27 Mart 2014 Perşembe

İstanbul Anarşi İnisiyatifi: Sandıklar iktidar, sokaklar özgürlük kavgasınındır

Zalim bir kraldan kurtulmanın tek yolunu, yeni krallar yaratmakta arayan çaresiz bir halkı meydana getiren insanlara çevirmeye çalışıyorlar hepimizi. Üstelik bu halk, zalimlerin saraylarını başlarına geçirebilecek ateşleri yakmayı yeniden hatırladıktan sonra. Şimdi o ateşe uzanmış sırıtıyorlar yüzümüze bakarak. Kaybedilen canlar, feda edilen gözler, özlenen evlatlar, kardeşler, sevgililer ve daha nice biçimlerde bedeller ödenerek yakılan o ateşi söndürme telaşında, yeni kral adaylarının her biri. Çünkü iktidar ateşi sevmez. Çünkü ateş ezilenlerin adaletidir.



Bu ateşin ilk kıvılcımlandığı andan itibaren o ateşe körükle giden hükümetteki iktidar da, o ateşi sahiplenirmiş gibi yapan ve sokağın adaletinden hep çekinmiş olan iktidarlar da aslında aynı amaçla yaklaştılar bu ateşe. Bu ateş “söndüğünde” her biri mutlak bir iktidarın sahibi olarak hayal ettiler kendilerini. Bizim ise baştan beri umudumuzun ve varlığımızın ateşini yükselten tek şey, o ateşin yandığı sokakta hiçbir iktidarın olmayışıydı. Hükümette ya da muhalefette, evde ya da sokakta nerede olursa olsun bir iktidar daha fazla neyden korkabilir ki? Sokakta iktidarı ortadan kaldırmaya çalışanlardan yeni iktidarlar yaratmalarını istiyorlar şimdi. Kendi elleriyle ateşlerini suya tutmalarını istiyorlar. Bütün bedenlerinin dikişlerini yırtarcasına bağırıyorlar: “Oy kullanın”. Farklı kesimlerden türlü biçimlerde dile getirilen bu cümleye sahip çıkılmasının ve peşinden yürünmesinin bir tek anlamı olabilir: Sokaktan yani geçtiğimiz Haziran’dan bu yana şahit olduğumuz şekilde; bulunmaktan en fazla mutluluk duyduğumuz yerden ve onun varlık biçiminden umudu kesmek.


İşte seçim meselesi tam da böyle bir “seçimin” meselesidir. Rengârenk duvarları, ateşlerle aydınlattığımız sokakları, tanımadığımız omuzlara yaslanarak güç bulduğumuz varlık hâllerini tarihte tebessüm ve özlemle hatırladığımız bir dönem olarak bir rafa kaldırmak ya da gri duvarları gökkuşağının renklerine boyamaya, katillerin düzeninin karşısında sokağın adaletini var eden ateşleri yakmaya, direnişin yarattığı dillerde hiç tanımadığımız insanlarla yeniden tahakkümsüz bir hayatı kurmanın yollarını aramaya devam etmek. İŞTE BÜTÜN MESELE BU. Bu meselenin çözümünde aklımıza gelen bir sorunun “klavuzluk” edeceğine inanmaktayız. O soru da en yalın hâliyle şudur: Milyonların sokaklara döküldüğü o isyan günlerini özlemeyen var mı? “Var” diyen şüphesiz ki bir iktidardır ve sızdığı alanlardan çabucak def edilmelidir.
