CHP'li Ağbaba, taciz iddialarıyla gündeme gelen Pozantı Cezaevi'nin birinci ve ikinci müdürünün terfi ettirildiğini açıkladı; cezaevi müdürü, "Çocuklar TMK'dan yargılanmadığı için adli mahkum muamelesi görüyor, bu yüzden yetişkinlerle aynı koğuşa konuyor" dedi.
Milletvekilleri Veli Ağbaba, Melda Onur, Özgür Özel, Nurettin Demir ve Ümit Özgümüş, Pozantı ilçesindeki cezaevinde çocuklara yönelik taciz ve kötü muamele iddialarının ardından yetkililerle görüşmek üzere Adana'ya gitti.
Heyet, İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) Adana ve Mersin şubeleriyle, Pozantı Çocuk Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nun müdürü, ikinci müdürü ve savcısıyla görüştü.
Cezaevi savcısı, müdür ve ikinci müdürüyle görüştüklerini söyleyen Ağbaba, "12 Temmuz 2011'de İHD Mersin şubesi, taciz ve kötü muamele iddialarıyla ilgili şikayette bulundu ancak Adalet Bakanlığı, olay basında duyulana kadar cezaevinde bir inceleme yaptırmadı" dedi.
Adalet Bakanlığı da 26 Şubat'ta yaptığı açıklamada, kendilerine 12 Temmuz'da şikayetin ulaştığını ancak "bu iddialar gündeme geldikten sonra" müfettiş görevlendirdiklerini açıklamıştı.
"Pozantı Çocuk Kapalı Ceza İnfaz Kurumu ile ilgili basına yansıyan iddialara ilişkin 12 Temmuz 2011'de gündeme taşınan iddiaların dışında, yeni bir iddia söz konusu değil. Bu iddiaların yeniden gündeme gelmesi üzerine, Pozantı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen adli soruşturmanın yanı sıra, olayların yerinde araştırılması için cezaevine Bakanlığımızca bir denetim elemanı da (cezaevi müfettişi) gönderildi."
Ağbaba, çocukların "Bizi dövüyor, hakaret ediyor" dediği ve hakkında en çok şikayet edilen kişi olan cezaevi ikinci müdürünün Van'daki Erciş Cezaevi'ne birinci müdür olarak atandığını, Pozantı'nın müdürünün de Ankara'daki Sincan Cezaevi'ne atanarak terfi ettirildiğini açıkladı.
Bahanesi: "Terör suçlusu değil"
Ayrıca, koğuşları ve hapishanenin içini de gezen CHP'li vekiller, koşulların kötü olduğunu, çocukların düzensiz ve sağlıksız şartlarda kaldığını ifade etti.
"Terörle Mücadele Kanunu'nda yapılan değişikliklerin ardından, çocukların 'terör suçlusu' statüsünden çıkarıldığını söyleyen cezaevi müdürü, bu nedenle çocukların adli suçlu muamelesi gördüğünü ve adli suçlularla aynı koğuşa konduğunu kabul etti."
"Bana değil, arkadaşıma yaptı"
Bunun sonucunda, çocuklar yetişkin adli suçlularla aynı koğuşta kalmak zorunda bırakılıyor.
"Bu iddialarla ilgili uzman bir ekip inceleme yapmalı" diyen Ağbaba, tahliye olan çocukların durumunu şöyle anlattı:
"Çocuklar, başlarına gelenleri, 'Bir arkadaşımın başına geldi' diye anlatıyor. Büyük bir travma yaşayan çocuklar, mahallelerinden hatta evlerinden dışarı çıkamıyor, korkuyorlar."
Ağbaba, çocukların rehabilitasyonuyla ilgili ya da psikolojik destekle ilgili ciddi bir çalışam yapılmadığını da ekledi.
Pozantı'dan ilk şikayet değil
Ağustos 2009'da 16 yaşındaki bir çocuk koğuşta ölü bulundu. Uyuşturucu sattığı iddiasıyla tutuklanan ve mahkemesi devam eden çocuğun ailesinin verdiği bilgiye göre, Adli Tıp Raporu çocuğun kaburgalarının kırıldığını ve iple asıldığını söylüyordu.
Cinayeti aynı koğuştan 12 yaşında bir çocuk üstlendi.
Ailenin avukatı Ali Bozan, "Cezaevi yönetiminin ihmali ya da kusuru olup olmadığı önümüzdeki süreçte belli olacak. Ancak cinayetten önce kamuoyuna başka olumsuz uygulamalarıyla yansımıştı" dedi.
Şubat 2009'da da gösterilere katıldıkları gerekçesiyle tutuklanan ve ceza alan çocuklara, Pozantı Cezaevi'nde işkence yapıldığı ve ölümle tehdit edildikleri iddia edilmişti.
Kaynak: Bianet
29 Şubat 2012 Çarşamba
Hocalı Gerilimi SBF'ye Yansıdı
Hocalı nefreti sürüyor. Taksim Anması'nda kullanılan nefret söylemini eleştirmek amacıyla okula asılan afiş, Azeri öğrenciler tarafından indirilmek istenince ortam gerildi.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde (SBF) Taksim'de Hocalı Katliamı'nın 20. yıldönümü anılırken atılan ırkçı sloganları eleştirmek için asılan afiş bir grup Azeri öğrenci tarafından indirilince iki grup arasında gerginlik çıktı.
Emek Gençliği'nden öğrencilerin hazırladığı bez afişin üzerinde Taksim'de açılan dövizlere gönderme yapan şu slogan yazıyordu: "Piç olmak tercih değil, faşist olmak tercihtir".
Bugün öğleden sonra meydana gelen tartışma sonrası okulu terk eden Azeri öğrenciler, akşemüzeri 17.00 sularında yaklaşık elli kişilik bir grup olarak geri döndü.
Grup okula girip afişi indirmek istedi, SBF öğrencileri ise kapıyı tutarak izin vermedi. Cebeci Kampüsü kapısı önünde yaşanan gerginlikte grup, SBF öğrencilerine taşlı, buzlu saldırıda bulundu. SBF öğrencileri ise karşılık verdi. Saldıran grup sık sık "Karabağ bizimdir, bizim kalacak" sloganı attı.
Çevik Kuvvet olayların başlamasından 20 dakika sonra geldi. Cebeci Kampüsü özel güvenliği ise olaylara karışmadı. Olayda yaralanan öğrenciler oldu. SBF öğrencileri saat 18.00'de toplu olarak okuldan ayrıldı.
Kaynak: Bianet
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde (SBF) Taksim'de Hocalı Katliamı'nın 20. yıldönümü anılırken atılan ırkçı sloganları eleştirmek için asılan afiş bir grup Azeri öğrenci tarafından indirilince iki grup arasında gerginlik çıktı.
Emek Gençliği'nden öğrencilerin hazırladığı bez afişin üzerinde Taksim'de açılan dövizlere gönderme yapan şu slogan yazıyordu: "Piç olmak tercih değil, faşist olmak tercihtir".
Bugün öğleden sonra meydana gelen tartışma sonrası okulu terk eden Azeri öğrenciler, akşemüzeri 17.00 sularında yaklaşık elli kişilik bir grup olarak geri döndü.
Grup okula girip afişi indirmek istedi, SBF öğrencileri ise kapıyı tutarak izin vermedi. Cebeci Kampüsü kapısı önünde yaşanan gerginlikte grup, SBF öğrencilerine taşlı, buzlu saldırıda bulundu. SBF öğrencileri ise karşılık verdi. Saldıran grup sık sık "Karabağ bizimdir, bizim kalacak" sloganı attı.
Çevik Kuvvet olayların başlamasından 20 dakika sonra geldi. Cebeci Kampüsü özel güvenliği ise olaylara karışmadı. Olayda yaralanan öğrenciler oldu. SBF öğrencileri saat 18.00'de toplu olarak okuldan ayrıldı.
Kaynak: Bianet
Ermenilere yönelik nefret suçları başladı
Pazar günü yapılan Ermenilere yönelik ırkçı mitingin ardından, Yeryüzüne Özgürlük Derneği, bir Ermeni yurttaşın evinin bahçesine "Ermeni yalanına sessiz kalma" şapkası atıldığını duyurdu.
Hocalı Katliamı'nı anma adı altında yapılan ırkçı gösteriye tepki gösteren Yeryüzüne Özgürlük Derneği, Ermenilere yönelik nefret suçunu kınadı.
ERMENİ YURTTAŞA TEHDİT
Dernek, söz konusu mitingin ana sloganının "Ermeni yalanına sessiz kalma" olduğunu hatırlatarak, "Bu sloganı dikkate alıp harekete geçenlerin, Ermenilere kinini kusmak için çoktan kolları sıvadığını görüyoruz" dedi.
Mitingde üzerinde "Ermeni yalanına sessiz kalma" yazılı şapkalar dağıtıldığını kaydeden dernek, söz konusu şapkalardan birinin, bir Ermeni yurttaşın evinin bahçesine atıldığını duyurdu.
'AMAÇ GÖZDAĞI'
Dernek, açıklamasını şu ifadelerle sürdürdü: "Bu eylemin Ermenilere ve dostumuza gözdağı vermek için, onlara göz hapsinde olduklarını hissettirmek için yapıldığını çok iyi biliyoruz. Bunun için, 'Hepimiz Ermeniyiz' sloganını ne amaçla haykırdığımızı asla anlayamayacak bu gruba inat, 'Yaşasın Halkların Kardeşliği' diyoruz."
'İÇİŞLERİ BAKANI'NI KINIYORUZ'
Yeryüzüne Özgürlük Derneği, söz konusu ırkçı mitingi şöyle değerlendirdi: "Ermeni dostumuza yönelik tehdit eylemini gerçekleştiren ve Hocalı'yı anmak için toplandığını iddia edip nefret suçu işlemekte sakınca görmeyen zavallı zihniyeti ve daha en başından bir nefret eylemine dönüşeceği belli olan mitinge katılan ve destekleyen İçişleri Bakanı'nı, İstanbul Valisi'ni ve tüm siyasî partileri kınıyor, faşizme inat bir kez daha 'Hepimiz Ermeniyiz' diyoruz."
Kaynak: ETHA
* Derneğimizin açıklamasının tam metnine ulaşmak için tıklayın.
Hocalı Katliamı'nı anma adı altında yapılan ırkçı gösteriye tepki gösteren Yeryüzüne Özgürlük Derneği, Ermenilere yönelik nefret suçunu kınadı.
ERMENİ YURTTAŞA TEHDİT
Dernek, söz konusu mitingin ana sloganının "Ermeni yalanına sessiz kalma" olduğunu hatırlatarak, "Bu sloganı dikkate alıp harekete geçenlerin, Ermenilere kinini kusmak için çoktan kolları sıvadığını görüyoruz" dedi.
Mitingde üzerinde "Ermeni yalanına sessiz kalma" yazılı şapkalar dağıtıldığını kaydeden dernek, söz konusu şapkalardan birinin, bir Ermeni yurttaşın evinin bahçesine atıldığını duyurdu.
'AMAÇ GÖZDAĞI'
Dernek, açıklamasını şu ifadelerle sürdürdü: "Bu eylemin Ermenilere ve dostumuza gözdağı vermek için, onlara göz hapsinde olduklarını hissettirmek için yapıldığını çok iyi biliyoruz. Bunun için, 'Hepimiz Ermeniyiz' sloganını ne amaçla haykırdığımızı asla anlayamayacak bu gruba inat, 'Yaşasın Halkların Kardeşliği' diyoruz."
'İÇİŞLERİ BAKANI'NI KINIYORUZ'
Yeryüzüne Özgürlük Derneği, söz konusu ırkçı mitingi şöyle değerlendirdi: "Ermeni dostumuza yönelik tehdit eylemini gerçekleştiren ve Hocalı'yı anmak için toplandığını iddia edip nefret suçu işlemekte sakınca görmeyen zavallı zihniyeti ve daha en başından bir nefret eylemine dönüşeceği belli olan mitinge katılan ve destekleyen İçişleri Bakanı'nı, İstanbul Valisi'ni ve tüm siyasî partileri kınıyor, faşizme inat bir kez daha 'Hepimiz Ermeniyiz' diyoruz."
Kaynak: ETHA
* Derneğimizin açıklamasının tam metnine ulaşmak için tıklayın.
Yabancı kadın mahkumlar köle gibi çalıştırılıyor
Tutsak gazeteci Zeynep Kuray, Bakırköy Kadın Ceza ve Tutukevi'nden bildiriyor:
Türkiye’de emekçilerin karşı karşıya kaldığı emek sömürüsü, Bakırköy Kadın Ceza ve Tutukevi’nde had safhaya ulaşmış durumda. Kadın tutuklu ve hükümlülerin, uzun çalışma saatlerine karşılık oldukça düşük ücretle çalıştırıldıkları cezaevinde, yabancı uyruklu tutuklu ve hükümlüler ise iki katı oranında sömürülüyor.
Ailelerinden herhangi bir para gelmediği için cezaevindeki ihtiyaçlarını çalışarak karşılamak zorunda olan yabancı mahkumlar, sabahtan akşama kadar aralıksız çalıştırılıyor. Mutfaktan tuvalete kadar cezaevinin tüm kısımlarında, her türlü işe koşulan yabancılar köle gibi çalıştırılmalarının karşılığında ise aylık yalnızca 100 TL maaş alıyor.
“BURASI TÜRKİYE!”
Bin kişilik cezaevinde lavabo ve koridorları temizleyen İspanyol asıllı Luz Marina, ay sonunda aldığı paranın ihtiyaçlarını karşılamaya yetmediğinden şikayetçi. Uyuşturucu madde bulundurmaktan 11 yıl hüküm giyen ve ailesinden herhangi bir maddi yardım alamayan Marina, 4 yılı aşkın süredir cezaevinde temizlik yapıyor.
Kendisi gibi ailelerinden maddi yardım almaları güç olan yabancı hükümlü ve tutukluların, çalışmak zorunda olduklarını bilen cezaevi idaresinin bu durumu bir emek sömürüsüne dönüştürdüğünü belirten Marina, Türkiye’nin emeğe verdiği değeri kavramış olacak ki kendi durumunu da “Ne olacak, burası Türkiye!” sözleriyle özetliyor.
Cezaevinin bir başka temizlik yapan hükümlüsü Brezilyalı Fabiene de, o kadar saat çalışmasına rağmen verilen paranın yetersizliğinden yakınıyor. “Tek gelirim bu 100 TL, ancak bu para mahpusun tek dostu olan sigaraya bile yetmiyor, bu nedenle sürekli olarak başkalarından sigara istemek zorunda kalıyorum” diyor Fabiene, biraz da utanarak.
