30 Ocak 2011 Pazar

Hasdal Hayvan Barınağı kan kokuyor!



Sokakta kalan, sahipsiz, hasta, sakat hayvanları rehabilite etmek amacıyla kurulan Hasdal Hayvan Barınağı'nda yaşanan vahşet, gönüllü çalışanların ifadeleriyle gün ışığına çıktı.

Çalışanların ifadelerine göre barınakta rehabilitasyon görmeleri için tutulan hayvanlara işkence ediliyor, gerekli veteriner bakımı yapılmıyor ve hasta hayvanlar kafeslerde günlerce can çekişerek can veriyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından oluşturulan Hasdal Hayvan Barınağı'nda çalıştığı 11 ay boyunca şahit olduklarını anlatan Kebire Bozkurt, barınağın tam bir kısırlaştırma ve işkence merkezi olarak çalıştığını söylüyor. Merkeze getirilen bütün hayvanlara ön muayene yapılmaksızın, yaşlı-genç ayrımı yapılmadan kısırlaştırma ameliyatı yapıldığını belirten Bozkurt, ağır hasta olan hayvanların da kendi kaderlerine terk edildiğini ifade ediyor.

Bozkurt, yaşanan vahşeti şu sözlerle anlatıyor: “Hem hafta içi 15’ten sonra hem de hafta sonları veteriner olmadığı için hayvanlar günlerce kafeslerde can çekişiyorlar. Hafta sonu gönüllüleri bile içeri almadıkları için hayvanlara ne eziyetler çektirildiğini bilmiyoruz. Ancak işyerine geldiğimizde her yerde kan izleri olduğunu görüyoruz. Kafes dışındaki hayvanlara ise su verilmesi bile yasak. Rehabilite edilmek üzere gelen ve süresiz kalması gereken hayvanlar sadece on gün tutuluyor. Bir belediyenin getirdiğini bir başka belediyenin görevlileri salıyor ve nereye saldıkları da belli olmuyor.”

KAFESİNDE ÖLÜME TERK EDİLEN KÖPEK

Barınakta 1,5 ay çalışmış olan Esra Yıldız ise, Hasdal’la daha ilk tanıştığı günü karşılaştığı vahşeti ise şöyle anlattı: “23 Nisan 2010 günüydü. Gönüllü olarak çalışmaya geldiğim için içeri girmek istedim. Ancak kapıdaki güvenlik önce beni sokmadı. Uzun bir tartışmanın ardından içeri girebildiğimde ise, yoğun bir kan kokusuyla karşılaştım. Hayvanların çoğu zeminde yatıyordu. Hiçbiri iyi durumda değildi ama, içlerinde bir köpek vardı ki, o tam içler acısıydı. Sürekli inildeyerek ağlıyordu. Kafesin içinde ayakta duruyordu, kanlı ishal durumundaydı ve makatından sürekli gelen kanlı dışkılar bütün kafesi kaplamıştı. Ancak hiç kimse onu umursamıyordu. ‘Bu hayvanın hali ne? Veteriner yok mu?’ diye bağırdım. Bana veterinerin gelmediğini, o yüzden yapılacak bir şey olmadığını söylediler. Bunun ağır bir hastalık olduğunu, bu hayvanın en geç 3 gün içinde öleceğini belirterek, kimliğimi bırakıp onu bir veterinere götürmek istedim. Ancak izin vermediler. Daha sonra yoğun baskılarımız üzerine hastaneye götürülen köpeğin ‘gençlik hastalığı’ndan öldüğünü öğrendim.



HAMİLE KÖPEKLERİ BİLE KISIRLAŞTIRIYORLAR

O günden sonra bir şeyleri düzeltmek adına orada çalışmaya karar verdiğini belirten Yıldız, “Veteriner geliyor, hiçbir hijyen koşulunun dikkate alınmadığı ameliyatlar yapılıyor. Ameliyattan sonra hayvanların bir kısmı kanlar içinde yerlerde bırakılırken, bir kısmı da hemen ameliyat sonrasında Çatalca, Silivri gibi ormanlık alanlarda kaderlerine terk ediliyorlar. Öyle ki birçok hamile köpeği bile bu durumlarını dikkate almadan kısırlaştırdılar. Ameliyattan sonra baygın yatan hayvanları elleriyle taşımak yerine, ayaklarıyla yerlerde itekleyerek götürüyorlar. Barınakta maaşlı 50 personel çalışıyor, ancak hayvanlara bakmak bir yana, hayvanlar can çekişirken dışarıda sigaralarını yakıp cep telefonlarıyla konuşuyor, şakalaşıyorlar. Birkaç gönüllü arkadaşla birlikte kendilerini defalarca uyarmamıza ve veterinerle de konuşmamıza rağmen, hiçbir şey değişmedi. Doğru dürüst yemek bile vermiyorlar. Stokta çok sayıda mama paketi varken ve yeterli olanaklar da bulunurken, o zavallı hayvanlara reva görülen bu muamele nasıl açıklanabilir?” diye konuştu.

ÖLÜ HAYVANLAR YERLERDE SÜRÜNÜYOR

Hayvansever gönüllü Gizem Yalçınkaya ise birçok kez barınağa gidip içeriye girmeye çalıştıklarını ancak her defasında engellendiklerini belirtti. Bir defasında ölü hayvanların barınağın önüne öylece atıldığına şahit olduğunu ve bu manzara karşısında gözyaşlarını tutamadığını ifade eden Yalçınkaya şöyle konuştu: “Mamalar getirdik, almadılar; zeminde yatmamaları için battaniyeler getirdik, onları aldılar ama orada çalışan gönüllülerden öğrendik ki bunlar hiçbir zaman oradaki hayvanlar için kullanılmamış. Ülkemizde insanın yaşam hakkına da saygı olmadığını çok iyi biliyoruz. Ama kendine insan diyen herkesin bu vahşete de duyarsız kalmamasını, sesini yükseltmesini diliyoruz.”

ZEYNEP KURAY

Kaynak: RedHaber








Hopa'da Satılık Suyumuz YOK!

HES belası Hopa’ya da ulaştı, Hopa’nın içme suyu kaynağı olan Balıklı (Zendit) ve Güneşli (Dzarğina) köyleri arasındaki Güneşli deresi (şelale deresi) üzerine ERVA Enerji şirketi tarafından HES kurulmak istenmektedir.

Bizler İstanbul'da ve büyük şehirlerde yaşayan Hopa'lılar olarak sularımızı ticari meta haline getirecek, doğamızı ve yaşamımızı yok edecek olan HES'lere karşı bir araya geldik.

Hopa'da sürdürülen HES karşıtı mücadeleye destek olmak, Hopa'nın sesini İstanbul'da yankılandırmak için;

5 Şubat Cumartesi günü, saat 13.00'da Taksim Tramvay Durağı (Taksim meydan) önünde buluşuyoruz.

ERVA şirketini ve işbirlikçilerini deşifre edecek ve İstanbul'da Hopa'lıların HES'lere karşı ilk yürüyüşünü gerçekleştireceğiz.

Tulumlarla, horonlarla, Hemşincemiz ve Lazcamızla; kısacası kültürümüz ve bizleri biz yapan değerlerimizle HES'lere karşı yürüyoruz.

Hopalılar'a ve yaşama sahip çıkan bütün dostlara çağrımızıdır.

Hopa Dereleri Koruma Platformu - İstanbul

HOPA'DA SATILIK DEREMİZ, SUYUMUZ YOK !
HOPA'da HES'lere Geçit YOK !

