30 Ekim 2013 Çarşamba

Hayvan özgürlüğü "yükselen veganizm"in neresinde?

Gezi ile birlikte başlayan süreçte Hayvan Özgürlüğü hareketinin LGBT hareketi gibi bir sıçrama katettiğini söyleyemeyiz belki ama artık durum şu: Benim de vegan arkadaşlarım var! 


 
Gerçekten de son zamanlarda hem dünyada hem de bu topraklarda vegan ve vejetaryenlerin sayısında artış var. Her geçen gün çevremizde en az bir kişi vegan ya da vejetaryen oluyor. Bunda hem kitle iletişim araçları (sinema, video-eylem,internet,gazete,TV,radyo,kitap,fanzin vb.), hem sağlıklı yaşam kültürü, hem de İstanbul için Gezi Parkı ile başlayan direniş hattında veganların yer almasının etkisi büyük. ABD'de yapılan bir araştırmaya göre 2050 yılında ABD nüfusunun %80’nin vegan/vejetaryen olacağı hesaplanmış. Anket sonuçları her zaman yanıltıcı olabilir ama ABD'de ya da Avrupa’da şu anda bile rakamlar oldukça yüksek. Hal böyle olunca biz de kitle iletişimin en önemli merkezlerinden biri olan internette/Google Trend'de bir tarama yaptık. Sonuçlar gerçekten ilginçti.
 
Vegan terimi zirvede, hayvan özgürlüğü terimi yerlerde!

Karşımıza şöyle bir sonuç çıktı: 2008 yılından beri azar azar taranan vegan kelimesi, aylarca, yıllarca sıfır çekerken 2013'ün Ekim ayında tavan yapmış! Bunda elbette son zamanlarda çıkan veganizm başlıklı kitaplar ve ardından gelen tanıtım çalışmalarının etkisi büyük. Bu taramanın hemen akabinde ise gerçekten bizi ilgilendiren bir kelimeyi yani 'Hayvan Özgürlüğü'nü taradığımızda ise karşımıza kocaman bir sıfır çıktı!

Veganlık Türkiye'de popülerleşirken niçin hayvan özgürlüğünden bahsedilmiyor? Hayvan özgürlüğü savunucusu olan birisinin veganım demesine gerek yokken, insanların vegan kimlikleriyle var olmasının ardında neler yatıyor? Çevresindekilere vegan olmanın verdiği gururla üstten bakanlar, vegan ahlakçılık yapanlar, tek doğru yol veganizm diyenler, herkes vegan olunca dünyanın güllük gülistanlık bir yer olacağına inananlar... Bize göre hayvanların, doğanın ve insanların özgürleşmesi için lifestyle'a dönüşmesi kaçınılmaz olan vegan ideolojilere değil, amacı yaşama baskı kurmak olan otoritelere karşı yeryüzü savunucularına, doğrudan eylemcilere ihtiyaç var. Hayvan özgürlüğü mücadelesi veganizme indirilmemeli. Hayvanların kurtuluşunun kendini iyi hissetmeye yönelik ahlakçı tutumlarla gelmesi oldukça zor. "Şampuanımda 'cruelty-free','hayvanlar üzerinde test edilmemiştir' yazıyor, artık Earthlings'i ilk izlediğimdeki öfkemi gömüp işime gücüme döneyim" demeye değil özgürlüğe kast eden tüm tahakkümlere karşı öfkeyi büyütmeye ihtiyacımız var. Uygar dünyanın alışkanlıklarını devam ettiren, uygarlıkla derdi olmayan insanlar, örneğin vejetaryenlere yukarıdan bakıyor ve tam da veganlığın varılacak en iyi nokta olduğunu söylediği anda aslında endüstriye karşı yıkıcı eylemler gerçekleştirmenin, devamlı eylem halinde olmanın ve kendi yaşamını kapitalist tahakkümden kurtarmanın planını bile yapmadığını itiraf etmiş oluyor.

Öyle bir güne geldik ki, "vegan ol ama vegan deme emi" diyesimiz var

Tahakkümün birliğine karşı anti-faşist, homofobi karşıtı, türcülük karşıtı mücadelelerin birliğine; aslında kendi kibrimizi, kendi iktidar kaygılarımızı ve kendi polisimizi öldürmeye ihtiyacımız var. Otorite karşıtları, özgürlük savunucuları olarak giderek dinleştiğini düşündüğümüz veganizm kurumundan kaygılıyız; gelebilen İzmir'e gelsin konuşalım istiyoruz. Ne vegan ne değil? Kim vegan kim değil ve bundan başkalarına ne? Birinin veya birilerinin bunları tüketim nesneleri düzeyinde saptaması ve onları kullanmayanları vegan sayması ne kadar sağlıklı? Tüketim nesneleriyle veganlık saptayanların insanın hayvan olduğunu lafa gelince bilip 'insan hayvanı'nın sömürüldüğü ürünlerle derdinin olmaması düşündürücü değil mi? Sadece tüketim davranışlarını değiştirmek, et yemeyen 'tüketicilerin' yeni bir pazara (niş markete) yönlendirilmesi ile son bulur. Veganlık tanımı ne zaman ve nasıl "canlıların öldürülmesini veya esir edilmesini reddetme"den "hayvansal ürünleri yememe" noktasına geldi? Hayvan özgürlüğü teorik gerekçe vegan beslenme/giyinme pratik sonuçlardan sadece biri iken, sonuç sebebi niçin gölgeler hale geldi?

Küçük bir gözlem: Bugün burada tomurcuklanan veganizmin epey yol kat ettiği İngiltere'de bir araya gelen veganların sohbet konusu yeni çıkan bitkisel sütlerin tadını tartışmaktan, yan sokakta köle tutulan ineğin nasıl kurtarılacağına veya arka kompartımanda zorla seks yapması için götürülen bir insana gelemez. Biz de gerçekten böyle mi devam edelim, ne dersiniz?

1 Kasım Dünya Vegan Günü'nün ardından mücadele pratiklerimizi konuşmak ve deneyimlerimizi paylaşmak için 2 Kasım Cumartesi günü saat 17:30'da gelebilen herkesi İzmir - Namekan Sanat Sepet'te yapacağımız söyleşiye bekliyoruz.

Burcu - Güray (Yeryüzüne Özgürlük)


27 Ekim 2013 Pazar

ODTÜ’de Yine Polis Saldırısı

ODTÜ’de yol inşaatını protesto eden öğrencilere polis saldırdı. Çok sayıda kişi gözaltına alınırken bir öğrencinin polis tarafından darp edilip ateşe itildiği iddia ediliyor. Olaylarda iki iş makinesi de ateşe verildi.


Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) üniversite arazisindeki ormanlık alandan Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından geçirilen yol projesini protesto etmek isteyen öğrencilere polis saldırdı.

Radikal’de yer alan habere göre A1 kapısında toplanan bir grup öğrenci, A4 kapısına kadar sloganlar eşliğinde yürüdü.

Yol inşaatını protesto eden öğrenciler inşaat alanına yönelince polis gaz bombaları, tazyikli su ve ses bombalarıyla saldırdı.

Polis yurtlar bölgesinde barikat kuran öğrencilere de müdahale etti.

Polisin gaz bombalı saldırısı sırasında ODTÜ ormanında kısa süreli yangın çıktı.

sendika.org internet sitesinde yer alan haberlere göre, saat 22.00 sularında Öğrenci Kolektifleri üyesi Yener Çıracı polis saldırısında darp edildikten sonra polis tarafından ateşe itildi.

Çıracı’nın diz ve göbek bölgesinde yanıklar oluştu. Çıracı, tedavi için hastaneye götürülürken saat 22.45’te yol inşaatında çalıştırılan iki iş makinesi eylemciler tarafından ateşe verildi.

Hava destekli polis operasyonunda 10 üniversite öğrencisinin gözaltına alındığı bildiriliyor.

"Attığınız ateş isyanın ateşi"


Yaşanan olaylar sonrası Öğrenci Kolektifleri bir basın açıklaması yayımladı.

Açıklamada Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) yol yapma bahanesiyle binlerce ağacı katlettiği vurgulandı ve şu ifadelere yer verildi:

“ODTÜ yerleşkesine giren polis bir üyemizi önce dövdü sonra ateşe attı. Arkadaşımızın başında kanama, vücudunun üç ayrı yerinde ciddi yanıklar oluştu (…)

“(…) ODTÜ’de söktüğünüz her fidanın hesabını nasıl sorduysak, doğamıza, ormanımıza, üniversitemize nasıl sahip çıktıysak, arkadaşlarımıza yapılan işkencenin hesabını soracağız. Attığınız ateş isyanın ateşidir; sizi yakacak.”

Kaynak: Bianet

26 Ekim 2013 Cumartesi

Van depremzedelerinin açlık grevine Antikapitalist Müslümanlar'dan destek

Van'da 60 gündür açlık grevindeki depremzedelerle dayanışma için Antikapitalist Müslümanlar Bursa’da üç günlük açlık grevine başladı.

Konteyner kentlerde iki aydır elektriksiz yaşayan 200’ün üzerinde depremzede ailenin konut sorununun çözülmesi için birçok ilde eşzamanlı eylem kararı alan Antikapitalist Müslümanlar, 'Van açsa biz de açız' diyerek Bursa’da da pazar öğle namazına kadar açlık grevi yapacağını" duyurdu.

Açlık grevinin devam ettiği Gülbahçe Mahallesi Uzunoğlu İşhanı’ndaki derneğin duvarlarına Hz. Muhammed’in, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” sözü, “Van aç, biz de açız”, “Van’da devlet yok, açlık grevi var” ve “Mülk Allah’ındır” yazılı pankartlar asıldı.

Bugün saat 16.00 sularında açlık grevine başladıklarını belirten Murat Yıldız, “200 ailenin aylardır yaşadığı mağduriyetin farkındayız. Elektrikleri kesik, 15 günde bir duş alıyorlar, hatta bitlenme vakalarının başladığını biliyoruz. Konuştuğumuz aileler valiliğin vaatlerinin bir çözüm olmadığını söyledi. Onlarla dayanışma için biz de açlık grevindeyiz” dedi. Pazar günü saat 16.00’da da Bursa Fomara Meydanı’nda basın açıklaması yapılacak.

'Müslüman kamuoyu çok ilgisiz'

İzmir ’de ise Antikapitalist Müslümanlar yarın 14.00’te Konak Meydanı’nda sessiz oturma eylemi yapacak. Atilla Dilgeşbaz, “Van depremzedelerinin çığlığını Müslüman kamuoyuna duyurmak için eylemler yapıyoruz. Kış geldi, Van’da kar yağıyor. Ama Müslüman kamuoyu bu konuya, özellikle de Doğu-Güneydoğu’dan gelen sorunlara çok duyarsız. Biz bunun sadaka kültürü veya yardım olarak algılanmasına karşıyız, konut hakkını yerine getirmek devletin asli görevidir. Depremzedelerin tüm taleplerinin koşulsuz şartsız kabul edilmesini, kalıcı konutlarının teslim edilmesini talep ediyoruz” diye konuştu. Dilgeşbaz, cumartesi günü İstanbul , Ankara , Antalya ve Konya gibi birçok ilde de Antikapitalist Müslümanlar’ın depremzedelerle dayanışma eylemleri yapacaklarını söyledi.

Haber: Elif İnce
Kaynak: Radikal

Erkekler Eylül'de 24 Kadın, 5 Çocuk Öldürdü

bianet'in çetelesine göre, erkekler Eylül’de 24 kadın, beş çocuk ve beş erkeği öldürdü; 14 kadına tecavüz etti; dokuz kadını ağır yaraladı. 2013’ün ilk dokuz ayında erkekler 146 kadın öldürdü.


bianet'in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre, erkekler Eylül’de 24 kadın, beş çocuk ve beş erkeği öldürdü; 14 kadına tecavüz etti; dokuz kadını ağır yaraladı.

Öldürülen bir kadın üç farklı kurumdan koruma talep etmiş, bir diğeri 14 yaşında zorla evlendirilmişti. Haklarında çıkartılan uzaklaştırma kararı olan bir erkek karısını öldürdü, biri karısını ağır yaraladı.

Kadınların yüzde 83’ünü en yakınındaki erkekler öldürdü. Kadınların yüzde 53’ü tanıdıkları erkeklerce tecavüze uğradı.

2013’ün ilk dokuz ayında erkekler 146 kadın öldürdü; 132 kadına tecavüz etti; 155 kadını yaraladı; 117 kadına cinsel tacizde bulundu. Erkekler Ağustos’ta 24 kadın ve bir kız çocuğunu öldürdü; 21 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti; 19 kadını yaraladı; yedi kadın ve kız çocuğuna cinsel tacizde bulundu.