Oy kullanma meselesi temelde yoğun olarak anarşistlerin karşı durduğu bir mesele olmuştur hep. Mülkiyetten ve hiyerarşiden yani tahakkümden ve devletten uzak bir hayatı ve onu var edecek toplumsal işbirliğini yaratabilecek olan bireysel iradelerimizi, o iradelerin tabutu olan sandıklar aracılığıyla hapsetmek, en azından bu yazının imzasını atan anarşistler için özgürlüğün ve özgünlüğün reddidir. Ancak geçtiğimiz Haziran’la birlikte yaşanan toplumsal dönüşüm süreci, bu reddiyenin bu süreci ören her birey için korunması gerekliliğini taşımaktadır bizim için. Gezi Parkı’nda geçirilen günlerde ve sonrasında örgütlenen park forumları ve mahalle meclisleri deneyimlerinde hayata geçen pratikler Anarşist düşüncenin doğal olarak yaşamda karşılık bulmasıydı çünkü. Parklar ve mahalleler düzeyindeki örgütlenmelerde temel alınan, örgütlü ya da örgütsüz sol sosyalistler tarafından da dile getirilen; yatay örgütlenme, mutlak bir temsiliyetten uzak bir örgütlenme ve anti – hiyerarşik var oluş gibi argümanlar anarşizmin argümanlarıdır. Bu vakte kadar inanan ya da inanmayan herkesin sarıldığı bu varoluş biçimleri çöpe atılmaya çalışılıyor şimdi. İnanmadan bunlara sarılmış ve çaresizlikten kendiyle çelişe çelişe bu halleri savunmuş olanlara diyecek bir şey yok. Onlar kendilerince bir süreci örerlerken bu argümanlar kitlelere yaklaşmak, iktidar mefhumuna baş kaldırmış kalabalıklarla bir olmak için onlara lazımdı. Buraya kadar tamam… Ancak bu varoluş halleriyle yaşam alanlarını örgütleme çabasına girişen ve Gezi direnişinin sadece AKP karşıtı bir isyan olmasının ötesinde, temelde iktidar karşıtı bir isyan olduğunun kanıtını kendi örgütlenme arayışlarıyla ortaya koyan bireylerin, burada durup düşünmeleri gerekmektedir bizce. En küçük yaşam alanlarında iktidarın def edilmesine yönelik adımlar atarken, bu yaşam alanlarının büyüdüğü noktalarda bir iktidar arayışı içinde olmak, ihtiyacı duyulan yaşamın önünü tıkayacaktır. Çünkü her iktidar gibi peşinde sürüklenecekleri iktidarlar da o bireylerin el birliğiyle ördükleri yaşam pratiklerine tecavüz edeceklerdir “vakti geldiğinde”.
Yukarıda sözünü ettiğimiz argümanların Anarşizmin argümanları olması bizde bir övünç kaynağı yaratmamaktadır. Dile getiriliş sebebi de bu değildir. Ancak anarşistlerin “öncülük” etmediği bir isyanın, iktidar mefhumuna karşı oluşu ve peşi sıra gelen örgütlenme arayışlarının da bu minvalde seyretmesi, umudumuzu pekiştirmekle birlikte bizi, yaşamın iktidarlardan arınma ihtiyacında olduğuyla en net biçimde karşı karşıya getirmektedir. İşte bu noktada anarşistlerin de belki de tarihte olmadığı kadar sandıkların karşısında olmaları elzemdir. Yaşamın iktidarsızlaşma arayışlarının karşısına yeni iktidarlar yaratma çabası çıktığında anarşistlerin safı bellidir çünkü. Ancak bununla birlikte yukarıda da söylediğimiz gibi bu gün bu saf sadece anarşistlerin safı değildir. Felsefi olarak anarşizmi tam anlamıyla benimsemeyen ya da bilgi düzeyinde bu felsefeden haberdar olmayan ancak iktidarsızlaşma hamleleriyle hayatı yeniden örgütleme çabasında olan her birey için sandıklar iradelerinin tabutudur.
KLASİK BİR SORU
Seçim meselesinde sıkça rastladığımız sorulardan biriyle bu sıralarda da yüz yüze geliyoruz: “Oy kullanmayıp ne yapacağız?”. Cevabı çok basit: “İsyan.”. Üstelik bunun için çok büyük bir ilhamımız var. Bu dönemde bu sorunun cevabını da kendiliğinden örgütlenen isyanın taşıyıcısı olan ve bütün iktidarların aslında korkuyla izledikleri halk vermiştir. Daha somut konuşmak gerekirse; hiçbir siyasi yapı ya da toplumsal hareket tarafından öncülüğü yapılmayan Gezi direnişinde bireysel inisiyatif ve iradelerin oluşturduğu toplumsal ayaklanma ve örneğini çeşitli şekillerde gördüğümüz toplumsal iş birliği bize hiçbir iktidarın, kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın hiçbir devlet aygıtının veremeyeceği bir farkındalık, arzu ve mutluluk verdi. Gerek sokağa bu manada ilk kez çıkanlar, gerek sokaktan bu manada hiç ayrılmayanlar; hepimiz tonla şey öğrendik. İşte oy kullanmayıp da yapacak olduğumuz şey de o öğrendiklerimizi unutmamaya çabalayarak ve yeniden hayata geçebilmesi için Haziran’dan bu yana örgütlediğimiz iktidarsızlaşmayı büyütmek olmalıdır. Kimse bizim adımıza konuşmasın, kimse bizi iplerinden tutulan kuklalara çevirmesin, kimse bizi yok saymasın diye iktidarsızlaşma arayışlarımıza ve çabalarımıza devam etmeliyiz. Bu gün bu arayışın karşısındaki en büyük engel seçim sandıklarıdır. Sandıkları önümüze koyanlar, isyanımızın rengini kendi lehlerinde belirlemeye çalışanlardır. Ve iktidarda oldukları sürece de gerçekleştirilecek herhangi bir isyana karşı her iktidar gibi karşılık vereceklerdir. Türlü yalanlar, yanılsamalar vs. ile birlikte bir özgürlük yanılgısına sürüklenip; evlere kapanan, televizyonların başında nutuk dinleyen, istenmeyen soruları sormayan varlıklara kendiliğinden dönüşmemizi sağlamaya çabalayacaklardır. Sandıkların reddi özgürlüğün -hele de bu gün- temel koşuludur bize göre. Gücümüzü görmüşken ve tüm iktidarların gözlerinin ferini söndürebilecek ateşleri şehir şehir taşıdıktan sonra, sandıklardan özgürlük çıkacağını beklemek her şeyden önce kendimize ve özgürlük algımıza haksızlıktır.