“ÜLKEME DÖNMEK HAYAL OLDU”
Fildişili Marianne ise bu 100 TL ile umut biriktiriyor. Marianne, aldığı 12 senelik hapis cezasının geri kalan kısmını ülkesinde tamamlamak istiyor. Ancak Fildişi’ne dönmesi için gereken 1000 Euro’yu biriktirmek için yıllardır cezaevinin hemen her alanında, sabahtan akşama kadar çalıştığını söyleyen Marianne, 100 TL’lik maaşıyla ihtiyaçlarını bile karşılayamazken yol parası biriktirmenin kendisi için bir hayale dönüştüğünü söylüyor.
Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü'ne göre, Türkiye'deki cezaevlerinde 330'u kadın 2 bin 310 yabancı uyruklu tutuklu, hükümlü ve hükmen tutuklu bulunuyor.
Zeynep Kuray
Kaynak: ANF
Türkiye’de emekçilerin karşı karşıya kaldığı emek sömürüsü, Bakırköy Kadın Ceza ve Tutukevi’nde had safhaya ulaşmış durumda. Kadın tutuklu ve hükümlülerin, uzun çalışma saatlerine karşılık oldukça düşük ücretle çalıştırıldıkları cezaevinde, yabancı uyruklu tutuklu ve hükümlüler ise iki katı oranında sömürülüyor.
Ailelerinden herhangi bir para gelmediği için cezaevindeki ihtiyaçlarını çalışarak karşılamak zorunda olan yabancı mahkumlar, sabahtan akşama kadar aralıksız çalıştırılıyor. Mutfaktan tuvalete kadar cezaevinin tüm kısımlarında, her türlü işe koşulan yabancılar köle gibi çalıştırılmalarının karşılığında ise aylık yalnızca 100 TL maaş alıyor.
“BURASI TÜRKİYE!”
Bin kişilik cezaevinde lavabo ve koridorları temizleyen İspanyol asıllı Luz Marina, ay sonunda aldığı paranın ihtiyaçlarını karşılamaya yetmediğinden şikayetçi. Uyuşturucu madde bulundurmaktan 11 yıl hüküm giyen ve ailesinden herhangi bir maddi yardım alamayan Marina, 4 yılı aşkın süredir cezaevinde temizlik yapıyor.
Kendisi gibi ailelerinden maddi yardım almaları güç olan yabancı hükümlü ve tutukluların, çalışmak zorunda olduklarını bilen cezaevi idaresinin bu durumu bir emek sömürüsüne dönüştürdüğünü belirten Marina, Türkiye’nin emeğe verdiği değeri kavramış olacak ki kendi durumunu da “Ne olacak, burası Türkiye!” sözleriyle özetliyor.
Cezaevinin bir başka temizlik yapan hükümlüsü Brezilyalı Fabiene de, o kadar saat çalışmasına rağmen verilen paranın yetersizliğinden yakınıyor. “Tek gelirim bu 100 TL, ancak bu para mahpusun tek dostu olan sigaraya bile yetmiyor, bu nedenle sürekli olarak başkalarından sigara istemek zorunda kalıyorum” diyor Fabiene, biraz da utanarak.
“ÜLKEME DÖNMEK HAYAL OLDU”
Fildişili Marianne ise bu 100 TL ile umut biriktiriyor. Marianne, aldığı 12 senelik hapis cezasının geri kalan kısmını ülkesinde tamamlamak istiyor. Ancak Fildişi’ne dönmesi için gereken 1000 Euro’yu biriktirmek için yıllardır cezaevinin hemen her alanında, sabahtan akşama kadar çalıştığını söyleyen Marianne, 100 TL’lik maaşıyla ihtiyaçlarını bile karşılayamazken yol parası biriktirmenin kendisi için bir hayale dönüştüğünü söylüyor.
Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü'ne göre, Türkiye'deki cezaevlerinde 330'u kadın 2 bin 310 yabancı uyruklu tutuklu, hükümlü ve hükmen tutuklu bulunuyor.
Zeynep Kuray
Kaynak: ANF
Kadın cinayetleri sürüyor
Bir kadın daha 'barışma teklifini kabul etmeme' bahanesiyle katledildi.
Bir kadın daha kadın cinayetine kurban gitti. İzmir Karabağlar'da Ahmet G. eski eşini barışmak bahanesiyle çağırıp 4 yaşındaki kızının gözleri önünde öldürdü.
Ahmet G., Karabağlar'daki Osman Öksüz Parkı'nda eski eşi Sebahat G.'yle barışma isteğini yineledi. Genç kadının kabul etmemesi üzerine Ahmet G. 4 yaşındaki kızının gözleri önünde Sebahat G.'yi öldürdü.
Ahmet G. polise teslim oldu.
Bir kadın cinayeti haberi de Mersin'den...
Mersin'de bir kadın, ayrıldığı eşi tarafından sokak ortasında bıçaklanarak öldürüldü.
Mersin'de Murat Bilgiç (46), 9 ay önce ayrıldığı eşi Gülsüm Ataman'ı (44) sokak ortasında 6 yerinden bıçaklayarak öldürdü.
Olay, bugün saat 17.00 sıralarında Hastane Caddesi'nde Mersin Devlet Hastanesi önünde meydana geldi. Saldırıda aşırı kan kaybeden Ataman, kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. Kaçan Bilgiç ise suç aleti bıçakla birlikte yakalandı.
Kaynak: ETHA
Bir kadın daha kadın cinayetine kurban gitti. İzmir Karabağlar'da Ahmet G. eski eşini barışmak bahanesiyle çağırıp 4 yaşındaki kızının gözleri önünde öldürdü.
Ahmet G., Karabağlar'daki Osman Öksüz Parkı'nda eski eşi Sebahat G.'yle barışma isteğini yineledi. Genç kadının kabul etmemesi üzerine Ahmet G. 4 yaşındaki kızının gözleri önünde Sebahat G.'yi öldürdü.
Ahmet G. polise teslim oldu.
Bir kadın cinayeti haberi de Mersin'den...
Mersin'de bir kadın, ayrıldığı eşi tarafından sokak ortasında bıçaklanarak öldürüldü.
Mersin'de Murat Bilgiç (46), 9 ay önce ayrıldığı eşi Gülsüm Ataman'ı (44) sokak ortasında 6 yerinden bıçaklayarak öldürdü.
Olay, bugün saat 17.00 sıralarında Hastane Caddesi'nde Mersin Devlet Hastanesi önünde meydana geldi. Saldırıda aşırı kan kaybeden Ataman, kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. Kaçan Bilgiç ise suç aleti bıçakla birlikte yakalandı.
Kaynak: ETHA
Adıyaman'da Alevilerin evleri işaretleniyor, Aleviler tedirgin...
Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı, Adıyaman'da Alevi halkının evlerinin işaretlendiği iddiasını gündeme getirdi.
Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez yazılı bir açıklama yaparak, Adıyaman'da Alevilerin yaşadığı evlerin işaretlendiğini kaydetti.
Geçmez yazılı açıklamasında, "AKP’nin bir yandan Suriye için sürdürdüğü mezhep ayrımcılığına dayalı açıklamaları ve politikaları, bir yandan da bizzat bir bakanının yer aldığı, neomilliyetçi mitingleriyle bir iç savaşın işaret fişeğini yakıyor. Erdoğan’ın söylediklerini kendine görev bilen bir güruhta Adıyaman’da Alevilerin yaşadığı evleri işaretliyor. Bu neyin hazırlığı? Biz bunu Maraşlar’dan, Çorumlar’dan biliyoruz" dedi.
'BÖLGE İÇ ÇATIŞMAYA SÜRÜKLENİYOR'
Başbakan Erdoğan'ın süreci körüklediğine değinen Ercan Geçmez, "Başbakan Erdoğan, ‘Suriye’de Aleviler Sünnileri öldürüyor’ şeklinde bir açıklama yapıyor. Suriye ordusundan kaçarak Türkiye’ye gelen bir komutan, 'Suriye’de bir tek Alevi kalmayıncaya kadar hepsini öldüreceğiz' diyor. Sonra AKP’nin desteklediği bizzat bir bakanın katıldığı, neomilliyetçi bir mitingle bölgesel çatışma kızıştırılıyor. Ardından Adıyaman’da Alevilerin evleri işaretleniyor. Bölgemiz hızla bir savaşa ve iç çatışmaya doğru sürükleniyor. Biz bunu Maraş’ta Çorum’da gördük. Alevilere saldırılar böyle mitinglerden ve bu tür açıklamalardan sonra oldu. Bu hazırlıkların sonucunun nereye gittiğini önceki deneyimlerimizden biliyoruz. Herkesi duyarlılığa davet ediyoruz. Yeni bir katliama asla müsaade etmeyeceğiz. Hızla gereken yapılmalıdır" diye belirtti.
Geçmez, önlem alınmazsa her şeyin çok geç olabileceğine dikkat çekti.
Konuyla ilgili CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün de açıklama yaparak, Adıyaman'da Alevilerin yaşadığı evlerin işaretlendiğini söyledi.
Kaynak: ETHA
Adıyaman'da Alevilere ait 45 ev dün gece işaretlendi. Adıyamanlı gazeteci Karakuş olayın provokasyon olabileceğini söylerken Alevi Derneği'nden Faik Taş Alevilerin tedirgin olduğunu ifade etti.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün'ün internetten Adıyaman'da Alevilerin yaşadığı evlerin işaretlendiği yönünde açıklama yapması üzerine valilik ve emniyet harekete geçti.
"Adıyaman'da Bugün" gazetesi muhabirlerinden Ömer Karakuş, bianet'e yaptığı açıklamada Alevilere ait evlerin işaretlendiği bilgisini doğruladı. Karakuş, Adıyaman'da daha önce mezhep çatışması yaşanmadığına dikkat çekerek olayın provokasyon olabileceğini söyledi.
Adıyaman Alevi Kültür Derneği Gençlik Kolları Başkanı Faik Taş da 45 evin işaretlendiği söyledi. Taş, aynı Maraş katliamında olduğu gibi evlerin gece vakti işaretlendiği bilgisini vererek kentte Alevilerin tedirgin olduğunu söyledi.
Adıyaman Valisi Ramazan Sodan ise işaretlerin ne amaçla yapıldığının araştırıldığını ifade etti. ntvmsnbc'nin haberine göre, olayın geçtiği yerin daha çok Alevilerin oturduğu bir mahalle olduğunu belirten Vali Sodan, şunları söyledi:
"Bazı vatandaşlarımızın kapılarına keçeli kalemle bazı şekiller rastgele çizilmiştir. Ne amaçla yapıldığını bilemiyoruz ama çocuk işi de olabilir. Bu işin biz yakın takipçisiyiz; kimler tarafından yapıldığını tespit etmeye çalışıyoruz."
CHP'li Hüseyin Aygün, facebook'tan yaptığı açıklamada İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'le görüştüğünü söyledi. Bakan Şahin'in olaydan haberdar olmadığını ama derhal ilgileneceğini söylediğini belirten Aygün, kapılarına işaret konan ev sahiplerinin de şu an Adıyaman Adliyesi'nde suç duyurusunda bulunduğunu ifade etti.
Kaynak: Bianet
Adıyamanlı Aleviler tedirgin
Adıyaman'da yaşayan Alevi dedesi Garip Bozkurt, Alevilerin evlerinin işaretlenmesiyle ilgili "Maraş'ta, Çorum'da yaşananlardan korkuyuruz" diye konuştu.
Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği'nin gündeme getirdiği, Adıyaman'da Alevilerin evlerinin işaretlendiğine dair iddiaları, Adıyaman'da yaşayan Alevi dedesi Garip Bozkurt, ETHA'ya değerlendirdi.
EN AZ 45 EV İŞARETLENMİŞ
Bozkurt, evleri işaretlenen kimi Alevilerin işaretleri sildiğini ancak kapıdaki işaret silinmemiş 45 tane ev tespit ettiklerini bildirdi. Valiliğe başvurduklarını belirten Bozkurt, sözlerini şöyle sürdürdü: "Valilik, 'Gerekli önlemleri alacağız. Araştırıp yapanları bulacağız' dedi."
Bozkurt, evlerin kapısındaki işaretlerin belirgin bir şekli olmadığını ancak kimi evlerin kapısına 'Allah' yazmaya çalıştıklarını söyleyerek, kapısı işaretlenen evlerde yaşayanların Alevi olduğunun altını çizdi.
'MARAŞ'TA YAŞANANLARDAN KORKUYORUZ'
Bozkurt, yaşananları şöyle değerlendirdi: "Birileri ortalığı karıştırmaya çalışıyor. Daha önceden de, tehdit telefonları almıştım. Geçmişte de bunlar oldu. İnsanların kapılarının üzerine işaret koymuşlardı. Ve nedense sadece Alevilerin kapılarına koyuyorlar. Bu yüzden Maraş'ta, Çorum'da yaşananlardan korkuyuruz.
Kaynak: ETHA
Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez yazılı bir açıklama yaparak, Adıyaman'da Alevilerin yaşadığı evlerin işaretlendiğini kaydetti.
Geçmez yazılı açıklamasında, "AKP’nin bir yandan Suriye için sürdürdüğü mezhep ayrımcılığına dayalı açıklamaları ve politikaları, bir yandan da bizzat bir bakanının yer aldığı, neomilliyetçi mitingleriyle bir iç savaşın işaret fişeğini yakıyor. Erdoğan’ın söylediklerini kendine görev bilen bir güruhta Adıyaman’da Alevilerin yaşadığı evleri işaretliyor. Bu neyin hazırlığı? Biz bunu Maraşlar’dan, Çorumlar’dan biliyoruz" dedi.
'BÖLGE İÇ ÇATIŞMAYA SÜRÜKLENİYOR'
Başbakan Erdoğan'ın süreci körüklediğine değinen Ercan Geçmez, "Başbakan Erdoğan, ‘Suriye’de Aleviler Sünnileri öldürüyor’ şeklinde bir açıklama yapıyor. Suriye ordusundan kaçarak Türkiye’ye gelen bir komutan, 'Suriye’de bir tek Alevi kalmayıncaya kadar hepsini öldüreceğiz' diyor. Sonra AKP’nin desteklediği bizzat bir bakanın katıldığı, neomilliyetçi bir mitingle bölgesel çatışma kızıştırılıyor. Ardından Adıyaman’da Alevilerin evleri işaretleniyor. Bölgemiz hızla bir savaşa ve iç çatışmaya doğru sürükleniyor. Biz bunu Maraş’ta Çorum’da gördük. Alevilere saldırılar böyle mitinglerden ve bu tür açıklamalardan sonra oldu. Bu hazırlıkların sonucunun nereye gittiğini önceki deneyimlerimizden biliyoruz. Herkesi duyarlılığa davet ediyoruz. Yeni bir katliama asla müsaade etmeyeceğiz. Hızla gereken yapılmalıdır" diye belirtti.
Geçmez, önlem alınmazsa her şeyin çok geç olabileceğine dikkat çekti.
