19 Aralık 2015 Cumartesi

Bilgi Üniversitesi'nde söyleşi: Irkçılık ve İnsanmerkeziyetçilik

Yeryüzüne Özgürlük aktivisti ve Etin Cinsel Politikası kitabının çevirmenlerinden Güray Tezcan, Bilgi Üniversitesi Sosyoloji bölümü Çarşamba konuşmaları dahilinde 23 Aralık saat 16.00'da yapacağı sunumda türcülüğün ırkçılık, cinsiyetçilik ve militarizmle bağlarına değinecek, ardından da hayvan özgürlüğünün bazı farklı pratiklerine yer verecek. Sunumun ardından soru-cevaplı forumda meselenin beraber tartışılması amaçlanıyor.



Hitler milyonlarca Yahudiyi, Romanı, eşcinseli, engelliyi, sosyalisti kıyımdan geçirirken ikinci seçimini nasıl kazandı? Peki Auschwitz gibi imha kampı dizaynlarının Ford'un araba fabrikaları ve mezbahalar ile ne alakası var?...

Bugün hâlâ fiilen kölemiz olan hayvan, en apaçık öteki olarak karşımızda duruyor; ancak ötekileştirmenin ve köleliğin tarihi hayvanla sınırlı değil; aksine, ancak bütün köleleştirmeleri ve ötekileştirmeleri birlikte ele alabilmek, tahakküm karşıtı mücadeledeki hedefimizi keskinleştirebilir.

Tahakkümün tarihi ve bugününe dair birçok meseleyi tartışacağımız, insan-hayvan ve doğanın topyekün kurtuluşu için kendimiz başta olmak üzere medeniyetin tüm parçalarını eleştireceğimiz söyleşiler için Sosyoloji Bölümü'nün davetiyle Bilgi Üniversitesi'ndeyiz.

Dikkat: Konu, sağlıklı vegan beslenme veya hayvan sevgisi değildir.



23 Aralık 2015 16.00-18.00 İstanbul Bilgi Üniversitesi
E1 binası 303A salonu
Santral kampüsü, Kazım Karabekir Cad no:2 Eyüp
İletişim: 05346192849


Facebook davet linki
Bilgi Üniversitesi etkinlik haberi

Etkinlik herkese açık ve ücretsizdir. Kampüse Kabataş iskelesindeki çeşmenin (Hekimoğlu Ali Paşa Çeşmesi) önünden sürekli kalkan ücretsiz servislerle erişilebilir. Etkinliğe bisikletlerle de toplu ulaşım sağlanacaktır (Bisikletli toplu gelmek için: ruzgez@gmail.com).

23 Kasım 2015 Pazartesi

İzmir'de Üniversite Söyleşileri: Topyekün Özgürleşme Mümkün mü?

Hitler milyonlarca Yahudiyi, Romanı, eşcinseli, engelliyi, sosyalisti kıyımdan geçirirken ikinci seçimini nasıl kazandı? Peki Auschwitz gibi imha kampı dizaynlarının Ford'un araba fabrikaları ve mezbahalar ile ne alakası var?...

Bugün hâlâ fiilen kölemiz olan hayvan, en apaçık öteki olarak karşımızda duruyor; ancak ötekileştirmenin ve köleliğin tarihi hayvanla sınırlı değil; aksine, ancak bütün köleleştirmeleri ve ötekileştirmeleri birlikte ele alabilmek, tahakküm karşıtı mücadeledeki hedefimizi keskinleştirebilir.

Tahakkümün tarihi ve bugününe dair birçok meseleyi tartışacağımız, insan-hayvan ve doğanın topyekün kurtuluşu için kendimiz başta olmak üzere medeniyetin tüm parçalarını eleştireceğimiz söyleşiler için İzmir'e geliyoruz!

Dikkat: Konu, sağlıklı vegan beslenme veya hayvan sevgisi değildir.








*Yeryüzüne Özgürlük aktivisti ve Etin Cinsel Politikası kitabının çevirmenlerinden Güray Tezcan, yapacağı sunumlarda türcülüğün ırkçılık, cinsiyetçilik ve militarizmle bağlarına değinecek, ardından da hayvan özgürlüğünün bazı farklı pratiklerine yer verecek. Sunumların ardından soru-cevaplı forumlarda meselenin beraber tartışılması amaçlanıyor.





27 Kasım 14.00-16.00: Katip Çelebi Üniversitesi
Yabanci Diller Fak. Yemekhanenin alt kati 2 nolu derslik
Cigli 35620
Iletisim: 05536057662, 05071926862
http://on.fb.me/1lIdRKB

30 Kasım 10.00-11.30: Dokuz Eylül Üniversitesi
Guzel Sanatlar Fakultesi Rauf Beyru Konferans Salonu
Guldeste Sokak No:4 35320 Narlidere
Iletisim: 05554043530, 05549896763
http://on.fb.me/1QIBI9J

30 Kasım 12.30-14.30: İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü
Kutuphane Gosteri Merkezi
Gulbahce, Urla
Iletisim: 05397131265
http://on.fb.me/1Ii4Ah6

30 Kasim 19.00-21.00: Dokuz Eylul Universitesi
IMYO D Blok Cumhuriyet Salonu
35380 Buca
Iletisim: 05415448113, 05395941639
http://on.fb.me/1jkFyaD

Etkinlikler herkese acik ve ücretsizdir.

Facebook ortak etkinlik sayfasi icin tiklayiniz










25 Ekim 2015 Pazar

Rusyalı aktivist Victoria Pavlenko için dayanışma eylemi

Dün, Rusyalı hayvan hakları aktivisti dostumuz Victoria Pavlenko ile dayanışmak için, Rusya'nın İstanbul Başkonsolosluğu önünde bir protesto düzenledik. Victoria Pavlenko, koruma altına aldığı bir köpek nedeniyle 6 yıl hapis cezası ile karşı karşıya ve bölge mahkemesi kararıyla 31 Ekim'e dek ev hapsine mahkûm edilmiş durumda. 


Avrasya Hayvan Hakları Ağı ile birlikte düzenlediğimiz dayanışma eyleminde okuduğumuz basın açıklamasının tam metni ve İngilizce çevirisi:

4 Ekim 2015 Pazar

BİLDİRİ: 4 EKİM Dünya Hayvanlar Günü'nü kutlamıyoruz!

Aşağıda sıraladığımız sebeplerden, 4 EKİM Dünya Hayvanlar Günü'nü kutlamadığımızı deklare ediyoruz. 

"Hayvana, insana, yeryüzüne özgürlük" şiarı ile hareket eden Yeryüzüne Özgürlük Derneği olarak, aşağıda bir kez daha hatırlatmak istediğimiz iç karartıcı tablo nedeni ile 4 Ekim Dünya Hayvanlar Günü'nü kutlamıyor, yaşanan hak ihlâllerinden, katliamlardan devleti ve göstermelik mevzuat çalışmaları ve girişimleri ile hayvanların haklarını değil, onların daha "insanî" koşullarda sömürülmesini, katledilmesini güvence altına alan hükûmeti sorumlu tuttuğumuzu bir kez daha belirtmek istiyoruz.

- Türkiye’de sürmekte olan sokak hayvanlarının topluca katledilmesi, bu katliamların faillerine yönelik ciddi bir yaptırım uygulanmaması, binlerce hayvanı tecrit edebilecek kapasitede dev hayvan toplama ve tecrit kamplarının inşa edilmesi, barınakların birer temerküz kampına dönüştürülerek hayvanlara tecrit koşulları altında her türlü ölümcül hastalığın ve acılı ölümün reva görülmesi, bunlardan kamuoyunda yankı bulanların sadece idarî para cezaları ile geçiştirilmesi; tecavüz gibi çok ciddi acılara neden olan haksız fiillerin yok sayılması,




- Mezbahalarda ve hayvan çiftliklerinde sistematik bir şekilde yaşanan işkence, her türlü kötü muamele vb. hak ihlâlleri;




- Hayvanlı sirklerin Türkiye’de halen insanların eğlencesi için yaygın olarak ticarî faaliyetlerine, eğlence adı altında zulmün pazarlanmasına izin verilmesi;


- “Aquapark” ya da yunus gösteri/terapi merkezleri adı altında faaliyet gösteren ticarî zulüm ve hapishane işletmelerinin kurulması ve ruhsatlarının yenilenmesinden doğan birçok hak ihlâli,


- Hayvan deneylerinin iyice serbestleştirilmesi, devlet tarafından hayvan deneylerinin ve deney hayvanı yetiştiriciliğinin teşvik edilmesi,


- Müebbetlik birer hapishane şeklinde faaliyet gösteren hayvanat bahçelerinin açılmasının teşvik edilmesi;



- İthalat vergi oranlarının düşürülerek okyanus ötesindeki ülkelerden Türkiye’ye canlı hayvan ithal edilmesi sırasında yaşanan hayvan hakları ihlâlleri,



- “Geleneksellik” kılıfı altında deve, boğa gibi hayvanların dövüşlerinin hâlâ yasaklanmıyor oluşu,


- Türkiye’nin dört bir yanında kurulan, kurulmak istenen hidroelektrik santraller, termik santraller, nükleer santraller ve maden arama, tetkik ve sondaj projeleri, hükûmetin mega/katil projeleri, kıyıların rant uğruna kapışılması ile yaban hayvanlarının zorunlu göce tâbi tutulması, binlerce hayvanın ölümü, birçok hayvan türünün ve ırkının yok edilmesi; rant uğruna ekosistemin yok sayılması,



