kürkleri ve derileri işlemek için kullanılan kimyasallar yüzünden kanser ve deri hastalıklarına yakalandıklarına değindiler. Ayrıca insanmerkezciliğin ve zulmü meşrulaştıran ahlak anlayışının yarattığı her türlü hak ihlaline ve ayrımcılığa karşı olduklarına değindiler.
Eyleme katılan gruplar arasında Bağımsız Hayvan Özgürlüğü Aktivistleri, Yeryüzüne Özgürlük Derneği, Yeryüzü ve Hayvan Özgürlüğü Aktivistleri, Yeşil Öfke ve Ergene İnisiyatifi vardı.
İstanbul Kürk ve Deri Fuarı hayvan özgürlüğü savunucuları tarafından 3 yıldır protesto ediliyor.
Videolar:








Translar Patronsuz, Pezevenksiz Bir Dünya İçin Sokaktaydı

Ankara'da nefret suçu mağduru transları anmak için düzenlenen eylemde, aktivistler "Bizler sapkın bireyler değil, cinsiyet kimliklerimizle bu yaşamın öznesiyiz. Bizler vardık, varız, var olacağız!" dedi.


Kaos GL ve Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği, 20 Kasım Uluslararası Nefret Suçu Mağduru Trans Bireyleri Anma Günü’nde, Ankara Yüksel Caddesi'nde bir basın açıklaması düzenledi.

İnsan Hakları Anıtı önüne mumlar bırakan eylemciler "Tanınma yoksa barış da yok", "Homofobi öldürür", "Patronsuz, pezevenksiz bir dünya istiyoruz" yazılı dövizler taşıdı.

Açıklamaya katılanlar adına konuşan Selay Su, anayasada, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin tanınması gerektiğini belirtti.

"Yaşamın her alanındayız"

"Herkesin eşit ama bazılarının biraz daha eşit olduğu bir dünya düzeni istemiyoruz. Sözde demokrasi paketi ile çıkan nefret saikiyle işleyen suçlarla ilgili düzenleme yapılacağının söylenmesine rağmen cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimin yok sayılmasını içimize sindiremiyoruz."

"Bugün nefret cinayetlerine sessiz kalmak, ötekilerin sistematik biçimde katledilmesine onay vermektir" diyen Su, sözlerini şu şekilde sürdürdü:

"Bizler bir grup hasta ya da sapkın bireyler değiliz. Cinsiyet kimliklerimizle bu yaşamın öznesiyiz. Sokaklarda, caddelerde, alanlarda, parklardayız. Yaşamın her alanındayız. İki yüzlü ahlak temsilcilerine söyleyeceğimiz son sözümüz: Vardık, varız, var olacağız!"

2013’de 238 trans öldürüldü

Transgender Europe raporuna göre, son bir senede dünyada 238 trans birey nefret cinayetleri nedeniyle hayatını kaybetti.

Türkiye’de ise 2013’te beş trans birey; 2008-2013 arasında 34 trans birey öldürüldü.

Kaynak: Bianet

Ahmetler Köylülerinden HES’e Karşı Kampanya

Köylerinin yakınındaki HES projesine karşı direnen Ahmetler köylüleri, HES’in doğayı ve içme suları dahil su kaynaklarını olumsuz etkileyeceğini hatırlatarak projenin iptali için imza kampanyası başlattı.


Antalya Manavgat ilçesine bağlı Ahmetler köyünün sakinleri bölgede yapılmaya başlanan 9,96 megavatlık HES projesine karşı imza kampanyası başlattı.

HES için halka sorulmadan “ÇED gerekli değildir” kararı verildiğinin belirtildiği imza kampanyasında bu kararın “yok hükmünde” olduğu belirtiliyor.

Konuyla ilgili açılan davanın “geç açıldığı, duyurunun yapıldığı” gerekçesiyle reddedildiği de anlatılıyor.

“Ancak, duyuru köy halkının görmesi mümkün olmayan bir yerde yapılmıştır.

“Konuyla ilgili yeniden dava açılmak üzeredir ve yeniden keşif yapılacaktır.”

Kampanyada bölgenin milli park ve SİT alanı niteliğine haiz olduğu ve saçlı meşe, yaban gülü, çam, karaağaç, inula, defne, tespih ağacı, andız dahil yüzlerce bitki türünü barındırdığı gibi bilgiler verilerek korunma altında olması gerektiği vurgulanıyor.