5 ŞUBAT 2011 CUMARTESİ
SAAT: 13:00
Taksim Tramvay Durağı (Meydan)
BEYOĞLU/İSTANBUL

29 Ocak 2011 Cumartesi

BEYOĞLU AĞIR CEZADA DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK!



2007 yılında karakolda öldürülen Festus Okey, Türkiye Cumhuriyeti hukuk sistemi tarafından bir kez daha tanınmadı.

Beyoğlu 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 27 Ocak 2011 günü gerçekleşen on ikinci duruşmada Festus'un kimliği resmi olarak ispatlanamadığı için davanın esasına yine geçilemedi.
Göçmen Dayanışma Ağı'nın çağrısına icabet eden 35 kişi davaya müdahil olmak için mahkemeye dilekçe sundu.

Mahkeme heyeti oy birliğiyle müdahale talebini reddettiği gibi, müdahale talebinde bulunanlar hakkında "dilekçe vermek suretiyle mahkemeye hakaret ettikleri ve mahkeme heyetini etkilemeye yönelik sözlü ve yazılı beyanları" gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu.

Bir önceki duruşmada da dokuz arkadaşımız müdahale dilekçesi vermiş ve onların talebi de reddedilerek haklarında suç duyurusunda bulunulmuştu.

Katilin adliye koridorlarında polislerce korunduğu, Festus'u savunmak için orada bulunan savcının müdahillik taleplerini reddetmek dışında bizlere tek bir söz bahşetmediği, mahkeme heyetinin ilgisiz bakışları altında sürüp giden bu hukuk parodisine itirazımız var.

İtirazımızı daha gür sesle haykırmak için 26 Nisan 2011'de bir kez daha orada olacağız.

Unutmadık, Affetmiyoruz!

Göçmen Dayanışma Ağı
www.gocmendayanisma.org

BASIN AÇIKLAMASI – 27.01.2011


BU GÖSTERİ DEVAM ETMEMELİ

Adaletin oluşmasında en büyük engeli hukuk sisteminin oluşturduğu bu ülkede, kronikleşmiş davalardan biri haline geldi Festus Okey cinayeti… 20 Ağustos 2007 tarihinde Beyoğlu Emniyet’inde gözaltına alınan Festus Okey, polis silahından çıkan kurşunla öldürüldü. Emniyete saat 17:47’de girip, 18:07’de yaralı olarak çıktığına dair kamera görüntüleri olaydan sonra silindi. Belgelere göre polisin, olayı üç saat boyunca savcılıktan sakladığı da anlaşılıyor. Festus Okey’in vurulduğu sırada giydiği gömlek de delillerin arasında bulunmuyor.

Festus Okey’in yaşadıkları, Avrupa dahil dünyanın her yerinde göçmenlerin karşılaştığı ayrımcılık, şiddet ve haksızlığın bariz göstergesidir. Benzer suçların çokça yaşandığı Türkiye’de, Afrikalı bir sığınmacının polis tarafından öldürülmesi davasını özellikli kılan, sadece unutturmak ve zamanaşımına uğratmak üzere kurgulanmış olan yapısı. Davanın yerinde saymasının bahanesi, öldürülen kişinin kimliğinin bir türlü saptanamadığı iddiasıdır. Davaya ne Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin, ne de gönüllü avukatların müdahil olmasına izin veriliyor. Adalet mekanizması adeta, “eğer resmi bir kimliği yoksa o insan yoktur; ve olmayan bir insanı öldürmek de cinayet sayılmaz” diyor.

Festus Okey’in katil zanlısı, 3,5 yıldır görevini belindeki silahıyla sürdüren bir polis. Mahkeme ise bunca zamandır Festus’un kimlik bilgilerini beklemek dışında hiçbir şey yapmadı. Öldürüldüğü karakoldaki kamera kayıtlarının silinmiş olması ve davanın gidişatını yakından ilgilendiren delillerin soruşturulmaması mahkemeyi ilgilendirmiyor. Festus’un adına adalet aramak için davaya müdahale başvuruları reddediliyor ve mahkeme bu kişileri sindirmek için haklarında suç duyurusunda bulunuyor:

Son olarak 4 Kasım 2010 tarihinde yapılan duruşmada mahkeme, bireysel olarak müdahillik dilekçesi vermiş 9 Göçmen Dayanışma Ağı katılımcısının taleplerini reddetti; üstüne üstlük bu kişiler hakkında ve ayrıca bir televizyon kanalında dava hakkında açıklama yapan avukat Giray Dağ hakkında da suç duyurusunda bulundu.

Göçmenlere karşı olan bu ayrımcı tutumlar sokakta, dükkanda, karakolda her gün her yerde, tekrar tekrar yaşanmaktadır. Üstelik bazı olaylarda bu ayrımcılığın boyutları gözü dönmüş bir şiddet boyutuna varabilmektedir. İkinci bir Festus Okey olayının yaşanması an meselesidir. Bu bakımdan, çabamız sadece Festus için adalet istemekle sınırlı değildir.

Adaletsizliğin daha kaç perde sahneleneceği belli olmayan bu tuhaf gösteriye tüm varlığımızla karşı çıkıyoruz. Bu cinayet ve dava, ayrımcılığın en net tecelli etmiş halidir. Bu hukuk sistemi adaleti hiçe sayarken, kendileri için insan değeri taşımayan bir kişinin öldürülmesinde davanın takip edilmesinden bile rahatsızlık duymaktadır.

Bu kan ve zulüm gösterisinin bugünkü ayağında da burada tanığıyız. Mahkemeye yine müdahil olmak için dilekçe vereceğiz. Muhtemelen talebimiz yine reddedilecek ve hakkımızda suç duyurusunda bulunulacak. Bizler, katledilmesi hak görülen tüm diğerleri gibi Festus’un da yalnız olmadığını göstermek için buradayız. Festus, bizim kardeşimiz, unutmadık, unutturmayacağız! Bu nefret dolu, ürkütücü ayrımcılığa sessiz kalmamız mümkün değil! Bu davaya müdahiliz. Adalet istiyoruz; hemen şimdi!

Göçmen Dayanışma Ağı, Yeryüzüne Özgürlük Derneği, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İllet, Amargi, Lambda İstanbul, İmece Toplumun Şehircilik Hareketi, Çağdaş Hukukçular Derneği, İnsan Hakları Derneği, Kaos GL, Biz Erkek Değiliz İnisiyatifi, Ev İşçileri Dayanışma Sendikası Girişimi, Ezilenlerin Sosyalist Partisi, Sosyalist Feminist Kolektif'ten Kadınlar.

Yunus işkencehanelerinin kapatılması için Avrupalı desteği

Uluslararası hayvansever örgütleri, Türkiye'deki 11 yunus gösteri merkezinin kapatılması için nisanda 'protesto gezisine' geliyor.



Avrupalı hayvanseverler, yunusları kurtarmak için Türkiye’deki 11 gösteri merkezinin kapısına dayanmaya hazırlanıyor. 



Merkezi İngiltere’de bulunan Hayvan Koruma Aktivistleri (Pro Wal) ile Almanya’dan faaliyetlerini sürdüren Balina ve Yunus Koruma Forumu (WDSF) Türkiye’deki yunus parklarının kapatılması için ortak çalışma başlattı. Pro Wal ve WDSF yetkilileri, Türkiye, İngiltere ve Almanya’daki tur operatörleriyle temasa geçerek, yunus terapisi ve gösterisi yapılan su parklarına tur satılmaması çağrısında bulundu. Örgütler ayrıca bir açıklama yayımlayarak bu parkların bulunduğu Alanya, Belek, Antalya, Kemer, Kaş, Marmaris, Bodrum ve Kuşadası’nı kapsayan bir protesto gezisi düzenlediklerini duyurdu.