- Son yıllarda teşvik edilen kürk ve deri sanayisinde öğütülen hayvanlara yaşatılanlar,


- Günümüzde bir köle pazarı gibi işleyen petshopların kurulmasını onaylayarak bu işkencehaneleri ruhsatlandırarak faaliyetleri boyunca sayısız hayvanı tüketim toplumuna pazarlarken ortaya çıkan hak ihlâlleri,


- Avcılığı hâlâ bir spor olarak gören devletçi zihniyet ile binlerce hayvanın, insanların eğlencesi için yaşamının acı dolu bir son ile bitmesi, avcılığın sürdürülebilirliğini sağlamak için devlet avlaklarının kurulması ve avlanmak üzere yaban hayvanlarının devletçe yetiştirilip avlaklara salınması, "av turizmi" altında katliam ihaleleri açılması,


- Ulusal mevzuatın hâlâ hayvanı, hakları olan birer canlı birey olarak değil de mal olarak görüyor oluşu,

- Savaşlarla, bombardımanlarla ormanlar yakılırken, dağlar yerle bir edilirken bahsi bile geçmeyen hayvanların çok rahat bir şekilde gözden çıkarılması, can kayıplarına dâhil edilmemesi,




- Doğrudan hayvan hakları ile ilgili olmasa da "anayasal hak" diye bizlere "bahşedilen" ifade özgürlüğümüze,  hayvan hakları ve özgürlüğü için ya da ilişki içerisinde olduğumuz diğer toplumsal mücadele konuları hakkında düzenlediğimiz ve katıldığımız eylemlere yapılan polis saldırıları, gözaltı furyaları, bu ülkede yeni yeni yeşeren hayvan özgürlüğü hareketi üzerinde kurulmak istenen devlet baskısı...




Halkların kardeşliğinden rahatsız olanların, türlerin kardeşliğinden de söz edemeyeceğini; türlerin kardeşliğini benimsemeyenlerin mücadelesinin ise her daim eksik kalacağını düşünüyoruz.

Bu "özel" gün dolayısıyla Evrensel Hayvan Hakları Beyannamesi'ne taraf olan ve kendi ulusal mevzuatı ile de tüm hayvanların yaşam hakkının güvence altında olduğunu iddia eden ve yaşamı, hakları, can güvenliğini korumak yerine sermaye gruplarını korumayı seçen Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükûmetini bir kez daha kınıyor, müsebbibi olduğu, teşvik ettiği, onayladığı hayvan hakları ihlâllerinden dolayı teşhir ediyoruz. Devlet insan-hayvan ayırt etmez katleder.


Hayvanlara ve bizlere yaşattıklarınız, tanıklıklarımız nedeniyle yasa çalışmalarınızdan, anayasa taslaklarınızdan, içi boş demokratikleşme paketlerinizden, reformlarınızdan medet ummuyoruz, adaletinize inanmıyoruz, tahakkümü olumlayan genel ahlâkınızı reddediyoruz.

Topyekûn özgürlüğe dek mücadeleye devam!..



11 Eylül 2015 Cuma

Lüksemburg'da Uluslararası Hayvan Hakları Konferansı

Dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen aktivist ve düşünürlerin hayvan özgürleşmesine dair güncel konuları değerlendireceği beşinci Uluslararası Hayvan Hakları Konferansı Lüksemburg’da başladı. Geçen sene Yeryüzüne Özgürlük aktivistleri hem konuşmacı hem gözlemci olarak konferansa katılmıştı (Geçen yılın izlenimleri aşağıda). Bu sene Türkiye’deki hayvan özgürlüğünü hareketinden resmi bir katılımcı bulunmuyor.


Bu yılki konferanstan öne çıkanlar:

Kolombiya’dan Terry Hurtado, boğa güreşlerine karşı eyleme geçen geniş kitlelerin zamanla taban hareketinin gücünü nasıl keşfettiğini ve söylemlerinin nasıl radikalleştiğini aktaracak.

Danimarka’dan Peter Ronsby, hayvan hakları için eyleme geçen kişi ve grupların vakitlerini ve nakitlerini daha odaklanmış biçimde kullanabilmeleri için geliştirdiği yeni bir istatistik sistemini tanıtacak. Zira takipçilerin, gönüllülerin, seslenilen kitlenin gönderilen mesajları ne şekilde ve ne derece aldığı bir data toplama sistemi olmadığı sürece muallakta kalıyor.

Filistin’den Ahmad Safi ve Liz Tyson, işgal altındaki Filistin topraklarında insan hakları ile hayvan haklarını birlikte talep eden gençlerin artışına dair gözlemlerini paylaşacak.

Covance ve Max-Planck Enstitüsü’ndeki hayvan deneyi işkencelerini çalışan kılığında yaptığı gizli çekimlerle ifşa eden Friedrich Mülln, deney endüstrisinin son on yılda nasıl savunma taktikleri geliştirdiğini paylaşacak.

Terry Hurtado, özel geliştirilmiş bir sensör aracılığıyla katılımcılara beden algısından mimiklere kadar bir ineğin gözünden dünyayı görme imkânı tanıyan bir atölye düzenliyor.

Yönetmen Ola Waagen, Norveç’te gerçekleştirilen yüzlerce kürk çiftliği basma eylemine rağmen ayakta kalan kürk endüstrisini en sonunda kürkçü kılığına girerek çökertmeye çalışan bir aktivisti konu eden “Inside Fur” belgeselini takdim edecek.

Lorna Cooper, geçtiğimiz on yıla damgasını vuran Huntingdon Hayvan Zulmünü Durdur (SHAC) kampanyası üzerinden İngiliz devletinin hayvan özgürlüğü hareketine uyguladığı baskıyı ve endüstri-devlet arasındaki işbirliğini tartışmaya açacak. SHAC için tutsak edilen birçok deney karşıtı aktivist var.  Sven ve Natasha isimli iki aktivist 14 yılla yargılanıyor.

Belçika’dan Tobias Leenaert, insanların bir gecede vegan olmasını salık vermeden hatta hayvan haklarını sohbetinde bile ısrar etmeden nasıl veganlığa ikna edilebileceğine dair yeni bir strateji anlatacak.

ABD’den Jake Conroy hayvanlar için adalet getirmek isteyenlerin pirüpak olma politikalarına saplanarak etrafındaki birçok kişiyi nasıl ittiğine dikkat çekerek hayvan hakları hareketine başarılı özgürleşme hareketlerinden yeni esinler önerecek.

Tanınmış yazar Melanie Joy, hayvan hakları hareketinin önündeki en büyük engellerden birinin aktivistlerin “sürdürülemez” stratejilere saplanarak tükenmişlik sendromuna girmesi olduğunu savunacağı bir sunum yapacak.

Estonya’dan Kadri Aavik, Baltik devletlerindeki görece yeni hayvan özgürlüğü hareketinin ajandasına hayvan meselelerinin yanı sıra tüm tahakküm biçimlerine karşı eylemliliği (topyekün özgürlük) dâhil ederek nasıl öne çıktığına dair araştırmasını paylaşacak.

Belçika’dan Alain de Coissemaeker, bitkilerin de kendilerine has algı ve biliş kabiliyetleri olduğunu bulgulayan bilimsel çalışmalardan yola çıkarak “türcülük”, “etik veganlık” ve “hissedebilirlik” kavramlarını tartışmaya açacak.


2014 Uluslararası Hayvan Hakları Konferansı’ndan izlenimler:

Uluslararası bir kampanya olan “Cehenneme Giden Yol”’un (Gateway to Hell) sözcüsü, kampanya stratejisinin ilk etapta Air France’ı vazgeçirmek değil onu sömürüde yalnız bırakmak üzerine kurulduğunu anlattı. Kampanya zaman içerisinde Çin Havayolları’nın Hint maymunlarını taşımasını durdurdu, Nepal’de maymunların ormana geri bırakılmasını sağladı. 7 büyük havayolu firması kampanyayı takiben deney taşımacılığını bıraktığını duyurdu. İngiltere devleti tüm havayolları şirketlere deney maymunu taşımayı bırakırsa deney şirketlerine taşımayı İngiliz ordusunun yapabileceğini beyan ederek devlet-ilaç endüstrisi kardeşliğini gözler önüne serdi. Air France aslında üst üste maddi zarar açıklıyordu, 2015 bütçesi de şaşmıştı. Şaşmayan tek şey deneylere maymun taşıma istikrarı oldu. Araştırma endüstrisi her fırsatta cehenneme giden son yol Air France’a teşekkür yağdırıyor.