Cinayet

Erkekler Eylül’de 17 ilde 24 kadın, beş çocuk ve beş erkeği öldürdü. Bir erkek, öldürdüğü kadına tecavüz etti, biri cinayetin ardından intihar etti, ikisi intihara teşebbüs etti, ikisi polise teslim oldu.

Öldürülen kadınlardan biri hem Kaymakamlığa hem Cumhuriyet Savcılığı’na hem de Jandarma Karakol Komutanlığına başvurarak koruma talebinde bulunmuştu. Karısını ve kayınvalidesini öldüren bir erkek hakkında uzaklaştırma kararı vardı. Bir erkek ise karısına şiddet uyguladığı için 20 gün hapis yatıp çıkmıştı. Biri ise 14 yaşında zorla evlendirilmişti, bu ay, 16 yaşında öldürüldü.

Kadınların yüzde 83’ünü en yakınındaki erkekler öldürdü. Sekiz kadını kocaları, üçünü babaları, ikisini eski kocaları, ikisini enişteleri, ikisini “kan davalı” oldukları erkekler, ikisini tanımadıkları erkekler, birini damadı, birini komşusu, birini oğlu, birini sevgilisi, birini ise evine giren hırsız öldürdü.

Cinayetlerin yüzde 75’i ateşli silahlarla işlen. 12 kadın tabancayla, altı kadın pompalı ya da av tüfeğiyle, altı kadın bıçakla öldürüldü.

Erkek şiddeti, kadınların yanındaki erkekleri de vurdu. Cinayetlere engel olmaya çalışan dört erkek öldürüldü, biri yaralandı. Ayrıca sevgilisiyle arabada oturan bir erkek, yanlarına gelerek “Sevgilinle biraz da ben sevişeceğim yoksa sizi karakola götürürüm” diyen başka bir erkek tarafından bıçaklanarak öldürüldü.

Eylül’de kadın katillerinin yaşı 20 ila 75, öldürülen kadınların yaşı 16 ile 69 arasında değişti.

Kadın katlinin yaşandığı iller Adana, Aksaray, Antalya, Antep, Burdur (2), Bursa, Diyarbakır (2), Elazığ (2), İstanbul (2), İzmir (2), Mardin (2), Muğla (2), Nevşehir, Osmaniye, Samsun, Urfa ve Zonguldak.

Tecavüz

Eylülde erkekler dokuz ilde 14 kadına tecavüz etti. Eylülde tecavüze uğrayan kadınların yüzde 50’si 16-18 yaşlarında.

Kadınların yüzde 53’ü tanıdıkları erkeklerce tecavüze uğradı. Tecavüzlerin yüzde 29’u evde yaşandı.

Altı kadın tanımadıkları erkeklerin, ikisi kocasının, biri eski kocası ile arkadaşlarının, biri babasının, biri sevgilisinin, biri polis memurlarının, biri doktorunun, biri internetten tanıştığı kişilerin tecavüzüne uğradı.

Tecavüzlerden dördü evde, üçü sokakta, üçü arabada, üçü hizmet verilen mekanlarda, biri kadının alıkonulduğu bir mekanda gerçekleşti.

Eylülde tecavüzcü erkeklerin yaşları 19 ila 54, tecavüze maruz kalan kadınların yaşları 16 ila 35 arasında değişti.

Tecavüzlerin yaşandığı iller Adana (2), Antalya (2), Aydın, Bursa, Edirne, İstanbul (2), Samsun (3), Şırnak ve Tekirdağ.

Şiddet –yaralama

Erkekler Eylül’de sekiz ilde dokuz kadını ağır yaraladı. Yaralama olayının ardından bir erkek intihar etti. Eski karısını bıçaklayan bir erkek hakkında uzaklaştırma kararı vardı.

Dört kadını kocaları, birini eski kocası, birini sevgilisi, ikisini babası, turist bir kadını ise tanımadığı bir erkek yaraladı. Dört erkek kadınları bıçakla, üçü darp ederek, biri tabancayla yaraladı. Bir erkek karısını önce benzinle yakmaya çalıştı, ardından tabancayla yaraladı.

Eylülde erkek şiddeti vakalarının failleri ve mağdurlarının yaşı 24 ila 36 arasında değişti.

Erkek şiddeti vakalarının yaşandığı iller Antalya, Edirne, Erzurum, İstanbul (2), Mersin, Nevşehir, Tekirdağ ve Zonguldak.

Bölgelere göre

Eylül’de 23 ilde 48 erkek şiddeti, cinayet, cinayete teşebbüs, taciz, cinsel şiddet, tecavüz ve yaralama vakası basına yansıdı.

48 olaydan 12’si Marmara, 12’si Akdeniz, altısı Karadeniz, altısı Doğu Anadolu, beşi Ege, dördü Güneydoğu, üçü İç Anadolu bölgelerinde yaşandı. En çok şiddetin yaşandığı il yine İstanbul oldu.

Kaynak: Bianet

* bianet'in erkek şiddetinin eylül raporunun detayları için tıklayın.

ERKEK ŞİDDETİ EYLÜL 2013: Kadınlar Mücadele Ediyor, Erkek Şiddeti Yargılanıyor

22 Ekim 2013 Salı

Polis ODTÜ’de Gece Boyu Saldırdı

ODTÜ’de belediyenin kestiği ağaçların yerine dün yapılan fidan dikme eylemi sonrası polis gaz bombalarıyla saldırdı.



ODTÜ'de Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı iş makinelerinin kestiği ağaçların yerine dün yapılan fidan dikme eylemi sonrası polis saldırısı yaşandı. Gaz bombalı saldırı gece geç saatlere dek sürdü.

ODTÜ’deki yol projesine dair itiraz süresi dolmadan 18 Ekim Cuma akşamı ağaçların kesilmesi üzerine ODTÜ Rektörlüğü ve ODTÜ’lüler kesimin yasadışı olduğunu belirten açıklamalar yaptı.

Orta Doğu Öğretim Elemanları Derneği, ODTÜ Mezunlar Derneği, ODTÜ Asistan Dayanışması, Eğitim-Sen 5 No’lu Şube ve ODTÜ Öğrenci Bileşenleri'nin, “Rantın Yoluna 5000 Fidan Dikiyoruz. Fidanını, Kazmanı, Küreğini Kap Gel” sloganıyla çağrı yaptığı eyleme dün birçok kişi ellerinde fidanlarla katıldı.