Pro Wal ve WDSF’nin yanı sıra aralarında Türkiye Hayvan Hakları Federasyonu ve Türk Alman Hayvanları Koruma Birliği’nin de bulunduğu çok sayıda kurumun desteklediği gezi 3-10 Nisan’da yapılacak. Pro Wal Başkanı Andreas Morlok ve WDSF Genel Başkanı Jürgen Ortmüller’in açıklamasında, “Türkiye’de yunuslar çok kötü koşullar altında, küçük beton havuzlarda tutulmaktadır. Bazı parklarda faydası olmayan yunus terapileri veya yunuslarla yüzme etkinlikleri fahiş fiyatlarla sunulmaktadır. Türkiye’de eylem yapılacak, devlet adamlarıyla görüşülecek” denildi.

28 Ocak 2011 Cuma

Danıştay Doğa Katliamlarına "Dur" Dedi

Çevre Mühendisleri Odası ve EGEÇEP’in açtığı davada Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu “ÇED muafiyetine dur” dedi.

Karar sonucuna göre, İstanbul Boğazı 3. Köprü, Gebze-Orhangazi-İzmir Otobanı, Sinop ve Akkuyu Nükleer Santralleri, Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu Barajı Projesi ve Allianoi’yi sular altında bırakacak Yortanlı Barajı Projeleri için ÇED zorunlu tutularak, projeler durdurulacak.

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası’nın (ÇMO), Allianoi ve Hasankeyf’i sular altında bırakarak doğa katliamlarına neden olan projeleri önleyecek davası olumlu sonuçlandı. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, “ÇED muafiyetine dur” dedi.


ÇMO Yönetim Kurulu Başkanı Murat Taşdemir, dün Maden Mühendisleri Odası lokalinde düzenlediği basın toplantısında, HES, baraj ve Nükleer Santral projeleri ile zarar görecek doğal alanlar için artık ÇED’in zorunlu tutulacağını belirtti. Taşdemir, Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği’nin “Kapsam dışı projeler” başlıklı geçici 3. maddesinin yürütmesine ÇMO’nun itirazı üzerine Danıştay’ın “dur” dediğini söyledi. Karar ile birlikte “Bu proje 1993’ten önce aklıma gelmişti, yatırım programına alınmıştı” gibi gerekçelerle ekolojik yıkım getiren projelerin artık yapılamayacağını belirten Taşdemir, Türkiye’de çevresel etkiler yönünden pervasızca geçen bir dönemin sona erdiğini dile getirdi.



Taşdemir, Torba Yasa süreci ile birlikte ÇED’den muaf tutulan alanlar için artık ÇED sürecinin başladığına dikkat çekti.


“Sen, 1453 hektar ormanı yok edeceksin, 2.5 milyon ağacı keseceksin, 680 hektar doğal sit alanını tamamen haritadan sileceksin, 931 hektar tarım arazisini ortadan kaldıracaksın, sonra da ‘bu köprü benim aklıma 1993’te gelmişti’ diyeceksin Böyle bir anlayış olabilir mi?” diyen Taşdemir, AKP Hükümeti’nin doğanın değil rantın iktidarı olduğunu ille de katliam ille de rant bakışını politika haline getirdiğini ifade etti.


3. Köprü, Gebze-Orhangazi-İzmir Otobanı, Sinop ve Akkuyu Nükleer Santralleri, Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu Barajı Projesi ve Allionoi’yi sular altında bırakacak Yortanlı Barajı Projeleri’nin derhal durdurulmasını isteyen Taşdemir, kararı uygulamayan kamu görevlilerine kişisel tazminat ve cezai sorumlulukları ile ilgili takibe başlayacakları uyarısında bulundu.


Danıştay kararı ile ilgili EGEÇEP adına davayı açan Av. Arif Ali Cangı da yazılı bir açıklama yaptı. Cangı, “Bu düzenleme ile ÇED yönetmeliğinden önce projelendirilmiş faaliyetlerin, ne kadar kirletirse kirletsin dokunulmazlıkları olacaktı, düzenlemenin gerekçesinde “kazanılmış hak” kavramına dayanılmaktaydı, ÇED yönetmeliğinin koruması gereken değer çevre sağlığı ve canlı yaşamı olduğundan, kamusal bir değer karşısında kişisel kazanılmış hakkın korunması kamu hukukunun temel ilkelerine açıkça aykırılık oluşturmaktaydı” dedi. Cangı, maddenin yürütülmesinin durdurulması üzerine, bundan böyle 7 Şubat 1993 tarihinden önce projelendirilmiş olsa da üretime ya da inşaata başlanmadan önce mutlaka ÇED sürecinin işletileceğini söyledi. 



Kaynak: Evrensel

25 Ocak 2011’den itibaren açlık grevinde olacak 300 göçmen işçinin çağrısı



Yunanistan'da 300 kadar sığınmacı açlık grevine başlamış. Şu an hepsi Hukuk Üniversitesi'ndeymiş.

200 kadar sığınmacı da Crete adasından Atinaya geçiş yapmış.

Pire limanında göçmenlerin varış fotoğrafları
http://hungerstrike300.blogspot.com/

http://allilmap.wordpress.com/

http://allilmap.wordpress.com/2011/01/20/25-ocak-2011%E2%80%99den-itibaren-aclik-grevinde-olacak-300-gocmen-iscinin-cagrisi/

25 Ocak 2011’den itibaren açlık grevinde olacak 300 göçmen işçinin çağrısı

Biz tüm Yunanistan’daki kadın ve erkek mültecileriz. Buraya sefaletten, işsizlikten, savaşlardan ve diktatörlüklerden kaçmak için geldik. Çokuluslu şirketler ve onların siyasi uşakları, bize, hayatımızı tekrar ve tekrar tehlikeye atarak Avrupa’nın kapısına yaptığımız yolculuklardan başka bir seçenek bırakmadılar. Bizim ülkelerimizi sömürüp, bizimkilerden çok daha iyi yaşam koşullarından faydalanan Batı, onurlu bir yaşam sürmemiz ve insanca yaşayabilmemiz için tek şansımız. Düzenli ya da düzensiz olarak girmiş olsak da biz Yunanistan’a geldik ve kendimizi, ailelerimizi desteklemeye çalışıyoruz. Yasadışılığın kör karanlığında onurumuz olmadan yaşıyoruz. İşverenler ve devlet organları bizim işgücümüzün insafsızca sömürülmesinden faydalanıyor. Alnımızın teriyle ve bir gün Yunan işçi yoldaşlarımızla aynı haklara sahip olma hayaliyle çalışıyoruz.

Son zamanlarda hayatımız çok daha katlanılamaz oldu. Maaşlar düştükçe ve fiyatlar arttıkça göçmenler, bu sefaletin ve Yunan işçilerle küçük işletmelerin insafsız sömürüsünün sorumlusu olmakla suçlandı. Aşırı sağ söylem medya aracılığıyla, bizim hakkımızda konuştukları zaman yeniden üretildi. Faşist ve ırkçı partilerle grupların propagandaları, göç konusunda devletin resmi dili haline geldi; bu sırada da onların “kanun teklifleri” devlet politikası oldu: Meriç’teki duvar, yüzen alıkonma merkezleri, Ege’deki Avrupa ordusu, kentlerdeki bastırma, toptan sınırdışılar… Yunan işçiler aniden bizim onlara bir tehdit oluşturduğumuza inandılar, kendi hükümetlerinin eşi benzeri görülmemiş saldırısından bizi sorumlu tuttular.

