30 Temmuz 2012 Pazartesi

Türcülüğün ırkçılıkla ilintisi Rock-A'da da konuşulacak


Dayanışmanın festivali Rock-A, özgür ve eşit bir dünya için altıncı kez kapılarını açacak. Anti-hiyerarşi yanlısı ve anti-kapitalist eğilimlerin bir araya geldiği festivalin bu yılki teması enerji safsatası olarak belirlendi. Bir yandan tüketim kültürü pompalanırken bir yandan da acil enerji ihtiyacı yalanlarıyla nükleer santrallerin dikildiği dünyanın düzenine çomak sokmayan herkese "Sistem seninle besleniyor" hatırlatması yapılıyor. 3-5 Ağustos 2012'de Foça'da Acar Camping'de yapılacak festivalde çok çeşitli atölyeler ve müzik grupları yer alacak.

İnsanmerkezciliğin ve türcülüğün doğanın çöküşünü hızlandıran ve savaşları pompalayan en önemli faktörler olduğunun bilincinde olan Rock-A bileşenleri, iki yıl önce almış oldukları önemli bir kararı bu sene de uygulayarak festival mutfağında hayvan cesetlerine yer vermediler. Yeryüzüne Özgürlük Derneği'nin festival dahilinde yapacağı türcülük atölyesi, belki bu kararlılığın üzerine bir kat daha fazla önem kazandı; zira festivale katılanların bir kısmı Türkiye'nin ilk vejetaryen festivaline kafalarında soru işaretleri ile gelebilirler. Türcülük atölyesi ve bunun ardından yapılacak soru-cevap kısmı katılımcıların tahakküm ve kölelik kavramlarını hayvanlar açısından yeniden değerlendirmesine yol açacak.

http://rock-a.org/

24 Temmuz 2012 Salı

"Benim Ülkem Sana Dar Gelir" Davası Rafa Kaldırıldı

Davanın avukatlarından Ömer Kavili: Bu karar adliyenin ve hükûmetin adaletidir.

Kamuoyunda “Benim Ülkem Sana Dar Gelir” davası olarak bilinen, hayvan hakları aktivisti Eva Aksoy’un Ermeni olduğu gerekçesi ile ırkçı tehditlere maruz kalmasından ötürü 3 yıldır süren davası, 3. Yargı Paketi kapsamında değerlendirildi ve kovuşturma ertelendi. Karar ile ilgili görüşlerine başvurduğumuz insan hakları ve demokrasi konusunda birçok davada avukatlık yapan Avukat Ömer Kavili; “Bu karar adliyenin ve hükümetin adaletidir” dedi.

Eva Aksoy’un da avukatlığını yapan Ömer Kavili mahkemenin kararı için; “Bugünkü aşamada, bugünkü duruşmada, yargıç, kovuşturmayı erteleme kararı vermek zorunda kalmıştır. Yargıcın bu kararı, Yargıtay tarafından temyiz incelemesine tabi olup, mağdurun avukatları olarak bu kararı temyiz edeceğiz. Bu kararın bozulmasını isteyeceğiz. Bu karar adalet değildir. Bu karar adliyenin ve hükümetin adaletidir. Hukukun adaleti değildir. Hukuk bu değildir.” dedi.

Kararın teknik yönünü de açıklayan Kavili; “Bugünkü karar teknik olarak: “Kısa karar” diye adlandırılır. Gerekçeli karar ise sonra tebliğ edilecek. Gerekçeli karar; mahkemenin, böyle bir sonuca nasıl olup da ulaştığının ayrıntılarını belirten bir karardır. O karar geldikten sonra biz de ayrıntılı temyiz dilekçemizi sunacağız. Fakat bu kararla, sanık da beraat edecekse eğer beraat hakkına kavuşamamıştır. Yani öyle bir kanun yapmıştır ki bu meclis, ne sanık memnundur, ne katılan mağdur memnundur. Her iki tarafı da acı, ıstırap içinde bırakan bir sonuçtur ve bu sonucun sorumlusu, kanun adı altında metin çıkaran meclisteki siyasal çoğunluktur.” diye ekledi.