Konuyla ilgili CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün de açıklama yaparak, Adıyaman'da Alevilerin yaşadığı evlerin işaretlendiğini söyledi.
Kaynak: ETHA
Adıyaman'da Alevilerin Evleri İşaretlendi
Adıyaman'da Alevilere ait 45 ev dün gece işaretlendi. Adıyamanlı gazeteci Karakuş olayın provokasyon olabileceğini söylerken Alevi Derneği'nden Faik Taş Alevilerin tedirgin olduğunu ifade etti.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün'ün internetten Adıyaman'da Alevilerin yaşadığı evlerin işaretlendiği yönünde açıklama yapması üzerine valilik ve emniyet harekete geçti.
"Adıyaman'da Bugün" gazetesi muhabirlerinden Ömer Karakuş, bianet'e yaptığı açıklamada Alevilere ait evlerin işaretlendiği bilgisini doğruladı. Karakuş, Adıyaman'da daha önce mezhep çatışması yaşanmadığına dikkat çekerek olayın provokasyon olabileceğini söyledi.
Adıyaman Alevi Kültür Derneği Gençlik Kolları Başkanı Faik Taş da 45 evin işaretlendiği söyledi. Taş, aynı Maraş katliamında olduğu gibi evlerin gece vakti işaretlendiği bilgisini vererek kentte Alevilerin tedirgin olduğunu söyledi.
Adıyaman Valisi Ramazan Sodan ise işaretlerin ne amaçla yapıldığının araştırıldığını ifade etti. ntvmsnbc'nin haberine göre, olayın geçtiği yerin daha çok Alevilerin oturduğu bir mahalle olduğunu belirten Vali Sodan, şunları söyledi:
"Bazı vatandaşlarımızın kapılarına keçeli kalemle bazı şekiller rastgele çizilmiştir. Ne amaçla yapıldığını bilemiyoruz ama çocuk işi de olabilir. Bu işin biz yakın takipçisiyiz; kimler tarafından yapıldığını tespit etmeye çalışıyoruz."
CHP'li Hüseyin Aygün, facebook'tan yaptığı açıklamada İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'le görüştüğünü söyledi. Bakan Şahin'in olaydan haberdar olmadığını ama derhal ilgileneceğini söylediğini belirten Aygün, kapılarına işaret konan ev sahiplerinin de şu an Adıyaman Adliyesi'nde suç duyurusunda bulunduğunu ifade etti.
Kaynak: Bianet
Adıyamanlı Aleviler tedirgin
Adıyaman'da yaşayan Alevi dedesi Garip Bozkurt, Alevilerin evlerinin işaretlenmesiyle ilgili "Maraş'ta, Çorum'da yaşananlardan korkuyuruz" diye konuştu.
Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği'nin gündeme getirdiği, Adıyaman'da Alevilerin evlerinin işaretlendiğine dair iddiaları, Adıyaman'da yaşayan Alevi dedesi Garip Bozkurt, ETHA'ya değerlendirdi.
EN AZ 45 EV İŞARETLENMİŞ
Bozkurt, evleri işaretlenen kimi Alevilerin işaretleri sildiğini ancak kapıdaki işaret silinmemiş 45 tane ev tespit ettiklerini bildirdi. Valiliğe başvurduklarını belirten Bozkurt, sözlerini şöyle sürdürdü: "Valilik, 'Gerekli önlemleri alacağız. Araştırıp yapanları bulacağız' dedi."
Bozkurt, evlerin kapısındaki işaretlerin belirgin bir şekli olmadığını ancak kimi evlerin kapısına 'Allah' yazmaya çalıştıklarını söyleyerek, kapısı işaretlenen evlerde yaşayanların Alevi olduğunun altını çizdi.
'MARAŞ'TA YAŞANANLARDAN KORKUYORUZ'
Bozkurt, yaşananları şöyle değerlendirdi: "Birileri ortalığı karıştırmaya çalışıyor. Daha önceden de, tehdit telefonları almıştım. Geçmişte de bunlar oldu. İnsanların kapılarının üzerine işaret koymuşlardı. Ve nedense sadece Alevilerin kapılarına koyuyorlar. Bu yüzden Maraş'ta, Çorum'da yaşananlardan korkuyuruz.
Kaynak: ETHA
'Kamu görevlileri cinsiyetçi'
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Nisan 2010-Aralık 2011 arasında 850 kadınla görüşerek hazırladığı raporda, uluslararası sözleşmeler, yasalar, genelgelere rağmen şiddetin önlenemediğine dikkat çekti. "Kamu görevlileri cinsiyetçi bakışa sahip ve Meclis'teki yasa tasarısı yetersiz" dedi.
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı'nın Nisan 2010-Aralık 2011 döneminde 850 kadınla yaptığı görüşmelerin ardından hazırladığı rapor açıklandı.
Raporla ilgili bilgi veren Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı gönüllülerinden Avukat Özlem Özkan, "Kadına karşı şiddetle mücadele amacıyla imzalanan uluslararası sözleşmelerin, yasaların, Başbakanlık genelgesinin, üçlü protokolün varlığına karşın kadınlar yakınları olan erkekler tarafından şiddet görmeye hatta öldürülmeye devam etmektedir" dedi.
Şiddete uğrayan kadınların, kolluk kuvvetleri, adalet ve sağlık görevlileri, sosyal hizmet kurumlarından yeterli destek alamadığını kaydeden Özkan şunları söyledi: "Şiddet ortamına geri dönmek zorunda kalan kadınlar, öldürülme riskiyle karşı karşıya. Sadece kadınlar değil çocuklar da tehlikede.
Kamu görevlileri toplumda yaygın cinsiyetçi bakışa sahip oldukları için kadın karakola başvurduğunda ya da koruma emri için savcılığa başvurduğunda sorgulanır. 'Bir tokattan ne çıkar', 'Yuvayı dişi kuş yapar' denilir. Bu bakış açısını değiştirecek eğitimler verilmezse kadına karşı şiddetle mücadelede yol alınamaz."
Türkiye'deki 236 kadın örgütünün imzasıyla bir yasa teklifi hazırlandığını ve bakanlığa iletildiğini, ancak kabul edilmediğini ifade eden Özkan, bu ay içinde de Meclis'e "Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi" ismiyle bir tasarının sunulduğunu kaydetti.
Özkan, "Oysa bizler kadınların aile içi şiddet yaşadıklarında önce ailenin dışına çıkmaya çalıştıkları, bu süreçte hem ailenin hem kadının korunamayacağını, bunun temel yaklaşım olduğunu, dünyadaki hiçbir örnekte de şiddetle mücadele yasalarının adının böyle konulmadığını defalarca söylemiştik" dedi.
Kaynak: ETHA
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı'nın Nisan 2010-Aralık 2011 döneminde 850 kadınla yaptığı görüşmelerin ardından hazırladığı rapor açıklandı.
Raporla ilgili bilgi veren Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı gönüllülerinden Avukat Özlem Özkan, "Kadına karşı şiddetle mücadele amacıyla imzalanan uluslararası sözleşmelerin, yasaların, Başbakanlık genelgesinin, üçlü protokolün varlığına karşın kadınlar yakınları olan erkekler tarafından şiddet görmeye hatta öldürülmeye devam etmektedir" dedi.
Şiddete uğrayan kadınların, kolluk kuvvetleri, adalet ve sağlık görevlileri, sosyal hizmet kurumlarından yeterli destek alamadığını kaydeden Özkan şunları söyledi: "Şiddet ortamına geri dönmek zorunda kalan kadınlar, öldürülme riskiyle karşı karşıya. Sadece kadınlar değil çocuklar da tehlikede.
Kamu görevlileri toplumda yaygın cinsiyetçi bakışa sahip oldukları için kadın karakola başvurduğunda ya da koruma emri için savcılığa başvurduğunda sorgulanır. 'Bir tokattan ne çıkar', 'Yuvayı dişi kuş yapar' denilir. Bu bakış açısını değiştirecek eğitimler verilmezse kadına karşı şiddetle mücadelede yol alınamaz."
Türkiye'deki 236 kadın örgütünün imzasıyla bir yasa teklifi hazırlandığını ve bakanlığa iletildiğini, ancak kabul edilmediğini ifade eden Özkan, bu ay içinde de Meclis'e "Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi" ismiyle bir tasarının sunulduğunu kaydetti.
Özkan, "Oysa bizler kadınların aile içi şiddet yaşadıklarında önce ailenin dışına çıkmaya çalıştıkları, bu süreçte hem ailenin hem kadının korunamayacağını, bunun temel yaklaşım olduğunu, dünyadaki hiçbir örnekte de şiddetle mücadele yasalarının adının böyle konulmadığını defalarca söylemiştik" dedi.
Kaynak: ETHA
Güvenceli çalışmak için direniyorlar
İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi'nde işten atılmalara karşı çadır kuran işçiler eylemlerinin 9. gününde basın açıklaması yaparak, hastane yönetimini uyardı.
İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi'nde işten atılmalara karşı taşeron işçilerin kurduğu bilgilendirme çadırı eylemi 9. gününe girdi. Mart ayının sonunda 400 taşeron işçinin işten atılacağının açıklanması üzerine çadır kuran işçiler bugün bir açıklama yaptı.
İstanbul Sağlık Hakkı Meclisi, Taşeron İşçileri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği (TASİSDER), Eğitim-Sen üyeleri ve Paşabahçe direnişçilerinden Türkan Albayrak'ta eyleme katılarak destek verdi.
Monoblog önünde kurulan bilgilendirme çadırında toplanan sağlık emekçileri, hastane yetkililerinin toplandığı duyumunu alınca önce 14 Mart Amfisi'ne oradan öğrenci işlerinin bulunduğu Kemal Atay Amfisi'ne yürüyüş yaptı. Yürüyüşte, "Kadrolu çalışmak istiyoruz", "Güvenceli iş, güvenceli gelecek istiyoruz", "Taşeron işçisi köle değildir", "Sağlıkta taşeron ölüm demektir" sloganları atıldı.
Direniş çadırı önünde açıklama yapan Paşabahçe Devlet Hastanesi'nde direnen ve kazanan taşeron işçisi Türkan Albayrak, "İşsiz kalma korkusunu taşeron işçileri olarak çok iyi biliyoruz. Üç kuruşluk paraya saatlerce çalışıyoruz, herkes tarafından horlanıyoruz. Hakkımızı istediğimiz zaman ise işten atılıyoruz. Paşabahçe Devlet Hastanesi'nde çalışırken işten atıldığımda önümde 2 seçenek vardı; ya eve gidecektim ya da işime geri dönmek için direnecektim. Evime döndüğüm zaman çocuklarıma bakacak yüzüm olmayacaktı. 118 gün boyunca direndim. Beni işe almayacağını söyleyenler işe aldılar, her şey kararlılıktan geçiyor. Çapa taşeron işçilerinin kararlı olduğunu görüyorum" dedi.
SES Aksaray Şube Başkanı Ersoy Adıgüzel, Genel Sağlık Sigortası'nın (GSS) AKP Hükümetinin aldatmacası olduğuna dikkat çekti, sağlık emekçileri ve halkın hastanelerin satılmasına ve GSS'ye karşı ortak mücadeleyi büyütmesi gerektiğini söyledi.
İstanbul Sağlık Hakkı Meclisi adına Taner Gören konuşurken, taşeron işçiler adına Taşeron İşçileri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği (TASİSDER) Başkanı Güneş Cengiz, "Kadrolu ve güvenceli çalışmak için var olan mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğiz" diye belirtti. Hastane yetkililerine seslenen Cengiz, "Mart ayı sonunda 400 işçiyi işten çıkartmayı bir kez daha düşünmelisiniz" dedi.
Açıklamanın ardından işçiler, "Sağlık çalışanları neye karşı ve ne istiyor" başlıklı bildirileri dağıtarak direniş çadırına gitti.
Kaynak: ETHA
İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi'nde işten atılmalara karşı taşeron işçilerin kurduğu bilgilendirme çadırı eylemi 9. gününe girdi. Mart ayının sonunda 400 taşeron işçinin işten atılacağının açıklanması üzerine çadır kuran işçiler bugün bir açıklama yaptı.
İstanbul Sağlık Hakkı Meclisi, Taşeron İşçileri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği (TASİSDER), Eğitim-Sen üyeleri ve Paşabahçe direnişçilerinden Türkan Albayrak'ta eyleme katılarak destek verdi.
Monoblog önünde kurulan bilgilendirme çadırında toplanan sağlık emekçileri, hastane yetkililerinin toplandığı duyumunu alınca önce 14 Mart Amfisi'ne oradan öğrenci işlerinin bulunduğu Kemal Atay Amfisi'ne yürüyüş yaptı. Yürüyüşte, "Kadrolu çalışmak istiyoruz", "Güvenceli iş, güvenceli gelecek istiyoruz", "Taşeron işçisi köle değildir", "Sağlıkta taşeron ölüm demektir" sloganları atıldı.
Direniş çadırı önünde açıklama yapan Paşabahçe Devlet Hastanesi'nde direnen ve kazanan taşeron işçisi Türkan Albayrak, "İşsiz kalma korkusunu taşeron işçileri olarak çok iyi biliyoruz. Üç kuruşluk paraya saatlerce çalışıyoruz, herkes tarafından horlanıyoruz. Hakkımızı istediğimiz zaman ise işten atılıyoruz. Paşabahçe Devlet Hastanesi'nde çalışırken işten atıldığımda önümde 2 seçenek vardı; ya eve gidecektim ya da işime geri dönmek için direnecektim. Evime döndüğüm zaman çocuklarıma bakacak yüzüm olmayacaktı. 118 gün boyunca direndim. Beni işe almayacağını söyleyenler işe aldılar, her şey kararlılıktan geçiyor. Çapa taşeron işçilerinin kararlı olduğunu görüyorum" dedi.
SES Aksaray Şube Başkanı Ersoy Adıgüzel, Genel Sağlık Sigortası'nın (GSS) AKP Hükümetinin aldatmacası olduğuna dikkat çekti, sağlık emekçileri ve halkın hastanelerin satılmasına ve GSS'ye karşı ortak mücadeleyi büyütmesi gerektiğini söyledi.
İstanbul Sağlık Hakkı Meclisi adına Taner Gören konuşurken, taşeron işçiler adına Taşeron İşçileri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği (TASİSDER) Başkanı Güneş Cengiz, "Kadrolu ve güvenceli çalışmak için var olan mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğiz" diye belirtti. Hastane yetkililerine seslenen Cengiz, "Mart ayı sonunda 400 işçiyi işten çıkartmayı bir kez daha düşünmelisiniz" dedi.
Açıklamanın ardından işçiler, "Sağlık çalışanları neye karşı ve ne istiyor" başlıklı bildirileri dağıtarak direniş çadırına gitti.