Bu yalanlara ve zulme yanıt şimdi verilmelidir ve bu yanıt, biz kadın ve erkek göçmenlerden gelecektir. Kendi hayatlarımızı, bu adaletsizliği durdurma pahasına riske atacağız. Tüm kadın ve erkek göçmenlerin yasallaştırılmasını istiyoruz; Yunan işçilerle aynı politik, sosyal hak ve yükümlülükleri talep ediyoruz. Yunan işçi yoldaşlarımızdan, sömürüye maruz kalan herkesten bizimle beraber olmalarını istiyoruz. Mücadelemizi destekleyin! Yalanların, adaletsizliğin, faşizmin, siyasi ve ekonomik elitlerin despotizminin devam etmesine izin vermeyin. Bu koşullar, insanlık onuruyla yaşamak adına, bizi ülkemizden çocuklarımızla birlikte kaçmaya zorlayan koşulların aynısıdır.

Sesimizi duyurmak için, haklarımızla ilgili duyarlılığı arttırmak için başka bir seçeneğimiz yok. Aramızdan 300 kişi Atina ve Selanik’te 25 Ocak 2011 günü açlık grevine başlayacak. Hayatlarımızı riske atıyoruz; çünkü her iki şekilde de yaşam koşullarımızda saygınlık yok. Bizim yaşadığımız acıları çocuklarımızın da yaşamasına izin vermektense, burada ölmeyi yeğliyoruz.

Ocak 2011

Göçmen Açlık Grevcileri Cemiyeti

Kaynak: Anarşi Kolektifi Ankara

GDO, Türkiyeli Tüketicinin Hayatına Giriyor

Biyogüvenlik Kurulu, ilk kez genetiği değiştirilmiş organizma (GDO) içeren üç soya fasulyesi çeşidinin hayvan yemlerinde kullanılmasına izin verdi.

Biyogüvenlik Kurulu'nun, Türkiye Yem Sanayicileri Birliğinin (TÜRKİYEM-BİR) başvurusu üzerine GDO içeren 3 soya fasulyesi çeşidinin hayvan yemlerinde kullanılmasına izin vermesine ilişkin kararları, Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlandı.

Buna göre, “A2704-12 soya fasulyesinin taşıdığı herbisit tolerans geni”, “MON40-3-2 soya fasulyesinin taşıdığı herbisit tolerans geni” ve “MON89788 soya fasulyesinin taşıdığı Herbisit Tolerans geni” içeren soya fasulyesi ve ürünleri, hayvan yemlerinde yem ya da yem hammaddesi olarak belirtilen hususlara uyulması şartıyla kullanılabilecek.

Söz konusu genler, soya fasulyesinin yabani otlara dayanılıklığını sağlıyor. Risk değerlendirme sonuçlarına göre risk oluşturmayacağı belirlenen başvurular için Biyogüvenlik Kurulunun verdiği karar, 10 yıl geçerli oluyor.

Biyogüvenlik Kurulu, TÜRKİYEM-BİR'in başvurusu hakkında basitleştirilmiş işlem kapsamında Bilimsel Risk Değerlendirme Komitesi ve Sosyo Ekonomik Değerlendirme Komitesi tarafından hazırlanan raporları değerlendirdi. Kurul tarafından gerek görülmesi halinde, izleme raporlarına dayanarak komitelere bilimsel değerlendirme yaptırılması, bu değerlendirmelerin Kurul tarafından uygun bulunması halinde izin devam edecek.

Herhangi bir risk tespiti halinde izin iptal edilecek. Biyogüvenlik Kanunu'nda belirtilen 10 yıllık süre içerisinde herhangi bir olumsuzluğun tespit edilmesi halinde, Kurul, izleme raporlarına dayanarak kararın kısmen veya tamamen iptali ile yasaklama, toplatma, imha ve benzeri yaptırımlara ilişkin kararlar alabilecek.

Karar uyarınca, izin verilen genleri taşıyan soya fasulyesi ve ürünlerinin ithalatı için başvurularda, soyanın taşımış olduğu gen ile ilgili Türkiye'deki ya da ithal edildiği ülkedeki akredite bir laboratuardan alınan Analiz Raporu eşliğinde uygun olanların gümrük ve ithalat işlemleri gerçekleştirilecek. Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik ile düzenlenen ithalat, ihracat ve transit kurallarına uyulacak.

İTHALAT İZNİNİ BAKANLIK VERECEK

Biyogüvenlik Kurulu Başkanı, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Yardımcı, konu ile ilgili olarak AA muhabirine yaptığı açıklamada, kurulun kararına istinaden, söz konusu GDO'lu soya fasulyesi ve ürünlerinin ithalatına izin verme yetkisinin Tarım ve Köyişleri Bakanlığında olduğunu, son kararı bakanlığın vereceğini söyledi.

Soya fasulyesi ve ürünlerinin özellikle kanatlı yemlerinde kullanıldığını, kanatlıların ihtiyaç duyduğu proteinin yüzde 40'ının soyadan karşılandığını ve AB, ABD dahil bütün ülkelerde durumun aynı olduğunu anlatan Yardımcı, şunları söyledi:

“Soyanın alternatifi yok. Türkiye'de de üretimi yetersiz. Bakanlık yıllardır soya üretiminin artırılması için destek veriyor. Ancak, soya ile mısır aynı arazide, aynı iklim şartlarında üretilebilmesine karşın mısırın daha uzun süre ve daha kolay depolanması mümkün olduğu için çiftçiler mısırı tercih ediyor.

Soya alımı konusunda görevli bir kuruluş yok. Bu nedenlerle Türkiye'de, yılda sadece bir gemi ile ithal edilen miktar kadar, 30-30 bin ton soya üretilirken, yılda 1,6 milyon ton soya ve ürünleri ithal ediliyor. Üretimin artırılması, desteklere karşın şimdiye kadar fazla mümkün olmadı.”

Avrupa Gıda Güvenliği Kurumunun (EFSA), hayvan yemi olarak kullanılan GDO'lu ürünlerden hayvanların etine, sütüne, yumurtasına GDO geçmediğine dair 2007 yılında alınmış bir kararı olduğunu hatırlatan Hakan Yardımcı, 2009'da çıkarılan ve daha sonra iptal edilen yönetmelik kapsamında komite tarafından kullanım izni verilen ve AB'de de kullanım izni bulunan 28 GDO'ya ilişkin de Biyogüvenlik Kurulunda başvuru bulunduğunu kaydetti.

Kaynak: Radikal

25 Ocak 2011 Salı

Dilovası'nda Kanserden Ölümler Arttı

Anne sütünde ağır metallere rastlanan Dilovası’nda yaşam riski çok yüksek’’ diye açıklama yapan Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, AKP’nin hedefine oturdu.

Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, ekibinin 3 yıldır Dilovası’nda yürüttüğü alan çalışması verilerine dayalı olarak yaptığı açıklama yüzünden, AKP’lilerin boy hedefi haline geldi. Milletvekili Eyüp Ayar’dan sonra, şimdi de Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, bilimsel olmayan, tamamen siyasi bir dille Hamzaoğlu’na saldırıyor.

