Yeryüzüne Özgürlük Derneği, her türlü tahakküme karşı topyekûn mücadeleyi amaçlıyor. Kapitalizmi, sömürüyü, faşizmi, türcülüğü, cinsiyetçiliği teşhir ediyor. Birini önemseyip diğerini görmezden gelerek gerçek bir değişimin yaşanamayacağının farkındalar. Sloganları da bunu anlatıyor: “İnsana, Hayvana, Gezegene Özgürlük”.
Tahakküm nedir? Patronun işçiye uyguladığı baskı mı? Erkeğin kadına yönelik zorbalığı mı? Bir milletin başka bir millete hükmetmesi mi? Yeryüzüne Özgürlük Derneği bunların hepsinin ve çok daha fazlasının tahakküm olduğunun farkında; insanın insana, insanın hayvana ve doğaya, erkeğin kadına, erkek ve kadının transseksüele, lezbiyene, ebeveynin çocuğa, çoğunluğun azınlığa, zenginin fakire uyguladığı bütün baskılara karşı çıkıyor dernek. Tahakkümün her türüne karşı mücadele etmeyi amaçlıyor, çünkü birini kabul edip, diğerini yok saymak ya da geri plana atmak, öyle ya da böyle tahakkümü meşru görmekten başka bir şey değil.
- Neden ve ne zaman kuruldunuz?
- Burak Özgüner: 2010’un Şubat ayında kurulduk. Yaşamı tek, bütün olarak ele alan bir sosyal hareket eksikliği olduğu için ortaya çıktık. Yeryüzüne Özgürlük Derneği, sömürü ve tahakküm ilişkileri üzerinden kendisini var eden bu sistemi kabul etmeyen, ona karşı çıkan, alternatifler üretmede katkı sunmak isteyen bireylerin bir araya gelmesiyle kuruldu. Ancak dernek, bizim için devletin ve sermayenin mağdur ettiği tüm kesimlerle dayanışmak, sosyal mücadelelere yeni bakış açısı ve ivme kazandırmak için sadece bir araç. İnsanları derneğimizde toplamak ya da derneğin adını öne çıkartan girişimlerde bulunmaktansa her üyemizin tüm sosyal hareketlerde var olarak, o hareketleri ileriye taşıması temel amaçlarımızdan.
Mustafa Cevdet Arslan: Bizler zaten, toplumsal mücadelelerin bir ucundan tutan insanlardık. Ben yıllardır ekolojik mücadelede yer alıyordum. Yeryüzüne Özgürlük Derneği, Hasdal’daki hayvan katliamlarına karşı Hayvan Özgürlüğü İnisiyatifi’yle yaptığımız eylemlilikle ortaya çıktı. Doğrudan sokakta doğdu yani, öyle de gidiyor.
- Türkiye çok sorunlu bir ülke. Ne yazık ki insan hakkı ihlallerinden hayvan haklarına, azınlık sorunlarına kadar geniş bir yelpazede yaşanıyor sorunlar. Bu yüzden bütüncül bir yaklaşımla çalışma yürütebilmek mümkün mü? Bu açığı doldurabileceğinizi düşünüyor musunuz?
M. C. Arslan: Bu bir süreç. Bir şeye başlar, her çabanızla, eyleminizle bir şeyler biriktirirsiniz. İnsanlara bir şey katar, insanlardan bir şey öğrenirsiniz. Biz bir adım attık, yoksa bir dernek tek başına bu işi yapamaz. En azından böyle bir gerekliliği ortaya koymak adına bu çaba önemli bence.
B. Özgüner: Bu bakış açısı ne yazık ki Türkiye’de daha yeni yeni konuşuluyor. Hak ihlallerinin bir bütün olarak ele alınması, daha kapsamlı bir mücadele yürütülmesi şart. İnsanlar meydanlarda “Kurtuluş yok tek başına” diye bağırıyorlar. Ancak onlar bunu sadece insan dayanışması olarak görüyor. Bizse mağdur grubun içinde hayvanların, doğanın da olduğunu düşünüyoruz. Normun dışında kalan, baskı ve zulmün nesnesi haline getirilmiş tüm bireyler, yoksullar, azınlıklar, göçmenler, kadınlar, LGBTT bireyler, mahkûmlar, çocuklar, hayvanlar, evsizler, işçiler, işsizler, radikaller, asiler, “marjinal” diye tanımlananlar, kenara itilmişler, hastalar, fiziksel ve zihinsel engelliler, ötekileştirilen tüm canlılar için yeni bir düzen ve adalet anlayışı talep ediyoruz. Mücadele ancak birbirimizi anlamaya çalışarak ve yan yana, beraber durarak mümkün.
Arzu Aydoğan: Tahakküm anlayışından birini umursamazsanız, diğer tahakküm anlayışlarını da meşru hale getirirsiniz. İnsanın doğaya tahakkümü önemli değil, sonraki mesele derseniz, insanın insan üzerindeki tahakkümünü de bir yerinden meşru görebilirsiniz. Ya da bir sınıfın tahakkümü daha önemli deyip, erkeğin kadına tahakkümünü ikinci mesele olarak göremezsiniz. Topyekûn bir mücadele anlayışı benimsemeksizin, ne kendimizi değiştirebiliriz, ne anlayışlarımızı dönüştürebiliriz ne de yoğunlaştığımız konuda başarılı olabiliriz. Çünkü birbirine zincirleme bağlı bu sorunları, neden-sonuç ilişkisi içerisinde düşünmediğinizde kökten bir çözüm de getiremezsiniz.