Kaynak: ETHA
Nükleer santral için suç duyurusu
Mersin Nükleer Karşıtı Platform, Akkuyu'da nükleer santral kurma hazırlıklarını sürdüren Rus nükleer tekelinin çalışmalarına izin veren devlet kurumları hakkında suç duyurusunda bulundu.
Mersin Nükleer Karşıtı Platform, Akkuyu'da nükleer santral kurma hazırlıklarını sürdüren Rus nükleer tekelinin çalışmalarına izin veren devlet kurumları hakkında suç duyurusunda bulundu. Nükleer karşıtlarına göre, nükleer santralle ilgili ÇED süreci tamamlanmadığı için arazi tahsisinin yapılması ve arazide çalışmaların başlaması hukuka aykırı.
Türkiye ile Rusya arasında imzalanan anlaşma uyarınca Gülnar ilçesi Büyükeceli kasabasında nükleer santral çalışmalarına başlayan Akkuyu Nükleer Santrali'nin faaliyetleri yargıya taşındı. Nükleer Karşıtı Platform üyeleri, Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulundu ve çalışmaların durdurulmasını, çalışmalara izin veren devlet görevlileri hakkında yasal işlem başlatılmasını istedi.
Platform adına açıklama yapan Sabahat Aslan, Akkuyu nükleer santral projesinin Çevre Kanunu'na göre düzenlenen Çevresel Etki Değerlendirmesi yönetmeliğine tabi olduğuna dikkat çekti. Aslan, kanunun 10. maddesine göre "'ÇED olumlu' ya da 'ÇED gerekli değildir' kararı alınmadıkça proje için onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemeyeceğini, yatırıma başlanamayacağını, ihale edilemeyeceğini" vurguladı.
Nükleer santral projesiyle ilgili her türlü iş ve eylemden önce mutlaka ÇED kararının alınması gerektiğine işaret eden Aslan, şöyle konuştu: "Akkuyu Nükleer Güç Santrali A.Ş ÇED için 2 Aralık 2011 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na başvuruda bulunmuştur. Şirketin, ÇED raporu henüz alınmamışken Akkuyu sahasında inşaat için hazırlık faaliyetlerine başlaması, ayrıca ÇED raporuyla ilgili herhangi bir karar, onay ve ruhsat alınmamışken arazi tahsisinin yapılması yasal değildir."
ÇED raporu olmadığı halde santral alanında çalışma yapılmasına izin veren kamu görevlilerinin yasal ve cezai sorumluluğu olduğunu kaydeden Aslan, bu kamu görevlileri hakkında "görevi ihmal, görevi kötüye kullanma ve çevre kirliliğine neden olma" suçlamalarıyla suç duyurusunda bulunduklarını söyledi.
Açıklamanın ardından Nükleer Karşıtı Platform üyeleri, nükleer santral alanında çalışma yapılmasına izin veren kamu görevlileri hakkında suç duyurusu dilekçelerini Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı'na sundu.
Nükleer karşıtları, savcılığa sundukları dilekçelerin ekinde, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı'nın, Akkuyu Nükleer Güç Santrali A.Ş'nin santral sahasında çalışma yaptığına dair bilgilendirme yazısını da savcılığın dikkatine sundu.
Kaynak: ETHA
Mersin Nükleer Karşıtı Platform, Akkuyu'da nükleer santral kurma hazırlıklarını sürdüren Rus nükleer tekelinin çalışmalarına izin veren devlet kurumları hakkında suç duyurusunda bulundu. Nükleer karşıtlarına göre, nükleer santralle ilgili ÇED süreci tamamlanmadığı için arazi tahsisinin yapılması ve arazide çalışmaların başlaması hukuka aykırı.
Türkiye ile Rusya arasında imzalanan anlaşma uyarınca Gülnar ilçesi Büyükeceli kasabasında nükleer santral çalışmalarına başlayan Akkuyu Nükleer Santrali'nin faaliyetleri yargıya taşındı. Nükleer Karşıtı Platform üyeleri, Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulundu ve çalışmaların durdurulmasını, çalışmalara izin veren devlet görevlileri hakkında yasal işlem başlatılmasını istedi.
Platform adına açıklama yapan Sabahat Aslan, Akkuyu nükleer santral projesinin Çevre Kanunu'na göre düzenlenen Çevresel Etki Değerlendirmesi yönetmeliğine tabi olduğuna dikkat çekti. Aslan, kanunun 10. maddesine göre "'ÇED olumlu' ya da 'ÇED gerekli değildir' kararı alınmadıkça proje için onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemeyeceğini, yatırıma başlanamayacağını, ihale edilemeyeceğini" vurguladı.
Nükleer santral projesiyle ilgili her türlü iş ve eylemden önce mutlaka ÇED kararının alınması gerektiğine işaret eden Aslan, şöyle konuştu: "Akkuyu Nükleer Güç Santrali A.Ş ÇED için 2 Aralık 2011 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na başvuruda bulunmuştur. Şirketin, ÇED raporu henüz alınmamışken Akkuyu sahasında inşaat için hazırlık faaliyetlerine başlaması, ayrıca ÇED raporuyla ilgili herhangi bir karar, onay ve ruhsat alınmamışken arazi tahsisinin yapılması yasal değildir."
ÇED raporu olmadığı halde santral alanında çalışma yapılmasına izin veren kamu görevlilerinin yasal ve cezai sorumluluğu olduğunu kaydeden Aslan, bu kamu görevlileri hakkında "görevi ihmal, görevi kötüye kullanma ve çevre kirliliğine neden olma" suçlamalarıyla suç duyurusunda bulunduklarını söyledi.
Açıklamanın ardından Nükleer Karşıtı Platform üyeleri, nükleer santral alanında çalışma yapılmasına izin veren kamu görevlileri hakkında suç duyurusu dilekçelerini Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı'na sundu.
Nükleer karşıtları, savcılığa sundukları dilekçelerin ekinde, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı'nın, Akkuyu Nükleer Güç Santrali A.Ş'nin santral sahasında çalışma yaptığına dair bilgilendirme yazısını da savcılığın dikkatine sundu.
Kaynak: ETHA
Üniversite öğrencisi, ülkücü saldırıyı anlattı
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi Can Çağnıs, ülkücülerin Hocalı Mitingi öncesi bildiri dağıtırken kendilerine saldırdığını ve güvenliğin buna müsaade ettiğini anlattı.
Hocalı olaylarını protesto adı altında yapılmak istenen mitingin çağrı bildirilerini İstanbul Üniversitesi'nde dağıtan ülkücüler, 2 öğrenciyi yaralamıştı. Öğrencilerden Can Çağnıs, İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi'nde ülkücülerin saldırısını basına anlattı. İHD yetkilileri, ülkücü saldırıyla ilgili suç duyurusunda bulunacaklarını ve hukuki süreç başlatacaklarını belirtti.
GÜVENLİK TUTTU ÜLKÜCÜLER VURDU
Yaşanan saldırıyı anlatan Can Çağnıs, ülkücü grubun arasında dışarıdan gelen kimliksiz kişilerin olduğunu ve sivil polislerin yardımıyla içeriye alındıklarını ifade etti. Çağnıs, "Satır ve sopalarla saldırdılar, 8 kişiydiler. Güvenlikçiler bizi tuttu ve faşistlerde saldırdı. Özel güvenlikler ve polislerinde yardımıyla yaptılar" dedi.
Ülkücülerin satırla saldırdığını anlatan Çağnıs, "Her zamanki gibi satırla dolaşıyorlar, bildiri dağıtırken bile satırla geziyorlar" şeklinde konuştu.
İHD yetkilisi İhsan Kaçar ise özel güvenliklerin ve polisin yardımıyla yaşanan bu saldırıya ilişkin hukuki süreç başlatacaklarını ve suç duyurusu hazırladıklarını belirtti.
Kaynak: ETHA
Hocalı olaylarını protesto adı altında yapılmak istenen mitingin çağrı bildirilerini İstanbul Üniversitesi'nde dağıtan ülkücüler, 2 öğrenciyi yaralamıştı. Öğrencilerden Can Çağnıs, İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi'nde ülkücülerin saldırısını basına anlattı. İHD yetkilileri, ülkücü saldırıyla ilgili suç duyurusunda bulunacaklarını ve hukuki süreç başlatacaklarını belirtti.
GÜVENLİK TUTTU ÜLKÜCÜLER VURDU
Yaşanan saldırıyı anlatan Can Çağnıs, ülkücü grubun arasında dışarıdan gelen kimliksiz kişilerin olduğunu ve sivil polislerin yardımıyla içeriye alındıklarını ifade etti. Çağnıs, "Satır ve sopalarla saldırdılar, 8 kişiydiler. Güvenlikçiler bizi tuttu ve faşistlerde saldırdı. Özel güvenlikler ve polislerinde yardımıyla yaptılar" dedi.
Ülkücülerin satırla saldırdığını anlatan Çağnıs, "Her zamanki gibi satırla dolaşıyorlar, bildiri dağıtırken bile satırla geziyorlar" şeklinde konuştu.
İHD yetkilisi İhsan Kaçar ise özel güvenliklerin ve polisin yardımıyla yaşanan bu saldırıya ilişkin hukuki süreç başlatacaklarını ve suç duyurusu hazırladıklarını belirtti.
Kaynak: ETHA
Lubunya Seks İşçiliğini Tartışacak
Boğaziçi Üniversitesi LGBTT Topluluğu Lubunya'nın 3 Mart Uluslararası Seks İşçileri Hakları Günü vesilesiyle düzenlediği panelde seks işçilerine dönük artan hak ihlalleri ve seks işçilerinin politik mücadelesini tartışılacak.
Boğaziçi Üniversitesi LGBTT (lezbiyen, gey, biseksüel, transeksüel, travesti) Topluluğu Lubunya, "Seks İşçiliği" konulu bir söyleşi düzenliyor.
3 Mart Uluslararası Seks İşçileri Hakları Günü vesilesiyle düzenlenen panelde, seks işçilerine dönük artan hak ihlalleri ve seks işçilerinin politik mücadelesini tartışılacak.
1 Mart Perşembe saat 17.30'da Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü'ndeki Özger Arnas Salonu'nda gerçekleşecek söyleşi, Hala Tanığız Platformundan Begüm Baki'nin Pınar Selek'in Ülker Sokak olaylarını konu edinen "Maskeler, Süvariler ve Gacılar" kitabının aktarımı ve trans örgütlenmesi üzerine sunumu ile başlayacak.
Ardından Kadın Kapısı'ndan Şevval Kılıç'ın Türkiye'de ve dünyada seks işçiliği mücadelesi başlıklı bir konuşma yapacak. İstanbul LGBTT Dayanışma Derneği'nden Ebru Kırancı ise güncel hak ihlalleri, şiddet pratikleri içerikli konuşmasıyla katılacak.
Kaynak: Bianet
Boğaziçi Üniversitesi LGBTT (lezbiyen, gey, biseksüel, transeksüel, travesti) Topluluğu Lubunya, "Seks İşçiliği" konulu bir söyleşi düzenliyor.
3 Mart Uluslararası Seks İşçileri Hakları Günü vesilesiyle düzenlenen panelde, seks işçilerine dönük artan hak ihlalleri ve seks işçilerinin politik mücadelesini tartışılacak.
1 Mart Perşembe saat 17.30'da Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü'ndeki Özger Arnas Salonu'nda gerçekleşecek söyleşi, Hala Tanığız Platformundan Begüm Baki'nin Pınar Selek'in Ülker Sokak olaylarını konu edinen "Maskeler, Süvariler ve Gacılar" kitabının aktarımı ve trans örgütlenmesi üzerine sunumu ile başlayacak.
Ardından Kadın Kapısı'ndan Şevval Kılıç'ın Türkiye'de ve dünyada seks işçiliği mücadelesi başlıklı bir konuşma yapacak. İstanbul LGBTT Dayanışma Derneği'nden Ebru Kırancı ise güncel hak ihlalleri, şiddet pratikleri içerikli konuşmasıyla katılacak.
Kaynak: Bianet
Bugünkü DYG Davasından...
Milletvekili Önder mahkemeye alınmadı
Kürt gençlerinin yargılandığı davayı izlemek üzere İstanbul Adliyesi'ne gelen BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, salona alınmadı.
Kürt gençlerinin yargılandığı davayı izlemek üzere Beşiktaş'daki İstanbul Adliyesi'ne gelen BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, salona alınmadı.
Önder, davanın görüleceği İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi salonuna girmek istedi. Ancak, mahkeme başkanı, buna izin vermedi. Milletvekili Önder bunun üzerine, "Ben bu milletin vekiliyim. Beni bu salona almak zorundakın. Bu tutuklu öğrencilerin hepsi benim yakınımdır" diyerek tepki gösterdi.
Polisler, Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'i zor kullanarak dışarıya çıkarmak isteyince, Önder, "Beni polis zoruyla mı dışarıya atacaksınız?" diye bağırdı. Yargılanan öğrenciler de, "Kahrolsun faşizm" sloganları ve alkışlarla olayı protesto etti.
Mahkeme heyeti gerginlik üzerine duruşmaya ara verdi.
Dava kapsamında 54'ü tutuklu 72 öğrenci yargılanıyor. Kürt öğrenciler, "Demokratik Yurtsever Gençlik Özsavunma Birlikleri" üyesi olmakla suçlanıyor.
Önder'i almamak için aileleri çıkardı
DYG İstanbul ana davasında Sırrı Süreyya Önder'i duruşma salonuna almayan mahkeme başkanı, duruşmayı izleyen aileleri ve basın mensuplarını da duruşma salonundan çıkardı.
Demokratik Yurtsever Gençlik davası, kapalı oturum olarak sürüyor. BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in mahkeme salonuna girmek istemesi üzerine mahkeme başkanı duruşmayı kapalı olarak yapma kararı aldı.
Duruşmayı izlemek için salona giren aileler, salondan çıkarıldı. Duruşmayı basının izlemesine de izin verilmiyor.
Kürt gençleri 'Ez li vir im'
DYG davasında tutuklu Kürt öğrenciler, savunmalarını anadillerinde yapmak istedi, Türkçe "Buradayım" anlamına gelen "Ez li vir im" dedi.
Demokratik Yurtsever Gençlik üyelerinin yargılandığı davada savunmalara geçildi. Tüm sanıklar, mahkeme başkanına "Buradayım" anlamına gelen "Ez li vir im" şeklinde yanıt verdi.
Demokratik Yurtsever Gençlik Özsavunma Birlikleri üyesi oldukları iddia edilen 54'ü tutuklu 72 sanıklı davada savunmalara geçildi. Mahkeme başkanının soruları üzerine şimdiye kadar söz alan tüm sanıklar Kürtçe yanıtlar verdi.