Ayrıca santralin başlangıç noktası olan bölgenin Uluslararası Bern Sözleşmesi ile koruma altında olan dağ keçilerinin su içtiği alan olduğu anlatılarak projenin sözleşmelere korunması zorunlu yaban yaşamının tehdit edildiğine de dikkat çekiliyor.

“Ahmetler’de HES için bölgedeki dağa, 3,5 km’lik tünel yapılacaktır. Tünelde ise kilometrede 3 ton, toplamda 9 ton dinamit kullanılacak ve doğa altüst edilecektir.

“Bunun yanında bölgedeki içme sularımız ve su kaynakları atılan dinamitlerden etkilenecek ve yer değiştirebileceklerdir.”

Ahmetler köylülerinin HES’e karşı direnişi sırasında özel güvenlik biriminin silah kullandığı ve bunun yasadışı olduğu bilgisinin de yer aldığı kampanyada, “HES projesiyle huzuru bozulan köylülerin can güvenliğinin de kalmadığı” belirtilerek projenin iptal edilmesi isteniyor.

Ne olmuştu?


Ahmetler’deki projeyi gerçekleştirecek olan Seçenek Enerji adlı şirketin taşeron firması Tatoğulları inşaat alanına özel güvenlikle gelerek çalışmalara başlayınca köylüler toplanarak protesto etmiş, bu sırada özel güvenlik iş makinesini köylülerin üzerine sürerek ve biber gazı kullanarak saldırmıştı. Saldırı sonucu biri kadın üç köylü yaralanmıştı.

Köylüler gelişmeler üzerine bölgede çadır kurarak HES nöbetine başladı.

7 Kasım’da HES’çi şirket bu kez jandarma eşliğinde gelerek çalışmalara başladı. Jandarma köylülere karşı askeri araçlarla yolu kapattı.

Geçtiğimiz günlerde ise özel güvenlik çalışanları protestocu köylülere karşı silah kullandı.

Kaynak: Bianet

İmza kampanyasına buradan ulaşabilirsiniz.

20 Kasım 2013 Çarşamba

Türkiye bu kez Gezi’de ölen hayvanlar yüzünden mahkemelik oldu!

Gezi protestoları sırasında hayatını kaybeden hayvanlar için Türkiye aleyhine dava açılması talebi ile Uluslararası Hayvan Hakları Mahkemesi’ne başvuran Yeryüzüne Özgürlük Derneği, başvuru dosyasını açıkladı.


Protestolar sırasında polisin kullandığı yoğun biber gazı ve oluşan kaos ortamı nedeni ile ölen hayvanlarla ilgili fotoğraf, video gibi görsel delillerin yanı sıra Gezi Parkı protestoları ile ilgili Avrupa Birliği, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyonu Delegesi Nils Muižnieks’in Gezi Parkı direnişi izlenimlerine ve Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları Derneği, Türk Tabipler Birliği gibi bağımsız sivil toplum kuruluşlarının raporlarına ve biber gazının hayvanlar üzerindeki etkileri hakkında uzman görüşlerine de yer verilen dava dosyası, bugün Uluslararası Hayvan Hakları Mahkemesi’ne gönderildi.

Biber gazının yasaklanması talep edildi

Binlerce hayvanın polisin biber gazı ve sert müdahalelerinden etkilendiğine ve öldüğüne dikkat çekilen başvuru dosyasında, Türkiye’nin, birçok ulusal ve uluslararası mevzuata muhalefet ettiği, bu nedenle sorumluların teşhir edilmesi ve kınanması ve toplumsal olaylara müdahalelerde biber gazı kullanımının yasaklanması talebinde bulunuldu:

Canlıları aralıksız gaza boğan, hedef tahtası haline getiren, ölümlere sebep olan Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri ve sorumluların uluslararası platformlarda teşhir edilmesini, kınanmasını ve hayvanlara, yaşama karşı işlenen bu akıl almaz, onur kırıcı suçların tespitini ve teşhirini talep ederiz

Hükûmetin istifası istendi

Başbakan Erdoğan’ın polisin müdahalelerine ilişkin olarak söylediği “Polisimiz kahramanlık destanı yazdı” sözlerine gönderme yapılan dava dosyasında “Hükûmet, artık diktatörlük olarak açıkça hissettirdiği ve uluslararası medyanın da bu şekilde tanımladığı haksız fiiller ve yarattığı adaletsizlikler karşısında, yükselen seslere kulak vererek derhal istifa etmelidir. Kamuoyunun ortak talepleri olarak duyurduğumuz ve her fırsatta ifade ettiğimiz adalet arayışımız koşulsuz bir şekilde kabul edilmelidir.” ifadeleri yer buldu.