- Diğer sivil toplum örgütleriyle bağlantıda mısınız?
M. C. Arslan: Pek çok platformla birlikte hareket ediyoruz. Karadeniz İsyandadır Platformu’yla HES’lere, yaşam alanlarının yok edilmesine karşı mücadele ediyoruz. Göçmen Dayanışma Ağı, Lambda LGBTT Dayanışma Derneği, İnsan Hakları Derneği, kadın mücadelesiyle ilgili örgütlenmelerle sürekli irtibattayız. Bütün bu hareketler birlikte yürümeli. Zaten Yeryüzüne Özgürlük Derneği’nin temel sloganı: “İnsana, Hayvana, Gezegene Özgürlük”.
SİRKLERE BOYKOT ÇAĞRISI
- Henüz çok yeni kurulmuş bir derneksiniz. Ancak şimdiye kadar neler yaptınız, neler yapmayı planlıyorsunuz?
B. Özgüner: Önceliğimiz kamuoyu tepkisi oluşturmak, farkındalık yaratmak. Her hak ihlalini teşhir etmeye çalışıyoruz. İnsanlarda farkındalık yaratabilmek için hak ihlallerini görünür kılmak gerekiyor. O yüzden teşhir önemli. Konuya garip öncelik meseleleriyle yaklaşmaktansa, bir öncelik tanımadan, ancak daha çok mağdur olanlara da yoğunluk vererek çalışmalar yapıyoruz. Mesela, sirklerin eğlence değil, zulüm merkezi olduğuna, bu kanlı ticarete alet olunmaması gerektiğine dair çağrıda bulunduk. Hayvan Özgürlüğü İnisiyatifi bunu önemseyip bir eylem düzenledi. Çaldağı’ndaki nikel madeninden kaynaklı ekolojik tahribata ve Celal Bayar Üniversitesi’nde kurulan hayvan deney merkezine dikkat çekmek için açıklamalar yaptık. Kentsel dönüşüm mağdurlarıyla dayanışmak için etkinliklerde yer aldık. Kısacası, devletin ve sermayenin mağduriyet yarattığı birçok alanda müdahil olarak yer almaya çalışıyoruz.
M. C. Arslan: Hayvanlara, bitkilere insanların malzemeleri olarak bakıyoruz. Bu insan merkezli bakış açısı değişmeli.
B. Özgüner: Hayvan haklarının toplumsal sorumluluk, merhamet üzerinden algılanması da başka bir sorun. En son “hayvansever”ler Başbakan’la görüştükten sonra Başbakan’ın hayvansever olduğunu açıkladılar. Bu çok komik, çünkü devletin birimlerinin hazırladığı, başbakanların onayladığı yasayla şu anda yüzlerce hayvan öldürülüyor.
A. Aydoğan: Doğaya ve hayvanlara yapılan tahakküm en az görüneni. Bunu öyle kanıksamışız ki, bununla ilgili bir farkındalık neredeyse yok. Ambalajlı süt alıyoruz mesela, onun bir hayvandan ne koşullarda alındığını bilmeyi bırakın, onun bir hayvandan çıktığını bile düşünemez hale geldik. Türcülüğün işçi sömürüsünden ya da patriyarkadan farkı yok ki. Bütün bu tahakkümlere karşıyız. Şu anda 8 Mart için kadınlarla bir toplumsal cinsiyet atölyesi hazırlıyoruz.
AVUSTURYA’DA HAK İHLALİ
- Avusturya’da yargılanan 13 hayvan hakları savunucusu için de yürüttüğünüz bir kampanya var. Nedir bu kampanya? Başka uluslararası çalışmalarınız da var mı?
B. Özgüner: Avusturya’da sadece tartışmalara katıldıkları ve kampanya yürüttükleri için geçen yıl evlerine baskın düzenlenip, kafalarına silah dayanarak gözaltına alınan hayvan aktivistleri, bir yıldır yargılanıyor, beş yıl isteniyor haklarında. Bu aktivistler için “Utan Avusturya” kampanyası başlattık. 22 ülkede yürütülüyor. Türkiye’de konsolosluk önünde Avusturya’daki devlet terörünü teşhir etmek için eylem düzenledik. Son olarak, Avusturya Yargıçlar Birliği İkinci Başkanı’nın “Ne Türkiye’de ne de Sudan’da yaşıyoruz, Avusturya’dayız. Ülkemizde davalar insan hakları ölçülerine göre yürütülür” lafı üzerine kendisine açık mektup yolladık, ancak Türkiye’nin savunucusu olarak değil, “Evet Türkiye’de hak ihlalleri var, ancak bu sizin ülkenizde yapılanları meşrulaştırmaz, örtmez. Beyanınızla, Avrupa merkezli elitist bakış açısı sergileyerek, ötekileştirdiğiniz insanları hor görüyorsunuz. Bu kabul edilemez” dedik.
M. C. Arslan: Bunun dışında pek çok farklı ülkedeki sosyal hareketlerle de irtibat halindeyiz.
(Cumhuriyet Pazar, 27.02.2011)
Esra Açıkgöz