Kevork Altınkaya: Davanın geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Av. Ömer Kavili:
Dava, henüz sonuca bağlanmış değil, bitmiş değil. Yargıç sadece, meclisin yeni düzenlemesi nedeniyle bu dava dosyasını aldı, rafa kaldırdı ve üç yıllık bir süre koydu. Dedi ki: “Eğer sanık üç yıl içerisinde yeniden bir suç işleyecek olursa, ertelenen kovuşturmaya devam olunacağını ihtar ediyorum.” Yani yargıç, bu kadar aşamaya rağmen hâlâ sanıktan kendine gelmesini bekliyor; ‘bak, dikkat et, ceza tehdidi altındasın’ diye sanığı hukuki normlara uygun davranmaya, bundan sonra suç işlememeye yönelik uyarmaya çalışıyor ama müdahil tarafın istediği bu değil.

Bu nedenle henüz mahkemedeki dava dosyası kapanmış değildir. Fakat ileride karara bağlanma konusu Yargıtay’ın kararı bozmasına ve sanığın yeniden bir suç işlemesine bağlıdır. Yani; “Başka kapıya gidin, size adalet madalet yok burada.” denmiş oldu.

Kevork Altınkaya: Azınlık toplumlarındaki bireylere böyle saldırılar yapıldığında genelde dava açılmıyor. Sadece bir avukat değil, insan hakları savunucusu olarak, siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Av. Ömer Kavili:
Bu davada ceza kararını yargıç açıklayacakken, meclis yargıcın elini kolunu bağlamasaydı, bu karar örnek bir karar oluşturacaktı. Çünkü dünyanın neresinde olursa olsun bir insanın diğerine eziyet etmesi, onu huzurlu yaşayacağı evinde huzursuzluğa sevk etmesi, hele hele ölümle tehdit etmesi hukuken kabul edilemez. Bu yönüyle, bu davanın bu şekilde rafa kaldırılması adalet duygusunu tatmin etmemiştir.

Kevork Altınkaya: Sizin gözünüzde, bu kararın, benzer hareketleri önleyecek şekilde bir caydırıcılığı olabilir mi?

Av. Ömer Kavili:
Sanık veya o zihniyetttekiler eğer uslanmayı, hukuk kavramını, hukuka saygı duymayı kabul edeceklerse, ona hukukça bir şey diyemeyiz ama ceza çıksaydı, bu ceza kesinleştiğinde örnek olacaktı ve diğer mahkemelerde de kullanılacaktı. Burada cezanın bir gün dahi olmasının önemi yok. Önemli olan yapılan davranışın insana yakışmadığının, hatta suç kategorisine girdiği mahkeme ile tespit edilmiş olacaktı. İşte bugünkü kararla bu fırsat kaçırılmış oldu.

NE OLMUŞTU?
Eva Aksoy, yıllar boyunca ırkçı hakaretlere maruz bırakıldı, ölüm tehditleri aldı, kendisine Türkiye’yi terk etmesi emredildi, ikâmetgâh adresi internette yayınlandı, fiziksel saldırı girişimine maruz kaldı, evine ateş edildi, camları kırıldı, mahallede yapılan kulis çalışmaları ile “Türk düşmanı” olarak damgalandı, tehdit maillerinde geçen “Senin sonun darağacıdır” sözlerini hatırlatırcasına kapısının önüne metrelerce kalın halatlar bırakıldı. Aksoy’a gönderilen hakaret ve tehdit maillerinin bazıları, “Ne Mutlu Türküm Diyene” bazılarında “biz, insanları arkadan hançerleyen Ermeni ırkından değiliz” deniliyordu.. Son olarak da “Hocalı Katliamı’nı anma” mitinginden sonra bahçesine, mitingde dağıtılan “Ermeni Yalanına Sessiz Kalma” şapkalarından biri atıldı. Üstelik şapkayı bahçeye atan kişinin sanığın avukatlığını yapan emekli bir savcı olduğu da güvenlik kamerası kayıtlarından tespit edildi. Irkçı hakaretlerin ve ölüm tehditlerini takiben, ikâmetgah adresinin internette yayınlanması üzerine Aksoy, e-maillerin göndericisi olan sanık M.A.Ö. hakkında suç duyurusunda bulunmuş, M.A.Ö. aleyhine kamu davası açılmıştı.


