Belediyelerin
hayvan barınakları, devletin ve iktidarın kapatma, kapatarak kontrol altına alma
mantığıyla kurulan, içinde birkaç gönüllünün emeğiyle hasbelkader yaşatmaya
dair pratikler yeşeriyorsa da esas olarak, hayvanların şehirlerden
uzaklaştırılıp, insanla ilişkiden koparılıp tecrit edilmesini hedefleyen yegane
mekansal düzenlemelerdir. Türkiye’deki barınakların, hayvanın mekânsal kapatma
aracılığıyla bakılacağı öngörüsünün arkasında, insan ile hayvan arasındaki, bu
coğrafyanın bir zamanlar tanık olduğu, daha az tahakküm, sömürü, belki daha çok
duygulanım, paylaşım, birlikte yerleşme ve ait olma pratiklerini barındırmış
ilişki biçimlerinin iktidar eliyle imha edilmesini mümkün kıldığına; belediyeler
eliyle kısıtlandırılmış alanlarda hayvanları tecrit etme, tecrit ederek yok
etme bilincini örgütlediğine ve bunu toplumsal olarak meşru kılmaya hizmet
ettiğine hep birlikte tanık olduk, olmaktayız.
Özellikle
2010 yılından bu yana, Türkiye'nin dört bir yanındaki belediye barınaklarından,
barınak sınırları içinde, bizzat barınak yetkilileri tarafından icra edilen
zehirleme, öldürme, işkence, taciz, ya da yanlış tedavi, bakımsızlık, ihmal,
bayat ilaç uygulaması, bozuk yemek artığıyla besleme, aç bırakma, sonucu katliam
haberleri gelmektedir. Sesli kayıt ve görüntü içeren yüzlerce katliama rağmen,
"iyi şeyler de oluyor" başlıklarıyla, katliamı kanıksamış benliklerin
toplamından devşirilen "kamu vicdanını" rahatlatmak amacıyla basına servis
edilen "lüks barınak" haberleri, arkada yatan, her yıl binlerce
hayvanın barınakta kapatılarak hiçbir kaydı dahi olmadan, çok büyük kısmının
tamamen keyfi gerekçelerle öldürüldüğü gerçeğini gizlemektedir. İBB
barınaklarında ileri derecede uyuz, felç ya da görme engelli olduğu için sokak
hayvanlarının öldürüldüğü gerçeği ise tüm hayvan koruma camiasınca
bilinmektedir. Her sene, “ormanlarda binlerce köpek gönüllülerce besleniyor”
başlığıyla görsel medya tarafından yapılan haberlerde görünen binlerce köpeğin,
ormanlara ne şekilde geldiği ise üstüne düşünülmeyen başka bir konudur. İBB ve
ilçe belediyeleri, hafriyat molozu dökermişçesine ormanlara köpek yığmaktadır.
Anlattığımız, bu toprakların kana
bulanma hikayesi
Türkiye'deki
barınakların mevcut durumu, bu katliamları örgütleyen hayvan tecriti, tecrit
ederek imha etme mantığının, hayvanların şehirlerden uzaklaştırılmasının,
şehirleri hayvansızlaştırarak mutenalaştırılan, hayvanı da barındıran kamusal
alanlarının AVM, otopark, TOKİ'ler, villalar, mega proje şantiye alanlarına yer
açmak için yok edilmesinin, bütün bunların hizmet ettiği yağma, talan, baskı ve
soykırım politikasının sonucudur. Bu politikalarla birlikte, belediye
barınaklarının çok büyük kısmı, artık giderek gönüllülerinin erişiminin daha
zor hale getirildiği, sadizmin, hayvana yönelik şiddetin, hayvanların kanıyla
büyüyen ticarî çıkar ilişkilerinin, tedbirsizliğin, hukuksuzluğun, Türkiye tipi
gündelikleşmiş, hesabı daha görülmeyecek olan "kayıtdışı"
öldürmelerin örgütlendiği yerler haline gelmiştir.