Grubun fidan dikimi sırasında belediyenin iş makineleri yol çalışmasına devam ederken polis zaman zaman müdahale etti. Fidan ekimi sonrasında ise gaz bombalı polis saldırısı gece geç vakitlere dek sürdü.

ODTÜ Rektörlüğü: Belediyenin ödemesini iade ettik

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in kesilen 2 bin 388 ağaç için ODTÜ'ye 211 bin TL ödeme yaptıklarına dair açıklama üzerine ise ODTÜ yönetimi dün Twitter hesabından ödemenin iade edildiği belirtildi.

“ODTÜ Rektörlüğü ABB'nin ODTÜ arazisinden kaldırdığı ağaçlar için ODTÜ ile herhangi bir anlaşma olmadan bugün aktardığı ödeme iade edilmiştir.”

Rektörlük dün yaptığı açıklamada önümüzdeki Perşembe ve Cuma günleri, belediyenin ağaç kestiği araziye 3 bin fidan dikileceği duyurmuştu.

AB Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Jean-Maurice Ripert de bugün Diplomasi Muhabirleri Derneği (DMD) üyeleriyle yaptığı toplantıdaki yol çalışmalarına ilişkin soruyu  "Bazılarının ders almadıklarını görmek talihsizlik" şeklinde cevapladı.

Kaynak: Bianet

21 Ekim 2013 Pazartesi

Brezilya'daki türcülük karşıtı eylemcilerle dayanışma!

Herkesi, gaddar hayvan deneyi laboratuvarlarından yaklaşık 200 köpeği kurtaran ve ardından polisle çatışan kara-blok aktivistleriyle dayanışmaya çağırıyoruz. Kendilerinden ricamız, bundan sonra gelişecek yeni bir eylem veya tutuklanma gibi güncel durumları bizlerle İngilizce paylaşmalarıdır.

Bilimin maskesi düşeli çok oldu. Polisin mağdurdan yana değil tahakkümcüden yana olacağı ise zaten bilinen bir gerçekti. Otoritelere karşı yapılan mücadele anca herkes özgür olduğunda tamamlanacaktır.

Yeryüzüne Özgürlük, İstanbul



Solidarity with Brazilian anti-spe activists

We send our solidarity calls for black bloc activists in Brazil that set almost 200 dogs free from cruel testing labs and clashed with police afterwards. We would like them to share any update (like a new demo or arrests) in English with everyone.

True colour of science is long unveiled, and it was an already known fact that police takes side with oppressors not with victims.  A fight against authorities is only complete when all are free.

Freedom to Earth, Istanbul

15 Ekim 2013 Salı

Hayvan Hakları Savunucuları Kurban Bayramı İçin Ne Diyor?

Hayvan Partisi'nden Demet Esra Köse, İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu Başkanı Hülya Yalçın, Yeryüzüne Özgürlük Derneği'nden Burak Özgüner ve Hayvanların Yaşam Haklarını Koruma Derneği'nden Eva Aksoy anlattı.


Kurbanlık fiyatları, bağışların nereye yapılacağı tartışması, hayvanların satış ve kesim alanlarına taşınması, buralarda ihmalden dolayı hayatını kaybeden ya da yaygın söylemle "telef olan" hayvanlar, kaçan anguslar derken Kurban Bayramı geldi çattı.

Peki hayvan hakları savunucuları Kurban Bayramı hakkında ne düşünüyor?

bianet sordu, Hayvan Partisi'nden Demet Esra Köse, İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu Başkanı Hülya Yalçın, Yeryüzüne Özgürlük Derneği'nden Burak Özgüner ve Hayvanların Yaşam Haklarını Koruma Derneği'nden Eva Aksoy yanıtladı.

"Kesimin önüne geçilemiyorsa, koşullar iyileştirilsin"

Demet Esra Köse, Hayvan Partisi: Ben vejeteryanım. Fakat dini inancı gereği usulüne uygun, hayvana en az acı çektirecek şekilde kurban kesenlere bir şey diyemem. Ama kasap olmayan kişilerin, hayvanlara acı çektirdiğini duymak istemiyoruz.

Hayvan hakları örgütleri, hayvan refahçıları ve hayvan özgürlükçüleri olarak ikiye ayrılıyor. Özgürlükçüler, vejeteryan ve vegan olanlar. Fakat biz biraz daha realist bakıyoruz. Madem et kesimi devam ediyor ve bunun önüne geçilemiyorsa, hayvanın ömrünü en iyi şekilde geçirmesini ve ölümünün en acısız şekilde gerçekleşmesini istiyoruz.

Evet, hayvanların acı çekmemesini istiyoruz ama et lokantasına gidip yemek yiyip, Kurban bayramı gelince “hayvanları kesiyorlar” denmesine karşıyız. Bize eleştiriler geliyor ama Kurban Bayramı’nda kesilen hayvanlardan çok daha fazlası mezbahalarda korkunç acılar çekerek kesiliyor. Olayın mümkün olanı isteme boyutu var ve biz “hayvanlar kesilmesin” dediğimizde, mezbahaların kapısı açılıp hayvanlar oradan mutlu mesut dışarıya koşmayacak maalesef. Ben şu anda mezbahaların iyileştirilmesi için uluslararası bir grupla çalışıyorum ve insanlar o mezbahaları görse Kurban Bayramı’ndakilerin insaflı olduğunu düşünecek neredeyse.

Dininin gereğini yerine getirmek isteyenler, hayvana minimum acı verecek ve usulüne uygun şekilde yapıyor bunu. Hayvanlara işkence yaparak kurban edenlere tabii ki karşıyız ve onlar zaten dinin gereğine uymuyor.

"Hayvanlara acı çektirenlere cezai yaptırım istiyoruz"

Avukat Hülya Yalçın, İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu Başkanı: Diyanet İşleri Başkanlığı’nın belirleriği kurallarda hayvanlara acı çektirilmemesi konusu işleniyor ama yeterli değil. Klasik bir yöntem olan dirikesimde hayvanın her şeyi duyumsadığı ve acı çektiği bilimsel olarak da kanıtlandığı halde şoklu kesim konusunda bile yol alınamıyor. Çünkü kanın tamamen akması için hayvanın diri halde kesilmiş olması gerekiyor.

Şu aşamada tek tesellimiz Orman ve Suişleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun "kurbanlığına eziyet edene ağır para cezası" uygulamasını duyurmuş olmasıdır. Ancak bunun tespiti, tutanakların imzalanması, zabıtanın olaya iştiraki kısımlarını düşününce pek uygulanabilirliği olduğunu düşünmüyoruz açıkçası.

İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu olarak bayram dışı zamanda da "acısız kesim" prosedürünün uygulanması için yazışmalar yapıyoruz. Kötü muameleye para cezasının işler olması için ihbarların vakit geçirilmeden en yakın yerel yönetim, polis, jandarma ve bakanlık birimlerine yapılması gerektiğini bildiriyoruz.

5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun 12.maddesi "dini kuralların gerektirdiği özel koşullar gözönüne alınarak olabildiğince acı vermeden ve BİR ANDA kesim yapılmasını" emretmektedir. Burada da net olarak "hayvana acı verilmesi kesinlikle yasaktır" cümlesinin eksikliğini hissediyoruz. Kaldı ki bu maddeye harfiyen uyuluyor olsa bile epey hayvan müthiş can acılarından kurtulabilirdi. En azından Bakanlığın bu dönem için cezai yaptırımları yerine getirmesini talep ediyoruz.

"Can alarak bayram kutlanmaz"

Burak Özgüner, Yeryüzüne Özgürlük Derneği: Dünyanın dört bir tarafı adaletsizlikle doluyken bayramda et dağıtarak bu adaletsizliklerin çözümü için değil, insanın kendisini tatmin etmek için paylaşımda bulunmasını açıkçası samimi bulamıyorum. Can alarak bayram kutlanabileceğini düşünmüyorum, bin yıllar öncesinden gelen bir geleneği sürdürmek, bir şeylere körü körüne bağlanıp gözünü kapatmak benim sindirebildiğim bir şey değil.

Bir insan, inandığı dinin kitabında yazan ve farklı şekillerde yorumlanan her türlü emri sorgulamadan yerine getiriyorsa bir anlamda robotlaşmış demektir. Dinde söylenenlere riayet ederek kızını ya da evli olduğu kadını mal yerine koyup alışveriş malzemesi olarak görmek ya da ilişki içerisinde olduğu kadınlara şiddet uygulama hakkını kendinde görmenin "kurban bayramı"nda gırtlak keserek alınan canla o kadar çok ilgisi var ki.

Dünyanın kendisi için yaratıldığını düşünen ve hayvanları birer nimet olarak gören insan, madem bu kadar "gelişmiş" ya da "modern" bir varlık, bu adaletsizlikleri, haksızlıkları çözsün can alacağına, yaşamı zindan edeceğine. Dayanışmak, paylaşmak için can almaya ya da özel bir günün gelmesini beklemeye ihtiyacımız yok.

"Kurban etme mantığına karşıyım"

Eva Aksoy, Hayvanların Yaşam Haklarını Koruma Derneği: Ben insanların kurban hakkındaki görüşlerini değil de kurban kesenlerin görüşlerini merak etmekteyim. Bunu büyük bir ilkellik olarak tanımlıyorum. Kendi günahlarını temizlemek için bir başka canlıyı feda etmek olarak görüyorum.  İnsan öldürenin kötü bir iş yaptığı kabul edilmiş, hayvan öldüren nasıl iyi bir iş yapabilir. Bir başka canlının öldürülmesini seyretmek bile insanlıktan uzak.

Mezbahalarda çalışanlar, bunu iş olarak yapıyor, bir endüstri var. Ama kurban denince hiçbir zorlama söz konusu değilken hayvanları öldürüyorlar. İhtiyaç olsa gidip bir kasaptan satın alınır.

Bu çağda yüzyıllar öncenin inanışını sürdürmek tuhaf. Mayalarda da en güzel kadınlar kurban ediliyormuş… Adak da kurban hiçbir vesileyle yapılmaması gereken, temelden yanlış bir şey.

Kaynak: Bianet

14 Ekim 2013 Pazartesi

Lambda'da etin cinsel politikası tartışılacak

Bayramın ikinci gününde saat 16:00'da Marmara'nın kan gölüne dönmesinden veya yaşı büyük bazı insanların hatrının sadece bayramlarda sorulmasındaki samimiyetsizlikten sıkılanlar için bir etkinlik planlanmış.

Vegan Kolektif ve Diren Vegan isimli gruplardan tanınan Gülce Özen Gürkan, Türkçesi piyasaya yeni çıkan Etin Cinsel Politikası kitabından yola çıkarak hazırladığı sunumla cinsiyetçilik ve türcülük arasındaki bağları deşifre edecek. Sunumun ardından ortalık bu kez kan gölüne değil soru gölüne dönecek.

"Türcü ve Cinsiyetçi İdeolojilerde Et"

Gün/Saat: 16 Ekim 2013 Çarşamba, 16:00
Yer/Adres: Lambdaİstanbul, Tel Sokak No:2 Kat:2, Beyoğlu İstanbul

13 Ekim 2013 Pazar

30 Hayvan Elektrik Akımından Öldü

İstanbul’da 30’a yakın büyükbaş hayvan kurban edilerek kesilmelerine iki gün kala elektrik akımına kapılarak hayatını kaybetti.


İstanbul’da Başakşehir Belediyesi’ne ait kurban satış ve kesim alanında, 30’a yakın büyükbaş hayvan kurban edilerek kesilmelerine iki gün kala elektrik akımına kapılarak hayatını kaybetti.

Hayvanların bulunduğu çadırlardaki elektrik panolarının su aldığı öğrenildi.

Gazetelerde yer alan haberlere göre, “mal sahipleri” olaya müdahale etmedi, dört büyükbaş hayvan ölmeden önce “sahipleri” tarafından kesildi.

Belediye yetkilileri, ölen hayvanları iş makineleri yardımıyla çadırlardan çıkartarak kamyonlara yükledi.

Alanda çalışan satıcılardan biri “33 hayvanımız telef oldu. Burada insan da olabilirdi. Buradan bana bir tutanak bile verilmedi. Hayvanlar kamyonlara konulup çöpe atıldı ama yetkililerden kimse açıklama yapmadı. Burada 250 bin lira zararım var” diye konuştu.

Kaynak: Bianet

12 Ekim 2013 Cumartesi

Elektroşok Silahıyla 500 Kişi Öldü

Adli Tıp Uzmanı Fincancı, polisin elektroşok silah kullanmasının insan sağlığı için çok riskli olduğunu belirterek bunun sadece asayişte kullanılacağının da hiç inandırıcı olmadığını belirtti.


Polislere üç günlük eğitimin ardından elektroşok silahlar verildi.