Kevork Altınkaya / Nor Radyo

18 Temmuz 2012 Çarşamba

“Benim Ülkem Sana Dar Gelir” Davası YARIN!


Kamuoyunda "Benim Ülkem Sana Dar Gelir" davası olarak bilinen, hayvan hakları aktivisti Eva Aksoy'un Ermeni olduğu gerekçesi ile ırkçı tehditlere maruz kalmasından ötürü 3 yıldır süren davası, YARIN 19 Temmuz Perşembe günü saat 13.50'de Çağlayan İstanbul Adliyesi'nde karara bağlanacak. Duruşma, adliyenin 6. katındaki 30. Sulh Ceza Mahkemesi'nde görülecek.

"Benim Ülkem Sana Dar Gelir" davasının her duruşmasında olduğu gibi bu duruşmada da sizlere dayanışma çağrısında bulunuyoruz. Çok büyük bir ihtimalle karar celsesi olacak bu duruşmaya bizzat katılım göstermeniz, ırkçılık ve faşizme inat bir kez daha dayanışmayı güçlendirdiğimizi göstermemiz ve toplum içinde dışlanması, yalnızlaştırılması, hatta çeşitli imalarla, mağdur kişilere karşı insanları harekete geçmeye teşvik eden bu zihniyeti bir kez daha lanetlemek için oldukça önemli.

Irkçı hakaret ve ölüme kadar varan tehditler nedeniyle hakkında dava açılan kişi ise tacizlerine son vermiyor. Aksine kendince suçlar uydurarak "sonu dar ağacı" olarak belirlenen Eva Aksoy ve Aksoy'un yanında olan kişi ve kurumlar hakkında karalama kampanyaları düzenleniyor. Davayı haberleştiren gazeteciler dahi tazminat davaları ile adliyelerde süründürülmeye çalışılıyor.

Duruşma 19 Temmuz Perşembe günü saat 13.50'de Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde görülecek. Irkçılığa, faşizme yönelik mahkemenin vereceği karara hep birlikte tanık olalım ve Eva Aksoy'un yalnız olmadığını bir kez daha gösterelim.


Ne olmuştu?

Eva Aksoy, yıllar boyunca ırkçı hakaretlere maruz bırakıldı, ölüm tehditleri aldı, kendisine Türkiye'yi terk etmesi emredildi, ikâmetgâhının adresi internette yayınlandı, fiziksel saldırı girişimine maruz kaldı, evine ateş edildi, camları kırıldı, mahallede yapılan kulis çalışmaları ile "Türk düşmanı" olarak damgalandı, tehdit maillerinde geçen "Senin sonun darağacıdır" sözlerini hatırlatırcasına kapısının önüne metrelerce kalın halatlar bırakıldı. Aksoy'a gönderilen hakaret ve tehdit maillerinin bazıları, "Ne Mutlu Türküm Diyene" diye bitiyordu ve "biz, insanları arkadan hançerleyen Ermeni ırkından değiliz" deniliyordu maillerde. Son olarak da "Hocalı Katliamı'nı anma" mitinginden sonra bahçesine, mitingde dağıtılan "Ermeni Yalanına Sessiz Kalma" şapkalarından biri atıldı. Üstelik şapkayı bahçeye atan kişinin sanığın avukatlığını yapan emekli bir savcı olduğu da güvenlik kamerası kayıtlarından tespit edildi. Irkçı hakaretlerin ve ölüm tehditlerini takiben, ikâmetgah adresinin internette yayınlanmasının ardından Aksoy, e-maillerin göndericisi olan sanık M.A.Ö. hakkında suç duyurusunda bulunmuş, M.A.Ö. aleyhinde kamu davası açılmıştı.