Hamzaoğlu neyi açıklamıştı?

Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, annelerin sütünün yanı sıra bebeklerin kakasında da, vücutta doğal olarak bulunmaması gereken ağır metaller tespit ettiklerini söyleyip, şu ifadeleri kullanmıştı: "Her ay bölgede hava ölçümleri yaparak metal oranlarını tespit ettik. Dilovası bölgesindeki kanserden ölümlerin hem Türkiye’de, hem de dünyaya oranla daha fazla sıklıkta olduğunu gördük. Hava kirliliği ile ilgisini araştırdık. Kandıra ve Dilovası’nda her ay hava ölçümleri yaparak ağır metal analizlerini gerçekleştirdik. Araştırmaya katılmayı kabul eden hamile kadınların hamileliklerini araştırdık. Doğumdan sonra da annenin sütünden ve bebeğin kakasından ilk örnekleri aldık. Sonuç beklentilerimizi doğrular şekilde çıktı. Dilovası bölgesinde doğan bebeklerin kakalarında ağır metal çok yüksek. Annelerin de sütlerinde ağır metalin yüksek olduğunu izlemeye başladık. Dilovası’ndaki anne ve bebekler cehennemin kurbanları. Vücutlarında kadmiyum, alüminyum gibi metaller var. Bunlar insan vücudunda doğal olarak bulunan metaller değildir Araştırmalarımız devam ediyor. Çalışma sonlandığında bu verileri ayrıntılı olarak tespit edeceğiz."

Siyaseten sıkıştırma manevrası

Kocaeli Milletvekili Eyüp Ayar, bu açıklama sonrası, Hamzaoğlu’nu siyaseten sıkıştırma yolunu tercih ederek adım attı. Bunu yaparken de, şu ifadeleri kullandı: "Dilovası’ndaki kanser vakaları yüzde 12 oranında. Onur Hamzaoğlu’nun açıkladığı rakamlar gerçekleri yansıtmıyor. Sayın hocamızın bu tespitleri neye göre yaptığını bilmiyoruz. Kendisinden yaptığı çalışmaları ve verileri istedik. Cevabı (Çalışmalarım sürüyor) oldu. Yaptığı ve kamuoyu ile paylaştığı iddialar testlere ve somut belgelere dayanmıyor. 2005 yılındaki açıklamalarını yineliyor. (Dilovası’ndaki çocukların dışkılarında ve anne sütünde metal çıktı) sözü için (ver elindeki testleri bizle paylaş ona göre işlem yapalım) diyoruz, ama onu da yapmıyor. Kocaeli Üniversitesi’ne ve YÖK’e yazı yazdık. İddiaları ispatlayamazsa hakkında suç duyurusunda bulunacağız. Çevre ve Orman Bakanlığımız bu konuyla ilgili harekete geçti."

Çirkin üslupla saldırıyor

AKP’nin Gölcük teşkilatı için düzenlediği eğitimde konuşan Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu da, Dilovası raporunu hazırlayan Hamzaoğlu’na çirkin bir üslupla saldırıyor. Hamzaoğlu’nun "şarlatanlık yaptığını" söyleyecek kadar ileri giden başkan, şu ifadeleri kullanıyor: “Gölcük nasılsa Dilovası da öyledir. Dilovası 5 yıl öncesine oranla oldukça temiz. Anne sütünde zehir olduğunu iddia ediyor, kardeşim bununla ilgili belgen, delilin var mı? Bilimadamı dediğin belgelerle konuşur. Bilim adamı şov yapmayacak, şarlatanlık yapmayacak, rastgele konuşmayacak. Bilimsel davranmaya davet ediyorum.”

Kaynak: haberlink

24 Ocak 2011 Pazartesi

Allianoi'nin Birkaç Yüzyıl Daha Toprak Altında Kalmasında Sakınca Yok(muş)

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Allianoi için, "Bulan biziz, koruyan biziz, masrafları yapan biziz, hedef tahtası halinde olan da biziz" dedi.

İzmir’in Bergama İlçesi’nde bulunan dünyanın sağlam kalmış tek antik ılıcası olan Allianoi'nin üzeri kumla örtüldü, antik kent Yortanlı Barajı'nın suları altında kalacak. Karara tepki gösteren çevreciler daha önce Kültür Bakanı ile de bir araya geldiler ancak Bakan Günay, ''Su tutulmasın, Allianoi su altında kalmasın, burası baraj gölünün dışında kalsın, baraj olmasın gibi düşünceler bizim için söz konusu değil'' diyerek kapıları kapatmıştı. Bugün Çevre Bakanı Eroğlu'nun söyledikleri ise daha çok tartışma yaratacak gibi görünüyor.



Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Allianoi Antik Kenti'nin üzerinin örtülmesiyle ilgili olarak, “Bulan biziz, koruyan biziz, masrafları yapan biziz, hedef tahtası halinde olan da biziz. Bunu anlamakta fevkalade zorlanıyorum” dedi.



"BİR KAÇ YÜZYIL DAHA TOPRAK ALTINDA KALMASININ MAHSURU YOK"


Gazetecilerin konuyla ilgili sorularını yanıtlayan Eroğlu, Allianoi Antik Kenti'nin üzerinin örtülmesine ilişkin bir soru üzerine, Allianoi ile ilgili soru işareti bulunduğunu ifade ederek, bölgede Roma döneminden kalma bazı kalıntılar bulunduğunu söyledi. Bölgenin Paşa Ilıcası adıyla da anıldığını anımsatan Eroğlu, Yortanlı Barajı'nın kendilerinden önce planlandığını anlattı. Barajın inşaatı sırasında yapılan kazılarda “bir takım sütunlar” ortaya çıktığını aktaran Eroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: 



“Devlet Su İşleri, o dönem Kültür Bakanlığına müracaat ederek yapılması gerekeni sormuş, burada bir arkeolojik kazı yapılması ve bütün masraflarının da DSİ tarafından karşılanması kaydıyla gerekli müsaade verilmiş. Burada Peri Kızı adında bir heykel var, bir mozaik var, bir de sütun var. Bunlardan ibaret. Ben, DSİ Genel Müdürü olduğumda baraj yıllardan beri bekliyordu. Ben bizzat yerine giderek kazı çalışmalarının bir an önce tamamlanmasını istedim. Çünkü bölgedeki vatandaşların barajın gecikmesi nedeniyle yılda 50 milyon TL gibi bir maddi kayıpları söz konusuydu. Çalışmalarımız bu çerçevede devam etti ama birden bire Allianoi diye bir şey ortaya atıldı. 



Bilemiyorum, ben tarihçiyim ama arkeolog değilim. Kazı yapan, tarihi eserleri çıkaran koruyan biziz. Buralar zaten toprak altındaydı. Burayı koruma altına aldık, herhangi bir tahribat söz konusu değil. Arzu edilirse, baraj ömrünü tamamladıktan, sonra tekrar çıkarılması mümkün. Roma döneminden kaldığına göre, yıllardır demek ki toprak altında. Birkaç yüzyıl daha toprak altında kalmasının bize göre bir mahsuru yok.”



Eroğlu, Kültür ve Turizm Bakanlığının, koruma kurullarının talepleri doğrultusunda gereken her şeyin bölge için yapıldığını vurgulayarak, “Bulan biziz, koruyan biziz, masrafları yapan biziz, hedef tahtası halinde olan da biziz. Bunu anlamakta fevkalade zorlanıyorum” dedi.