Türkiye'de
devletin ve iktidarın arsızca bayağılaştırılmış, gündelikleştirilmiş
katliamlarla, istatistiki verilere dönüştürülmüş acılarla, ölümlerle,
işkencelerle, soykırımlarla ayakta kaldığını biliyoruz. AKP iktidarı ve
idaresindeki yerel yönetimler, iktidarın özündeki bu öldürme mantığını son
derece etkin ve pervasızca icra eden, egemenin hesap sorulabilirliğini hiçe
sayan ve temelsizliğinin dibindeki şiddeti alenen topyekûn imha politikasına
dönüştürmüş bir siyaset alanı örgütlediler. Bir de, buna maruz kaldıkça iyiye,
hak ve hukuka inancını yitirmiş, adaletin kapısından kovulmuş, türlü geleneksel
patolojileriyle yoğrulup duran, olan bitene müdahale etme imkânlarını yitirmiş,
kökten dönüşümü tahayyül edemez hale gelmiş bir toplumsa bilinç. Buna eşlik
eden, çaresizce biat ederek şeytanî iktidarın kendisine bahşettiği karanlıkları
meşru, haklı, yeterli görmeyi, önüne atılan "hayatta kalma"
stratejileriyle idare etmekten ve her gün haksız katliama, ölüme, işkenceye
tanık olmaktan kaybettiklerine karşı isyan etmeyi, kaybettiği için yas tutmayı,
kaybettiği için adalet aramayı, kaybettiğinin hesabını dahi unutmaya başlamış
bir toplumsal ilişkilenme alanı.
Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarının, tahakkümü altına aldığı en büyük idari
yönetimlerden en küçük yerel yapıya kadar yeniden ürettiği bu ilişkilenme
alanı, bütün eşitsizliklerin temelinde yatan tahakküm, sömürü, baskı mekânizmalarıyla
örülü; iktidarın öne çıkardığı her yeni politikayla konfigürasyonu ve
dağılımları değişen, ama altta kalanlarının neredeyse hiç değişmediği bir
kaybetme, yok etme alanı. Bu aynı zamanda, hala hayatta kalmaya, geleceğe dair
umudunu korumaya çalışanlarımızın, umudunu kaybetmiş olsa bile, kanuna olmasa
bile, adalete olan inancını, arzusunu canlı tutmaya çalışanlarımızın üzerine
gitmeye çalıştığı, artık iyice daraltılmış, İç Güvenlik Paketi’yle belki
tamamen yok edilecek muhalefet alanlarında karşı siyaset ve direniş örgütlediği
de bir alan. Bu alanın içinde önceliklerimiz var, kurtarmaya çalıştıklarımız
var; bu alanda acıların bir hiyeraşisi yok belki ama bir türlü görünmeyen,
duyulmayanlarımız var.
Hayvanlar,
Türkiye'de yukarıda tarif etmeye çalıştığımız, içinde yaşadığımız bu korkunç
karanlığın, tahakkümün, yaşamın, bedenin ve emeğin sömürüsünün, şiddetin,
tacizin, tecavüzün, sistematik katliamın, soykırımın değişmez mağdurları. Bu
coğrafyanın bulandığı kanlar arasında, onların da kanı var. Görülmeden,
bilinmeden, sesi duyulmadan, bir kuytuda öldürülüp bırakılan, her seferinde bu
coğrafyaya yüzsürüp her seferinde katledilen bütün halklar; iktidarın kurucu
imgesinden dışlanmış bütün topluluklar gibi hayvanlar, iktidar eliyle
örgütlenen bu kötülük ve delilik sarmalında infaz kağıtları boyunlarında,
kapatıldıkları yerlerden kaçarak, atıldıkları yol kenarında panikle kaçarken
gözümüzün içine bakmaya çalışarak, sürüldükleri ormanın yakınından geçen her arabaya koşarak
bizimle birlikte yaşamaya çalışıyor.
Bu noktada,
hayvanlar üzerindeki tahakkümün bitmesinin acilieyetini dile getirmek oldukça
önemli. Hayvanların hem şehirlerde hem kırsalda yüzyıllardan beri mesken
tuttukları sokaklarda, mahallelerde, sazlıklarda, dere kenarlarında, köy
meydanlarında, avlularda, köşedeki ağacın gölgesinde yaşamalarını
savunuyoruz. Açlığa, soğuğa, çoğu zaman işkenceye, dayağa, kötü
muameleye, yanlış uygulamanın neden olduğufelce, pislikten gelen enfeksiyona
maruz kaldıkları, çıkar ilişkilerinin, hayvana şiddet olarak dışa vurulan türlü
kötülüklerin icra edildiği yaşamın ve
ölümün tasarrufundan geçen egemenliğin ve iktidarın yerel laboratuvarları
haline gelmiş olan belediye barınaklarında, hedef tahtasına döndürüldükleri,
gönüllü desteği olmaksızın asla yaşayamayacakları ıssız ormanlarda değil!