17 Temmuz 2012 Salı

Yeryüzüne Özgürlük Derneği, Uluslararası Hayvan Hakları Buluşması’ndaydı





Yeryüzüne Özgürlük Derneği bu yıl 12-15 Temmuz 2012 tarihlerinde Polonya’da düzenlenen Uluslararası Hayvan Hakları Buluşması’nda (International Animal Rights Gathering) dünyanın çeşitli yerlerinden hayvanların özgürleşmesi için çalışan 300’den fazla aktivistle bir araya gelerek Türkiye’deki hayvan hakları durumunu anlattı.


Polonya’nın Wroclaw kenti yakınlarındaki bir kampta düzenlenen buluşma, Doğu Avrupa’da yapılan ilk buluşma olma özelliği de taşıyor. Yeryüzüne Özgürlük Derneği’nin de özellikle davet edildiği bu etkinlik, ABD’den Rusya’ya kadar dünyanın her yerinden kamp alanına gelen yüzlerce kişi ve kuruluşa hayvan hakları deneyimlerini paylaşma fırsatı sundu. Avrupa’daki dirikesim ve hayvan deneyi firmalarının bazılarının, hayvan hakları “ekstremistlerinin”  Doğu Avrupa’ya açılmasından duydukları endişeyi internet ortamında dile getirdiği konuşuluyor.

TÜRKİYE’DE DE TÜRCÜLÜK KARŞITI BİR HAREKET VARMIŞ!

Katılımcı ve organizatörlerden pek çoğu sunum öncesi Türkiye’deki hayvan hakları aktivizmi konusunda hiçbir şey duymadıklarını itiraf ederken yalnızca birkaçı Uluslararası Deri ve Kürk Fuarı protestosunu ve 1 Mayıs’ın ardından yaşanan hayvan hakları eylemcilerinin maruz kaldığı süreci duyduğunu bildirdi. Türkiye’de hayvan refahı yerine “hayvan özgürleşmesi” için çalışan ve hayvan haklarını diğer özgürleşme mücadeleleri ile paralel yürüten bir dernek olduğunun altı çizilen sunumda, yalnızca Yeryüzüne Özgürlük Derneği değil genel olarak Türkiye’deki hayvanlara dair uygulanan yasaları ve öteki hayvan hakları kuruluşlarının yaptıklarına da yer verildi. Sunumun ardından pek çok aktivist ile iletişim bilgileri paylaşılarak Türkiye’deki hayvan hakları gruplarının yurtdışındakiler ile daha güçlü ilişkiler geliştirmesinin yolu açıldı. Bazı katılımcılar tarafından Yeryüzüne Özgürlük Derneği’nin Türkiye’deki LGBT ya da diğer azınlık haklarını savunan derneklerle nasıl bu kadar etkin işbirliğine gidebildiği merak konusu oldu.  Çünkü diğer ülkelerdeki hayvan hakları grupları öteki mücadele grupları ile omuz omuza vermede çoğu zaman zorlanıyor. 


ÇOCUKLAR; HAYVANA YAPILAN AYRIMCILIĞI VE ZULMÜ EN YALIN GÖREBİLENLER!