Tarihi eserlere son derece saygılı olduklarını ve korumak için gereken her şeyi yaptıklarını dile getiren Eroğlu, konunun başka yerlere çekilmemesini istedi. Eroğlu, bölgede hem tarihi eserleri koruduklarını hem de vatandaşın mağduriyetini giderdiklerini söyledi.



“TAKDİR EDECEK BİZİZ”


Veysel Eroğlu, “Allianoi ile ilgili dava sonuçlanmadan çalışmanın gereğinden daha hızlı yapıldığı söyleniyor. Bu konuda ne diyeceksiniz?” sorusu üzerine, şunları dedi:


“Ne demek kardeşim öyle şey olur mu? Biz kime soracağız, yavaş mı çalışalım diyeceğiz. Öyle saçma şey olur mu? Neticede önümüzde bir görevimiz var. O barajı bir an önce bitirmek, bir an önce orada suyu tutup vatandaşa su vermenin gayreti içinde olacağız. Gerekli korumayı yapmışız, ne yapacaktık, kime soracaktık? Bunu herhalde takdir edecek biziz. Normal süresi içinde, gayet tekniğine uygun yapıldı. İstenilen malzeme kullanıldı. Korumak için her türlü masraf yapmaktan da kaçınılmadı. 



Bundan daha güzeli olur mu? Kusura bakmasınlar. Hangi eseri koruyorlar? Biz koruyoruz, koruyan biziz. Çevre ve Orman Bakanlığı tarihi eserleri, tabiat varlıklarını koruyan bir bakanlıktır. Ne istiyorlarsa bu konuda, tabiat varlıkları konusunda mütehassıs biziz ama kültürel varlıklar, tarihi eserler, arkeolojik kazılar konusunda Kültür ve Turizm Bakanlığı, koruma kurulları onlar ne istiyorsa yapmakla mükellefiz ve onu da yaptık. Bundan daha güzeli var mı? Onlardan daha mı iyi bilecek başkaları?”



Kaynak: Radikal

23 Ocak 2011 Pazar

Termik Santralin Dumanı Hortum Gibi

Zonguldak’ın Çatalağzı Beldesi’nde yeni üretime geçen Eren Enerji Elektrik A.Ş.’ye ait termik santralin bacasından çıkan duman, uzaktan hortumu andırıyor.

Eren Enerji Elektrik A.Ş.’nin 12 bin nüfuslu Çatalağzı Beldesi’nde kurduğu 3 üniteden oluşan bin 360 megavat gücündeki termik santralin 160 megavatlık ilk ünitesi geçen temmuz ayında, 600 megavatlık ikinci ünitesi 1 Kasım’da, 600 megavatlık son ünite ise bu ayın başında üretime başladı. Türkiye’nin yıllık tükettiği elektriğin yüzde 5’ini karşılayacak olan termik santralin en son üretime geçen ünitesinin bacasından çıkan duman, çevre sakinlerinin tepkisini çekiyor. Yaklaşık 10 kilometre uzaklıktan görülebilen duman, uzaktan hortumu andırıyor.

Kaynak: Milliyet

Meleyemeden Ölüyorlar!

Uşak Eşme’deki Kışladağ Altın Madeni yakınlarındaki köylerden kuzu ölümleri haberleri gelmeye devam ediyor. Uşak Eşme’deki Kışladağ Altın Madeni yakınlarındaki köylerden kuzu ölümleri haberleri gelmeye devam ediyor.

Geçtiğimiz günlerde Takmak, Güllübağ, Ahmetler köylerinde yüzlerce kuzunun ölmesi haberinin ardından önceki gün de Bekişli köyünde son bir hafta içerisinde 300’ün üzerinde kuzunun öldüğü haberleri geldi. Bekişli köyü Kışladağ Altın Madenine sınır komşusu olan bir köy. Altın madeninin üretime geçtiği 2006 yılından bugüne kadar yöredeki köylerde kuzular adeta meleyemeden ölüyorlar.

KÖRPE KUZULAR, BUZAĞILAR ÖLÜYOR

Konuyla ilgili görüştüğümüz Bekişli Köyü'nden Hasan Özdemir, “Çaresiziz, iğne ilaç yapıyoruz, fayda etmiyor. Körpe kuzular, buzağılar ölüyor” dedi. Köyün karantina altına alındığını, hayvan giriş çıkışının yasaklandığını söyleyen Özdemir “Bazı yetkililer şap hastalığı diyor. Ben 55 yaşındayım. Şap hastalığı nedir biliyorum. Hayvanın ağzında burnunda yaralar çıkardı. Biz de ilaç bile kullanmadan ilkel yöntemlerle tedavi ederdik. Bu öyle bir şey değil” diye konuştu. İlçe tarıma artık güvenlerinin kalmadığını anlatan Özdemir “Olayların dışarıda duyulmasını istemiyorlar. Kuzuları dışarıda tahlil ettirmeye kalktığımızda 5 bin lira ceza yazıyorlar” diye konuştu. Kuzu ölümlerinin altın madeni ile ilgilisini sorduklarında yetkililerin sus pus olduğunu kaydeden Özdemir, “Altın madeni dediğimizde ödleri kopuyor. Maden aleyhine kimse konuşamıyor. Herkes ondan olduğunu biliyor ama kimse sesini çıkaramıyor” dedi.

öte yandan son kuzu ölümleri ile ilgili bir açıklama yapan EGEÇEP Dönem Sözcüsü Muammer Sakaryalı, yöre köylülerinin kuzu ölümleri ile ilgili anlatımlarını aktardı. “Köylüler diyorlar ki; Kışla köyünde bu yıl kuzu bitti, o kadar çok öldü ki hiç kimse kazanç sağlayamaz. Takmak’ta yüzlerce öldü. Güllübağ, Ahmetler, Ahmetler İstasyonu köylerinde de durum aynı. Meleyemeden ölüyor kuzular.”

ZULÜM DEĞİL Mİ?

2007 yılından beri yörede kuzu, koyun, inek ve diğer hayvanların toplu olarak öldüğünü aktaran Sakaryalı, ölümlerin özellikle yağmurlardan sonra yaşanmasına dikkat çekti. Sakaryalı; “İnsanların endişe içinde yaşatılması zulüm değil mi? Köylülerin “Ya çocuklarımız da sakat ve ölü doğmaya başlarsa?” kuşkusunu kim giderecek” dedi. Sakaryalı madenin geçtiğimiz günlerde yaptığı kapasite artırımı ÇED toplantısına dikkat çekerek, “Bunların 17 yıl sonra da çekip gitmeyecekleri anlaşıldı” dedi.

Kaynak: Evrensel

22 Ocak 2011 Cumartesi

HES'ler Kuşları da Yok Etti

Dünya Kuşları Koruma Birliği'nin son raporuna göre Türkiye kuş türlerini ve doğal yaşam alanlarını Avrupa'da en hızlı kaybeden ülke oldu. Bilimsel çalışmalara göre kuş türlerinin yok olmasının ana nedeni de Hidroelektrik Santraller (HES) ve barajlar. Kaybolan türlerin başında turnalar geliyor.