İstanbul'da Önleyici Hizmetler Şube Müdürlüğü Ekipleri'ne gönderilen 20 silahın kadına şiddet olayları, rehin alma olayları, polise mukavemet, intihar gibi başlıca olaylarda kullanılacağını belirtti.

Ajanslardaki habere göre, silah yedi metreye kadar etkili ve kişiyi şok dalgalarıyla 10 saniye sersemletiyor.

Öldürücü özelliği olmadığı belirtilen silahın bir kişiye 24 saat içinde üç kereden fazla kullanıldığında zarar verebileceği belirtildi.

Ölenlerin yüzde 90'ı silahsızdı

Elketroşok silahı Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Kanada ve Birleşik Krallık dahil 126 ülkede kullanılıyor.

Uluslararası Af Örgütü ve birçok insan hakları örgütü, bu silahın acımasız ve kötü kullanıma açık olduğunu belirterek ölümlere neden olduğunu ifade ediyor.

Yine Af Örgütü'nün 2008 raporuna göre, ABD'de bu silah nedeniyle 2001-2008 arasında 334 kişi Kanada'da ise 25 kişi hayatını kaybetti. 2012'de bu sayı 500'ü buldu. Ölenlerin yüzde 90'ı silahsızdı.

Son olarak bir ay önce Maimi sahilinde 18 yaşında Mc Donalds'a graffiti yapan Hernandez-Llach bu silahla vurulduktan bir saat sonra hayatını kaybetti. Yine 2007'de Florida'da bir öğrencinin konferanstaki protestosunda üzerinde beş polis olmasına rağmen gereksiz ve acımasız elektroşok kullanımına tanıklık ediliyor.

Fincancı: İnsan sağlığı için çok riskli

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı ve Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, bianet'e daha önce bu silahın insan sağlığı için çok riskli olduğunu belirterek Türkiye’de bunun sadece asayişte kullanılacağının da hiç inandırıcı olmadığını belirtmişti.

 "Vücutta elektrik akımının ölüme yol açma riski yüksek. Nereye isabet ettiği önemli, akımın izlediği yol önemli. Kalbe zarar verebilir,  ani kasılmalara, solunum yetersizliğine neden olabilir. İnsanlarda varolan hastalığı tetikleyebilir. Kasılmalarla birlikte kontrolsüz bir şekilde yere düşünce çeşitli yaralanmalara, hatta kafa travması ile ölüme neden olabilir. Türkiye’de bu silahın kullanımının sadece asayişle sınırlandırılacağı hiç inandırıcı değil. Çünkü biz gaz bombasının nasıl ateşli silah gibi kullandığını görüyoruz."

Bakkalcı: Elektrik işkencesinin sokağa inmesi

TİHV Genel Sekreteri Metin Bakkalcı da bu silahın kullanılmasının kesinlikle insan haklarına aykırı olduğunu belirtmişti.

“Elektroşok silah kullanımı, bu ülkede yüzbinlerce insanın yaygın olarak maruz kaldığı elektrik işkencesinin doğrudan sokağa inmesidir. Türkiye’de özellikle 2005’ten sonraki yasal düzenlemelerle özel olarak da 2007’deki Polis Vazife ve Selahiyat Kanunu'ndaki değişiklliklerle güvenlik güçleri, insanları doğrudan da öldürme yetkisini de içerecek olağanüstü sınırsız şekilde yetkilerle donatıldı."

Kaynak: Bianet

11 Ekim 2013 Cuma

Pozantı'dan Sincan'a Getirilen Çocuklara Zorla Çıplak Arama

İHD’den Avukat Biçer, Sincan Cezaevi’nde kalan çocuklarla görüştü. Çocuk mahpuslar, zorla çıplak aramaya maruz kaldıklarını, tuvaletlerin kilitli kapılarının açılması için saatlerce kapıları yumrukladıklarını anlattı.


İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şubesi Cezaevi Komisyonu’ndan Avukat Hürmüz Biçer, Sincan’daki Ankara Çocuk ve Gençlik Kapalı Cezaevi’ndeki üç çocuk mahpusu ziyaret etti ve beş sayfalık bir rapor hazırladı.

Avukat Biçer, 16 Eylül ile 9 Ekim’de cezaevindeki avukat görüş odasında 17 yaşındaki H.E. ile K.Ş. ve 16 yaşındaki E.T. ile görüştü. Biçer raporunda, çocukların anlatımından yola çıkarak özetle şunları yazdı:

Dört gardiyanla zorla arama

Görüşülen üç çocuktan ikisi hastane sevki için ring aracına bindirilmeden önce çıplak aramaya maruz kaldıklarını anlattı.

Çocuklardan biri Haziran ayında hastane öncesi kamerasız odaya alındıklarını, bir gardiyanın ‘soyunmalarını’ söylediğini, kabul etmediklerinde de odaya 4-5 gardiyanın girdiğini, çocukların kıyafetlerini zorla çıkardığını söyledi.

Diğer bir çocuk da hastane sevkine tek başına gittiği bir günde, dört gardiyanın zorla kıyafetlerini çıkarttığını ve çıplak arama yaptıklarını anlattı.

Herkesin içinde kaba dayak

Çocuk mahpuslar, diğer çocuk mahpusların, diğerlerinin doğrudan görüp/duyabilecekleri mesafelerde kaba dayağa ve ağır hakaretlere maruz kaldıklarını belirttiler.
Kendileri de diğer çocukların dövüldüğünü gördüklerini anlattılar.

Tuvalet de izne tabi

Koğuşlardaki tuvaletler gün boyunca otomatik kapılarla kilitli kalıyor ve kapıları sadece gardiyanlar açabiliyor. Dolayısıyla koğuşlardaki tuvalete gidebilmeleri gardiyanın iznine tabi.

Her odada birer tuvalet ve banyo bulunuyor. Sabah 07:00’deki sabah sayımıyla birlikte çocuklar sabah sporu için çıkıyor, sonra da gün boyu ortak alanda bulunuyorlar. Çocuklar çıktıklarında, odalar otomatik kilit ile gardiyanlarca kilitleniyor.

Çocuk mahpuslar uyudukları, şahsi banyo ve tuvaletlerinin bulunduğu odaya gün içinde girebilmek için gardiyana seslenmek zorunda kalıyorlar. Gardiyan yerinde ayrıldığından, çocuklar tuvalete girebilmek için uzun süre kapıları yumruklamak zorunda kalıyorlar.

İzin alırken de onur kırıcı hakaretlere maruz kalıyorlar.