Buluşmada türcülük karşıtı eğitimin ve hayvan refahı masalına karşı hayvan özgürlüğü fikrinin gerçekte çocukken verilmesi gerektiğine dair pek çok sunum da yapıldı. Belçika’dan buluşmaya katılan ve ortaokullarda yaptığı hayvan hakları sunumlarını gösteren bir aktiviste göre; çocuklar önyargılardan ve ayrımcı düşüncelerden en uzak kitledir; dolayısıyla çocuklara neden insan köleler olmaması gerekiyorsa o yüzden de hayvan kölelerin olmaması gerektiği ve kendimiz acı çekmekten kaçındığımız için hayvanlara da acı vermekten kaçınmamız gerektiğine dair ahlaksal çıkarımı kolayca anlatabileceğimiz bilgisini aktardı. Hayalgücü en fazla çalışan ve ahlaksal değerleri en adil olan kitlenin çocuklar olduğu belirtilen diğer sunumlarda da “doğada özgür hayvan” “mezbahada tutsak hayvan” gibi karşılaştırmalarla endüstrinin hayvanları reklamlarda şirin ve mutlu göstererek çocukları nasıl kandırdığının da katılımcı bir eğitimle ifşa edilebileceği anlatıldı.


VEGANLIĞI YAYMAK YETMEZ! HAYVAN ENDÜSTRİSİNİN ENSESİNDEN AYRILMAMAK ŞART

Hırvatisyan ve Finlandiya’dan gelen kürk karşıtı eylemciler, kürk üretimi ve satışının önümüzdeki yıllarda yasaklanmasını beklediklerini ifade ederken bu beklentilerini artık halkın büyük çoğunluğunun kürke öfkeyle karşı olduğunu gösteren araştırmalarla desteklediler. Buluşmadan çıkan genel kanı, hayvan özgürleşmesi için çalışanların veganlığı teşvik etmeyi ihmal etmezken bir yandan da sadece insanların yemek yeme alışkanlıklarına odaklanmayı bırakması gerektiğiydi. Deri, kürk, et, süt, yumurta, sirk ve dirikesim gibi hayvanları en korkunç yöntemlerle sömüren sektörlere karşı araştırma, ifşa ve medya aracılığı ile baskılama yöntemlerini sürekli ve kararlı biçimde sürdürmeden hayvan özgürleşmesi hedefine doğru yürünemeyeceği ifade edildi. Paylaşılan deneyimlere göre yalnızca güncel hayvan zulmü görüntüleri, kamuoyunun hayvan endüstrisini sorgulamasına ve hayvanlara reva görülen muamelenin değişmesine/son bulmasına yol açabiliyordu. Vegan olmanın da toplumsal adaleti getirmeye yetmeyeceğini bilen pek çok katılımcı, vegan olan insanların diğer tüketim tercihlerinde de çevre ve insan sömürüsüne yer vermeyen, örneğin Çin’de insanların köle gibi çalıştırılmasına göz yuman şirketlerden çıkmayan ürünleri seçmesi gerekliliğini eklediler.