Sanıkların Kürtçe konuşması üzerine, mahkeme başkanı, "Sanık Kürtçe konuştu, anlaşılamadı" şeklinde tutanak tutturdu ve bir sonraki sanığa geçildi.
Duruşma sürüyor.
Kaynak: ETHA
Kürt gençlerinin yargılandığı davayı izlemek üzere İstanbul Adliyesi'ne gelen BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, salona alınmadı.
Kürt gençlerinin yargılandığı davayı izlemek üzere Beşiktaş'daki İstanbul Adliyesi'ne gelen BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, salona alınmadı.
Önder, davanın görüleceği İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi salonuna girmek istedi. Ancak, mahkeme başkanı, buna izin vermedi. Milletvekili Önder bunun üzerine, "Ben bu milletin vekiliyim. Beni bu salona almak zorundakın. Bu tutuklu öğrencilerin hepsi benim yakınımdır" diyerek tepki gösterdi.
Polisler, Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'i zor kullanarak dışarıya çıkarmak isteyince, Önder, "Beni polis zoruyla mı dışarıya atacaksınız?" diye bağırdı. Yargılanan öğrenciler de, "Kahrolsun faşizm" sloganları ve alkışlarla olayı protesto etti.
Mahkeme heyeti gerginlik üzerine duruşmaya ara verdi.
Dava kapsamında 54'ü tutuklu 72 öğrenci yargılanıyor. Kürt öğrenciler, "Demokratik Yurtsever Gençlik Özsavunma Birlikleri" üyesi olmakla suçlanıyor.
Önder'i almamak için aileleri çıkardı
DYG İstanbul ana davasında Sırrı Süreyya Önder'i duruşma salonuna almayan mahkeme başkanı, duruşmayı izleyen aileleri ve basın mensuplarını da duruşma salonundan çıkardı.
Demokratik Yurtsever Gençlik davası, kapalı oturum olarak sürüyor. BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in mahkeme salonuna girmek istemesi üzerine mahkeme başkanı duruşmayı kapalı olarak yapma kararı aldı.
Duruşmayı izlemek için salona giren aileler, salondan çıkarıldı. Duruşmayı basının izlemesine de izin verilmiyor.
Kürt gençleri 'Ez li vir im'
DYG davasında tutuklu Kürt öğrenciler, savunmalarını anadillerinde yapmak istedi, Türkçe "Buradayım" anlamına gelen "Ez li vir im" dedi.
Demokratik Yurtsever Gençlik üyelerinin yargılandığı davada savunmalara geçildi. Tüm sanıklar, mahkeme başkanına "Buradayım" anlamına gelen "Ez li vir im" şeklinde yanıt verdi.
Demokratik Yurtsever Gençlik Özsavunma Birlikleri üyesi oldukları iddia edilen 54'ü tutuklu 72 sanıklı davada savunmalara geçildi. Mahkeme başkanının soruları üzerine şimdiye kadar söz alan tüm sanıklar Kürtçe yanıtlar verdi.
Sanıkların Kürtçe konuşması üzerine, mahkeme başkanı, "Sanık Kürtçe konuştu, anlaşılamadı" şeklinde tutanak tutturdu ve bir sonraki sanığa geçildi.
Duruşma sürüyor.
Kaynak: ETHA
Diyarbakır'daki toplu mezarlar...
İHD: Kemikleri bağımsız bir kurul incelesin
İHD'ye başvuruda bulunan kayıp yakınları ile birlikte basın toplantısı düzenleyen İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, Adli Tıp Kurumu'nun İçkale raporuna tepki gösterdi, kemiklerin bağımsız bir kurul tarafından yeniden incelenmesini istedi.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, İçkale'deki JİTEM üssünde yapılan kazılarda çıkarılan kemikler için İstanbul Adli Tıp Kurumu tarafından "Kemikler 100 yıl öncesine aittir" açıklaması ile ilgili dernek binasında basın toplantısı düzenledi. Basın toplantısına İHD'lilerin yanı sıra yakınları açılan toplu mezarda olabileceği şüphesiyle derneğe başvuruda bulunan kayıp yakınları da katıldı.
'İNCELEMELER BAĞIMSIZ KURUMLAR TARAFINDAN YAPILSIN'
Toplantıda konuşan İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, İstanbul Adli Tıp Kurumu'nun devlet kurumu olduğunu ve bağımsız kararlar alamayacağını belirtti. Çıkan kemiklerin bağımsız kurumlar tarafından yeniden incelenmesi gerektiğini belirten Bilici, kemikler için çıkan raporların tartışma yaratmayacak nitelikte olması gerektiğini söyledi. "Adli tıp kurumlarının daha önce hazırladığı raporlar ortadadır" diyen Bilici, İçkale'de çıkan kemikler için yapılan açıklamanın da inandırıcı olmadığını ifade etti. "Farz edelim ki kemikler o döneme ait, bu da insanlık suçu değil midir?" diye soran Bilici, "Çıkan kemiklerin büyük bir çoğunluğu hayvanlara ait" gibi açıklamaların insan onurunu kırıcı düzeyde olduğunu dile getirdi.
'KARAR SÜRPRİZ OLMADI'
İçkale'de yapılan kazı sırasında "Kemikler İstiklal Mahkemeleri dönemine ait" veya "Heyelan sonucu olmuş olabilir" gibi açıklamaları hatırlatan Bilici, kemikler için açıklanan raporun kendileri açısından sürpriz olmadığını söyledi. Bilici, toplu mezarların açılmasında ve çıkan kemiklerin incelenmesinde "Minnesota Protokolü" kuralları doğrultusunda hareket edilmesini talep etti. Yapılan kazı sonuçlarında ailelerin mağdur olduğunu dile getiren Bilici, ailelere yeniden acıların yaşatılmaması gerektiğini söyledi. Bilici, toplu mezarların derhal açılarak sorumlularının yargılanmasını talep etti.
KAYIP YAKINLARI KAYIPLARIN BULUNMASINI İSTİYOR
Bilici'nin ardından kayıp yakınları İhsan Acar ile Saliha Bayram konuştu. Büyük mağduriyetler yaşadıklarını belirten İhsan Acar, İçkale'de çıkan kemikler için yapılan açıklamanın kendilerini bir kez daha mağdur ettiğini ifade etti. Bayram ise kaybolan eşinin bulunmasını talep ederken, tekrar tekrar mağduriyetler yaşanmamasını istedi.
Kaynak: ETHA
Toprak analizi ve diğer incelemeler yapılmadan kazılarda bulunan kemiklerin 100 yıllık olduğu sonucuna varılamayacağını söyleyen Biçer, Adli Tıp raporunun yetersiz olduğunu söyledi ve bağımsız inceleme için başvuru yapılabileceğini açıkladı.
Diyarbakır'da restorasyon çalışmaları sırasında bulunan kafataslarının en az 100 yıllık olduğunu açıklandı ancak cinsiyet veya yaş konusunda bir bulgu elde edilemediği ifade edildi.
Adli Tıp Uzmanları Derneği Başkanı Prof. Dr. Ümit Biçer ise "Kafatasları bütünlüğünü korumuşsa, kişinin cinsiyeti ve yaşı konusunda belli aralıklarla da olsa bir yorum yapılabileceğini biliyoruz. Ama bunların bile yapılamadığı açıklandı" dedi.
Diyarbakır tarihi ile ilgili çalışmaları olan Yazar Mıgırdiç Margosyan da kentte 100 yıl önce İçkale denen bölgede Ermenilerin yaşadığını söyledi.
Margosyan, "1940'larda İçkale'de adliye gibi devlet binaları vardı" dedi.
Dişlerden DNA testi daha kolay
Diyarbakır'da 90'lı yıllarda Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Merkezi'nin (JİTEM) kullandığı bina ile Diyarbakır Kapalı Cezaevi ve Adliye Sarayı'nın bulunduğu Saraykapı'da 11 Ocak'ta başlayan kazılarda 34 kafatasına ve kemiklere rastlanmıştı.
Adli Tıp Kurumu'nun dünkü açıklamasıyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Biçer, bu kazılar sonucunda elde edilen kemiklerin bütünlüğünün korunup korunmadığını bilmediklerini ama kemiğe bakınca o kişinin yaşını, cinsiyetini, boyunu, sağ elini mi sol elini mi kullandığı gibi özellikleri yorumlama şansının olduğunu söyledi.
Biçer, "Bu değerlendirmeler yapıldıktan sonra DNA incelemesine başvuruluyor. Ancak kemikler bütünlüğünü kaybetmişse DNA çalışmasından sağlıklı bir sonuç elde etmek zorlaşıyor" dedi.
DNA incelemesinin dişlerden daha kolay yapıldığını ve kemikler un ufak olsa bile dişlerden DNA elde edilebileceğini de sözlerine ekledi.
"Raporu görmediğimden, yalnızca çıkan haberler üzerinden yorumlama şansına sahibim. Açıklanan bilgiler ise yetersiz. Adli Tıp Kurumu, kamuoyuna açıklamasa bile konunun uzmanlarının olduğu bir toplantıda bilgileri paylaşabilir."
Biçer, yakınlarını kaybedenlerin avukatları aracılığıyla bu bulguları bağımsız bir heyetin incelemesi talebinde bulunabileceklerini söyledi ve bu talebin, soruşturmanın gizliliğine aykırı olmayacağını ifade etti.
Toprağın nem ve tuz oranı ve mineraller etkiler
"Sürecin başında Adli Tıp Uzmanları Derneği'nin ya da başka uzmanların bağımsız görüş bildirebileceğini, adli tıp süreci konusunda değerlendirme sunabileceğimizi belirtmiştik."
Tek başına kemiklere bakılarak değerlendirme yapılamayacağını söyleyen Biçer, şöyle devam etti:
"Toprağın özellikleri, nem oranı, tuzu, içerdiği mineraller, kemiklerdeki bozulmayı hızlandırabilir veya yavaşlatabilir. Bunlarla ilgili bir değerlendirme yapmadan 'kemiklerin yaşının 100 yıl olduğunu' söyleyemezsiniz."
"Ancak kamuoyuna açıklanan bilgilere bakıldığına incelemenin sadece kemik analiziyle sınırlı tutulduğu anlaşılıyor. Tabii inceleme yöntemlerini toprak analizini ve hazırlanan raporu görmeden kesin bir yorum yapmak mümkün değil."
Kaynak: Bianet
İHD'ye başvuruda bulunan kayıp yakınları ile birlikte basın toplantısı düzenleyen İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, Adli Tıp Kurumu'nun İçkale raporuna tepki gösterdi, kemiklerin bağımsız bir kurul tarafından yeniden incelenmesini istedi.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, İçkale'deki JİTEM üssünde yapılan kazılarda çıkarılan kemikler için İstanbul Adli Tıp Kurumu tarafından "Kemikler 100 yıl öncesine aittir" açıklaması ile ilgili dernek binasında basın toplantısı düzenledi. Basın toplantısına İHD'lilerin yanı sıra yakınları açılan toplu mezarda olabileceği şüphesiyle derneğe başvuruda bulunan kayıp yakınları da katıldı.
'İNCELEMELER BAĞIMSIZ KURUMLAR TARAFINDAN YAPILSIN'
Toplantıda konuşan İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, İstanbul Adli Tıp Kurumu'nun devlet kurumu olduğunu ve bağımsız kararlar alamayacağını belirtti. Çıkan kemiklerin bağımsız kurumlar tarafından yeniden incelenmesi gerektiğini belirten Bilici, kemikler için çıkan raporların tartışma yaratmayacak nitelikte olması gerektiğini söyledi. "Adli tıp kurumlarının daha önce hazırladığı raporlar ortadadır" diyen Bilici, İçkale'de çıkan kemikler için yapılan açıklamanın da inandırıcı olmadığını ifade etti. "Farz edelim ki kemikler o döneme ait, bu da insanlık suçu değil midir?" diye soran Bilici, "Çıkan kemiklerin büyük bir çoğunluğu hayvanlara ait" gibi açıklamaların insan onurunu kırıcı düzeyde olduğunu dile getirdi.
'KARAR SÜRPRİZ OLMADI'
İçkale'de yapılan kazı sırasında "Kemikler İstiklal Mahkemeleri dönemine ait" veya "Heyelan sonucu olmuş olabilir" gibi açıklamaları hatırlatan Bilici, kemikler için açıklanan raporun kendileri açısından sürpriz olmadığını söyledi. Bilici, toplu mezarların açılmasında ve çıkan kemiklerin incelenmesinde "Minnesota Protokolü" kuralları doğrultusunda hareket edilmesini talep etti. Yapılan kazı sonuçlarında ailelerin mağdur olduğunu dile getiren Bilici, ailelere yeniden acıların yaşatılmaması gerektiğini söyledi. Bilici, toplu mezarların derhal açılarak sorumlularının yargılanmasını talep etti.
KAYIP YAKINLARI KAYIPLARIN BULUNMASINI İSTİYOR
Bilici'nin ardından kayıp yakınları İhsan Acar ile Saliha Bayram konuştu. Büyük mağduriyetler yaşadıklarını belirten İhsan Acar, İçkale'de çıkan kemikler için yapılan açıklamanın kendilerini bir kez daha mağdur ettiğini ifade etti. Bayram ise kaybolan eşinin bulunmasını talep ederken, tekrar tekrar mağduriyetler yaşanmamasını istedi.
Kaynak: ETHA
Biçer: Kemik Analizi Yeterli Değil
Toprak analizi ve diğer incelemeler yapılmadan kazılarda bulunan kemiklerin 100 yıllık olduğu sonucuna varılamayacağını söyleyen Biçer, Adli Tıp raporunun yetersiz olduğunu söyledi ve bağımsız inceleme için başvuru yapılabileceğini açıkladı.
Diyarbakır'da restorasyon çalışmaları sırasında bulunan kafataslarının en az 100 yıllık olduğunu açıklandı ancak cinsiyet veya yaş konusunda bir bulgu elde edilemediği ifade edildi.
Adli Tıp Uzmanları Derneği Başkanı Prof. Dr. Ümit Biçer ise "Kafatasları bütünlüğünü korumuşsa, kişinin cinsiyeti ve yaşı konusunda belli aralıklarla da olsa bir yorum yapılabileceğini biliyoruz. Ama bunların bile yapılamadığı açıklandı" dedi.
Diyarbakır tarihi ile ilgili çalışmaları olan Yazar Mıgırdiç Margosyan da kentte 100 yıl önce İçkale denen bölgede Ermenilerin yaşadığını söyledi.
Margosyan, "1940'larda İçkale'de adliye gibi devlet binaları vardı" dedi.
Dişlerden DNA testi daha kolay
Diyarbakır'da 90'lı yıllarda Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Merkezi'nin (JİTEM) kullandığı bina ile Diyarbakır Kapalı Cezaevi ve Adliye Sarayı'nın bulunduğu Saraykapı'da 11 Ocak'ta başlayan kazılarda 34 kafatasına ve kemiklere rastlanmıştı.