İsrail’den dünyaya yayılan 269 Life isimli eylem grubunun sözcüsü grubun İsrail’deki çekirdek kadrosunun 30-40 kişiyi aşmadığını söyledi. Hayvanlara rutin uygulanan işkencelerin insan veya evcil hayvanlar üzerinde gösterilmesinin şok etkisi yarattığını fark eden ekip, burnundan oltaya takılıp çekilen insan, mangalda kedi ve seri numarası üzerine dağlanan insan gibi mizansenlerle kısa sürede meseleye dikkat çekmeyi başardı. En tartışılan girişimleri ise İsrail’deki Holokost’u anma gününde sürekli devam eden hayvan katliamını anmaları oldu. Grup kendini Nazilerin imha kampı fikrini mezbahadan alması ve Holokost’tan kurtulan pek çok insanın aynı zamanda vejetaryen-vegan olması ile savundu. Ortadoğu’nun ilk kurtarılmış hayvan çiftliğini İsrail’de başlatan grubun üyeleri işlerini okullarını bırakıp çiftlikte çalışmaya başlamış. Amaç, sadece kurtarılmış hayvanlara huzur ortamı sağlamak değil aynı zamanda ziyaretçileri yedikleri bireylerin duyguları ile tanıştırmak. 269 Life kendini abolisyonist olarak tanımlıyor; ancak bu terimden kasıtları “şiddet içeren” her türlü eylemden kaçınmaları değil köleliğin hiçbir türünü kabul etmemeleri.

ABD’den akademisyen Lisa Kemmerer kardeş türler adlı sunumunda türcülük karşıtlarını diğer az bilinen engellilere yönelik ayrımcılık, yaşa dayalı ayrımcılık gibi sorunlara karşı aktif mücadeleye çağırdı. Engellilere yönelik ayrımcılığın üretim bazlı bakış açısından kaynaklandığı belirten Kemmerer, kapitalist üretim odağı sebebiyle süt verimi azalan ineğin öldürüldüğünün altını çizdi. Hakkını savunmak için öne çıkabilmenin bile sınıfsal olduğunu anlatan Kemmerer, vegan olmanın da halen dünyada ağırlıkla beyaz insanlar tarafından icra edildiğini anlattı. Vegan olma kararının alınışı bile yemeğe erişimin kısıtlı olmaması, çok yoksul olmamak, mevsimsel gıda sınırlamalarından etkilenmemek gibi bir takım sosyal statüler gerektirir.

Stijn Bruers “Psikologlardan ne haber?” adlı sunumunda ilk önce et paradoksuna örnekler verdi: Önüne et tabağı konanlar önüne yemiş konanlara göre hayvanlara daha az mental yetenek atfediyor. Kangurularla ilgili hikâye dinleyenler arasında hikâyenin sonunda kangurunun yendiğini duyanlar kanguruların aklına daha az itibar ediyor. Bruers, et yiyenlerin veganlarda kusur aramasını da “iyilik yapanı küçümseme” kavramı ile açıkladı. Benzetme olarak da Milgram deneyinde perde arkasındaki deneğe 50 volttan fazla elektrik vermeyen kişinin, 450 volta kadar çıkmış bir kişi tarafından korkaklık veya uyumsuzluk gibi gerekçelerle dışlanacağını aktardı. Bruers’in anlattığı bir başka deneye göre içinde “Hayvanlar insanlar gibidir” ifadesi yer alan öyküyü okuyan toplulukta azınlıklara karşı olumlu tavır gelişirken, öyküsünde “İnsanlar hayvanlar gibidir” yazanlarda ırkçılık arttı. Bruers’e göre bu bulgu “önce ırkçılık sonra türcülükle baş edilmeli” diyenleri yalanlıyor.

Aktivistlerin internette güvenliği için yapılan atölyede ortaya çıkan çarpıcı tespit, en güvenli iletişimin bilgisayara geçilmeyen iletişim olmasıdır. Konuşmacı, özellikle Almanya’da yaygın olan devletin bilgisayara yerleştirdiği trojan aracılığıyla veri şifrelenmeden önce bilgiyi alması yani kaynakta gözetime (Quellen TKU) dikkat çekti. ABD’nin teknoloji şirketlerine yılda 250 milyon dolar ödeyerek yazılımlara zayıf noktalar koydurması da bir başka önemli nokta idi. İyi haber ise PGP ile şifrelenen epostaların güvenliğinin şu ana dek sarsılamamış olması.

İtalya’da kürk ve deney şirketleri üzerinde uzun süredir kamuoyu baskısı oluşturan ve hayvan kurtuluşu adına birçok başarı elde eden aktivist Claudio Pomo iletişim üzerine deneyimlerini paylaştı. Pomo, internette kanlı çaresiz hayvan görüntülerinden ziyade hayvan kurtuluş anları gibi umut veren karelerin etkili olduğu tespitinde bulundu. Birebir iletişimde de karşı tarafı suçlamanın geri teptiğini onun yerine yapıcı eleştirinin işe yaradığını anlattı. Hiçbir şey ve hiçkimse siyah beyaz değil; o yüzden kibir yerine dinleme süreci.

Brezilya’da 2006’dan beri yükselişte olan dirikesim karşıtı hareket, 2013’te Brezilya İsyanları sırasında bir deney laboratuvarının basılması ve köpeklerin serbest bırakılması ile ülkenin ve dünyanın gündemine oturmuştu. 2008’de çıkan ve deney hayvanlarının durumunu daha da kötüleştiren yasaya aktivistler şiddete başvurarak değil iyi çocuk rolü ile cevap vermişti. Bu iyi çocuklara polisin tavrı ilk kez Haziran 2013 isyanlarında sertleşmişti. Uzun süren isyanlarda kurulan Hayvan Hakları Bloğu, hijyen koşullarından ötürü gündeme gelen özel bir laboratuvarı 18 Ekim 2013’te bastı ve yüzleri gizlemeksizin açık kurtarma ile önce köpekleri sonra fareleri kurtardı. Bütün haber bülteni bu kurtarmayı anbean göstermişti. Öncü grubun adı Veddas’tı; ancak eylem kendilerine Kara Blok denen anarşistlerle beraber yapılmıştı. Eylemin içinde polisle çatışmalar ve polis araçlarını yakmalar da vardı; ancak Veddas gibi hayvan hakları grupları önceden inşa ettikleri iyi çocuk imajları ile sıyrıldılar. Eylemi takip eden günlerde vali Veddas ile eylemciler buluştu ve basına birlikte poz verdi. Önce bu deney merkezi, sonra orayı işleten firma kapatıldı. Sonunda Sao Paolo’dan başlayarak Brezilya’nın bazı eyaletlerinde kozmetik deneyleri tamamen yasaklandı. Eylemi yapanlar da hiç tutuklanmadı, hapse konmadı.

Bugüne kadarki misyonerliğe benzer hayvan hakları stratejisini hatalı bulan Anoushavan Sarukhanyan, yaptığı sunumda veganlığın pratik olarak savunusunun hayvan meselesinin kamusal olarak tartışılmasının önünü tıkadığını savundu. Altta kalan talebimiz hayvanlara da tıpkı insanlar gibi serbestçe varoluş hakkı verilmesidir. Sarukhanyan, veganlığın tüketime dair referansı ile akla ilk çıkış noktası sömürüyü getirmediğini belirtti. 19. YY’da insan köleliği tüm hızıyla sürerken insan köleliği ile elde edilmiş hiçbir ürünü tüketmeyene hugan diyebileceğimiz varsayımı ile şunları kaydetti: Abolisyonistler elbette tüketmiyordu insan köleliğinden gelen ürünleri ama politikaları “Hugan olun” şeklinde değil “Adalet için köleliği kaldırın” şeklindeydi. Yakınımızda bir insan toplama kampı olsa mesajımız o kamptan gelen ürünleri almama üzerinde mi kalırdı yoksa sürekli önünde oranın kapanması için eylem yapıp, belki orayı talan edip, insanlara da oranın kesinlikle kapanmasını mı söylerdik?” Sarukhanyan, Fransa’da son anketlerde yaklaşık %21’in et yemeyi yanlış bulduğunu belirttiğini hatırlatarak misyoner yaklaşımı bu %21’in vegan olmayanlarını dışarıda bırakır, toplumsal hareket stratejisi ise insanları içine alır dedi.

Estonya’dan son gelişmeleri aktaran aktivistler, deney karşıtı kozmetik markası Lush’ı sponsorluk için ikna ederek birçok ünlünün poz verdiği bir gazete ilan serisi hazırladıklarını anlattı. Bu ilanlarda her bir ünlü elinde kürklü bir hayvan tuttu ve yan tarafa el yazısı ile görüşlerini yazdı.

Türkiye’den son gelişmeleri aktaran Yeryüzüne Özgürlük aktivistleri, 2014 boyunca Cehenneme Giden Yol kampanyası, Kürk Deri Fuarı protestosu, hayvancılık fuarlarını ziyaret, 5199 yasası eylemleri, fayton karşıtı çalışmalar, veganlık gibi çeşitli eylemleri yürüten çeşitli inisiyatiflerin olduğunu belirttiler. Eylemlerin odağında hayvan hakları olmasıyla birlikte eylemcilerin çeşitli politik çevrelerden geldiği ve özellikle feminizm, LGBT, tüketim karşıtı hareket, antimilitarizm, kent hareketleri, anarşizm, tutsak dayanışması, Kürt hareketi gibi alanlarda da faal olduğu aktarıldı. Bu sayede Türkiye’de birçok ülkenin aksine hayvan hareketi ile diğer özgürleşme hareketlerinin zaman zaman bir araya gelerek dayanışma gösterebiliyordu.