Hayvan katliamları, başka soykırımların
habercisi
1910'da
İstanbul'dan bir Avrupa başkenti yaratma hayalleriyle, Batı modernitesini
taklit ederek örgütlenen şehirlerin hayvansızlaştırılması politikasının bir
parçası olarak, suni olarak yaratılan "İstanbul'daki köpek sorunu"
söylemiyle başlayıp köpek toplamalarıyla devam eden, tecrit sonucu 80.000'den
fazla köpeğin ölümüne neden olan Hayırsızada Vakası’nın, yaklaşmakta olan
Ermeni Soykırımı’nın habercisi olarak düşünmemiz gerekiyor. Her iki katliamın
da altında yatan, aynı tarihsel döneme ait, tecrit, tehcir ve topyekûn imha
politikalarının bugün, AKP iktidarı tarafından bir kez daha, en şiddetli ve
kökten dönüştürücü pratiklerle örgütlendiğini görmek, yaklaşan felakate karşı
politik direniş örgütlemek için son derece önemli. Belediyelerin hız verdiği
hayvan toplamaların sayısının giderek artmasını ve yaygınlaşmasını,
zehirlemelerin ve ormana köpek sürgünlerinin sıklaşmasını, özellikle
büyükşehirlerde, şehir dışındaki alanlarda inşa edilen hayvan barınaklarının
kapasitelerinin genişletilmesini, son olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi
tarafından şehrin iki yakasında, Kısırkaya’da inşası tamamlanan ve Pendik'te inşa
edilmesi kararlaştırılan en az 20,000 hayvanı kapatma kapasitesine sahip
olacağı resmî olarak ilan edilen devasa tecrit ve itlaf merkezlerinin, giderek
yaklaşan toplu katliamların ayak sesleri olduğunu savunuyoruz. Şehrin dışına
inşa edilen, denetimden uzak, mevzuata aykırı uygulamalar ve ticari ilişkilerle
hayvan öldürmenin neredeyse sıradan hale geldiği belediye barınaklarının bu
süreçte, şehirlerin hayvansızlaştırılmasına varacak kitlesel hayvan
katliamlarının pilot alanlarına dönüşmekte olduğunu, böyle bir mantıkla
örgütlenen mekânsal kapatmanın, çitlerin, barınak adı verilen hücrelerin başka
bir amaca hizmet etmesinin imkansız olduğunu savunuyoruz.
Biz, Dört
Ayaklı Şehir inisiyatifi olarak, İBB’nin sokak hayvanı toplama, ormana terk
etme ve itlaf politikalarına hız vermesiyle 2010 yılında bir araya geldik. 2009'da
İBB’nin Hasdal Barınağı’nda gerçekleşen 70’e yakın yavru köpeğin bir gecede
öldürülmesine, 2007 yılında Bandırma Barınağı’nda “hastalık şüphesi” ile 280
köpeğin katledilmesine, 2012'de Bolu'da zincire bağlı köpeklerin donarak, birbirini
yiyerek ve delirerek öldüğüne, Ocak 2014'te Kütahya Tavşanlı'da onlarca köpeğin
canlı halde gömüldüğüne, yüzlercesinin açlıktan ve bakımsızlıktan öldüğüne
tanık olduktan, Eylül 2014'te çöp konteynırından onlarca köpek cesedi
çıkardığımız Niğde Barınağı’nı gördükten, son olarak hafta başında Manisa’daki,
Saruhanlı Barınağı’nda, zincire vurulmuş halde ölmüş köpeklerin kuru
kemiklerini, cesetlerini kapalı çitler arkasında gördükten sonra, herkesi
belediyelerin hayvan barınaklarına dair naifliği, iyi niyeti bir kenara
bırakmaya davet ediyoruz. Belediye barınaklarına dair duyulan umudun, söylemsel
olarak üretilen, arkasında örgütlenen sistematik katliamları sempatik
göstermeye çalışan mekânlara karşı mücadelede, bundan sonra daha da artacağını
öngördüğümüz hayvan toplamalarını, tecrit ve itlafları meşru göstermekte
kullanılacak baş söylemsel araç haline getirileceğini iddia ediyoruz.