“Bunlar terörist, konuşmayın”

Pozantı ve Mersin cezaevlerinden sevkle getirilen çocuklar, cezaevi yönetiminin ve gardiyanların diğer çocuklara “bunlar terörist, bunlarla konuşup etmeyin” dediğini aktardı.

Sevkle gelen dört çocuk mahpus, kendileriyle havalandırmada konuşan diğer bir çocuğun gardiyanlarca azarlandığını ve dövüldüğünü anlattı.

Haziran ayında Kürtçe türkü söyleyen çocuklara, diğer koğuşlardaki çocukların sözlü sataşmasıyla başlayan tartışma, çocukların bir araya geldikleri etkinlikte birbirlerini darp etmesiyle sonuçlandı.

Dört çocuk mahpus, bu nedenlerle etkinliklerde ve sosyal faaliyetlerde diğer çocuklarla birlikte olmak istemiyor, dördü birlikte sabah sporuna çıkıyor, kütüphaneye gidiyorlar. Diğer çocuklarla yan yana gelmemek için bilgisayar hakkından yararlanamıyorlar.

“İdari ve cezai soruşturma”

Avukat Hürmüz Biçer, raporunun sonuç bölümünde şu ifadelere yer verdi:

* Çocukların dile getirdiği hak ihlalleri ciddi bir araştırmaya tabi tutulmalı ve sonlandırılmalı.

* İlgililer hakkında gerekli idari ve cezai soruşturma yürütülmeli.”

* Uygulanan disipline etme sistemi ve onur kırıcı uygulamalar sonlandırılmalı.”

Kaynak: Bianet

9 Ekim 2013 Çarşamba

"Önleyici Gözaltıyla Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kalmaz"

Yrd. Doç. Dr. Altıparmak, “önleyici gözaltı” uygulamasının hayata geçmesi durumunda işkence ve kötü muamelenin artabileceğini söyledi ve ekledi: "AİHM ne diyorsa tam tersini yapıyorlar."



Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak, polisin, eylem yapma ve olay çıkarma olasılığı olanları hakim, savcı izni olmadan direkt gözaltına alabileceği ve “memura mukavemet”e verilen cezaların artırılacağı yönünde düzenleme yapılmasıyla ilgili olarak “Daha düzenlemeyi net olarak görmedim, haberlerden takip ediyorum. Ancak son derece tehlikeli buluyorum. AİHM ne diyorsa, tam tersini yapıyorlar” ifadelerini kullandı.

“İşkence ihtimali yükselir”

bianet’e konuşan Altıparmak, “önleyici gözaltı”nın iki alt başlıkta önemli sorunlar yaratacağı görüşünde.

“Birincisi herhangi bir meydana giden bir kişinin çantasını arayıp içinde gaz maskesi veya solüsyon bulurlarsa o kişiyi gözaltına alırlar. Bunu da rutin haline getirirler ve beş gün çıkarsan beş gün gözaltına alınırsın. Hem gözaltına alındığın için fişlenirsin hem de Türkiye'de toplantı ve gösteri yürüyüşü diye bir şey kalmaz.

“İkincisi, gözaltına alınan kişinin normalde sorgulanacağı varsayıldığı için bir sürü usul güvencesi var. Normal şartlarda hekime götürülmen, 24 saatte hakim karşısına çıkarılman, gözaltı kaydının yapılması gerekiyor, avukatla görüştürülüyor, vs.

“Önleme soruşturmasında ise sorgu yok diyecekler, o yüzden savunma için avukat görüşmesi muhtemelen olmayacak, hakim önüne zaten çıkarılmayacak, ne zaman kayda alınıp ne zaman kayda alınmadığını kestirmek çok zor olacak.

“Bu da çok büyük tehlikeler yaratacak. İşkence, kötü muamele ihtimalini de yükseltecek.

“AİHS’e de Anayasa’ya da aykırı”

“Anayasa'nın 19. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 5. maddesine göre bu çerçevede bir düzenleme kesinlikle Anayasa'ya da AİHS’e de aykırı olur.

“Biz bunu idari kolluk ve adli kolluk diye ayırıyoruz. Gözaltı ve tutuklama meselesi Türkiye'de bir suç işlendiğine dair iddianın üzerine yapılıyor. Bu nedenle de bu bir adli mesele sayılıyor. Şimdi burada bahsedilen şey idari, yani önlemeye yönelik bir düzenleme. Daha suç oluşmadan yapılacak şey.

“O nedenle ardından da soruşturma yürütülmeyecek. Bir risk üstüne sadece bunu yapacaklarını söylüyorlar.

“Avrupa’daki gibi istisnai uygulama olmaz”

“İstisnai olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) sözleşmenin 5. maddesinin 1. fıkrasında ‘b’ bendi uyarınca bir vakada bu usulün uygulanabileceğini kabul etti. Ama orada da çok özel koşullar vardı.

“Bir holiganın çok somut verilere dayanarak gerçekten bir olaya katılacağına dair veri toplamışlar ve dört saat gözaltında tutmuşlar. AİHM'de bunu sözleşmeye aykırı bulmamış.

“Ama önerilen şey göründüğü kadarıyla böyle istisnai olmayacak, sistematik herkese yönelik olacak. Muhtemelen de bu kadar ince eleyip sık dokumadan toplantı ve gösteri yürüyüşünü ortadan kaldıracak düzeyde olacak. O nedenle AİHS’e de aykırı olduğunu düşünüyorum.

“AİHM’in dediklerinin tam tersini yapıyorlar”

Diğer mesele de memura mukavemet durumunda ceza artırılmasının öngörülmesi. Zaten Türkiye'de memura mukavemet nedeniyle inanılmaz çok dava açılıyor. İnsanların her türlü hakkı bu şekilde engelleniyor.

“Şimdi memura mukavemet cezasını daha da ağırlaştıracaklarından bahsediyorlar. Sokakta polisten şiddet gören kişi eğer ağır cezalarla cezalandırılma riski varsa gidip şikayet etmez. Bu da kötü muamele uygulamalarını çok artırır ve önü alınamaz hale gelir.

“AİHM kararları Türkiye'ye ne yap diyorsa, bunlar tam zıttını yapıyorlar. Polis şiddetini engellemeleri gerekirken polis şiddetini daha da meşrulaştırıyorlar.