Hamburg hayvan özgürlüğü hareketinden iki aktivist yaptıkları sunumda hedefi yalnızca hayvan sömürüsünü ortadan kaldırmak olarak değil hiyerarşi ve tahakkümün her türü ile ayrımsız savaşmamız gerektiğini söyledi. Sadece insanları vegan yapma yönünde bir politik seyir izleyenler, onlara göre, hareketin militan kanadını kötüleyerek marjinalleştirdikleri için sorun teşkil ediyorlar. Hareketin çok büyük kısmının beyaz insanlardan oluşması ise siyahlara değil hareketteki beyazlara sorulması gereken bir sorundu.

En fazla İngiltere’de adından söz ettiren av sabotajcıları (Hunt Sabouteurs) adına bir sunum da yapıldı. Şiddetsiz doğrudan eylem olarak tanımlanan bu girişimlerde ana amaç namlunun ucundaki canlının kaçıp kurtulmasını sağlamak. Grup sözcüsü, böyle bir girişimi başka bir yerde başlatabilmek için kanun araştırmasının da saha araştırmasının da çok elzem olduğunu aktardı ve genellikle yasadışı olan avlara müdahalede ellerinin daha kuvvetli olduğunu söyledi. Yasal avlarda da hayvanları kurtardıkları oluyormuş. Sabotajcılar, ip veya borazan kullanarak vurulmak üzere olan hayvanların yer değiştirmelerini sağlıyor. Zaman zaman avcıların taciz ve saldırılarına maruz kaldıklarını aktaran grup sözcüsü, bir arkadaşları avcı aracı tarafından ezilip öldüğünde olayın örtbas edildiğini ve katilin hapse girmediğini belirtti. Avın gizli bir kurbanı da beş yaşından itibaren iyi koşamadığı düşünülerek vurulan av köpekleri oluyormuş. Av Sabotajcıları, İngiltere’de halkın yüzde 80’inin ava karşı olmasından güç alıyor.

Türkiye’den çıkan Rahatsız Veganlar manifestosunun uluslararası hayvan özgürlüğü çevresiyle tanıştırıldığı atölyede hayvan özgürlüğü hareketinin artık ikinci dalgaya evrilmesi gerektiği görüşü belirtildi. Manifesto adına konuşan sözcü, hayvan özgürlüğünün politik yörüngesinin “bunu tüketme-bunu tüket” mesajı yerine “köleliğe son verelim” anlayışıyla köleliğin sürdürüldüğü mekanlara öfke yöneltmesi gerektiğini belirtti. Bu değişim, veganlığın bir pratik olarak terk edilmesinden ziyade onun öngördüğü daha özgür dünya için bir adım olurdu. Atölyede işkence karşıtlığı, tecavüz karşıtlığı gibi sebeplerle vegan olan ve hayvan özgürlüğü mücadelesine katılan insanların daha sonra tartışmayı salt yemek veya giysi üzerinden sürdürmesinin bir sebebinin de yoğun biçimde tüketim üzerinden kimliklendiğimiz kapitalist toplumlar olmasına dikkat çekildi.

Almanya’daki Hayvan Özgürlüğü için Blokaj (Tierbefreiung2Blockupy) hareketinin anlatıldığı bir başka atölyede hayvan özgürlüğü gibi radikal bir değişimin toplum genel olarak radikal bir değişim geçirmeden mümkün olamayacağına dikkat çekildi. Grup, 2014’teki eylemlerinde Almanya’daki en büyük tavuk çiftliğinin girişinin araçlardan barikat oluşturarak kesildiğini, bina işgalinin yapıldığını ve bazı eylemcilerin kendini tesislere zincirlediğini anlattı.

20 yıldır gizli araştırmalarla bilim endüstrisinin hayvanlara muamelesini ortaya çıkaran Friedrich Mülln yaptığı konuşmada gizli araştırma ve çekimlerin şu ana kadar hayvan özgürlüğü mücadelesinde en verimli yöntemlerden biri olduğunu, üstelik bu girişimlerin çok küçük bütçelerle başarılabildiğini söyledi. İçerdeki mülke zarar vermek, araştırmacıların mağdura yatmalarına sebep olabiliyor ama yaptıkları eziyet gösterildiğinde eziyetlerinin sigortası bile yok. O yüzden Mülln, ifşayı ve sonra bu ifşayı medyaya taşımayı en güçlü silahımız olarak tanımladı. Bu tür gizli araştırmalar genellikle bu araştırma merkezlerinde işe girmekle başlıyor ve pek çok araştırma merkezinde vasıf gerektirmeyen iş ilanları da olabiliyor. Mülln, böyle iş başvurularında kimlikte sahtecilik önermiyor. Gizli kamera kullanmayı bilmek ve üzerinde çekim cihazı olduğunu belli etmemek diğer önemli noktalar… Araştırma aylarca sürdüğü için orada diğer insanlar gibi davranmanın hatta yeri gelince açık vermemek için diğer çalışanlarla et yemenin gerekebildiğini söylüyor. Aylarca süren araştırmaların dışında bir de bir işkence tesisine geçerken uğramış gibi içeri alınabilecek bir hikâye ile girip çekimi ve gözlemi hızlıca tamamlayıp çıkma yöntemi var. Görüntü ve bilgiler olgunlaştığında ifşayı medya kanalıyla yapmanın en iyi yolu mümkünse büyük bir kanalı özel haber için ikna etmektir. Ardından görüntüler tüm medya kuruluşlarına gidebilir. Mülln son dönemde Alman mahkemelerinin bu gibi gizli araştırmacıları cezalandırmadığını da söyledi. Mahkemeler “Bilinmeyen eziyetleri halka göstermek, bir firmanın gizlilik hakkından daha önemlidir” gibi kararlara varabiliyormuş.

İsrail’deki hayvan hakları gündemi hakkında bilgi veren 269 sözcüsü, veganlığın inanılmaz oranda popülerleştiğini ve bunda bazı ünlü politikacıların, şarkıcıların vegan olmasının yanı sıra ülkedeki hayvan endüstrisinin halini ortaya koyan gizli çekimlerin rol oynadığını söyledi. Bir grup aktivist de ülkedeki bütün marketlerde vegan ürün olabilmesi için kapı kapı dolaşıyormuş. 


Konferansın kapanış konuşmasını ABD’den tanınmış aktivist Peter Young yaptı. Kürk çiftliklerine girerek mülke zarar ve hayvan kurtarma yaptığı gerekçeleriyle bir dönem tutsak da edilmiş olan Young, polis korkusu hapis korkusu gibi şeyleri aşmamız gereken mitler olarak tanımladı. Doğrudan eylemin imkansızlığına dair inanışımız, güvenlik sisteminden daha tehlikeli bir engel olabiliyor. Young der ki doğrudan eylem için yola çıkarken veya mekandan uzaklaşırken elbet bir korku var ancak olay anında korkudan eser kalmıyor insanın içinde. Etkili bir aktivist, Young’a göre, hayvanların yanıbaşımızda yaşadıkları acil duruma kulak tıkamayan ve işini çabuk-etkili yapabilendir. İnternetteki tartışmaların çok umursanmaması gerektiğini de söyleyen Young’a göre asıl cevap bekleyenler internetteki yorumculardan ziyade kafeste bekleyen canlılardır.


Geçen yıldan videolar: https://www.youtube.com/results?search_query=iarc+2014
Konferansın resmi internet sitesi: http://www.ar-conference.com/

24 Temmuz 2015 Cuma

Mahkeme, Kısırkaya Toplama Kampını Mevzuata Aykırı Buldu

Mahkeme, Kısırkaya barınağının mevzuat hükümlerine açıkça aykırı olduğunu söyledi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kısırkaya davasını kaybetti.


İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) Kısırkaya’da inşa edilen binlerce hayvan kapasiteli barınak projesinin iptal edilmesi için gelen talebi reddetmesi, hukuka aykırı bulundu. Barınak inşaatının mevzuat hükümlerine açıkça aykırı olduğunu ifade etti.

Davayla ilgilenen avukatların ortak yorumu, bu kararın projenin iptali anlamına geldiği.

Hayvan Haklarını Koruma ve Geliştirme Derneği, Kısırkaya’daki barınak projesinin mevzuata aykırı olduğu gerekçesiyle iptali için İBB’ye başvurmuş, İBB bu talebi reddetmişti. Dernek, bunun üzerine 22 Temmuz 2014’te İBB’ye dava açmıştı.



Mahkeme, tesisin “kısmen mera, kısmen de korunacak kumsal ve sahil kumullu alanda yer aldığını” ve söz konusu barınak inşaatı için Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan izin ve görüş alınmadığı söyledi. Kararda şu ifadelere yer verildi:

“Uyuşmazlıkta, ihtilafa konu hayvan barınağı inşaatının bulunduğu alanla ilgili 1/1000 ölçekli imar planının onaylanmadığından 1/5000 ölçekli imar plan notları kapsamında uygulama yapılamayacağı, yine imar planında mera ve korunacak kumsal ve sahil kumullu alanlar lejantında kalmakla birlikte Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararıyla 1. ve 2. derece doğal sit alanında kalan ve ilgili Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan izin alınmadan yapılmış olması yönü ile söz konusu inşai faaliyetin yukarıda anılan mevzuat hükümlerine ve alıntısı yapılan ilke kararına aykırı olduğu açıktır.”