KLASİK BİR GÖRÜŞ: ATMADIĞIMIZ OYLAR AKP’YE YARAR
Bu söylem, temsili demokratik sistem ve devlet himayesindeki toplumsal yaşamı örgütleyenlerin söylemidir. Eğer bu ikisini savunuyor olsaydık, Gezi direnişinde sokakları doldurmak yerine sessizce evimizde oturup seçim gününü beklerdik. İlk aklımıza gelen taş atmak değil, oy atmak olurdu. Bu söylemi yayanlar Ali İsmail’in, Berkin’in ve diğer kardeşlerimizin katillerine taş atarken bizleri provakatör ilan edip, gelecekte kurdukları iktidar düşlerine uygun halk yaratma kaygısı taşıyanların söylemidir. Atıp atmayacağımız oyların neye yarayıp yaramayacağından çok atacağımız taşların neye yarayacağına bakmalı. Atılmayan her oyun hesabını yapmak özgürlük kavgası verenlerin ve vermiş olanların işi değildir. “AKP gitsin de ne olursa olsun” algısını toplum geneline yayarak oy hesabı yapanların tek derdi iktidar kavgasından galip çıkmaktır. İktidar kavgası iktidarların işine yarar. Halkın, yoksulların, mülksüzlerin işine yarayacak olan ise kavgalarına feda etmek için kendilerine yanaşanları kovalamaktır. “Birini seçmek değil, birini göndermektir buradaki asıl mesele…” gibi söylemler de birini göndermenin tek yolu olarak sandığı ve temsiliyeti gösterenlerin, iradelerin teslimiyeti için gerçekleştirdikleri meşrulaştırma çabalarıdır. Halkın isyanının karşısında, o isyanı kendi çıkarına örgütleyen iktidarların kılıfından başka bir şey değildir. Bu kılıfı yayanların her birinin birebirde bir iktidar olmaları şart değildir. Ancak iktidarlara kanılarak hayata geçirilen her eylem, dile getirilen her cümle iktidarların varlığına hizmet eder.
NEREDEN NEREYE
Gezi direnişi bir özgürlük kavgasıydı. Seçim ise iktidar kavgasıdır. Özgürlük kavgasının ateşini taşıyanları sandıklara çağırmak özgürlük kavgasının iktidar kavgasına feda edilmesi demektir. Ancak biz istemezsek hiçbir kavgamızı iktidarların kavgasına feda etmeyiz. Bize düşen o özgürlük kavgasının ateşini hiç yanmadığı yerlere taşımak ve bu ateşi büyütmektir. Bu ateşi taşımak ve büyütmek yerine, özgürlüğü sandıkta arayarak iradelerimizi teslim etmek hem kendi kavgamızı sönümlendirmek, hem de o ateşin hiç yanmadığı yerlere sırt dönmek olur. Her iktidar için toplumsal ayrışma, gündelik hayatta var olan hiyerarşik ilişkiler ve bunların yarattığı çatışmalar gereklidir. İktidar bunlardan beslenir. Bu sebeple Gezi direnişinde adı hiç anılmayan yaşam alanları da, isyanlardan oy çıkarma telaşındaki iktidarlar tarafından “kazanma ihtimali” taşımayan alanlar olarak gözlerinin ardındadır ve herhangi bir iktidar değişiminde o yaşam alanları başka bir toplumsal ayrışmanın kanalları olacaktır. Bu ayrışmaların reddi biçiminde hayata geçen Gezi’nin gelmesi gereken nokta bu ayrışmanın kanallarında da kendini var ederek tüm toplumsal hiyerarşik ilişkilere saldırmak ve yeni iktidarlar yaratılmasının önüne geçmek olmalıdır. İktidarların aksine bizler için her yaşam alanı önemlidir ve o yaşam alanlarının sahiplerinin özgürlükleri ve isyanla tanışmaları da kendi özgürlüğümüz kadar elzemdir. Bu ayrışmaların ortadan kalktığı isyan günlerinin aksine yeni ayrışmaları yaratacak her iktidarın seçimi ya da var olan ayrışmaları örgütlemeye devam edecek mevcut iktidarın varlığını sürdürmesi, bizi başladığımız yerden çok gerilere götürecektir. Bir