Adli Tıp Kurumu'nun dünkü açıklamasıyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Biçer, bu kazılar sonucunda elde edilen kemiklerin bütünlüğünün korunup korunmadığını bilmediklerini ama kemiğe bakınca o kişinin yaşını, cinsiyetini, boyunu, sağ elini mi sol elini mi kullandığı gibi özellikleri yorumlama şansının olduğunu söyledi.
Biçer, "Bu değerlendirmeler yapıldıktan sonra DNA incelemesine başvuruluyor. Ancak kemikler bütünlüğünü kaybetmişse DNA çalışmasından sağlıklı bir sonuç elde etmek zorlaşıyor" dedi.
DNA incelemesinin dişlerden daha kolay yapıldığını ve kemikler un ufak olsa bile dişlerden DNA elde edilebileceğini de sözlerine ekledi.
"Raporu görmediğimden, yalnızca çıkan haberler üzerinden yorumlama şansına sahibim. Açıklanan bilgiler ise yetersiz. Adli Tıp Kurumu, kamuoyuna açıklamasa bile konunun uzmanlarının olduğu bir toplantıda bilgileri paylaşabilir."
Biçer, yakınlarını kaybedenlerin avukatları aracılığıyla bu bulguları bağımsız bir heyetin incelemesi talebinde bulunabileceklerini söyledi ve bu talebin, soruşturmanın gizliliğine aykırı olmayacağını ifade etti.
Toprağın nem ve tuz oranı ve mineraller etkiler
"Sürecin başında Adli Tıp Uzmanları Derneği'nin ya da başka uzmanların bağımsız görüş bildirebileceğini, adli tıp süreci konusunda değerlendirme sunabileceğimizi belirtmiştik."
Tek başına kemiklere bakılarak değerlendirme yapılamayacağını söyleyen Biçer, şöyle devam etti:
"Toprağın özellikleri, nem oranı, tuzu, içerdiği mineraller, kemiklerdeki bozulmayı hızlandırabilir veya yavaşlatabilir. Bunlarla ilgili bir değerlendirme yapmadan 'kemiklerin yaşının 100 yıl olduğunu' söyleyemezsiniz."
"Ancak kamuoyuna açıklanan bilgilere bakıldığına incelemenin sadece kemik analiziyle sınırlı tutulduğu anlaşılıyor. Tabii inceleme yöntemlerini toprak analizini ve hazırlanan raporu görmeden kesin bir yorum yapmak mümkün değil."
Kaynak: Bianet
SHUDER: Daha Kaç Çocuk?..
Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği, Pozantı Cezaevi'nde çocukların gördüğü şiddete tepki gösterdi. Dernek cezaevinin kapatılmasını, çocuklar iyileştirme çalışmalarının başlatılmasını ve onarıcı adalet uygulanmasını istedi.
Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği (SHUDER) Pozantı Cezaevi'nde yaşanan çocuk istismarı üzerine bir açıklama yaptı.
"Daha Kaç Çocuğu Telef Edeceğiz" başlığıyla duyurulan açıklamada, Pozantı Cezaevi'ndeki çocukların yaşadıklarının "Türkiye'de çocukları hem doğrudan hem de birbirlerine düşürerek telef etmeye devam ettiğimizi gösteriyor" denildi.
Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Genel Merkezi imzalı açıklamada, çocuklara şiddet gösterenlerin ve çocukların birbirlerine şiddet göstermesine ses çıkarmayan, görmezden gelen ve hatta neden olanların soruşturulması, cezasız bırakılmaması, şiddet gören ve şiddet gösteren çocuklara yönelik iyileştirme çalışmalarının başlatılması ve onarıcı adalet yaklaşımının uygulanması istendi.
Bağımsız izleme yapılmalı
Dernek Başbakan, Adalet Bakanı, milletvekilleri ve hükümete yönelik olarak harekete geçme çağrısında da bulundu.
Çocukların şiddetten korunması, Pozantı Kapalı Cezaevi gibi kendilerine uygun olmayan kapalı infaz kurumlarında kalmaması, sosyal adaletin tahsisini amaç edinen sosyal hizmet uygulamalarının başlatılması için daha kaç çocuğun aşağılanarak, dayak yiyerek, tecavüze uğrayarak kötü muameleye maruz kalmasına tanıklık etmemiz gerekiyor, diye soruldu.
Dernek Pozantı ve benzeri cezaevlerini kapatılmasını ve kapalı kurumların bağımsız izleme mekanizmalarına açılmasını da talep etti. Kapalı kurumlarda bağımsız ve özerk izleme çalışmaları yapılamamasını eleştirdi.
Kapalı kurumların altkültürü
Dernek daha önce yapılan tespitlere ve çağrılara rağmen Pozantı Cezaevi'nin kapatılmadığını söyledi ve yeni tahliye olan çocukların da ifadelerini hatırlatarak duygusal, fiziksel ve cinsel şiddetin hâlâ sürdüğüne dikkat çekti.
Kapalı kurumların çocukları cinsel şiddetin yanı sıra fiziksel ve duygusal şiddetten koruyamadığının hatırlatıldığı açıklamada, kapalı kurumlarda çocukların bulunma nedenlerine göre maruz kaldıkları şiddetin daha da sertleşebildiğinin altı çizildi.
Kapalı kurumlardaki "kurum altkültürünün" hiyerarşik ve anti demokratik uygulamaların gerçekleşmesine kaynaklık ettiği vurgulandı.
TBMM: Pozantı kapatılsın
Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu'nun Ekim 2009 - Ekim 2010 tarihleri arasını kapsayan faaliyet raporunda Pozantı Cezaevi'ne dair geçen ifadeleri de hatırlattı.
"Yetişkin ceza infaz kurumu olarak inşa edilmiş olması nedeniyle, fiziki yapısı çocuklara uygun değildir...
"Cezanın ıslah edicilik işlevi düşünüldüğünde, bunun yapılmasının fiziken mümkün olmadığı görülen, ayrıca konum ve şartları itibari ile de çocukların bulunmasının uygun olmadığı, Pozantı, Bergama ve İncesu Ceza İnfaz Kurumları'nın faaliyetlerine son verilmesi, amaç açısından doğru olacağı gibi ekonomik katkı da sağlayacaktır."
Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Genel Merkezi'nin açıklamasının tam metnine ulaşmak için tıklayınız.
Kaynak: Bianet
Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği (SHUDER) Pozantı Cezaevi'nde yaşanan çocuk istismarı üzerine bir açıklama yaptı.
"Daha Kaç Çocuğu Telef Edeceğiz" başlığıyla duyurulan açıklamada, Pozantı Cezaevi'ndeki çocukların yaşadıklarının "Türkiye'de çocukları hem doğrudan hem de birbirlerine düşürerek telef etmeye devam ettiğimizi gösteriyor" denildi.
Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Genel Merkezi imzalı açıklamada, çocuklara şiddet gösterenlerin ve çocukların birbirlerine şiddet göstermesine ses çıkarmayan, görmezden gelen ve hatta neden olanların soruşturulması, cezasız bırakılmaması, şiddet gören ve şiddet gösteren çocuklara yönelik iyileştirme çalışmalarının başlatılması ve onarıcı adalet yaklaşımının uygulanması istendi.
Bağımsız izleme yapılmalı
Dernek Başbakan, Adalet Bakanı, milletvekilleri ve hükümete yönelik olarak harekete geçme çağrısında da bulundu.
Çocukların şiddetten korunması, Pozantı Kapalı Cezaevi gibi kendilerine uygun olmayan kapalı infaz kurumlarında kalmaması, sosyal adaletin tahsisini amaç edinen sosyal hizmet uygulamalarının başlatılması için daha kaç çocuğun aşağılanarak, dayak yiyerek, tecavüze uğrayarak kötü muameleye maruz kalmasına tanıklık etmemiz gerekiyor, diye soruldu.
Dernek Pozantı ve benzeri cezaevlerini kapatılmasını ve kapalı kurumların bağımsız izleme mekanizmalarına açılmasını da talep etti. Kapalı kurumlarda bağımsız ve özerk izleme çalışmaları yapılamamasını eleştirdi.
Kapalı kurumların altkültürü
Dernek daha önce yapılan tespitlere ve çağrılara rağmen Pozantı Cezaevi'nin kapatılmadığını söyledi ve yeni tahliye olan çocukların da ifadelerini hatırlatarak duygusal, fiziksel ve cinsel şiddetin hâlâ sürdüğüne dikkat çekti.
Kapalı kurumların çocukları cinsel şiddetin yanı sıra fiziksel ve duygusal şiddetten koruyamadığının hatırlatıldığı açıklamada, kapalı kurumlarda çocukların bulunma nedenlerine göre maruz kaldıkları şiddetin daha da sertleşebildiğinin altı çizildi.
Kapalı kurumlardaki "kurum altkültürünün" hiyerarşik ve anti demokratik uygulamaların gerçekleşmesine kaynaklık ettiği vurgulandı.
TBMM: Pozantı kapatılsın
Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu'nun Ekim 2009 - Ekim 2010 tarihleri arasını kapsayan faaliyet raporunda Pozantı Cezaevi'ne dair geçen ifadeleri de hatırlattı.
"Yetişkin ceza infaz kurumu olarak inşa edilmiş olması nedeniyle, fiziki yapısı çocuklara uygun değildir...
"Cezanın ıslah edicilik işlevi düşünüldüğünde, bunun yapılmasının fiziken mümkün olmadığı görülen, ayrıca konum ve şartları itibari ile de çocukların bulunmasının uygun olmadığı, Pozantı, Bergama ve İncesu Ceza İnfaz Kurumları'nın faaliyetlerine son verilmesi, amaç açısından doğru olacağı gibi ekonomik katkı da sağlayacaktır."
Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Genel Merkezi'nin açıklamasının tam metnine ulaşmak için tıklayınız.
Kaynak: Bianet
SKM: Hapishaneler sistematik işkence merkezi
ESP/ Sosyalist Kadın Meclisleri, hapishanelerdeki işkencenin sistematik hale geldiğine dikkat çekti. Pozantı Çocuk Cezaevi'nde çocuklara işkence ve tecavüz edildiği hatırlatılan açıklamada, İzmir Aliağa Cezaevi'ne sevk edilen ESP yöneticilerine çıplak arama dayatılmasına tepki gösterildi.
Ezilenlerin Sosyalist Partisi/ Sosyalist Kadın Meclisleri (ESP/SKM) yazılı bir açıklama yaparak cezaevlerindeki sistematik işkenceye tepki gösterdi. Açıklamada, ESP İstanbul İl Başkanı ve SKM MYK üyesi Hülya Gerçek ile ESP İzmir İl Başkanı ve SKM Sözcüsü Meliha Kayacı'ya İzmir Aliağa Cezaevi'nde çıplak arama dayatıldığı belirtildi.
TMY kapsamında toplumsal muhalefetin tüm katmanlarını hapishanelere dolduran AKP Hükümetinin cezaevlerini sistematik işkence merkezi haline getirdiğine dikkat çekilen açıklamada şu ifadelere yer verildi: "Hapishanelerdeki bitmek bilmeyen işkencelere, hak ihlallerine dün bir yenisi daha eklendi. Henüz inşaatı bitmemiş olan İzmir Aliağa Cezaevi'ne sevkler yapıldı. ESP İstanbul İl Başkanlığı ve SKM MYK üyeliğini sürdürürken tutuklanan Hülya Gerçek ile İzmir İl Başkanı ve SKM sözcüsü olan Meliha Kayacı'nın da aralarında bulunduğu kadın tutuklulara, cezaevine girişte çıplak arama dayatıldı. Ancak kadın tutuklular, 'ince arama' adı altında yapılan bu uygulamayı kabul etmedi. Politik tutuklulara, haftalardır günlük gazete, televizyon radyo, ve ailelerin getirdiği kıyafetler verilmedi."
SKM açıklamasında, kadınların tüm alanlarda özgürlüğünü, yaşam hakkını elinden almaya çalışan erkek egemen devletin, hapishanelerde de “erk”liğini kadın bedeni üzerinde güce dönüştürmeye, kadınları bedenleri üzerinden teslim almaya çalıştığı kaydedildi.
F tipi hapishanelerde tecrit içinde tecrit uygulamasının sürdüğü, hasta tutukluların tahliye edilmediği kaydedilen SKM açıklamasında, "Biz kadınlar hapishanelerdeki bu şiddetin, insanlık dışı uygulamaların siyasi tutuklu kadınlar üzerinden hepimize yapıldığını düşünüyor ve bu şiddeti kınıyoruz. Hiçbir uygulamanın kadınları politika yapma hakkından alıkoyamayacağını bir kez daha belirtiyoruz. Hapishanede bulunanların birer insan olduğunu anımsatıyor ve insan haklarına, mahpus haklarına saygı gösterilmesini istiyoruz. Kadına yönelik şiddeti içeride ve dışarıda sistematik olarak sürdüren bu politikalara 'artık yeter' diyoruz" denildi.
Kaynak: ETHA
Ezilenlerin Sosyalist Partisi/ Sosyalist Kadın Meclisleri (ESP/SKM) yazılı bir açıklama yaparak cezaevlerindeki sistematik işkenceye tepki gösterdi. Açıklamada, ESP İstanbul İl Başkanı ve SKM MYK üyesi Hülya Gerçek ile ESP İzmir İl Başkanı ve SKM Sözcüsü Meliha Kayacı'ya İzmir Aliağa Cezaevi'nde çıplak arama dayatıldığı belirtildi.
TMY kapsamında toplumsal muhalefetin tüm katmanlarını hapishanelere dolduran AKP Hükümetinin cezaevlerini sistematik işkence merkezi haline getirdiğine dikkat çekilen açıklamada şu ifadelere yer verildi: "Hapishanelerdeki bitmek bilmeyen işkencelere, hak ihlallerine dün bir yenisi daha eklendi. Henüz inşaatı bitmemiş olan İzmir Aliağa Cezaevi'ne sevkler yapıldı. ESP İstanbul İl Başkanlığı ve SKM MYK üyeliğini sürdürürken tutuklanan Hülya Gerçek ile İzmir İl Başkanı ve SKM sözcüsü olan Meliha Kayacı'nın da aralarında bulunduğu kadın tutuklulara, cezaevine girişte çıplak arama dayatıldı. Ancak kadın tutuklular, 'ince arama' adı altında yapılan bu uygulamayı kabul etmedi. Politik tutuklulara, haftalardır günlük gazete, televizyon radyo, ve ailelerin getirdiği kıyafetler verilmedi."
SKM açıklamasında, kadınların tüm alanlarda özgürlüğünü, yaşam hakkını elinden almaya çalışan erkek egemen devletin, hapishanelerde de “erk”liğini kadın bedeni üzerinde güce dönüştürmeye, kadınları bedenleri üzerinden teslim almaya çalıştığı kaydedildi.