“İnsanların üstlerini, çantalarını yasalara aykırı şekilde arayıp maske, solüsyon gibi malzemeler bulunca gözaltına alıyorlardı. Şimdi bu hukuk dışı uygulamalarına hukuksal zemin hazırlamaya çalışıyorlar.”

Kaynak: Bianet

Etin Cinsel Politikası ve Veganizm kitapları çıktı


Hayvan özgürlüğünü yakından ilgilendiren iki kitap Veganizm ve Etin Cinsel Politikası bu ay okurlarla buluştu. İkisinin de Türkçe yazına getirdiği ilkler var: Veganizm isimli kitap, veganlığın felsefesi ve politikası hakkında Türkçe yazılmış ilk kitap olma özelliği taşıyor. Etin Cinsel Politikası ise feminizm ve hayvan özgürlüğü mücadelelerinin kesişme noktasını Türkçe literatüre taşıyor.


Zülal Kalkandelen ve Can Başkent tarafından söyleşi tekniği ile hazırlanmış olan Veganizm, Propaganda Yayınları'ndan e-kitap olarak çıktı. Veganlığın beslenme boyutuna, ekonomik/politik açılımına ve etik boyutuna değinen üç bölüm, kitabın temel bölümlerini oluşturuyor. Şu bağlantıdan satın alınabileceği gibi buradan ücretsiz de okunabilir.


ABD’li yazar Carol J Adams 1990 yılında Etin Cinsel Politikası’nı yazdığında yaklaşık yüz yıl önce etkisi hissedilen feminist hayvan özgürlüğü savunuculuğunun üstüne toprak örtülü olduğundan kitap şok etkisi yaratmıştı. Adams, yaklaşık 15 yılını verdiği kütüphane çalışmasıyla hem 18. YY’da vejetaryen olduğu için deli yakıştırması alan düşünürleri hem de feminizmin dünyada adını duyurmaya başladığı günlerde ataerkinin yansıma alanlarından birinin de et yeme ve avcılık olduğunu tespit ederek hayvan hakları savunucusu olan birçok feminist kuramcıyı gün ışığına çıkarıyor.

İngilizce ve Türkçe dışında dört dilde daha yayınlanan bu kitabın merkezinde kayıp gönderge kavramı var. Adams’a göre et yiyeni yediği hayvandan hayvanı da markette satılan biçiminden yalıtan kültürel duvara kayıp gönderge denir. Kimse kahvaltısının en büyük keyfi olan sucuğunun bir zamanlar nefes alan ve ne zaman özgür kalacağı beklentisi ile esaret altında günlerini geçiren bir canlıdan geldiğini ve sucuk olabilmek için korkunç ve kanlı bir süreçten geçmesi gerektiğini düşünmek istemez; çözümü göndergeyi kaybettirmekte bulur. Kayıp göndergenin var olabilmesi için nesneleştirme-parçalama-tüketme biçimindeki şiddet döngüsünün tamamlanması gerekir.

Pornoda parça parça tüketilen kadın bedeni ile sofrada parça parça yenen hayvan bedeni arasında her ikisinin de özünde sömürülmemesi gereken varlıklar olduğunu yadsıyan erkek egemen zihniyet vardır. Erkeklik inşasının bir kısmı et yemek ise, bir başka kısmı da ötekileştirilmişlerin bedenlerini denetim altında tutmaktır. Güray Tezcan ve Mehmet Emin Boyacıoğlu’nun Türkçe’ye kazandırdığı cinsiyetçilikle türcülük arasındaki bağlantıya ışık tutan bu kitap Ayrıntı Yayınları’ndan piyasaya çıktı ve şuradan indirimli olarak edinilebilir.

7 Ekim 2013 Pazartesi

Etsiz benzinsiz parasız Avrupa turu

2014 Bahar mevsiminde İstanbul'da alternatif kültür için uzun bir yolculuk başlıyor. Ekolojik yaşamın, doğaya-hayvanlara düşmanlık gütmeden hayatta kalmanın ve de endüstriyel sisteme bağlı kalmadan ihtiyaç duyulan gereçleri üretebilmenin (kendin yap/do it yourself kültürü) mümkün olduğuna inanan Rüzgar Yolgezer bu güzel projesini bizlerle paylaştı. Yeryüzüne Özgürlük'e gönderdiği mektup şu satırlardan oluşuyor:


Merhaba, Bugünlerde, bisiklet ve kanoyu birleştirerek bir proje hazırlıyorum. Avrupa’nın çeşitli yerlerindeki ekolojik çiftliklere pedallayıp Tuna Nehri'ni de kano ile geçerek Türkiye’ye dönmek şeklinde. Proje süresince seyahatimi tamamen kas gücüyle, fosil yakıt kullanmadan ve et yemeden gerçekleştireceğim. Amacım ekolojik yaşamın ve sürdürülebilirliğin önemini vurgulamak. Mart 2014'te yola çıkmayı düşünüyorum. Bu proje için oluşturduğum rota; bisiklet için Istanbul-Yunanistan-Arnavutluk-Karadağ-BosnaHersek-Hırvatistan-İtalya-İsviçre-Fransa-Belçika-Hollanda-Almanya-Danimarka-Almanya, son olarak Romanya-Bulgaristan-Türkiye. Bisiklet yolculuğu 10000 km'yi aşacak. Son olarak kano ile (bisiklet kanoda taşınarak) Tuna Nehri geçilecek, 2900 km civarı. Fosil yakıtlar kullanmadığım gibi, çöp üretmeden, ekolojik ürünler kullanarak ve et endüstrisinden beslenmeyerek (halihazırda vejetaryenim) turu tamamlamak istiyorum. 

Yol boyunca geçimini Avrupa'da uğrayacağı ekolojik çiftliklerde çalışarak ve atıklardan takı üretip satarak sağlamayı planlayan Rüzgar Yolgezer, ayrıca bu tur boyunca kullanacağı güneş kremi ve diş macununu da kendi üretmeyi planlıyor. Yolda süreceği bisikleti kendi üretmek için de bisikletforum.com sitesinde atölye oluşturmuş ve Facebook'ta bir tartışma sayfası açmış:

http://www.bisikletforum.com/showthread.php?t=122597
https://www.facebook.com/groups/145229582350936/

İnsanmerkezci uygarlığa, türcülüğe ve kapitalizme karşı çevirilen her pedalı destekliyoruz. İlerleyen günlerde Rüzgar'dan güzel haberleri bekliyoruz ve bu projede kalbi Rüzgagr'la birlikte atan ve vakti olan herkesi ona katılmaya davet ediyoruz.