Birliğin ülkelerden gelen bilgilere göre periyodik olarak güncellediği raporda geçtiğimiz 10 yıl içinde doğal yaşam alanlarının kaybolması nedeniyle Türkiye’deki 465 kuş türünün en az yüzde 55’inin ciddi oranda azaldığı ortaya çıktı. Kuşların yok oluş hızında Türkiye’yi, yüzde 46.4 oranı ile AB üyesi İsveç takip etti. Kuşların en iyi korunduğu ülke ise İngiltere. İngiltere’de son on yılda kuş türlerinin yüzde 37.6’sının nüfusu arttı.



Bilimsel araştırmalar Türkiye’de kuş türlerinin ve doğal alanların yok olmasını HES ve baraj inşaatlarına bağlıyor. HES ve baraj yapımlarında doğanın korunması ile ilgili hiçbir esas dikkate alınmadığı için pek çok akarsu ve sulakalan kuruyor. Türkiye’de kaybedilen sulak alanların Marmara Denizi’nden daha büyük bir alanı kapladığı tahmin ediliyor. Hızla kaybedilen doğal yaşam alanlarının başında akarsular, bozkırlar ve kıyı alanları yer alıyor.



Turnalar yok oluyor



Türkiye’de 10’dan daha az tellli turna kaldığı, eskiden daha yaygın olan turna sayısının ise 50’den daha az olduğu kabul ediliyor. HES ve baraj inşaatları durmadığı takdirde, on yıl içinde en az üç kuş türünün tümüyle yok olacağı tahmin ediliyor. Dünyada sadece Türkiye’de yaşayan yaklaşık 500 bitki türünün de yine HES’ler nedeniyle on yıl içinde yeryüzünden silineceği varsayılıyor. Nehirlerin denize taşıdığı besin maddelerinin HES ve barajlar nedeniyle azalması sonucunda Akdeniz foku ve pek çok canlının nesli azalıyor.



Doğa Derneği Başkanı Güven Eken konuyla ilgili yaptığı yazılı açıklamada, kuşların doğanın erken uyarı sistemleri olduğuna dikkat çekerek “Eğer doğada bir sorun varsa bunu ilk olarak oradaki kuşlardan gözlemlersiniz. Çünkü kuşların uçarak oraya terk etme kabiliyeti vardır. Türkiye’de kuşların artık kaçacak alanları dahi kalmadı” dedi.

Kaynak: Cumhuriyet

20 Ocak 2011 Perşembe

Hrant için adalet için 4. kez buluştuk


Hrant Dink, ölümünün 4. yılında arkadaşları ve sevenleri tarafından Agos Gazetesi önünde düzenlenen törenle anıldı. Törene katılanlar sık sık "Hepimiz Hrant, hepimiz Ermeniyiz", "Hrant için, adalet için" sloganları attılar.

Katledilişinin 4. yılında Hrant Dink için Agos Gazetesi önünde yapılan anmaya yaklaşık 10 bin kişi katıldı. Anma töreni, önceki yıllarda olduğu gibi Dink'in vurulduğu saat olan 15:00'te başladı.

Halaskargazi Caddesi'ndeki Agos Gazetesi'nin önünde düzenlenen törende, ellerinde "4 yıldır yargı yok", "4 yıldır meclis yok" yazılı dövizler taşıyan topluluk, sık sık "Katil devlet hesap ver", "Faşizme inat kardeşimsin Hrant", "Hepimiz Hrant, hepimiz Ermeniyiz", "Hrant için, adalet için" sloganları attı.

Törenin başladığı an saygı duruşunda bulunuldu ve Hrant'ın bir konferansta yaptığı ses kaydı topluluğa dinletildi. Törende katılımcılar adına konuşan Tolumsal Bellek Platformu üyelerinden, gazeteci Abdi İpekçi'nin kızı Nükhet İpekçi, büyük bir aile olarak 4. kez bir araya geldiklerini söyledi.

"Artık akraba olduk" diyen İpekçi, "Kardeşimiz Rakel'in dediği gibi bizi acılarda akraba ettiler. Böyle anma günlerinde bazen biz asıl konudan daha uzaklara savruluyoruz. Direnişi simgeleyen sözlerimiz mahkeme kapılarına gelince dışarıda kalıyor. Bazı resmi kurum ve kişilerin çok örgütlü bir planla canından ettikleri Hrant Dink'in can hakkını biz buradan ailece savunabilir miyiz dersiniz? Savunduğumuzu sanırız ama sözde kalır. Sözde kalmasa artık, somut bir savunma olsa" diye konuştu.




İpekçi, Hrant Dink'in oğlu Arat Dink'in geçen yıl söylediği sözlerin herkesin kulaklarında olduğunu ifade ederek, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Biz sadece mezarlıklara ve mahkemelere gidiyoruz. O da tabi eğer varsa. Kin ve intikam duygularıyla gitmiyoruz. Yüzleşmek için, gerçeği bütün boyutlarıyla görebilmek için gidiyoruz. Bu tür cinayetler bir daha asla işlenmesin. Gelecek kuşaklar böyle bir utançla yaşamasın. 4 yıldır sorduğumuz sorular hala havada. Artık öğrendiğimiz bir şey var. Bu tür cinayetleri artık siyasi cinayet, linç, katliam gibi sözlerle tanımlamayacağız. Çünkü var olan yasalar şimdilik yetersiz kalsa da bunların insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamına girdiğini biliyoruz. Meçhulden kurtulduk, artık bir adımız var. Adımızı biliyoruz ama bu cinayetleri kimlerin aydınlatacağını bilmiyoruz. Bilmek istiyoruz, görmek istiyoruz. Hrant için, adalet için."

BDP Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal da gazetecilere yaptığı açıklamada, "Hrant 4 yıldır yüzü koyun yerde yatıyor. Ne yazık ki kaldıramadık Hrant'ı" dedi.

Birdal, çok üzgün olduğunu ifade ederek, "Hrant'ın failleri belli, katilleri belli. Bunun birinci derecede faili devlet. Umuyorum gelecek yıl buraya yine başımız eğik gelmeyiz. Hrant'ı saygıyla anıyorum" diye konuştu.
Törene katılanlar, Agos Gazetesi binasının önünde Dink'in öldürüldüğü yere, kalp şeklindeki çelenge kırmızı karanfiller bırakarak mum yaktı.

Rakel Dink, tören sonunda sandalyeye oturarak bir süre çelengin yanında duran yazar Vedat Türkali'nin yanına giderek selamlaştı ve kısa süre sohbet etti.



Zaman zaman "Fırat" türküsü ve Ermenice türkülerin çalındığı törende, Agos gazetesi binasına ve çelengin üzerine "4 yıldır yüzleri yok, yürekleri yok" ve "4 yıldır Hrant yok" ile Hrant Dink'in resminin yer aldığı siyah afişlerin asıldı.


Dink ailesine destek olmak için anma törenine Ahmet Kaya, Sabattin Ali, Doğan Öz, Necdet Bulut, Abdi İpekçi, Cevat Yurdakul ve Uğur Mumcu'nun ailleri de katıldı. Agos önündeki anma töreni saat 15:30'da sona erdi. Akşam ise saat 19:00'da Taksim Meydanı'nda toplanacak olan Hrant'ın arkadaşları, Galatasaray Meydanı'na kadar meşalelerle yürüyerek adalet isteklerin bir kez daha tekrarlayacaklar.


Kaynak: Farklihaber8.com

18 Ocak 2011 Salı

UNUTMAYACAĞIZ, AFFETMEYECEĞİZ!



Katledilişinin 4. yılında, 19 Ocak'ta, inadına sokakta, meydanda ve hâlâ buradayız. Gerçek katillerden hesap soracağız. Hrant'ın dostları, yoldaşları susmuyoruz haykırıyoruz, unutmuyoruz affetmiyoruz!