F tipi hapishanelerde tecrit içinde tecrit uygulamasının sürdüğü, hasta tutukluların tahliye edilmediği kaydedilen SKM açıklamasında, "Biz kadınlar hapishanelerdeki bu şiddetin, insanlık dışı uygulamaların siyasi tutuklu kadınlar üzerinden hepimize yapıldığını düşünüyor ve bu şiddeti kınıyoruz. Hiçbir uygulamanın kadınları politika yapma hakkından alıkoyamayacağını bir kez daha belirtiyoruz. Hapishanede bulunanların birer insan olduğunu anımsatıyor ve insan haklarına, mahpus haklarına saygı gösterilmesini istiyoruz. Kadına yönelik şiddeti içeride ve dışarıda sistematik olarak sürdüren bu politikalara 'artık yeter' diyoruz" denildi.
Kaynak: ETHA
HEY Tekstil işçileri Meclis'te
HDK İstanbul Milletvekili Levent Tüzel, işten çıkarıldıkları için direnişe geçen HEY Tekstil işçilerinin sorunlarını Meclis'e taşıdı, işçilerin taleplerinin kabul edilmesini istedi.
HDK İstanbul Milletvekili Levent Tüzel, işten çıkarıldıkları için direnişe geçen HEY Tekstil işçilerinden bir heyet ile birlikte Meclis'te basın toplantısı düzenledi.
İşten çıkarılan 420 HEY Tekstil işçisinin 13 Şubat gününden bu yana direnişte olduğunu hatırlatan Levent Tüzel, şunları söyledi: "Yirmi gündür, fabrika önünde direnişlerini sürdüren işçiler, gaspedilen haklarını elde etmek için çalmadık kapı bırakmadılar. AKP İstanbul İl Örgütü'negittiler. Çünkü hükümet, işçileri atan patrona yıllardır devlet arazilerini, binalarını ücretsiz tahsis etmiş, defalarca vergi ve sigorta muafiyeti getirmiş, hazineden teşvikler vermişti. Sorunlarının çözümü için İstanbul Valisi'ne, Bağcılar Belediye Başkanı'na ve direnişlerini görmeyen medya kurumlarına gittiler. Ama ne var ki, sorunlarına bir çözüm bulamadılar, Meclis'e geldiler. Çünkü, HEY Tekstil patronu Aynur Bektaş'a, istihdamı arttırdığı iddiasıyla, TBMM Başkanlığı'nca 'üstün hizmet ödülü' verilmiştir" dedi.
'HÜKÜMET SORUMLU'
"Yıllardır, ekmekleri ve çocuklarının geçimi için ağır ve sağlıksız çalışma koşullarına, aşağılamalara rağmen gece gündüz çalışan HEY Tekstil işçilerinin ücretleri ve tazminatları ödenmeden kapı önüne konulmasında hükümetin ve Meclis'in sorumluluğu vardır" diyen Tüzel, hükümetin işçilerin sorununa çözüm bulması gerektiğini belirtti.
Tüzel, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in patron Aynur Bektaş için söylediği, "Aynur Hanım'dan Allah razı olsun. Geliyor burada kadınlara iş-aş üretiyor. Aynur Bektaş gibi sanayicilere hizmet etmek lazım" sözleri hatırlattı, "Buradan, HEY tekstil işçileriyle birlikte TBMM'yi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nı bir kez daha göreve çağırıyoruz" dedi.
Tüzel'in ardından söz alan HEY Tekstil işçileri, yaşadıkları sorunları anlattı.
Kaynak: ETHA
HDK İstanbul Milletvekili Levent Tüzel, işten çıkarıldıkları için direnişe geçen HEY Tekstil işçilerinden bir heyet ile birlikte Meclis'te basın toplantısı düzenledi.
İşten çıkarılan 420 HEY Tekstil işçisinin 13 Şubat gününden bu yana direnişte olduğunu hatırlatan Levent Tüzel, şunları söyledi: "Yirmi gündür, fabrika önünde direnişlerini sürdüren işçiler, gaspedilen haklarını elde etmek için çalmadık kapı bırakmadılar. AKP İstanbul İl Örgütü'negittiler. Çünkü hükümet, işçileri atan patrona yıllardır devlet arazilerini, binalarını ücretsiz tahsis etmiş, defalarca vergi ve sigorta muafiyeti getirmiş, hazineden teşvikler vermişti. Sorunlarının çözümü için İstanbul Valisi'ne, Bağcılar Belediye Başkanı'na ve direnişlerini görmeyen medya kurumlarına gittiler. Ama ne var ki, sorunlarına bir çözüm bulamadılar, Meclis'e geldiler. Çünkü, HEY Tekstil patronu Aynur Bektaş'a, istihdamı arttırdığı iddiasıyla, TBMM Başkanlığı'nca 'üstün hizmet ödülü' verilmiştir" dedi.
'HÜKÜMET SORUMLU'
"Yıllardır, ekmekleri ve çocuklarının geçimi için ağır ve sağlıksız çalışma koşullarına, aşağılamalara rağmen gece gündüz çalışan HEY Tekstil işçilerinin ücretleri ve tazminatları ödenmeden kapı önüne konulmasında hükümetin ve Meclis'in sorumluluğu vardır" diyen Tüzel, hükümetin işçilerin sorununa çözüm bulması gerektiğini belirtti.
Tüzel, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in patron Aynur Bektaş için söylediği, "Aynur Hanım'dan Allah razı olsun. Geliyor burada kadınlara iş-aş üretiyor. Aynur Bektaş gibi sanayicilere hizmet etmek lazım" sözleri hatırlattı, "Buradan, HEY tekstil işçileriyle birlikte TBMM'yi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nı bir kez daha göreve çağırıyoruz" dedi.
Tüzel'in ardından söz alan HEY Tekstil işçileri, yaşadıkları sorunları anlattı.
Kaynak: ETHA
'Pozantı'nın sorumlusu hükümet'
Avrupa Özgür Tutsaklarla Dayanışma Komitesi, Pozantı Cezaevi'nde çocuklara yapılan cinsel işkencenin sorumlusunun AKP hükümeti ve Adalet Bakanlığı olduğunu belirtti.
Avrupa Tutsaklarla Dayanışma Komitesi, Adana Pozantı Cezaevi'nde TMK mağduru çocuklara uygulanan tecavüz ve işkenceleri protesto etti.
Yazılı bir açıklama yapan Komite, Pozantı'da yaşananları "vahşet" olarak tanımladı, sorumlusunun AKP hükümeti ve Adalet Bakanlığı olduğunu belirtti.
2011 yılında aynı cezaevinde 15 yaşındaki Kürt çocuk tutuklu Yasin Akyüz'ün işkence sonucu boğularak öldürüldüğünü hatırlatan Komite, "Sürekli çocuklara yapılan işkencelerle gündeme gelen Pozantı Hapishanesi'ndeki son rezalet Türk hapishane sisteminin bir aynasıdır" dedi.
POZANTI'DA YAŞANANLAR TMY'NİN SONUCUDUR
Avrupa Özgür Tutsaklarla Dayanışma Komitesi, Pozantı'da yaşananların TMY'nin sonucu olduğunu vurgulayarak, TMY mağduru çocukların serbest bırakılmasını istedi.
Türkiye'de 2010 yılının verilerine göre, 2 binin üzerinde çocuk tutukludan bin 23'ünün siyasi tutuklu olduğuna dikkat çekilen açıklamada, "TMY'ye dayanılarak, gösterilere katıldıkları, taş attıkları gerekçesiyle binlerce Kürt çocuk tutuklanmaktadır. 2007 yılından bu yana çocuk ve gençlik infaz kurumu olarak kullanılmaya başlanan 132 binin üzerindeki tutsak sayısıyla, bir yatakta üç tutuklunun yattığı hapishaneler, tecrit, işkence, kötü yaşam koşulları, hasta tutsakların ölüme gün sayması gibi sorunların yanında, çocuk tutsakların yaşadıkları Türk devletinin zulüm siciline tecavüz rezilliğini eklemesidir" denildi.
Komite, Pozantı Cezaevi'nde yaşananların sorumlularının cezalandırılmasını ve yetkililerin istifa etmesini istedi.
Kaynak: ETHA
Avrupa Tutsaklarla Dayanışma Komitesi, Adana Pozantı Cezaevi'nde TMK mağduru çocuklara uygulanan tecavüz ve işkenceleri protesto etti.
Yazılı bir açıklama yapan Komite, Pozantı'da yaşananları "vahşet" olarak tanımladı, sorumlusunun AKP hükümeti ve Adalet Bakanlığı olduğunu belirtti.
2011 yılında aynı cezaevinde 15 yaşındaki Kürt çocuk tutuklu Yasin Akyüz'ün işkence sonucu boğularak öldürüldüğünü hatırlatan Komite, "Sürekli çocuklara yapılan işkencelerle gündeme gelen Pozantı Hapishanesi'ndeki son rezalet Türk hapishane sisteminin bir aynasıdır" dedi.
POZANTI'DA YAŞANANLAR TMY'NİN SONUCUDUR
Avrupa Özgür Tutsaklarla Dayanışma Komitesi, Pozantı'da yaşananların TMY'nin sonucu olduğunu vurgulayarak, TMY mağduru çocukların serbest bırakılmasını istedi.
Türkiye'de 2010 yılının verilerine göre, 2 binin üzerinde çocuk tutukludan bin 23'ünün siyasi tutuklu olduğuna dikkat çekilen açıklamada, "TMY'ye dayanılarak, gösterilere katıldıkları, taş attıkları gerekçesiyle binlerce Kürt çocuk tutuklanmaktadır. 2007 yılından bu yana çocuk ve gençlik infaz kurumu olarak kullanılmaya başlanan 132 binin üzerindeki tutsak sayısıyla, bir yatakta üç tutuklunun yattığı hapishaneler, tecrit, işkence, kötü yaşam koşulları, hasta tutsakların ölüme gün sayması gibi sorunların yanında, çocuk tutsakların yaşadıkları Türk devletinin zulüm siciline tecavüz rezilliğini eklemesidir" denildi.
Komite, Pozantı Cezaevi'nde yaşananların sorumlularının cezalandırılmasını ve yetkililerin istifa etmesini istedi.
Kaynak: ETHA
Doğaya kıymayın efendiler!
Türkiye’de özellikle çevre ve doğa söz konusu olduğunda işler tersine işliyor. Hükümetin mahkeme kararlarını hiçe sayarak doğaya zarar verecek işler yapmasından yüz bulan şirketler de mahkemelerin durdurma kararı verdiği santralleri yapmaktan geri durmayarak, başlattıkları işleri tamamlıyor ve faaliyete sokuyor.
Bu şirketlerden biri olan OMV şirketi de mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı vermesine rağmen Ordu’nun Ünye ilçesine bağlı Akçay köyünde termik santral inşa etti. Bu duruma isyan eden yaşam savunucuları ve aralarında Karadeniz İsyandadır Platformu, Senoz Vadisi Koruma Platformu, Yeşil Gerze Platformu, Bartın Yaşam Birlikteliği, Ordu ve Yaşam Alanlarını Koruma Platformu, Halkevleri, Gençlik Muhalefeti gibi çok sayıda sivil toplum örgütü üyesi, Karadeniz sahil yolunu trafiğe kapatarak santralin bulunduğu Samsun’un Terme ilçesi ile Ordu’nun Ünye ilçesi sınırındaki Akçay köyüne bir protesto yürüyüşü düzenledi.
OVM fındığa zarar verecek
Yaşam savunucuları, “Şirket talan kanun yalan Ünyeliler isyanda isyana devam”, “Direne direne kazanacağız”, “Zehir Solumak istemiyoruz”, “Ünyede termik istemiyoruz”, “Termikçi şirket ünyeyi terket” sloganları ve “Doğaya kıymayın efendiler”, “OVM fındığımıza zarar verecek”, “İnsan yaşamı para ile ölçülemez” yazılarının bulunduğu dövizler ile yürüdü. Aktivistler köye ulaştıktan sonra basın açıklaması yaptı. Açıklamayı yapan Mehmet Şensoy, yüzlerce kilometre yol katederek, köye gelenlere teşekkür etti. Daha sonra santralin durdurulmasına ilişkin yargı sürecini anlatan Şensoy, Ziraat Mühendisleri Odası’nın açtığı davanın yerel mahkemede reddedildiğini, itiraz üzerine Danıştay 8. Dairesi’nin tesisin kurulacağı arazinin 355 dönümünün 1. sınıf tarım arazisi olduğuna ve yalnızca 90 dönümlük kısmının tarım arazisi dışına çıkarılabilineceğine hükmederek dosyayı yerel mahkemeye gönderdiğini aktardı.
Defolup gidene kadar...
Şensoy, Temiz Ünye Çevre Platformu’nun açtığı ‘Lisans iptali ve yürütmeye durdurmama’ davasında Danıştay 13. Dairesi’nin 3 yönden yürütmenin durdurulması kararı verdiğini söyledi. EPDK’den Çarşamba için aldığı lisansı, Terme Akçay’da uygulaması ile ilgili olan kararını da değerlendiren ve OVM şirketinin “Biz 600 milyon euro harcadık. Mevzuata uygun çalışmalarımıza devam ediyoruz” açıklamalarının yalan olduğunu belirten Şensoy, “OMV’yi lisansını alıp defolup gidinceye kadar konunun takipçisi olacağımızı bir kere daha vurgulamak için buradayız. Gerekirse yargı kararını uygulatmak, şirketin faaliyetlerin durdurmak için daha etkili eylemlerle burada olacağız. Gerekirse buraları çadırkente dönüştüreceğiz” dedi.
Kaynak: Haberlink
Bu şirketlerden biri olan OMV şirketi de mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı vermesine rağmen Ordu’nun Ünye ilçesine bağlı Akçay köyünde termik santral inşa etti. Bu duruma isyan eden yaşam savunucuları ve aralarında Karadeniz İsyandadır Platformu, Senoz Vadisi Koruma Platformu, Yeşil Gerze Platformu, Bartın Yaşam Birlikteliği, Ordu ve Yaşam Alanlarını Koruma Platformu, Halkevleri, Gençlik Muhalefeti gibi çok sayıda sivil toplum örgütü üyesi, Karadeniz sahil yolunu trafiğe kapatarak santralin bulunduğu Samsun’un Terme ilçesi ile Ordu’nun Ünye ilçesi sınırındaki Akçay köyüne bir protesto yürüyüşü düzenledi.