Ulusal ve uluslararası mevzuatın ne şekilde ihlâl edildiğine ilişkin hak ihlâllerinin sıralandığı dosyada, biber gazı, ses bombası gibi müdahale araçlarının mağdur ettiği hayvan görüntülerine de yer verildi.

"Türkiye'de ne insan hakları ne de hayvan hakları var"

Biber gazının çok güçlü bir kanserojen olduğunun ve sonu ölüme varan ciddi tehditler içeren bir müdahale aracı olduğunun vurgulandığı başvuru dosyasını ve eklerini hazırlayan Yeryüzüne Özgürlük Derneği, “Aylardır süren çabalarımız sonucunda, insan-hayvan-doğa demeden bizleri zehirleyen, öldüren, kör eden, komaya sokan devlet yetkililerinin uluslararası platformlarda da teşhirini sağlamak için hazırladığımız dosyayı bugün Uluslararası Hayvan Hakları Mahkemesi’ne gönderdik. Bu süreçte çok ciddi tehlikeler atlattık. Devlet, mahkemeye başvuracağımızı deklare edeceğimiz ve sadece beş dakika sürecek olan basın açıklamamıza dahi tahammül edemedi. Türkiye’de ne insan haklarından ne de hayvan haklarından bahsetmek ne yazık ki mümkün değil” açıklamasında bulundu.

28 Eylül 2013’de Gezi Parkı merdivenlerinde Yeryüzüne Özgürlük Derneği’nin yapmak istediği basın açıklaması ve Gezi protestolarında öldürülen tüm canlıları anmak için düzenlenmek istenen anma etkinliği, yüzlerce çevik polis tarafından çok sert bir şekilde engellenmek istenmiş, polis müdahalesi sonucunda 14 kişi darp edilerek gözaltına alınmıştı.

Uluslararası Hayvan Hakları Mahkemesi'ne yapılan başvurunun Türkçe metni:



Uluslararası Hayvan Hakları Mahkemesi'ne yapılan başvurunun orijinal metni (İngilizce):

Melissa Bachman, avcılık ve ataerki

Son zamanlarda televizyondan ve sosyal medyadan tanınan Melissa Bachman isimli avcının, nesli tükenmek üzere olan bir aslanı vurması ile alevlenen tartışmada bu katil kişinin “katil” olmasının yanı sıra, kadın olmasıyla da hedef tahtasına oturtulması, avcılığa sebep olan ataerkil düzenin bir kez daha deşifre edilmesini ve sorgulanması gerektiğini gösterdi.



ABD’nin Savage Outdoors TV kanalında kendi avcılık şovu olan Melissa Bachman, düzenli bir şekilde yabani hayvan avına çıkarak timsah, aslan, ayı, geyik gibi pek çok hayvanı vurarak katlediyor ve sonra da poz vererek sergiliyordu. Öyle ki seyirci rekoru kıran program için National Geographic de program çekeceğini açıklamıştı. 

Ancak Bachman’ın son avında nesli tükenmek üzere olan bir aslan cinsini katletmesinin ardından ölü aslanın yanında çektirdiği fotoğrafı yayınlaması tüm dünyada tepki çekti. Kamuoyundan gelen tepkiler üzerine National Geographic, Melissa Bachman’a program yapma teklifini rafa kaldırdı.


Change.org adlı online dilekçe sitesinde Güney Afrika'nın Bachmann’a giriş yasağı koyması için imza kampanyası başlatıldı. Üç yüz binden fazla insan imza verdi. İsteyen burayı tıklayarak imzasını atabilir.