“Mevzuata da, hayvan haklarına da aykırı”


Yeryüzüne Özgürlük Derneği’nden Burak Özgüner, içinde 500 hayvanın bulunduğu tesisin derhal işlevsiz hale getirilmesi gerektiğini söyledi:

“Buranın hukuka mevzuata aykırı olduğunu en başından beri söylüyoruz. Mahkeme ne karar verirse versin, bu tesisin en başta hayvan haklarına aykırı olduğunu da söylüyorduk. Şimdi mahkeme de toplama kampının mevzuata aykırılığını gördü. Biz de sokak hayvanlarına karşı bir soykırım merkezi olmaktan çıkana kadar mücadeleyi sürdüreceğiz.

“Mahkeme 3. Köprü yol güzergahıyla ilgili de iptal kararı verilmişti. 3. Köprü yol güzergahı, zaten Kısırkaya barınağının 3 km ötesinde yer alıyor. Bu iki kararla Gümüşdere-Kısırkaya bölgesindeki doğal alanlar korunması için önemli bir adım atıldı.

“Bu hukuksuz işlemlerin hepsinin durdurulması gerekiyor. Çünkü aylardır hayvan toplama çalışmaları devam ediyor ve şu an Kısırkaya barınağında 500 civarında hayvan bulunuyor.

“Mahkeme kararıyla bu tesisin derhal işlevsiz hale getirilmesi gerekiyor.”

Onlarca eylem yapılmıştı

Hayvan hakları savunucuları, sokak hayvanlarının doğal yaşam ortamları olan sokaklardan alınıp şehirden uzak bir tesiste tecrit edilmesine karşı çıkarken, tesise ulaşımın olmadığını, denetimden ve hayvanların ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olduğunu söyleyerek projeye karşı çıkmıştı.

Barınak inşaatına karşı hem Kısırkaya’da hem de İBB önünde eylemler yapılmış, CHP ve HDP konuyla ilgili soru önergeleri vermişti.

Kaynak: bianet

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Suruç'ta Katliam Var!

Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu ile Kobanê'ye gitmek üzere yola çıkan ve Suruç'taki Amara Kültür Merkezi'nin önünde basın açıklaması gerçekleştirirken yoldaşlarımıza, dostlarımıza yapılan bombalı saldırıyı kınıyor ve lanetliyoruz.


Bombalı saldırıda, hayvan özgürlüğü aktivistlerinden, Eskişehir Anarşi İnisiyatifi'nden Alper Sapan'ın hayatını kaybettiğini, Caner Delisu'nun ise bacağından yaralanarak tedavi altına alındığını üzülerek kamuoyu ile paylaşıyoruz.  Alper Sapan, Eskişehir'de Tepebaşı hayvan barınağını, hayvan katliamlarına, açılan katliam çukurlarına karşı işgal eylemini organize eden Eskişehir Anarşi İnisiyatifi üyesi idi.


Katillere tırlar dolusu silah taşıyanlar, tank hibe edenler, çocuklara oyuncak götüren yoldaşlarımızı, dostlarımızı katlettiler. Bizler de saat 19:00'da Barış Bloku'nun yaptığı çağrı ile Taksim Tünel'de olacağımızı duyuruyoruz.

Yeryüzüne Özgürlük Derneği

Basına ve Kamuoyuna,

Kobane’nin inşa çalışmalarına katılmak üzere dün İstanbul’dan yola çıkarak Urfa’nın Suruç ilçesine ulaşan 300 gencin basın açıklaması yapmak üzere toplandığı Amara Kültür Merkezi bahçesinde meydana gelen patlamada çok sayıda insan hayatını kaybetti; pek çok yaralı var.

Bu patlamanın sorumlusu savaş kışkırtıcılığını bir yönetim anlayışı haline getirmiş olan siyasi iktidardır. IŞİD çetelerine gösterilen müsamaha içeride ve dışarıda sürekli bir gerilim ortamı üretmiş ve provokasyonlara zemin hazırlamıştır. Türkiye’yi savaşın bir tarafı haline getiren AKP Hükümeti’nin zeminini açtığı katliamların ve savaş halinin son bulması talebiyle:

20 Temmuz Pazartesi (Bugün)
Saat 19.00’da Tünelden Galatasaray’a Yürüyoruz

BARIŞ BLOKU

18 Temmuz 2015 Cumartesi

Cudi'de yangın çıkaran TSK'yi, yangına müdahale etmeyen devleti kınıyoruz!


TSK'nin havan topu atışı nedeniyle Cudi Dağı'nda çıkan ve iki gündür süren yangın, yöre halkının ve belediyelerin kendi çabaları ile, büyük oranda kontrol altına alınmış durumda. Birçok yaban hayvanına yuva olan ormanları hayvanlarla birlikte yakan TSK'yi ve yangını izleyip müdahale etmeyen devlet yetkililerini kınıyoruz. Doğaya, hayvan haklarına, haklara duyarlı tüm kesimleri Cudi'deki katliama karşı tepki vermeye çağırıyoruz. Aşağıda yer verdiğimiz, Hayvan Hakları İzleme Komitesi - HAKİM'in Cudi Dağı'ndaki doğa ve hayvan katliamına karşı vicdanî ret çağrısına Yeryüzüne Özgürlük Derneği olarak katıldığımızı bildiriyoruz.

TSK'nin sebep olduğu, hayvanlar ve ağaçlar yanarken izlemekle yetinen, bir yangın helikopterini bile çok gören devletin katliamını lütfen teşhir edin!

Yeryüzüne Özgürlük Derneği





ŞIRNAK CUDİ'DEKİ DOĞA KATLİAMI HAKKINDA AÇIKLAMA ve VİCDANÎ RET ÇAĞRISI:

Türk Silah Kuvvetleri'nin, Şırnak’taki Çalışkan Hudut Taburu’ndan yapılan top atışları nedeniyle Cudi Dağı’nda 2 gün önce başlayan yangın dün ancak kontrol altına alınabildi. Birçok yaban hayvanı ile bu hayvanlara birer yuva olan ormanlar da yangında katledildi. İki gün boyunca süren yangına, yöre halkı kendi çabaları ile müdahale edip yangını söndürürken devlet yetkilileri konuyla ilgili bir açıklama bile yapmadı. Ana akım medya ise her zaman olduğu gibi, iki günde binlerce canlıyı kasıp kavuran, kıyım yapan yangını görmezden geldi. Ormanlardan, yaban hayvanlarından sorumlu Orman ve Su İşleri Bakanlığı ve diğer devlet birimleri, yangının kontrol altına alınması için, yangın helikopteri göndermek bir yana, bölgeye takviye itfaiye ekibi bile göndermedi.

Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde olan Şırnak ilindeki ormanlar ve yaban hayvanları yanarak can verirken, devletin neden harekete geçmediğini, konuyla ilgili bir açıklama yapmadığını, ana akım medyanın neden konuyu gündeme getirmediğini ve sessiz kaldığını merak ediyoruz. Onlarca kuş türüne ve geyik, yaban keçisi, çizgili sırtlan, yabanî kelebekler, oklu kirpi, çöl varanı gibi birçok yaban hayvanına yuva olan Cudi ve çevresinde, devlet ve Türk Silahlı Kuvvetleri, yaptığı saldırı ve bu saldırıya olan bilinçli tepkisizliği ile bölgenin yaban hayatına, doğasına da bir darbe indirmiştir.

Cudi'deki doğa katliamını kınıyoruz, bu katliamdan devleti ve TSK'yi sorumlu tutuyoruz. Konu ile ilgili, kamuoyunda oluşan soruların cevaplandırılmasını yetkililerden merakla bekliyoruz.

Hak kavramının, tartışmasız bir şekilde siyasetler-üstü bir konu olduğunu hatırlatıyor, Cudi'de yaşanan bu doğa katliamı karşısında tüm yaşam savunucularını tepki vermeye davet ediyoruz. İki günlük yangında kıyım yapan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin şiddetine karşı herkesi, vicdanî ret açıklamaya, bu militarist yıkım anlayışını reddetmeye çağırıyoruz. Bu katliamın parçası olmak zorunda değilsiniz. Şiddeti, hiçbir şeyden habersiz olan yaban hayvanlarını katletmeyi, onların yuvalarını yıkmayı reddedebilirsiniz.

Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM)

12 Temmuz 2015 Pazar

Kemal Ördek'in Yanındayız!

Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği'nin kurucusu ve LGBTİ bireylerin ve seks işçilerine yönelik hak ihlâllerine karşı mücadele veren trans aktivist Kemal Ördek birkaç gün önce evinde, erkeklerce tecavüz ve gasba uğramıştır. Yaşadığı şiddet ve nefret söylemi karakolda ve hastanede de devam etmiş, failler ise mahkemeye çıkarılmadan serbest bırakılmıştır.


Hiç kimse mesleği, kıyafeti, sözleri, davranışları vb nedenlerle şiddete maruz bırakılamaz, haklarından mahrum edilemez. Kanunlarda dahi açıkça suç olarak tanımlanmış haksız fiillerin, kolluk kuvvetleri ve şikâyetleri değerlendiren, soruşturmaları yürüten makamlar tarafından cezalandırılmayarak meşrulaştırılmasını kabul etmiyoruz.