DEVLET HER ÜLKEDE ÖZGÜRLÜKÇÜLERE AYNI BASKIYI UYGULUYOR

Bazı ülkelerin sunumları ise hayvan hakları aktivistlerine karşı devletlerin ve mahkemelerin tutumlarının Türkiye’deki durumla karşılaştırılabilmesine olanak sağladı. Örneğin Belarus’ta hayvan hakları için sokak eylemlerinin – sözde terör gerekçesiyle ama aslında vicdan özgürlüğüne karşın endüstri yararına- yasak olması, eylemcileri mecburen yalnızca iç mekânlarda toplantılar yapmaya itiyordu. Amerika Birleşik Devletleri’nde yakında yasalaşacağı konuşulan AG-GAG isimli kanun tasarısının mezbahalarda çekim yapanlara 5 yıl hapis cezası öngörmesinin hayvanların yemek olarak görülmeye devam etmesini isteyen hâkim zihniyetin en yeni cezalandırma biçimi olabileceği konuşuldu. İspanya’da vizonları kürk manto olmaktan açıkça kurtarmak isteyen bir grubun kürk üreticilerinin halkla ilişkiler çalışması sonucunda eko-terörist olarak yaftalanması ve kürk firmalarının hayvan hakları savunucularının yargılandığı davalara müdahil olarak yalnızca kurtarmaların değil barışçıl sokak eylemlerinin de terör olarak kabul edilmesini istemesi endüstrinin gerçek amacını ortaya koyuyordu. Savcı tarafından mütalaa edilen suçlar arasında, ‘endüstrinin sırlarını ifşa etmek’ gibi uydurma maddelerin olması, devletin endüstriyi insanlara karşı korumak için var olduğunu kendi kendine açığa çıkarıyordu. İspanyol eylemcilerin gözaltında yaşadıkları Türkiye’de 1 Mayıs’ın ardından hayvan hakları savunucularının yaşadıklarına çok benziyordu; öyle ki onların da telefonları ve internet mesajları aylar önceden izlenmişti, onların da evlerine kalabalık ekiplerce baskın yapılmıştı ve onların evindeki sıradan hayvan hakları broşürleri veya tişörtleri suça delil sayılmaya çalışılmıştı. Avusturyalı kürk karşıtı eylemciler de sivil itaatsizlik çalışmalarına karşılık 14 ay süren bir dava ile yargılanmış, ancak sonunda temel insan haklarından biri olan vicdan özgürlüğü çerçevesinde serbest bırakılmıştı. İngiltere’den gelen hayvan hakları savunucuları ise İngiliz yargısının ilginç bir biçimde firmaları arayıp “işkencelerinize son vermezseniz size karşı kampanya başlatacağız” gibi demokratik bir söylemin şantaj olarak nitelendirip kovuşturma başlattığını, hayvan hakları savunucularını bastırmak için ya yeni yasalar icat edildiği ya da özel mülkiyet gibi eski popüler yasalara başvurulduğunu anlattılar. İspanya’daki eko-terörist yaftasına paralel olarak İngiliz medyası da bütün işkencelere ve öldürmelere karşı olduğu için harekete geçen eylemcilere Neo-Nazi gibi alakasız yaftalar yapıştırmaktan çekinmemişti.

Tüm bu deneyimler gösteriyor ki hayvan hakları hareketi, hayvan köleliğinin sürmesini isteyen odaklar için dünya çapında tehdit olarak görülmeye başlanmıştır ve devletler ya endüstriye kulak vererek ya da birbirinin soruşturma biçimlerine danışarak aktivistlere karşı uzun hapis gibi benzer yıldırma yöntemlerine başvurmaktadır. Eğer baskıcı devletler, hayvan özgürlüğü isteyen birey ve kuruluşlara karşı bir ağ oluşturmakta ise buna verilecek tek cevap özgürlük yanlılarının da benzer bir uluslararası dayanışma ağını derhal oluşturmasıdır. Devletin eylemcilere karşı harekete geçtiği nokta, İngiliz eylemcilerin tespit ettiği gibi, sömürüden beslenen kapitalist ekonominin yara almaya başladığı noktadır. Tarih boyunca hiçbir özgürleşme hareketi baskı ve yıldırmalar olmadan gerçekleşmediği gibi hayvanların kurtulması da bütün bu haksızlıklara ve terör yaftalamalarına rağmen eylemlere devam etmekle mümkün olacaktır.


Yeryüzüne Özgürlük Derneği

4 Temmuz 2012 Çarşamba

RAGA Buluşması'ndayız

Yeryüzüne Özgürlük Derneği etkinliği


Derneğimizden Güray Tezcan'ın "Türcülük ve Hayvan Hakları" sunumuyla...