13:30 Taksim Tramvay Durağı'ndan Agos'a yürüyüş


15:00 Agos Önü


19:00 Taksim Tramvay Durağı'ndan Galatasaray'a meşaleli yürüyüş



4 YIL OLDU


4 yıldır adaleti, vicdani, hukuku arıyoruz.
Bulamıyoruz.

4 yıldır yargıyı, hükümeti, meclisi arıyoruz.
Bulamıyoruz.

4 yıldır, sokak ortasında arkada
şımızı katledenlerin
arkasındaki güçlerden söz ediyoruz,
laf dinletemiyoruz.

Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi
devleti mahküm etti, "ucuz atlattık" diye sevindiler.

İnsanlık hakkımızı kullandık, adalet istedik,
çocuk dediler.

Çocuk gitsin, a
ğabeyleri gelsin dedik, umursamadılar.

Vatanda
şlık hakkımızı kullandık, sorular sorduk,
cevap vermek yerine dalga geçtiler.

Hrant Dink’i aramızdan almalarının 4. yılında
bir kez daha omuz omuza vermek için,
ailesi, dostları ve bütün sevenleriyle birlikte
onu anmak icin 19 Ocak'ta, saat 3'te,
Hrant'ın vuruldu
ğu yerde buluşuyoruz.

Bebekten katil yaratan karanlı
ğa ışık tutmayanlar
o karanlı
ğı istiyor demektir.

O karanlı
ğı hep birlikte ortadan kaldıralım.

19 Ocak Çarşamba
saat 15:00
Agos Gazetesi önü

HRANT'IN ARKADAŞLARI

10 Ocak 2011 Pazartesi

Tüketim Kültürüne Karşı Sokak Performansı



Pazar günü bir grup, vücutlarına sardıkları ve kafalarına geçirdikler çeşitli kapitalist şirketlerin markalı poşetleriyle İstiklal caddesi boyunca yürüyerek tüketim kültürünün iğrençliğine dikkat çekmek istedi. Şaşkın gözler arasından yürüyen eylemciler Galatasaray Lisesi önüne geldiklerinde üzerindeki marka poşetleri yırtarak yerlere attılar.


TÜKETME İSYAN ET !!!

Sokakta...

UYGAR SAHNELERE KARŞI SOKAKLARDAYIZ ...

İktidar sizi nerenizden yaralıyorsa orası kimliğiniz olur” Milan Kundera

Kaynak: Aforum



Çerkezköy Barınağı’nda kısırlaştırma zulmü



Kısırlaştırma ameliyatına giren köpekler bir bir ölüyor!

Daha önce de kötü koşullarıyla gündeme gelen Çerkezköy barınağından bu kez farklı bir gerçek ortaya çıktı. Kısırlaştırma işlemi için gelen veterinerlerin bir gün içinde çok sayıda köpeği ameliyat ettikleri, bu sebeple özensiz ve hızlı davranarak köpeklerin ölümlerine sebep oldukları iddia edildi. Barınağa giden hayvanseverler, ameliyatlardan önce sağlıklı olarak gördükleri köpeklerin, ameliyatlardan sonra ya sağlıksız ya da ölmüş olduklarını gördüklerini söylediler. Üstelik ölmüş olan köpeklerin günlerce orada kaldığını ve barınakta hastalık yaydığını da belirttiler. Bunun üzerine harekete geçen gönüllüler, hasta köpekleri başka veterinerlere götürerek, yapılan ilk ameliyatlarla ilgili raporlar aldılar.

Bu raporlara göre, köpeklerin ameliyat sırasında içlerinde parça kalması, iltihaplanmalar, yanlış dikişler sebebiyle hastalandığı ve birçoğunun öldüğü belirtildi.

Galeri için tıklayınız…

İşte barınağa giden hayvanseverlerden Simge Yorgancıoğlu’nun konuyla ilgili anlattıkları:

“YAVRU YETİŞKİN AYRIMI YAPMAMIŞLAR”

“Çerkezköy barınağı ziyaretim sonucu orada bulunan zor durumdaki köpeklerden 6 tane köpek toplayıp geldim, köpeklerden 4 tanesi kısırlaştırılmış ve sağlık durumları iyi değildi, veteriner kontrolünden sonra ortaya korkunç bir gerçek çıktı. Bu köpekler kısırlaştırma için kesilmiş, yumurtalık ve rahim olduğu gibi duruyor, sadece bir parça koparılmış içlerinden ve tekrar geri dikmişler. Hem de ne dikmek! Derinin katman katman dikilmesi gerekirmiş (bu olaydan sonra öğrendim) bunlar tek seferde yorgan diker gibi kapamışlar açtıkları kesiyi (bu nedenle bir köpeğim kangren tehlikesi atlattı, dikiş altında fistül oluşmuş oradan enfeksiyon arka bacağa yayılmış, hala tedavi görüyor) ve demekki anibiyotikte yapmamışlar, tüm köpeklerin ameliyat dikişleri enfekte olmuş ve patlamıştı, barınakta ölüsünü çıkardığımız köpekler hep kısırlaştırılmıştı. Ve bu kısırlaştırmaları yaparken yavru yetişkin ayrımı yapmamışlar, getirdiğim 3 aylık erkek yavru da kısırlaştırılmıştı.

“Yardım çağrısı üzerine, 5 Aralık Pazar günü sabahı topladığımız minderler, battaniyeler, mamalar, temizlik malzemeleri ile Çerkezköy barınağına bir arkadaşımla birlikte temizlik yapmaya ve oradaki köpekleri beslemeye gittik, barınağa vardığımızda saat 11 civarıydı, barınakta kimse yoktu, köpeklerin üzerine kitleyip gitmişlerdi, barınak görevlisine ulaşılarak gelmesi sağlandı.”

“5 GÜN ÖNCE ÖLEN KÖPEĞİ KİMSE FARK ETMEMİŞ

“Görevli gelene kadar tellerin arkasında bekledik, ilk gözümüze çarpan kapının girişinde yerde yatan, titreyen çok kötü durumda bir saf kan golden oldu, can çekişiyordu, daha sonra küçük boylu bir terier, kısırlaştırılmış dikişi açık ortada geziyor, büyük çoban köpekleri ile yavrulu anneler, 1- 2 aylık bir sürü yavru aynı yerde tutuluyordu. Siyah beyaz bir annenin memeleri süt dolu şiş, ortada gezinip duruyor acaba yavruları nerede derken barınak dışındaki çöplükte kasa içerisinde 3-4 günlük siyah beyaz yavruların ölüleri bulundu. Yerler dışkılardan leş gibiydi. Görevli gelip kapıyı açtığında içeri girdik, barınağın tüm bölümlerini kontrol ettik, ölüleri dışarı çıkartarak yerleri, mama ve su kaplarını yıkadık. Ölü köpeklerden birini bir kaldırdık ne koku, altı kurtlanmış, en az 4- 5 gündür orada olsa gerek, kimse öldüğünü fark etmemiş. Diğer köpeklere, bebeklere de saçtığı hastalık cabası…

“Barınaktan 6 köpek aldım, tedavi altındaki köpeklerimin 3 tanesine ait veteriner raporu kaşeli imzalı elimde mevcut, diğerleri henüz hazır değil, elime ulaşmadı ama bu 3 örnekte zaten durumu ortaya koymaya yetecek.”

Kaynak: Habertürk