Yeryüzüne Özgürlük Derneği olarak Kemal Ördek'in yanındayız. Kemal Ördek'in ve onunla dayanışan herkesin verdiği hukuk mücadelesinin takipçisi olacağımızı duyuruyoruz. LGBTİ bireylere, trans varoluşlara, seks işçilerine yönelik saldırılar, ayrımcılık ve nefret üreten söylemlerin birer cinsel şiddet biçimi olduğunu, kolluk kuvvetleri ve soruşurma makamlarının, tecavüzcüleri yüreklendiren, tecavüze teşvik eden tüm keyfi davranışlarının ve kararlarının tecavüzü olumladığını söylüyor ve bu tecavüzü, gasbı lanetliyoruz.

Kemal Ördek'e saldırıda bulunan şahısların yanında, bu tür saldırıların bir diğer failinin de, homofobik, transfobik, "orospufobik" saldırıları ısrarla önlemeyen, yaşama karşı suç işleyen şahısları cezasızlıkla "mükâfatlandıran" hükûmet, devlet ve tecavüzü olumlayan, erkek yargı sistemi olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyoruz.

Hak ve özgürlüklere saygılı olan tüm bireyleri, hak savunusu yapan tüm oluşumları Kemal Ördek'le ve türü, ırkı, cinsel kimliği, cinsel yönelimi ne olursa olsun, şiddetin "nesnesi" haline getirilmiş tüm bireylerle dayanışmaya, hukuk mücadelelerinin takipçisi olmaya çağırıyoruz.

Kemal Ördek yalnız değildir, yanındayız!
Hayvana, insana, yeryüzüne özgürlük!

Yeryüzüne Özgürlük Derneği

* Kemal Ördek'le dayanışma amacıyla açılan facebook sayfasına buraya tıklayarak ulaşabilir, hukuk mücadelesini takip edebilirsiniz.

* İllüstrasyon kaynak: adimizi.blogspot.com

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Roboskî'deki katır katliamı hakkında basın toplantısı ve vicdanî ret açıklamaları

Dün, Hayvan Hakları İzleme Komitesi ile, Şiddetsizlik Eğitim ve Araştırma Merkezi'nde, Şırnak Roboskî'de bitmek bilmeyen katır katliamları hakkında bir basın toplantısı düzenledik. Roboskî'deki katliamların durması için girişimlerimizden bahsettik ve tüm muhalif kesimlere vicdanî ret çağrısında bulunduk.


Basın toplantımızın sonunda, TSK'nin sebep olduğu tüm katliamlara karşı, birer sivil itaatsizlik örneği olarak, üç hayvan özgürlükçüsü arkadaşımız, Neşe D. Akbaş, Barış B. Atal ve Burak Özgüner vicdanî ret açıklamasında bulundu.

Nisan ayında, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı üzerinden yaptığımız suç duyurusu konusunda hiçbir gelişme yaşanmazken, Orman ve Su İşleri Bakanlığı'na yaptığımız başvuruya, bakanlık cevap verdi. Derneğimize gönderilen yazıda, 24. dönem milletvekili Melda Onur'a "katırların kargaşadan korkarak uçurumdan düşerek hayatını kaybettiğini" belirten Şırnak Valisi Ali İhsan Su'nun beyanının aksine, Bakanlık, başvurumuza ilişkin olaylarda 20 kadar katırın ateşli silahla vurularak öldürüldüğünü açıkladı. Yaptığımız suç duyurusunu, Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nın cevabî yazısını basın mensupları ile paylaştık.

Basın toplantımıza katılan Kamp Armen Dayanışması, Vicdanî Ret Derneği, Şiddetsizlik Eğitim ve Araştırma Merkezi, İstanbul Kent Savunması, Kuzey Ormanları Savunması'na ve tüm basın emekçilerine teşekkür ederiz.


Basın toplantısında okuduğumuz basın açıklamasının tam metni:

Bundan 3,5 yıl önce, 28 Aralık 2011 günü Roboskî’de, çoğu çocuk yaşta olan 34 insanla birlikte, savaş uçaklarının yaptığı bombardımanda 59 katır da katledilmişti. Bu katliam karşısında, tüm dünya ayağa kalkmışken insanlarla birlikte hayatını kaybeden katırlar, ne konuyla ilgili haberlerde, ne de -birkaç hayvan hakları ve özgürlüğü oluşumu dışında- hayvan hakları savunucuları tarafından anıldı. Roboskî katliamının üzerinden tam 1284 gün geçmesine rağmen, katliam emrini verenler ve bu katliamı yapanların yargılanması yolunda hiçbir adım atılmamıştır ve Roboskî’de devlet eliyle yapılan katliamların sonu gelmemektedir.

Birkaç ay önce Roboskî’de katırlar hakkında itlaf kararı verildiğini öğrendiğimizde, hukukî bir dayanağı varmış gibi gösterilse de, haklar bağlamında hiçbir geçerliliği olamayan bu katliam kararına karşı çıkmıştık. İtlaf kararının geri çekilmesi için seferber olmuştuk. Bu infaz kararının üzerinden birkaç gün dahi geçmeden, basın aracılığıyla ve doğrudan görüşmeler yoluyla bölgedeki idarî amirlere aktarılan kamuoyu tepkisine rağmen, 24 Mart 2015’de sınırı geçmek üzere olan ve zaten insan faydası için köleleştirilmiş 8 katır, yine sadece insanları ilgilendiren bir meselenin nesnesi haline getirilmiş ve Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) askerleri tarafından vurularak katledilmiştir. Bu katliamları takip eden aylarda, oluşan ciddi toplumsal infiale, yapılan tüm hukuki başvurulara, girişimlere ve görüşmelere rağmen, TSK, katliamlarında kararlı olduğunu defalarca göstermiştir. Son olarak, 30 Haziran'da sabaha karşı Robosi’den geçen TSK'ye bağlı askerî birlikler, tekbirlerle, kahkahalarla, naralarla köye saldırmış ve rastgele ateş açmış, açılan ateş sonucunda 8 katır hayatını kaybetmiştir. Sıraladığımız tüm bu katliamlardan önce de çıkan çatışmalarda birçok katır, yine askerlerce katledilmiş ve yaralanmıştır.

Artık çetelesini bile tutamadığımız katır katliamlarına devam eden TSK'dan konu ile ilgili tatmin edici bir açıklama gelmez iken Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, katliamın yasal ve rutin bir uygulama olduğunu beyan etmiştir. Katliamı kimin gerçekleştirdiğinin bizim nezdimizde hiçbir önemi olmasa da, Bakan Eker, itlaf konusunda kendi Bakanlığının yetkili ve görevli olduğunu bile bile katliamın neden TSK tarafından gerçekleştirildiğini  sorgulamamaktadır. Orman ve Su İşleri Bakanlığı bürokratları ile yaptığımız görüşmeler de son derece ciddiyetsiz geçmiş, kasıtlı ve sistematik olan bu katliamın üstü, ilgili bakanlıklar tarafından kapatılmak istenmiş ve istenmektedir.

Bölge halklarıyla birlikte hayvanlar da savaş, soykırım ve katliam politikalarından nasibini almaktadır. On yıllarca sınır bölgelerindeki mayınları temizlemeye sürülerek katledilen hayvanlar, “barış” günlerinde de sınır ticaretinde kullanılarak sömürülmektedir.

Kana bulanmış bir coğrafyada, tahakküm ilişkilerinin en altında kalan, yaşam hakkı yük ve mal taşıma işleviyle sınırlandırılmış bu hayvanlar, bölgede on yıllardır devam eden savaşın ismi anılmayan kurbanlarıdır. Bombalanan dağlarda ve köylerde binlerce insanla birlikte, sayısını dahi bilmediğimiz yabanî-evcil hayvan ve ekolojik bir toplumsal dönüşüm ile barışın yegane unsuru olacak olan doğa da katledilmektedir.

Bu nedenle, barışın ve adaletin öncelikli amaç olduğu her türlü siyaset; öncelikle katliamın, sömürünün ve tahakkümün en yaygın ve en acımasız biçimde uygulandığı isimsiz kurbanlar olan hayvanlara yer açmak , onların yaşam hakkını savunmak ve onları sömürmekten vazgeçmek zorundadır. Toplumsal şiddete, savaşa ve devlet terörüne karşı örgütlenen tüm siyasi yapıları,
başta tür ve ırk olmak üzere hiçbir ayrım yapmayan bir muhalefet örgütlemeye; toplumsal dönüşüm tahayyüllerinde hayvanlara yalnızca mülkiyet ilişkileri bağlamında ve ekonomik değerleri üzerinden değil, müzakereye tâbi olmayan yaşam haklarıyla birlikte yer açmaya çağırıyoruz. Tahakküm ilişkilerine karşı bütünlüklü bir muhalefet perspektifini benimsemeyen, hayvanları doğuştan gelen canlı olma vasıfları ve yaşam hakları ile değil mal olarak tanımlayan, onları gözden çıkarılabilir ve yaşamı ikincil gören, ölümü “zaiyat" olarak tanımlayan, yaklaşım, görüş ve haberleri kınıyoruz.