İmza kampanyasına destek veren ve bu katliamın son bulmasını isteyen pek çok kişinin Melissa Bachman'a karşı öfkesini sosyal medyada cinsiyetçi küfürlerle ifade etmesi ise çok şey anlatıyor. Twitter’da bu katil kadını “katil” olduğu için değil “kadın” olduğu için hedef tahtasına oturtan MelissaBachmanBitch gibi hesaplar, tepkinin hayvanların katledilmesinden ziyade katilliğin erkeğe mahsus olmaktan çıkmasına geldiğini gösteriyor.



Kültürel kuramcıların uygarlık, avcılık ve erkek egemenliğe bakışı


Ataerkil kültürün kökenine baktığımızda başlangıcın avcılık olduğunu görürüz. Toplumsal cinsiyetin erkeğe yüklediği rollerden biri de iktidar gücünü gerekirse öldürerek elde etmek, onu korumak ve simgelemektir. Erkek kimliğini iktidar üzerinden kurgular. Avcı da avlandığında zafer kazanmış gibi hisseder. Avlanan erkek kahramandır! Uygarlık tarihindeki tüm zaferlerin (yani savaş sonuçlarının) bir mini örneği olan avcılıkta da “sükunet ve istikrar” içerisinde hükmetmekten (!) önce öldürmek/esir etmek ve öldürülenden/esir edilenden üstün olduğunu resmetmek vardır. Fethetmek ve bir bedene sahip olmak olguları, erkeğin kadına sahip olma arzusu ve doğa unsuru olarak gördüğü canlıları öldürerek dizgine getirme arzusunda ortaktır. Etin cinsel politikası burada devreye girer; erkek için kadın da hayvan da zaptedilmesi gereken “öteki” kalelerdir, sevilmeleri için fethedilmeleri gerekir. Adorno ve Horkheimer, ‘İnsan ve Hayvan’ makalesinde türcü ve cinsiyetçi egemen erkekle ilgili şunları yazar: “Faşistlerin hayvanlara, doğaya ve çocuklara yönelik yobaz sevgilerinin önkoşulu av istencidir. Faşistlerin kaygısızca bir çocuğun başını ya da bir hayvanın sırtını okşaması, bu okşayan elin yok edebileceği anlamına gelir… Kadın, uygarlığın boyunduruk altına almayı şanından saydığı doğanın imgesi oldu. Doğaya sınırsız ölçüde egemen olma, kozmosu sonsuz bir av sahasına dönüştürme bin yılların düşüydü. Erkek toplumundaki insan ideası da buna göre tasarlanmıştı.” 




Türkiye'deki avcıların kişilik özellikleriyle ilgili araştırma sonucu

İktidar sorunu yaşayan (daha anlaşılır tabirle getirdiği parası, kariyeri, yansıttığı güç imgesi veya toplum nezdindeki prestiji kendisini üstün kılmaya yetmeyen) erkekler kadına, “ibne”ye veya insan dışındaki hayvanlara tahakküm uygulayarak toplumdaki yerini sağlama almaya bakar. Türkiye’deki avcıların kişilik özellikleriyle ilgili Prof Dr. Eflatun Adam öncülüğünde yürütülen araştırma, avcıların içine kapanıklık, saldırganlık, suçluluk duygusu ve başarısızlık sendromundan muzdarip olduğu sonucuna varmıştır. Avcı erkekler avcı olmayan erkeklere kıyasla cinsel doyuma daha az ulaşırken cinsel yaşam anlayışında çok daha tutucu çıkmışlardır. Uygarlığın betonlarla ve fabrika bacaları ile zarar vere vere kendini gerçekleştirdiği alan olan vahşi doğaya tüfeğiyle dalan her bir avcı bir nevi başkalarına saldırmamak için veya gece/gündüz yakalarını bırakmayan yetersizlik hissini üzerlerinden atmak için hayvanların canına kast etmektedir. Araştırmada deney grubunda yer alan 200 avcının hemen hemen hepsinin derin bir hayvan sevgisi taşıması da tahakkümün sevgide içkin olduğunu gösterir.