İstanbul
içindeki pek çok barınak yetkilisi eliyle gerçekleştirilen tedbirsizlik, hak
ihlali, dayak, ormana terk etme, öldürme, barınaktaki hayvana işkence etme
ihbarlarından sonra, belediye barınaklarını ehven-i şer olarak görmeyi
reddediyoruz. Hayvanların sokaklarda başına gelmekte olan eziyetleri, taciz ve
tecavüzleri, yemek için sığındıkları dağ köyünde, ya da soğuktan sığındıkları
bir otoparkta başına gelenleri bilmediğimizden, daha radikal bir dönüşüm adına
hayvanları gündelik olarak tehlikeye atmayı göze aldığımızdan kesinlikle değil!
Aksine, bizler barınakların, AKP belediyeleri eliyle iktidarın hayvansızlaştırma
politikası ekseninde örgütlenen katliamları perdelediğin, bu katliamları
bilinmez kılma işlevini yerine getiren mikro itlaf anları olarak görüyoruz.
Barınakların, Türkiye'de hayvanın gördüğü şiddete çözüm değil, tamamen iktidar
eliyle üretilmiş "hayvan sorunu"na kökten çözüm üretme mantığının bir
sonucu olduğunu, bu anlamda şiddeti bir alana kapatarak görünmez kıldığını
savunuyoruz. Bu yerleşik anlayış ve zihniyetin, siyasî partilere göre
genelde değişiklik göstermediğini, hangi siyasî partiye mensup olursa olsun,
özne doğa ve hayvan olduğunda, sanki ağız ve fikir birliği yapmışçasına tüm
yerel yönetimlerin, aynı pratikleri uyguladığına tanık oluyoruz.
Şehre, doğaya, ormana, bütün
hayvanlarıyla birlikte sahip çıkmak için
Bir tek
hayvanı bile belediye barınaklarında kaybetmeyi göze alamayacakken, kitlesel
sistematik itlaflar yaklaşırken, değişen yönetmeliklerle hayvanlar üzerinde
deney yapılması yasallaşma sürecine girilmişken, herkesi barınaklarla işbirliği
içinde olan hayvansever ve hayvan koruma/hakları oluşumlarını, belediyelerle
yürüttükleri kirli ilişkiler içinde bırakmalarını, belki daha zor, ama
hayvanlarla bir arada yaşamamızın daha çetrefilli, ama yaşatmaya yönelik başka
biçimlerini düşünmeye, bu düşünceyi doğaya, şehre ve şehir hayvanlarına karşı imha etme yöntemlerini temel
alan bu zihniyeti ve algıyı doğuran iktidar anlayışının kalbine saplanacak
bıçak olarak örgütlemeye çağırıyoruz.
Kısırkaya'daki
devasa hayvan tecrit ve imha merkezine karşı toplumsal muhafeleti örgütlerken, sizleri
birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz. İktidarın hedefinde sokaklar, yollar,
mahalleler, şehrin nefes alabildiğimiz, iki kedi köpeğin başını sevebildiğimiz
bütün alanları, ormanları, parkları, koruları olduğu için, herkesi bu alanları
savunmaya, bu alanları içindeki hayvanlarla birlikte savunmaya
çağırıyoruz.
Adaletin
olmadığı yerde, herkesi adaletten başka sığınacak ağaç gölgesi olmayan bu
hayvanların hakkını savunmaya çağırıyoruz. Başta Kısırkaya’da inşası biten ve
Pendik'te inşa edilmesi kararlaştırılan devasa tecrit ve itlaf merkezleri olmak
üzere, hesabını artık tutmakta zorlandığımız, Türkiye'nin dört bir yanındaki
barınaklarda kimse görmeden, bilmeden belediyeler eliyle işlenen hayvan
katliamlarına karşı isyan etmeye, bizlerle birlikte yaşayan, mahallelerimizi
paylaştığımız, sokaklarımızda yaşam savaşı veren hayvanların takipçisi olmaya
çağırıyoruz.
Doğaya,
ormanlara, sokaklara içindeki tüm hayvanlarla birlikte sahip çıkmak için
herkesi, başta inşaatı devam eden ve daha önce eşi benzeri görülmemiş bir
düzeyde hayvan katliamının merkez üssü olacağını düşündüğümüz Kısırkaya’daki
dev toplama kampının hamisi olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi olmak üzere,
ellerine hayvanların kanı bulaşmış bütün yerel yönetimlere karşı 28 Şubat
2015’te İstanbul Büyükşehir Belediyesi önündeki eylemimize davet ediyoruz.
Dört Ayaklı Şehir - Mine Yıldırım
Etkinlik: www.facebook.com/events/408763675959038
Tarih: 28
Şubat 2015 Cumartesi
Buluşma
Yeri:
Saat 13:00 - Vezneciler Metro İstasyonu Önü