Türkiye, hem insanlar hem de hayvanlar için can güvenliğinin ortadan kalktığı bir coğrafya haline getirilmiştir. Son derece keyfî uygulamalara hukukî dayanak sunan yasal düzenlemeler ve de resmî otoritelere ve güvenlik güçlerine verilen sonsuz yetkiler, Türkiye’yi tam anlamıyla bir katliam diyarı hâline getirmiştir. “Kaçakçılık” bahane gösterilerek insanların, hayvanların başına bombalar yağdırılmakta, düşman hukukuyla hız verilen bu uygulamaların adına “iç güvenlik” tedbiri denmektedir. Şiddetin bizzat devlet eliyle tırmandırıldığı, katliamların giderek daha yasal, kılıfına uygun hale getirildiği, türlü zorbalığın uygulandığı Türkiye’de, ölümlerin gündelikleşmesiyle, kamuoyu tarafından, katledilenler arasında tür, etnik kimlik, ırk, sınıf ayrımcılığına dayanan hiyerarşik bir değer sıralaması yapılmasından endişe duyduğumuzu ifade ediyoruz. Roboskî’de TSK'nin katlettiği her katır, Türkiye’de yaşam, umut, barış ve adaletin katledilmesi demektir. Üzerlerine açılan ateş sonucunda yaralanan onlarca katır için, mevzuat nezdinde “güçten düşmüş” olarak tanımlanmasına ve bu hayvanlara bakmakla yükümlü olmasına rağmen ısrarla harekete geçmeyen devlet de bu vurdumduymazlığı ile asıl niyetini ortaya koymaktadır.

Çok ciddi bir hayvan hakları ihlâli olan ve yaşama karşı işlenen bu katliam karşısında, devletin tüm kurumları ve birçok hayvan hakları kuruluşu da sessiz kalarak Roboskî'de hayvanlara yaşatılanları görmezden gelmeyi seçmiştir. Şırnak Valisi Ali İhsan Su ise 24. dönem milletvekili Melda Onur'a "katırların vurulup öldürülmediğini, ancak silah sesinden korkup, uçurumdan düştüklerini" söylemiş ancak Orman ve Su İşleri Bakanlığı, katırların ateşli silahla vurulduğunu açıklamış, başvurumuza istinaden gönderdiği yazılı cevabında devletin valisini yalanlamıştır.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı kanalı ile yaptığımız suç duyurusunda, birçok katırı, görev ve yetkisinde olmadığı hâlde, kanun ve nizama aykırı olduğunu bilerek öldüren ve yaralayan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin askerî personelinin yargılanmasını talep ettik. Gerek suçu doğrudan işleyen gerekse emir ve talimat vererek suçun işlenmesini sağlayan kişilerin tamamının tespit edilerek, görevi kötüye kullanma, kamu görevinin usulsüz olarak üstlenilmesi, kişilerin malları üzerinden usulsüz tasarrufta bulunulması, kamu görevine ait araç ve gereçlerin suçta kullanılması suçlarından cezalandırılmalarını istedik. Şırnak Valiliği, Şırnak İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, Uludere İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, Şırnak İl Orman ve Su İşleri Müdürlüğü'nün idarî personeli ve Şırnak Belediyesi'nin yetkilileri hakkında da görevi kötüye kullanma, kamu görevinin terki veya yapılmaması suçlarından ayrı ayrı yargılanarak cezalandırılmasını istemiştik. Bu konudaki soruşturmada en ufak bir gelişme dahi olmazken ısrarlı ve kararlı bir şekilde katır katliamlarının devam etmesini kınıyoruz.

Canlıların üzerine hiç düşünülmeden bomba yağdırılmasını, kurşun sıkılmasını sağlayan yasaların varlığı, tüm bu yapılanların meşru ve doğru olduğunu göstermez. Yirminci yüzyılın soykırımları, katliamın yasal ve hatta neredeyse gözler önünde yapıldığı, çarpıcı örneklerle doludur. Gerek coğrafî gerekse sosyo-ekonomik koşullar nedeniyle bölgede, sınır ticaretinden başka hiçbir geçim kaynağı olmayan, devletin resmî politikası haline gelmiş işsizlikle, yoksulluk ve savaşla, baskı altında tutulan bölge halklarından, örgütlülüklerinin, devlet terörüne karşı duruşlarının ve barış taleplerinin intikamı alınmaktadır. Devletin, şiddetin bir gün bile durmasına izin vermediği coğrafyada, toplumsal barışı talep eden bölge halklarının canına devlet tarafından kastedilmekte, katledilen insanlara "kan parası" gibi bedeller biçilmekte, katliamların sorumluları ödüllendirilerek halkların adalete olan inancı taammüden sarsılmaktadır.

Tüm bu katliamlar yetmezmiş gibi, Roboskî katliamının aydınlatılması için hak mücadelesi veren aktivistler, katliamda akrabalarını, yakınlarını kaybeden aileler, adlî soruşturmalarla, keyfî gözaltılarla sindirilmek istenmektedir. Büyük acılara sebep olan katliamdan beri, Roboskî asker ablukası altında tutulmakta, gündelik yaşam sekteye uğratılmaktadır.

Devletin ana akım medya başta olmak üzere tüm propaganda araçlarıyla hafızasızlaştırdığı, iktidarın kendi suretinde yarattığı bu katliamları, kanıksamış toplum imgesinin aksine, bizler unutmuyoruz. Roboskî katliamını da, dönemin İçişleri Bakanı’nca “hata” olarak tanımlanan ve altı aylık Solin bebeğin pek çok kardeşi ve komşusuyla birlikte öldürüldüğü Ranya katliamını da; Türkiye’nin sebep olduğu diğer katliamları da unutmadık, unutmayacağız. İnsanlara, hayvanlara bomba yağdırılırken operasyonları yönetenler hâlâ görev başında, yetki sahibi ve iktidarda olduğu sürece barış ve adaletin mümkün olmadığını biliyoruz.

Canlılara bomba yağdıran, kurşun sıkan, cenazelere, insanların kutsal saydığı mekânlara saldıran, mezarlıkları talan eden, demokratikleşme hamleleri adı altında kamuoyu gündemini meşgul ederken her türlü hukuksuzluğu meşru kılan, kan üzerinden siyaset yapan iktidar düzenine karşı, Roboskîli katırların ve insanların yanında olduğumuzu bir kez daha belirtiyoruz. Orada hiç olmamaları ve var oluştan gelen hakları ile özgürce yaşamaları gerekirken, sınır ticaretinde, silahların, bombaların, mayınların gölgesinde insanlarca sömürülen katırların katledilmesinde devleti, hükûmeti ve TSK'yi sorumlu tuttuğumuzu belirtmek istiyoruz.

Adaletin, barışın, eşitliğin, özgürlüğün yeşermediği yerde, iç güvenlik, terörle mücadele, sınır yönetimi adı verilen faşizan uygulamalar yasallaşırken kanunun dışına itilen halkların, hayvanların, ormanın, en masum ve savunmasızların kanının durmayacağını bir kez daha hatırlatıyoruz.

İnsan-hayvan demeden yaşama karşı suç işleyen, halklar arasında nefreti körükleyen devlet politikalarına, katliamlara karşı hak ve özgürlüklere duyarlı tüm kesimleri dayanışmayı büyütmeye; katliamları, sınırları değil, tür, ırk, cinsiyet, cinsel yönelim ayrımı yapmadan yaşamı savunmaya çağırıyoruz.

Adalet yoksa barış da yok!
Hayvana, insana, yeryüzüne özgürlük!



VİCDANÎ RET AÇIKLAMALARI:

Burak Özgüner'in Vicdanî Ret Açıklaması
3 Temmuz 2015, Şiddetsizlik Eğitim ve Araştırma Merkezi

Uzun yıllardır, hayvanları da doğayı da insanları da öğüten, öğütmekte hiçbir sakınca görmeden, adaletsizliği birer karakteristik haline getirmiş olan "malûm" sistemin ve uygarlığın modern bir ürünü olan devletin, ordunun askeri olmayacağımı açıklamak istiyordum. "Kısmet" ne yazık ki bugüneymiş: Her devlette olduğu gibi, sınırları kanla ve katliamla çizilmiş olan bu ülkede, hayvanlar için 20 yıldır mücadele veren bir insan olarak vicdanî reddimi açıklıyorum. Şırnak, Roboskî'de bitmek bilmeyen katır katliamının son furyası olan 30 Haziran'daki gözü dönmüş Türk Silahlı Kuvvetleri'nin saldırısından sonra, her devlet ve ordu gibi katil olan Türkiye Cumhuriyeti'nin ve onun katliam emirlerini uygulayan TSK'nin hiçbir şekilde parçası olmayacağım. Masum hayvanları kurşunlayan, dağlarda, ormanlarda gezen yaban hayvanlarının tepesine bomba yağdıran tüm ordulara lanet okuyorum!

Militarist bir ülke olan; okulundan ailesine, iş hayatından toplumdaki gündelik yaşantısına kadar tektipleştirilmek istenen Türkiye'de ve hiçbir ülkede, hiçbir kademede emir-komuta zincirine dahil olup üniforma giymeyeceğim ve elime silah almayacağım. Çünkü biliyorum ki üniforma giydiğimde, bundan tam 1284 gün önce olduğu gibi, Roboskî'de 34 insanı ve 59 katırı katletmek için ya da sırf bir komutanı rahatsız ettiği için, kışlanın etrafındaki köpekleri öldürmek için emir alabilirim. Bizzat TSK tarafından yıllar boyunca bombalanan dağlarda, yakılan ormanlarda, hiçbir şeyden habersiz hayvanların katili olabilirim. Kışlada "şakalaşırken" arkadaş kurbanı olabilirim ya da ana akım medyada sık sık haberlerini duyduğumuz gibi, her an "eğitim zaiyatı" olabilirim. Sizler bir gazete haberinden "intihar ettiğimi" okuyabilirsiniz. Ya da en basitinden askerdeyken "kaybolmuş" olabilirim. "Kaybolmak" demişken kendisinden 23 günden beri haber alınamayan er Osman Karadeniz nerede?