Melissa Bachman nesli tükenmekte olan aslanı vurunca
Peki, Melissa Bachman vakasında karşı karşıya olduğumuz avcının bir kadın olması ezberleri bozar mı? Zaten programının seyirci rekoru kırmasının ve son aslan avının tepki rekoru kırmasının ardında avcının tarih boyunca avlayan cinsiyetten olmaması, avcı=erkek denklemine uymaması var. Bachman’ın kendine seçtiği rol modelde kadın tamamen erkekleşmiştir. Yaşamın, doğurganlığın, doğallığın, vahşiliğin, üremenin, sevmenin, sevişmenin, paylaşmanın ve özgürlüğün üstüne elinde bir silahla çökmek ve gülümsemeyi öldürdükten sonraki zafer pozuna saklamak erkekçedir, aynı zamanda korkakçadır. Kadınların orduya alınması militarizm=erkeklik ezberini ne kadar bozabilirse Melissa Bachman vakası da o kadar bozar.

Avcılık ataerkiden, erkek iktidarından bağımsız açıklanamaz. Cinsiyetçiliğin türcülükle kesiştiği önemli inceleme alanlarından birisidir. Bir başka türü şiddetle yok etme yetkisinin erkeğe mahsus olması pek çok ayrımcılık söylemini ve nefret eylemini birlikte açıklar. 

Melissa Bachman'a sosyal medyada cinsiyetçi küfürler savuranlar da en az onun kadar ataerkinin kurbanıdır. Küfürlerden önce bir övgüye dikkat çekmek boynumuzun borcu; zira avcılığı lanetlemek yerine yüceltenler de kullandığı dil ile avcılığın hangi cinsiyetin tekelinde olduğunu yeniden doğruluyor. Bachman’a sosyal medyada yağan tepkilerin arasına sıkışmış bazı övgüler, onun ne kadar “güçlü” veya ne kadar “taşaklı” olduğundan söz ediyor. Ne acıdır ki erkek egemen kültürün simgelerinden biri olan avcılığa karşı çıkanların çoğu, erkek egemen kültürün bir başka ürünü olan cinsiyetçi küfürleri savurarak perhize lahana turşusu ile koştuğunun farkında değil.


İşte Twitter'da yapılan bazı cinsiyetçi yorumlar:@MelissaBachmann

*SENİN HİÇ HAYATIN SİKİLDİ Mİ LAN AMKODUMUN FAHİŞESİ?!-
*Arkadaşlar spam vurun amına kodumun çirkinine
*hiç mi masal kitplarının üzerinden parmağınla hayvanları sevmedin; hiç mi kedi beslemedin, kuşa öpücük yapmadın kevaşe!
*imkanım olursa seni zürafala sktiricem. if can find okazyon ill shoot you from your bitli ancuk 
  
Bunlar da medyanın cinsiyetçi yaklaşımları:

*”Bu kadını ülkeye sokmayın” Star
*”Bu kadını ülkeye sokmayın” Yeni Şafak
*”Bu kadının Afrika’ya girmesi yasak” Haber 7
*”Durdurun bu kadını” Vatan
 

16 Kasım 2013 Cumartesi

Çevreci Arslan tutuklandı

Peri Özgür Köylü Hareketi Sözcüsü Özkan Arslan, hakkında verilen "köy yasağı" kararına uymadığı gerekçesiyle tutuklandı.

Peri Suyu Koruma Platformu, Peri Özgür Köylü Hareketi Sözcüsü Özkan Arslan'ın hakkında verilen "köy yasağı" kararına uymadığı gerekçesiyle tutuklandığını duyurdu.

Konuyla ilgili yazılı açıklama yapan Platform, yaşam alanlarına sahip çıkanlara HES şirketlerinin şikayetleri nedeniyle sürekli davalar açıldığına dikkat çekti. Arslan'ın daha önce tutuklandığını ve hakkında 'denetimli serbestlik' kararı uygulandığını hatırlatan Platform, şunları kaydetti:

"Peri Vadisi'nde 9 HES, 1 termik santral ve bu 3 HES projesini yapan LİMAK şirketinin Peri Vadisi'ndeki ekolojik soykırım uygulamaları nedeniyle, köylüler tarafından yapılan suç duyurularında LİMAK Şirketi'nin yöneticileri hakkında hiçbir soruşturma yapılmamıştır. Yaşam alanlarına sahip çıkmak amacıyla vadilerinde mücadele edenlere hukuka uymadığı gerekçesiyle verilen cezalar, diğer yandan mevcut yasları hiçe sayarak bu projeleri yapan sermaye adeta ödüllendirilmektedir."