Etkinlik Türü: Atölye
Dil: İngilizce
Tarih: 7 Temmuz 2012, Cumartesi
Saat: 15.00 - 16.30
Yer: Petra Kelly Dersliği -  İTÜ Yabancı Diller Maçka / İstanbul

RAGA (Red and Green Alternative Networks) buluşması başlıyor. Türkiye’den Yeşil ve Sol hareketin çağrıcılığını yaptığı buluşma, 5-8 Temmuz tarihleri arasında İTÜ’de gerçekleştirilecek.

RAGA, Avrupa Sosyal Forumu sırasında Fransa’dan katılan politik ekoloji grubuyla bir tanışma ve ortak çalışma yapma fikri üzerine görüşmelerle başladı. Les Alternatifs ve Yeşil ve Sol’un ortak fikriyle Dünya’daki  kızıl ve yeşil alternatiflerin buluşmasına karar verildi.

İki grupta ilk başta Avrupa’dan başlayarak dünya genelinde ulaşabildikleri herkesi imza metnine çağrıcı olarak davet etti. Bu uzun süren görüşmeler ve davetler sonunda gerçek anlamda ilk organizasyon şekillendi. Bu çağrıya resmi olarak cevap veren ilk gruplar Les Alternatifs (Fransa), Alliance for Green Socialism (Britanya) , Mouvement des Objecteurs de Croissance (Fransa),. Ardından , Los Alternativos – Alternativa Roja y Verde (İspanya), Grupo de Contacto RAGA (Brezilya)  katılımcı oldular.

Bu buluşmaya katılanlardan bazıları; Türkiye’den Yeşil ve Sol ; “Nükleer Karşıtı Mücadele” , “Tohum ve Gıda Güvenliği” konusunda, Ekoloji Kolektifi; “21.Yüzyılda Mücadeleler ve Saldırılar” , Karadeniz İsyandadır Platformu; “Yerel Mücadelelerin Kentlerdeki Yansımaları…” konusunda, Yeryüzüne Özgürlük Derneği; ”Türcülük ve Hayvan Hakları” konusunda,AKÇEP-BAÇEP- EGEÇEP; “Mücadele Deneyimleri” başlıklarıyla bu buluşmada yer alıyorlar.

Raga; genel anlamıyla standart bir sosyal forum değil, çözüm üretici ve teorik-pratik anlamda deneyimlerin bir araya gelmesi bakımından genellikle atölyeler  ağırlıkta olacak . Ekoloji mücadelelerinin yoğunlaştığı Türkiye, Avrupa, Latin Amerika deneyimlerinin yeni bir birlik oluşturması için bir ilk adım olması hedefleniyor.    5-8 Temmuz tarihleri arasında İstanbul İTÜ’de gerçekleşecek olan  RAGA (Red and Green Alternatives) buluşmasına herkes aktif katılımcı olarak davetlidir.

Tarih: 5 Temmuz 2012 (Perşembe) – 8 Temmuz 2012 (Pazar)
Yer: İstanbul Teknik Üniversitesi, Yabancı Diller Yüksek Okulu, Maçka Kampüsü-İstanbul, Türkiye.

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Trans Onur Yürüyüşü'ndeydik, LGBTT Onur Yürüyüşü'ndeydik

24 Haziran'daki Trans Onur Yürüyüşü ve 1 Temmuz'daki LGBTT Onur Yürüyüşü'ndeydik. Çünkü bu coğrafyada yaşananlardan rahatsızız. Neden rahatsız olduğumuz konusunda google'da "travesti cinayeti", "haksız tahrik indirimi" gibi kelimeleri aratmanız yeterli. Trans, eşcinsel arkadaşlarımızın aramızdan alınmalarına, katledilmelerine, toplumda dışlanmalarına, polisin "bonus doldurmak" için yazdığı rezil idarî para cezalarına razı değiliz!