Son 27 senede, devletin "güvenlik" gücü olarak tanımlanan birliklerce katledilen 489 çocuğun katlinden hiçbir rahatsızlık duymayan çocuk katillerinin, "hata" yapıp canlılara bomba yağdırdıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam edenlerin sırtını sıvazlayarak terfi ettiren eli silahlı, bombalı, geçmişinde asit kuyuları olan bir kurumun parçası olmak, emri altına girmek istemiyorum.

Canı olmayan camı kırmayı şiddet olarak tanımlarken, canı olanı kırmayı, imha etmeyi şiddet olarak tanımlamayan, kendine göre suç tanımları uydurup adaleti hiçbir şekilde sağlayamayacağı ortada olan yasaları çıkartıp insan-hayvan-doğa demeden, tüm yaşam üzerinde her türlü tahakkümü bizzat kuran ve güçlendiren, devletin ikiyüzlü adaletine de düzen sağlayıcılığına da inanmıyorum. Devletin düzen, otorite ve hatta Türkiye’de çoğu zaman “adalet” adına topluma yaptığı müdahaleleri tehlikeli buluyorum ve benim için tek düzenin anarşi olduğunu söylüyorum. Kendini ayakta tutmak, kendini güçlendiren endüstriyi korumak için her türlü zulmü her türlü canlıya reva gören devletin ölüm ve infaz kararlarını, kötücül yargı kararlarını uygulamak için her daim hazır bekleyen bir ordunun, ne içeride ne de dışarıda bir parçası olmak istiyorum.

Yasalar dahilinde, hayvanları, hayvanat bahçesine kapatıp insana seyirlik malzeme yapıp ölene kadar esaret altında tutmakta; deneylerde işkence ile sömürmekte ve katletmekte; ticarî kaygılarla okyanus ötesi mesafelerden avlayıp küçücük havuzlara tıkmakta; insanın kan görme arzusu ve zevki uğruna türlü hileler ile ve ihaleler açarak avlatmakta; bir "tecavüz" metodu ile sürekli üretip cehennemi andıran entegre çiftliklere kapatıp sömürdükten sonra mezbahalarda gırtlaklattırmakta ve hayvanların, işkence ile öğretilen doğal olmayan hareketlerini eğlence diye pazarlatmakta; dirisinden ölüsüne kadar her şekilde paraya çevrilmesinde hiçbir sakınca görmeyen devletler, kirli işlerini ordularına yaptırıyor. Kapalı kapılar ardında başka devletlerle, şirketlerle gizli gizli yaptıkları kirli pazarlıklarını uygulatmak için silahlı kuvvetlerini, ordularını öne sürüyor.

Hâl böyleyken, sadece bana ait olan bedenimi ne Türk varlığına ne de başka bir ulusun varlığına armağan edeceğim. Artık gerçekten kokuşmuş bu düzenin karşısında, bir anarşist ve hayvan özgürlükçüsü olarak, tahakküm ilişkilerini ve şiddeti mümkün olduğunca kendimden uzak tutmaya çalışarak yaşadığım bu hayatı, kimseden emir almadan, hiçbir otoriteye itaat etmeden, kimseyi öldürmeden yaşamak istiyorum. İnsanı canından usandıran militarizm; tektipleştirme, itaati dayatan ordular, "millî savunma", "savaş", "terörle mücadele" gibi gerekçelerle dünyanın en büyük ve kanlı endüstrisi olan silah endüstrisini beslemekte. Bu endüstri ürettiği silahlarla, yok etme projeleriyle ve uyguladığı deneylerle milyonlarca canlının yaşamına kastetmektedir. Silah endüstrisi için yapılan laboratuvar deneylerinde ise kaç milyon hayvanın can verdiği bilinmiyor bile; çünkü "millî güvenlik", "devlet sırrı" kelimelerini ağzımıza bile alamıyoruz. Silah endüstrisinin kardeşi olan, devletin mevzuatıyla onaylanan ve devlete kaynak sağlayan avcılığın sebep olduğu sonsuz bucaksız soykırımdan ise bahsetmeyeceğim...

Mevzunun özeti; çocukluğumuzdan bu yana kutsal, dokunulmaz, eleştirilemez ve koşulsuz biat edilmesi gereken bir varlıkmış gibi öğretilen ama büyüdükçe hiç de öyle olmadığını gördüğümüz devlete de ordusuna da verecek ne canım ne de zamanım var. Kısacası, devlete diyeceğim odur ki: Zorlamayın, dayatmayın! Çünkü zorla, insan ikna edilmez! Düşün insanların da hayvanların da doğanın da yakasından... Bir "savaş" vereceksem o da hayvanları ve doğayı daha çok özgürlüğe, kurtuluşa yaklaştırmak için olabilir, bu mücadelede yaşama düşman olan devlet de ordu da benim tarafımda yer almıyor. Dolayısıyla benim, o ya da bu şekilde, bahsettiğim kurumsal otoritelerin bir parçası olmam da mümkün değil.

Belki sayımız çok değil, devlet ya da benzeri organizasyonlar kadar -ki hiç istemem, korkarım bundan- örgütlü değiliz, imkânımız yok belki ama hayvanlar, insanlar ve doğa için yani istisnasız herkes için topyekûn özgürlük isteyenler olarak, "bulunduğumuz yerden dünyayı değiştirmeye devam edeceğiz", reddedişimiz, neşemiz, öfkemiz ile…

Bu naçizane reddiye ile, 2012'de kaybettiğimiz Türkiye'nin ilk vicdanî retçisi, anarşist yoldaşım ve arkadaşım Tayfun Gönül'ü, geçen sene kaybettiğimiz anarşist yoldaşım, dostum Kerem Kamil Koç'u, Batman'ın Gümüşgörü Jandarma Karakolu'nda askerliğini yaparken nefret cinayetine kurban giden Sevag Balıkçı'yı, kışla cinayetine kurban giden ve başta TSK'nin ve tüm orduların canını aldığı bütün hayvanları, ağaçları ve insanları anıyor, dünyanın dört bir tarafında hayvanların ve doğanın kurtuluşu için yüreği çarpan, tutsak edilen tüm yoldaşlarıma selam gönderiyorum.


Son olarak bir klasik: Öldürmeyeceğim, ölmeyeceğim, kimsenin askeri olmayacağım!

Barış B. Atal'ın Vicdanî Ret Açıklaması
3 Temmuz 2015, Şiddetsizlik Eğitim ve Araştırma Merkezi

Balta, bıçak, mızrak, yay, kılıç, gürz, topuz, mancınık, tabanca, tüfek, top, obüs, havan, torpido, el bombası, mayın, roket, makineli, tank, taarruz gemisi, savaş uçağı, güdümlü mermiler, lav makinesi, gaz odaları, asit kuyuları, kan zehirleyiciler, boğucu gazlar, yakıcı gazlar, sinir gazı, füze, atom bombası, hidrojen bombası, nükleer başlıklı denizaltı, insansız avcı hava aracı, yapay virüsler, kitle imha salgınları, lazer atıcılar. Geçmişten günümüze kullanılan yıkım araçları. Devletlerin, canlıları, dünyayı yok etme konusunda birbiriyle sidik yarıştırırcasına kibirlendikleri, yetmezmiş gibi medeniyetin gelişimi olarak lanse edilen silahlar. Ne bu tür bir uygarlığı kabul ediyorum ne de bu uygarlığın sağladığı hukuğun adaletine ve geçerliliğine inanabiliyorum. Bana dayatılan militarist tahakkümü vicdanen reddediyorum.

Neşe D. Akbaş'ın Vicdanî Ret Açıklaması
3 Temmuz 2015, Şiddetsizlik Eğitim ve Araştırma Merkezi

Bizler hayvan özgürlükçüleri olarak işi, amacı ya da eylemi masum canlıları katletmek olan her tür kurum, kişi ya da oluşumun yanında, yakınında ya da arkasında hiçbir zaman olamayacağımızı söylüyoruz. Yaşamın, kendi türümüzün ürettiği ideolojik ve siyasî söylemlerin üstünde olduğunu, onun bir tarafı olamayacağını ve ona yöneltilen her zorbalığın bedelini kolektif olarak ödeyeceğimizi unutmadan ve bir zorunluluk olarak tür, ırk, cinsiyet gözetmeden her türlü hak mücadelesine bütünsel bakılması gerektiğini savunuyoruz.

Hayvanların ve doğanın her tür tahakküm, şiddet ve sömürünün en korkuncuna maruz bırakılmasını meşrulastıran başta insan merkezci ve türcü soylemler olmak üzere ırkçı, cinsiyetçi ve her tür ayrımcı söylemin uygulayıcı kurumları ve zihniyetiyle hiçbir zaman uzlaşamayacağımızı ve dolayısıyla devletlerin yaşama düşman, şiddeti besleyen militarist dayatmaları karşısında vicdanî reddimi açıkladığımı bildiriyorum.