Peri Suyu Koruma Platformu, yaşam alanlarına ve kutsal yerlere sahip çıkacaklarını belirtti, Özkan Arslan'ın serbest bırakılmasını istedi.

Kaynak: ETHA

15 Kasım 2013 Cuma

"Gezi'deki hukuksuzlukları takip edeceğiz"

Gezi Parkı Müdahalesine Karşı Hukuki İzleme Grubu, polis şiddeti ve hukuksuzlukların takipçisi olacaklarını yineledi.


Gezi direnişinde polislerin orantısız şiddeti ve hukuk dışı uygulamalara karşı Prof. Dr. İbrahim Kabaoğlu başkanlığında akademisyenler ve avukatlar tarafından oluşturulan ve DİSK, İstanbul Tabip Odası ve Adli Tıp Uzmanları Derneği tarafından desteklenen hukuki izleme grubu İstanbul Tabip Odası'nda basın toplantısı düzenledi.

Toplantıda 31 Mayıs'tan itibaren Gezi direnişi ile birlikte gelişen toplumsal muhalefete karşı girişilen saldırı ve hukuksuzluklara ilişkin değerlendirme içeren bir rapor kamuoyuyla paylaşıldı.

Basın toplantısına Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, Prof. Dr. Taner Gören, Dr. Ali Çerkezoğlu, Av. Erkut Güzel, Av. Arzu Sun Becerik katıldı.

'HEKİMLER SÜRECİN MUHATABI VE MAĞDURUDUR'

İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Taner Gören, meslek örgütü ve hekimler olarak yaşanan sürecin muhatabı ve mağdurları olduklarını, bu bağlamda Hukuki İzleme Grubu'na destek verdiklerini belirtti.

Hukuki İzleme Grubu adına söz alan Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu grubun kuruluş amacının 31 Mayıs 2013'den itibaren, Gezi direnişi birlikte yaşanan saldırılar ve hukuk ihlallerini takip edebilmek olduğunu söyledi.

'SÜRECİN TAKİPÇİSİ OLACAĞIZ'

Kaboğlu bu süreçte ve sonrasında kolluk güçlerine karşı etkili bir soruşturma yapılamadığını ve toplumun işlenen suçlara rağmen bir cezasızlık durumuyla karşı karşıya bırakıldığını belirtti. Bugüne kadar hukuksuzluklar karşısında bir çok suç duyurusunda bulunduklarını ve bundan sonra da sürecin takipçisi olacaklarını vurguladı.

Av. Erkut Güzel ise Taksim Dayanışması üyelerine yönelik gözaltı sürecinde de polisin kişiden delile ulaşmaya çalıştığına, Gezi sürecinde bağımsız yargının işlemediğine inandıklarını ama yine de yapılan gözaltılar ve polis tarafından zarar gören insanlar için tazminat davası açacaklarını belirtti.

Av. Arzu Sun Becerik de AKP'ye muhalefet edenlerin bütün demokratik haklarının yasadışı ilan edildiğini, eylemcilerinse topluma karşı suçlu gösterildiğini, buna karşılık demokratik haklarını kullanırken ölen ve yaralananlar için polisin işlediği suçlarda soruşturma açılmaması, meslekten el çektirilmemesi gibi durumların olduğunu kaydetti.

Avukat Becerik, mahkeme süreçlerinde ise başka şehirlere taşınan duruşmalar, dava tarihlerinin arasını kısaltmak gibi uygulamalarla toplumsal muhalefetin davaları takibinin engellemesinin hukuksuzluk olduğunu belirtti. Yaşanan sıkıntılara ve engellemelere rağmen sürecin takipçisi olacaklarını vurguladı.

İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Ali Çerkezoğlu ise Gezi direnişinin hak talebine dayalı, cesaretli bir çıkış olduğunu, engelleme ve bastırmaya dönük tüm hukuksuzluklara rağmen bu ülkede demokrasi mücadelesinin hükümetin düşündüğüne kıyasla çok daha köklü ve güçlü olduğunu dile getirdi. Çerkezoğlu, bundan sonra da daha güçlü bir şekilde demokrasi mücadelesine devam edileceğini söyledi.

Kaynak: ETHA