zaman sonra geriye dönüp “nereden nereye” diyerek hayıflanmamak ve pişman olmamak adına, sandıklardan uzak durarak özgürlüğün hayata geçirilmesi için bütün sokakları yeniden birer yaşam ve direniş alanına çevirmeliyiz. Hiyerarşinin ve tahakkümün bulunmadığı biraradalıkları çoğaltmak ve üretime yönlendirmek durumundayız. Sandıklara koşmak yerine birer öz örgütlülük deneyimi olan fabrika işgallerine koşmalıyız. Öğrenci kimliğiyle kendisini sitemin eğitim kurumlarına ruhunu teslim edercesine bağlamayan öğrencilere ve onların özgürlük hareketlerine yaklaşmalıyız. Faşist tehdit ve devlet işgali altında bulunan mahallelere varmalıyız. İktidarın “kale” olarak gördüğü yaşam alanlarına, iktidarların kara propagandasıyla direnişe karşı diş bileyen insanların sokaklarına girmeliyiz. Toplumsal hiyerarşik ilişkilere saldıran hareketleri sahiplenmeliyiz. Erkeğin iktidarını sarsan feminist harekete, heteroseksizmin karşısına dikilen LGBTİ hareketine, insanın doğa üzerindeki tahakkümüne karşı koyan hayvan hakları ve özgürlükleri hareketine, ekoloji mücadelesine omuz vermek ve özgürlüğün hepimiz için en temel yaşam koşulu olduğu bilinciyle, her köşe başını tutan iktidarlara karşı durmalıyız. Şüphesiz ki bu sayılanlar arasında zor olanlar var. Ancak bu gün zor olmaları, özgürlük kavgasının sesi kesilerek iktidarın sürekliliği sağlandığı taktirde imkânsız olmalarından daha iyidir. Örneğin AKP’nin hükümetten ya da yerel yönetimlerden gitmiş olması, sokakta yerleşik olan AKP düşünce sistemini değiştirmez. Bu düşünce biçimini değiştirecek olan mücadelenin sürekliliği ve geniş alanlarda varlık göstermesidir.
Bizler çok büyük kalabalıklar hâlinde iktidarları sokaklardan kovaladık. Hem de çok yakın bir geçmişte ve bu gün de yer yer o kovalamaca devam etmekte. O kadar güçlüydük ki bir yandan hükümet hâlâ iftira atıyor, bir yandan koltuklarda gözü olanlar özgürlük kavgamızın ateşiyle o koltuklara koşmak istiyorlar. Ancak biz biliyoruz ki; onlar kendi aralarında ne kadar yer değiştirirlerse değiştirsinler özgünlüklerimizi yok sayıp bizleri tek tipleştirecek, özgürlük algımızı çizdikleri sınırlara hapsedecek, polisleriyle askerleriyle saldıracak, kentsel dönüşümlerle evlerimizi yıkacak, mahallelerimizi gasp edecek, emeğimizi patrona, gencecik ruhumuzu tecavüze, kadınlığımızı erkeğe, translığımızı heteroseksizme, hayvanlığımızı insana feda edecekler. Öyleyse bize düşenin sandıktan özgürlük beklemek olmadığı çok açık…
Bir Haziran sabahında uyandığımızda, üzerimize bir kasvet çökecek. On üç yaşında bir çocuk tecavüze uğramış olacak çünkü. On dokuz yaşında bir genç dövülerek öldürülmüş olacak çünkü. Bir gay ailesi tarafından, bir trans komşusu tarafından öldürülmüş olacak çünkü. Bir kadın ayrıldığı kocası tarafından sokak ortasında kurşunlanmış olacak çünkü. Bir Kürt öğrenci okulunun önünde bıçaklanmış olacak çünkü. Bir anne devletin öldürdüğü oğlunun ardından intihar edecek çünkü. Bir köpek sokakta “rahatsızlık” verdiği için zehirlenecek çünkü.
Ya da bir Haziran sabahı uyandığımızda rengârenk bir şenliğin coşkusu karşılayacak bizi. Belki de hiç uyumamış olacağız o coşkudan bir an bile kopmamak için.
İşte seçim böyle bir “seçim”. İktidarlar ya da yaşam. Hemen şu an.
İSTANBUL ANARŞİ İNİSİYATİFİ
Kaynak: Sosyal Savaş