Yeryüzüne Özgürlük Manifestomuz'dan:

İnsanın kendini hayvandan üstün görmesi demek; tamamen "damak zevki" için hayvana akıl almaz acılarla dolu kısa bir hayatı ve aynı korkunçlukta bir ölümü reva görmek; kendini cazip göstermek uğruna onların canlı canlı postlarını yüzmek; eğlence uğruna onları yıllar boyu süren tutsaklık, işkence ve türlü yoksunluğa maruz bırakmak; sırf zevkleri ve yalnızlıkları tatmin etmek uğruna evlere, kafeslere hapsetmek; faydası şüpheli olanlardan da öte gereksizlikleri tamamen ortada olan, her anı ve tarafı acı ile bulandırılmış "bilimsel" deneylere tâbi tutmak; "spor" ya da popülasyon kontrolü adı altında can almayı meşru kılmak; kendi yapamayacağı ağır işleri yaptırmak uğruna zorla çalıştırmak ve öldürene kadar sömürmek, ölümden sonra bile tüyünden, tırnağına kadar paraya dönüştürmek; hayvanı süs eşyası ve ticari mal statüsüne indirgeyip yerinden koparılması, alınıp satılması ve tüm bu süreç içerisinde yaşam koşullarının dâhi dikkate alınmaması; insanın bencilliği ve tahammülsüzlüğü nedeniyle hayvanların her gün yaşadığı rutin şiddet ve bunun çözümü olarak görülen barınak mahkûmiyetleri, rehabilite etme kandırmacası altında kısırlaştırılmaları, yani soykırıma uğratılmaları ve asla yaşamlarını sürdüremeyecekleri yerlere sürgüne gönderilmeleri; yine insana hizmet etmekten öte bir sonucu olmayan hayvan refahı fikri ve yasaları ve de sorumluluğunu almak istemediği hayvanları ötanazi kılıfı altında öldürmek demektir. Tüm bu temel hak ihlâlleri, insanın, kendi türü de dahil olmak üzere ötekileştirdiği ve kendini üstün tuttuğu diğerlerinin yaşam alanlarını pervasızca işgaliyle başabaş gider.

Bütün bunlar, insanın kendisinin toplumsal hayatta maruz kaldığı şiddet ve tahakküm türlerinden ayrı düşünülemez. Sokağındaki kuytu köşeyi bile bir köpeğe fazla gören göz, muhitindeki transseksüele kinle bakan gözden farklı değildir. Sirkte gördüğü file kahkahalarla gülen ağız, gözüne kestirdiği kadına laf atma hakkını kendinde gören ağızdır da. Kürkü okşarken haz alan el, varoşun “pisliğine” dokunmaktan iğrenen eldir. Belli bir tahakkümü temel alarak toplum hayatına etki eden sistemlerin değer yargıları ve insanlara verdiği sıfatlar (suçlu, namussuz, hasta, ahlâksız, mantıksız, deli, çirkin vb.) bu nedenle sorguya açık olmalıdır.

Toplumsal alanda şiddet, baskı ve zulüm insanlık tarihinde varlığını hep korumuştur. Yaşadığımız zaman içerisinde tanık olduğumuz haksızlıklar, bu tarihin getirdiği izleri ve güçlendirdiği formları taşımakla beraber, şu anki döneme özgü şekillerde ve yapılarda da vuku bulmaktadır. Patriyarki, milliyetçilik, ırkçılık ve homofobi, etkilerini gün be gün göstermekte ve hissettirmektedir. Dil, din, ırk, cinsiyet ve cinsel yönelim farklılıkları nedeniyle yapılan ayrımcılık çok çeşitli ve kompleks şekillerde karşımıza çıkmaktadır. İnsanlık tarihi, ötekileştirilenlerin cinayetleriyle, toplu idamlarla, imhalarla doludur. Mesela, bir kadının salt kadınlık durumundan dolayı tecavüze uğraması ile bir eşcinselin yol ortasında bıçaklanarak öldürülmesi, aynı erkek egemen düzenin yarattığı seksist ve heteroseksist zihniyetin ürünlerinden sadece bir örnektir.