Dolmabahçede rektörler ile Başbakan'ın görüşmelerini protesto etmek isteyen grubun içinde olan ve bebeğini kaybeden 19 yaşındaki öğrenci ile söyleşi yapan Ece Temelkuran, genç kızın bebeğini polis şiddeti ile kaybettiğini ispatlayan raporu yayımladı.
Temelkuran'ın Habertürk'te yayımlanan (9 Aralık 2010) yazısı şöyle:
Dün bu köşede okuduğunuz röportaj için yaptığımız konuşma bitmişti. 19 yaşındaki, kaşık kadar kız, gözünün feri sönmüş, hem nasıl sönmüş olarak, hâlâ sancılanan karnını tutuyordu.
Ayağa pek kalkamıyordu. Sormaya utanarak sordum, utandığımı da söyledim. Ama bu memlekette kimilerinin ne çiğ olabileceğini bildiğim için... Neyse sordum işte:
"Yarın senin için, 'Hamile kızın eylemde ne işi var?' diye soranlar olacaktır. Cevap vermek ister misin şimdiden?"
Polis tekmeleriyle bebeğini daha 19 yaşında düşüren kız çocuğu şöyle dedi:
"Hamile insan hakkını arayamaz mı? Hamile olunca eve kapanmak mı gerekir? Hamile olunca ben düşüncelerimden vazgeçmeliyim, öyle mi?"
Cevabı buydu. Bunu dünkü röportaja yazmadım. Çünkü bu soruyu sormuş olduğumu yazmaya bile utandım. Fakat dün gazetelere bakınca görüyorum ki kelli felli köşe yazarı sanılan kimileri, utanmadan sıkılmadan, koca sütunlarını bu alçakça soruya ayırmışlar: Hamile kızın orada ne işi varmış? Gitmeseymiş, falanmış filanmış. Siz bir kız çocuğunu döve döve karnındaki bebeğini düşürten polisi değil de o kız çocuğunu haksız çıkarmaya karar vermişseniz... Düşünüyorum da sizi nasıl utandırabilirim? Utandıramam. Sizin artık kalbiniz, aklınız, vicdanınız mühürlü.
Polisin 'intikamı'
Gelelim ikinci meseleye. Polis teşkilatı, küçücük kıza karşı bir operasyon başlattı. Kız çocuğunun yüzünün göründüğü fotoğrafları basına dağıtıp "Bize karşı zor kullandı" diyorlar. El insaf! 1.50 metre boyunda, hamile ve yaklaşık 45 kilo bir kız çocuğundan söz ediyoruz. Bakmaya kıyamayacağınız bir çocuk! Bunu geçiyorum ve haber kısmına geliyorum. Polis, "Bebek bizim yüzümüzden düşmedi" diyor, "Düşük darba bağlı değil" iddiasındalar. Hemen söyleyeyim. Kız çocuğu, dövüldüğü gün, saat 14.00 civarında Taksim İlkyardım Hastanesi'ne giriş yaptı. Saat 14.16'da ilk B-HCG tahlili yapıldı. Hamilelik hormonudur. 14.16'daki B-HCG düzeyi 18.870 idi. Kanaması sürüyordu. Aynı test 18.50'de yapıldı, B-HCG düzeyi 16.212'ye düşmüştü. Kız çocuğu hastanede kaldı ve sabah 05.34'te test tekrarlandı. B-HCG düzeyi 10.974 idi. Bu, bebeğin karnında öldüğünü gösteriyordu. Bebek alındı. Kısacası, kız çocuğumuz bebeğini darptan sonra düşürdü.
Meraklısına belgesi bu sayfadadır!
Bu raporun altında Taksim İlkyardım Hastanesi Uzman Dr. N.Özden Serin'in imzası var. Ayrıca dün kız çocuğumuz, Türkiye İnsan Hakları Vakfı doktoru Yeşim İşleyen'e muayene oldu ve darba bağlı düşük olduğu orada da tespit edildi. Rapor bugün açıklanacak. Dün, aynı zamanda savcılığa şikâyet yapılırken yandaki tahlil sonuçları sunuldu.
Hamile kızın orada ne işi var?
Gelelim şimdi baştaki soruya: "Hamile kızın eylemde ne işi var?!"
Bunu, yukarıdaki köşe yazarları gibi polisi haklı çıkarmak için değil, ama içi acıdığı için soran insanlar da var, biliyorum. Sözüm onlaradır: İnsanız, şaşarız. İnsan psikolojisinin tuhaf, yanlış bir oyunudur: Çaresiz, berbat olaylarda kurbanla özdeşim kurmak istemeyiz. Çünkü bu, çekilmez, acılı bir durumdur. Bir biçimde kurbanın bunu hak etmiş olduğunu düşünerek rahatlamak ister insanın kafası. O yüzden şöyle deriz:
Kürt çocuklar da taş atmasaydı!
TAYAD'lılar da direnmeseydi!
Dövülenler de sosyalist olmasaydı!
Yahudiler de öyle yapmasalardı!
Yoksullar da çok çocuk yapmasaydı!
Onlar da 1 Mayıs'a gitmeseydi!
Hamile kızlar da sokağa çıkmasaydı!
Vesaire vesaire... Çünkü kurbanın çaresizliğini paylaşmak istemez insan, insan beyni çaresizlik durumundan kaçar. Ama insan aklının bu "ergenlik hastalığı" zamanla geçmelidir. Yetişkin olunca bugünün meselesinin şu olduğunu biliriz: Polis kız çocuğunu niye dövdü?
Kız çocuğu, "Hamileyim! Vurmayın!" demesine rağmen niye karnına karnına vurdu? Bizim meselemiz bugün budur. Başka bir şey değildir. Bizim meselemiz bugün, bir kız çocuğunun yalnız bırakılmamasıdır. Koca bir Emniyet Teşkilatı ona karşı bir savaş açmışken ona kendini yalnız hissettirmemektir.
Fotoğrafların hikâyesi
Emniyet, kız çocuğunun fotoğraflarını basına dağıttı. Bugün eğer bazı vicdandan, akıldan ve ahlaktan nasibini almamış basın yayın organları bu fotoğrafı yayınlamaya kalkarsa diye önceden yazayım:
Kız çocuğu bu fotoğraflarda sanki elinde sopa varmış da polislere saldırmış gibi görünüyor. Minnacık kız elinde 50 santimlik bayrak sopasıyla robocoplara saldırsa ne olur zaten de, yine de hikâyeyi yazayım. Önceki günkü röportajda kız çocuğu anlatmıştı:
"Benim elimde bayrak vardı. Polis, bayrağı elimden almaya çalıştı. Fakat bayrakla sopa ayrılınca polis sendeledi. Sendeleyince de sinirlendi ve bana o zaman saldırmaya başladılar."