Tom Regan, Kafesler Boşalsın adlı kitabında, hayvanlara uygulanan vahşice yöntemlere ilişkin, yüzleşmediğimiz ama birer tüketici olarak parçası, hatta sebebi olduğumuz şiddet kültürünü inceliyor
BARIŞ SAĞLAN
Yaşam alanlarını ellerinden aldığımız, doğalarına aykırı koşullarda yaşamaya zorladığımız ve bir çırpıda canlarını aldığımız hayvanlarla ilişkimiz, insanın ilişki kurma biçimine dair tüm özelliklerin en uç derecelerini ortaya koyuyor. İnsan topluluklarının birbirlerine göre hiyerarşik bir anlayışla konumlanmaları, güçlü olanın zayıfı türlü tahakküm yöntemleriyle ezmekle yetinmeyen, kimi zaman soyu ya da ırkı ortadan kaldırmaya yönelik girişimleri; insani olmayan koşullarda yaşamaya zorlanan halklar ve topluluklar, ahlaki sorgulamaların, uzun tartışmaların gündeminden hiçbir zaman düşmüyor. Peki, eşitsizliğin görüldüğü her yerde müdahalenin kaçınılmaz olduğunu söyleyen, eşitsizliklere örgütlü bir biçimde karşı koymayı göze alan kişilerin sayısı kaç?
Farklı düzeylerde yaşanan ahlaki çatışmanın günümüz toplumsal koşullarının ürünü olduğunu söyleyen felsefi bakış açısı, ideal bir toplumda bu çatışmanın ortadan kalkacağını öne sürer. Max Horkheimer gibi bazıları ise, kurgulanan ideal düzende dahi hayvanların dışarıda bırakıldığını fark etmiştir: “İnsan dayanışması [...] tüm canlı dayanışmasının bir yönüdür. Birincisini gerçekleştirmede kat edeceğimiz mesafe ikinci için duyarlılığımızı da güçlendirecektir. Hayvanların insanlara ihtiyacı var.” (aktaran Seyla Benhabib, Eleştiri, Norm ve Ütopya, çev. İsmet Tekerek, İletişim Yay., 2005, 470 s.)
İnsanın kendi ahlaki sorunlarını çözmesi durumunda bile ele alınmayacak gibi görünen bir konuda insanları harekete geçmeye, kişisel bir karar alıp tüm hayatlarını buna göre düzenlemeye çağırmak ne kadar anlamlı? Bu olgu, sayıları hiç de fazla olmayan hayvan hakları savunucularının eylemleriyle yapmaya çalıştıklarının ne denli büyük bir özveriye dayandığını gösteriyor. Tom Regan, bu küçük grupta yer alan Amerikalı bir felsefeci. Kişisel deneyimiyle yazdığı Kafesler Boşalsın başlıklı çalışması, hayvanların yaşadıkları koşulları, çeşitli sömürü ve eziyet biçimlerini ortaya koyuyor.
Regan’ın hayvan haklarının gerekçelerini, hayvanların yiyecek, giyim, eğitim, araştırma ve deney malzemesi ya da spor ve eğlence aracı olarak sömürülüşünü örneklerle anlattığı kitabında kişisel deneyiminden yola çıkması, hayvan hakları savunuculuğunun “kişiselliğinin” önemini vurguluyor. Çünkü, hayvanların çeşitli amaçlarla şiddet görmelerinin, katledilmelerinin, “insanlığın yararına” olduğu gerekçesiyle onaylandığı, normalleştirildiği bir toplumsal düzende, kişilerin birey olarak karar verip buna göre yaşamak dışında bir şansları bulunmuyor. Regan da tartışmasına bu noktadan başlıyor ve öncelikle, hayvanların haklarını tanımak konusunda tüm insanların aynı duyarlılığa sahip olamayacaklarını vurguluyor.
Çocukluğundan itibaren hayvanların kendisiyle eşit varlıklar olduğunu bilen ve doğal olarak dostlarını yemeye asla yanaşmayan Leonardo Da Vinci gibi “doğuştan hayvan dostları”nın yanında, İsa’nın mucizevi bir şekilde karşısına çıkarak havarileri arasına kattığı Pavlus gibi sonradan “aydınlananlar” da bulunuyor. Ama esas kalabalık kitle, hayvanların şiddet dolu hayatı üzerine zaman zaman düşünen, karşılaştıkları kimi durumlarda bu gerçeklerin ayırdına varan, fakat yaşamlarını kökten değiştirecek “o kararı” alamayan “Kararsızlar”dan oluşuyor.
Gösterilmeyeni gösterme
Tom Regan, bu konularda uzun uzadıya düşünmeyen, gördüğü şeyler üzerinde durmamayı seçen kararsızlara ithaf ettiği kitabında hayvanlara uygulanan vahşice yöntemlere ilişkin, kanı, kemikleri, katliamı da içeren, neredeyse hiç yüzleşmediğimiz, ama aslında birer tüketici olarak parçası hatta sebebi olduğumuz şiddet kültürünü ortaya koyuyor. Regan’ın bu konuda özellikle çarpıcı örneklere başvurmasının nedeni, bizleri suçlu ya da bütünüyle haksız hissettirmek değil. Hayvanları, (iyi ihtimalle) evimizde beslediğimiz kedi ve köpekle sınırlı görmemize, tüketim amacıyla yetiştirilen hayvanları nesne olarak tanımlamamıza yol açan toplumsal bakışı en fazla besleyen uygulamaların başında “göstermeme” geliyor. İnsanların en basit gerçekleri, spor alanında sömürülen hayvanlara uygulanan eziyeti, mezbahalarda, üretim çiftliklerinde uygulanan akıl almaz işkenceleri görmemelerinin sağlanması, aslında bütün sistemin kilidi.
Sonuçta ortaya çıkan şu: Hayvan hakları savunucularının bir avuç meczup gösterilmesi ve hayvanlara uygulanan sistemli şiddetin gözden uzak tutulması, bugün kararsızlar olarak niteleyebileceğimiz çok geniş bir grubun, eşiğinde olduğu kararı almasını engelliyor. Hayvanların yok edilmesine, her türlü eziyeti görmesine karşı gelen grubun giderek genişlemesinin, kapitalist sisteme vuracağı darbeyi gözönünde bulundurmak gerekiyor tabii. Bu yüzden, bu kaygıları taşıyan, en azından aklının bir köşesinden bu soruyu eksiltemeyen kişilerin, tek başlarına kalacaklarını, işe yaramayan bir mücadeleye atılacaklarını düşünmeden hayvan haklarını savunmaları ve bütün yalanlara, ikiyüzlü tavırlara karşı kalabalıklaşarak, sürekli acayip insanların işi olarak gösterilen bu mücadeleyi “normalleştirmeleri” gerekiyor. Çözüm yine birlikte hareket etmede. Bunun için de önce zihinlerin kapatıldığı kafeslerin boşalması gerekiyor.
Tom Regan, Kafesler Boşalsın Hayvan Haklarıyla Yüzleşmek, çev. Serpil Çağlayan, İletişim Yay., 2007, 316 s.
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=8149
http://www.birgun.net/ourworld_index.php?news_code=1178889430&year=2007&month=05&day=11
http://www.fatihbelediyesiyedikulehayvanbarinagi.com/unlulerle-sohbet/kafesler-bosalsin-tom-regan/