OVM fındığa zarar verecek
Yaşam savunucuları, “Şirket talan kanun yalan Ünyeliler isyanda isyana devam”, “Direne direne kazanacağız”, “Zehir Solumak istemiyoruz”, “Ünyede termik istemiyoruz”, “Termikçi şirket ünyeyi terket” sloganları ve “Doğaya kıymayın efendiler”, “OVM fındığımıza zarar verecek”, “İnsan yaşamı para ile ölçülemez” yazılarının bulunduğu dövizler ile yürüdü. Aktivistler köye ulaştıktan sonra basın açıklaması yaptı. Açıklamayı yapan Mehmet Şensoy, yüzlerce kilometre yol katederek, köye gelenlere teşekkür etti. Daha sonra santralin durdurulmasına ilişkin yargı sürecini anlatan Şensoy, Ziraat Mühendisleri Odası’nın açtığı davanın yerel mahkemede reddedildiğini, itiraz üzerine Danıştay 8. Dairesi’nin tesisin kurulacağı arazinin 355 dönümünün 1. sınıf tarım arazisi olduğuna ve yalnızca 90 dönümlük kısmının tarım arazisi dışına çıkarılabilineceğine hükmederek dosyayı yerel mahkemeye gönderdiğini aktardı.
Defolup gidene kadar...
Şensoy, Temiz Ünye Çevre Platformu’nun açtığı ‘Lisans iptali ve yürütmeye durdurmama’ davasında Danıştay 13. Dairesi’nin 3 yönden yürütmenin durdurulması kararı verdiğini söyledi. EPDK’den Çarşamba için aldığı lisansı, Terme Akçay’da uygulaması ile ilgili olan kararını da değerlendiren ve OVM şirketinin “Biz 600 milyon euro harcadık. Mevzuata uygun çalışmalarımıza devam ediyoruz” açıklamalarının yalan olduğunu belirten Şensoy, “OMV’yi lisansını alıp defolup gidinceye kadar konunun takipçisi olacağımızı bir kere daha vurgulamak için buradayız. Gerekirse yargı kararını uygulatmak, şirketin faaliyetlerin durdurmak için daha etkili eylemlerle burada olacağız. Gerekirse buraları çadırkente dönüştüreceğiz” dedi.
Kaynak: Haberlink
Katliam mağduru Encü gözaltında
Roboski Katliamı'nda kardeşi Serhat Encü'yü kaybeden Ferhat Encü, Uludere'de gözaltına alındı.
Roboski Katliamı'nda kardeşi Serhat Encü'yü kaybeden Ferhat Encü, Uludere'de jandarma gözaltına alındı.
Çukurova Üniversitesi öğrencisi olan Encu, üniversite okuduğu Adana'ya gitmek üzereyken, Uludere yol ayrımında jandarma tarafından gözaltına alındı. Gözaltı gerekçesi öğrenilemeyen Encü, Uludere İlçe Jandarma Komutanlığı'na götürüldü. Ferhat Encu'nun gözaltına alındığını duyan Roboskililer, Uludere İlçesi'ne gelerek adliye önünde toplandı. Ferhat Encu'nun serbest bırakılmasını isteyen Roboskililerin Uludere Adliyesi önündeki bekleyişi devam ediyor.
5 KATLİAM MAĞDURU TUTUKLANMIŞTI
Uludere Kaymakamı Nafiz Yavuz'u protesto eden 8 köylüden 4 katliam mağduru tutuklanmıştı.
Kaynak: ETHA
Roboski Katliamı'nda kardeşi Serhat Encü'yü kaybeden Ferhat Encü, Uludere'de jandarma gözaltına alındı.
Çukurova Üniversitesi öğrencisi olan Encu, üniversite okuduğu Adana'ya gitmek üzereyken, Uludere yol ayrımında jandarma tarafından gözaltına alındı. Gözaltı gerekçesi öğrenilemeyen Encü, Uludere İlçe Jandarma Komutanlığı'na götürüldü. Ferhat Encu'nun gözaltına alındığını duyan Roboskililer, Uludere İlçesi'ne gelerek adliye önünde toplandı. Ferhat Encu'nun serbest bırakılmasını isteyen Roboskililerin Uludere Adliyesi önündeki bekleyişi devam ediyor.
5 KATLİAM MAĞDURU TUTUKLANMIŞTI
Uludere Kaymakamı Nafiz Yavuz'u protesto eden 8 köylüden 4 katliam mağduru tutuklanmıştı.
Kaynak: ETHA
Halkın öfkesi ÇED toplantısını bitirdi
Çine halkı, Organize Sanayi Bölgesi'nde kurulmak istenen Doğalgaz Kombine Çevrim Santrali için yapılan ÇED toplantısını iptal ettirdi.
Çine İlçesi'nde Organize Sanayi Bölgesi'nde kurulması planlanan Çine Doğalgaz Kombine Çevrim Santrali için yapılan ÇED toplantısı, halkın tepkisi nedeniyle bitirilemedi. Halk, toplantı öncesinde ilçenin cadde ve sokaklarında temsili tabutlar ve pankartlarla yürüdü.
Çine'ye 5 kilometre uzaklıktaki Gökyaka ile Çaltı köyleri arasındaki araziye Pegai Enerji Madencilik Şirketi tarafından kurulması planlanan ve 750 milyon Euro'ya mal olacak 464 MW gücündeki Çine Doğalgaz Kombine Çevrim Santrali için ÇED toplantısı düzenlendi.
Toplantı öncesinde Çine Kültür Merkezi önünde toplanan halkı, "Zeytinlerimizi Kurutmayın", "Santral İstemiyoruz", "Havamızı, Suyumuzu, Toprağımızı Kirletmeyin", "Yaşam Alanlarımıza Sahip Çıkıyoruz" yazılı pankartlarla eylemler yaptı. İlçede tabutlarla yürüyen halk, sık sık "Santralci şirket, Çine'yi terket" sloganları attı.
TABUTLA YÜRÜDÜLER
Yürüyüşün ardından toplantının düzenleneceği kültür merkezi önüne gelen kitle, tabutların önünde açıklama yaptı. Güney Ege Çevre Platformu adına açıklama yapan Ayhan Karahan, Çine'nin tarım ve hayvancılık için çok uygun bir bölge olduğunu hatırlatarak, burada kuluracak santralin doğal felakete davetiye anlamına geldiğini söyledi.
ÇED toplantısının halka haber verilmeden ve yasal prosedürler yerine getirilmeden yapıldığına dikkat çeken Karahan, şunları söyledi: "Bu ÇED toplantısı kimseye haber verilmeden, yasal prosedürler yerine getirilmeden yangından mal kaçırırcasına, adet yerini bulsun diye yapılan bir toplantıdır. Hiçbir bilimsel ve yasal dayanağı yoktur. Yer seçimi ise şirket açısından ne kadar karlı ise çevresel açıdan da o kadar zararlıdır. Doğalgaz santral termik bir santraldir. Bu nedenle çukur bir vadideki Çine halkının ve doğal yaşamın felaketi olacaktır. Tesisi kurmak isteşen şirket yetkililerini şimdiden hayatı ve doğayı zehirleyecek olan bu girişimden vazgeçmeleri için uyarıyoruz. Sizlerin tamamen rant hedefli ve zehirli projenizi burada mahkum ediyor ve bu tabutlara gömüyoruz. Yanlış ve kirli hesabınız Çine'den geri dönecektir."
Eylem sürerken, kültür merkezinde ÇED toplantısı başladı. Aydın Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Selahattin Varan'ın açılış konuşması sırasında izleyici halk, toplantının yasal olmadığını belirterek, 316 imzalı dilekçeyi Varan'a verdi. Varan'ın toplantıyı iptal edemeyeceğini açıklaması üzerine salonda alkışlı, ıslıklı protestolar başladı. ÇED raporunu hazırlayan şirket sunum yapamadan toplantı bitirildi.
Kaynak: ETHA
Çine İlçesi'nde Organize Sanayi Bölgesi'nde kurulması planlanan Çine Doğalgaz Kombine Çevrim Santrali için yapılan ÇED toplantısı, halkın tepkisi nedeniyle bitirilemedi. Halk, toplantı öncesinde ilçenin cadde ve sokaklarında temsili tabutlar ve pankartlarla yürüdü.
Çine'ye 5 kilometre uzaklıktaki Gökyaka ile Çaltı köyleri arasındaki araziye Pegai Enerji Madencilik Şirketi tarafından kurulması planlanan ve 750 milyon Euro'ya mal olacak 464 MW gücündeki Çine Doğalgaz Kombine Çevrim Santrali için ÇED toplantısı düzenlendi.
Toplantı öncesinde Çine Kültür Merkezi önünde toplanan halkı, "Zeytinlerimizi Kurutmayın", "Santral İstemiyoruz", "Havamızı, Suyumuzu, Toprağımızı Kirletmeyin", "Yaşam Alanlarımıza Sahip Çıkıyoruz" yazılı pankartlarla eylemler yaptı. İlçede tabutlarla yürüyen halk, sık sık "Santralci şirket, Çine'yi terket" sloganları attı.
TABUTLA YÜRÜDÜLER
Yürüyüşün ardından toplantının düzenleneceği kültür merkezi önüne gelen kitle, tabutların önünde açıklama yaptı. Güney Ege Çevre Platformu adına açıklama yapan Ayhan Karahan, Çine'nin tarım ve hayvancılık için çok uygun bir bölge olduğunu hatırlatarak, burada kuluracak santralin doğal felakete davetiye anlamına geldiğini söyledi.
ÇED toplantısının halka haber verilmeden ve yasal prosedürler yerine getirilmeden yapıldığına dikkat çeken Karahan, şunları söyledi: "Bu ÇED toplantısı kimseye haber verilmeden, yasal prosedürler yerine getirilmeden yangından mal kaçırırcasına, adet yerini bulsun diye yapılan bir toplantıdır. Hiçbir bilimsel ve yasal dayanağı yoktur. Yer seçimi ise şirket açısından ne kadar karlı ise çevresel açıdan da o kadar zararlıdır. Doğalgaz santral termik bir santraldir. Bu nedenle çukur bir vadideki Çine halkının ve doğal yaşamın felaketi olacaktır. Tesisi kurmak isteşen şirket yetkililerini şimdiden hayatı ve doğayı zehirleyecek olan bu girişimden vazgeçmeleri için uyarıyoruz. Sizlerin tamamen rant hedefli ve zehirli projenizi burada mahkum ediyor ve bu tabutlara gömüyoruz. Yanlış ve kirli hesabınız Çine'den geri dönecektir."
Eylem sürerken, kültür merkezinde ÇED toplantısı başladı. Aydın Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Selahattin Varan'ın açılış konuşması sırasında izleyici halk, toplantının yasal olmadığını belirterek, 316 imzalı dilekçeyi Varan'a verdi. Varan'ın toplantıyı iptal edemeyeceğini açıklaması üzerine salonda alkışlı, ıslıklı protestolar başladı. ÇED raporunu hazırlayan şirket sunum yapamadan toplantı bitirildi.
Kaynak: ETHA
Karakollarda 24 Kişi Öldü!
Karakollardaki kameralar niçin çalışmıyor?
Baran Tursun Vakfı, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanlığı’na başvurarak farklı illerde bulunan ve ölüm olayları yaşanan 24 karakolun 24’ünde de kameraların işlevsiz olduğunu tespit ettiklerini belirtip, bunun nedenlerini öğrenmek istediklerini, komisyonun bu karakollarda yaşananları incelemesini beklediklerini açıkladı.
“KARAKOLLARDA 24 KİŞİ ÖLDÜ”
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in ‘Karakollarda artık ayna yok kaset var’ sözlerine rağmen ölüm olaylarının yaşandığı 24 karakolda kameranın olmamasına rağmen hiçbir soruşturmanın açılmamasına ve devletin ‘Neden?’ diye sormamasına tepki gösteren Baran Tursun Vakfı Başkanı Mehmet Tursun “24 kameranın işlevsiz kalmasının nedenini merak ediyoruz” dedi.
2007 yılında yürürlüğe giren PVSK’dan (Polis vazife ve salahiyet kanunu) sonra polisin ateşli silah kullanma konusunda arttırılan yetkilerine tereddüt göstermeden başvurmaları sonucu 107 kişinin yaşama hakkının ihlal edildiğini bunun 24’ünün ise karakollarda öldüğünün hatırlatan vakıf, yaşanan ölümleri aydınlatacak kameraların olmayışının hesabını kimin vereceğini sordu.
“ÖLÜM OLAYLARI CEZASIZ KALIYOR”
Tursun “Ölüm olaylarının meydana geldiği tüm polis karakollarında, istisnasız tüm güvenlik kameraları ya arızalı olmuş, ya da kayıt yapmamıştır, durum böyle gösterilince gözaltı merkezi üzerinden işlem yapmak veya delil toplamak mümkün olmamıştır, dolayısıyla kötü muamelenin ve ölüm olaylarının cezasız kalması kolaylaşmıştır. Polis karakollarında güvenlik kameraları işlevsiz kalınca, birkaç polisin ifadesiyle ikmal edilen dosya üzerinden hakkaniyette uygun ve adil işlem yapmak mümkün olmamıştır. Ölümlerden sorumlu tutulması gereken karakol polislerin anlatımlarıyla ikmal edilen davalar ya takipsizlikle sonuçlandı yada bir kaç aylık gibi erteli sembolik cezalarla kapanmıştır” şeklinde konuştu.
Tursun, başvuru yazısını milletvekillerine de gönderdiklerini, milletvekillerinin de dilekçeden yola çıkarak bir soru önergesi ile İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’e konunun sorulacağını söyledi.
Gülsen Candemir / BirGün
Kaynak: Haberlink
Baran Tursun Vakfı, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanlığı’na başvurarak farklı illerde bulunan ve ölüm olayları yaşanan 24 karakolun 24’ünde de kameraların işlevsiz olduğunu tespit ettiklerini belirtip, bunun nedenlerini öğrenmek istediklerini, komisyonun bu karakollarda yaşananları incelemesini beklediklerini açıkladı.
“KARAKOLLARDA 24 KİŞİ ÖLDÜ”
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in ‘Karakollarda artık ayna yok kaset var’ sözlerine rağmen ölüm olaylarının yaşandığı 24 karakolda kameranın olmamasına rağmen hiçbir soruşturmanın açılmamasına ve devletin ‘Neden?’ diye sormamasına tepki gösteren Baran Tursun Vakfı Başkanı Mehmet Tursun “24 kameranın işlevsiz kalmasının nedenini merak ediyoruz” dedi.
2007 yılında yürürlüğe giren PVSK’dan (Polis vazife ve salahiyet kanunu) sonra polisin ateşli silah kullanma konusunda arttırılan yetkilerine tereddüt göstermeden başvurmaları sonucu 107 kişinin yaşama hakkının ihlal edildiğini bunun 24’ünün ise karakollarda öldüğünün hatırlatan vakıf, yaşanan ölümleri aydınlatacak kameraların olmayışının hesabını kimin vereceğini sordu.
“ÖLÜM OLAYLARI CEZASIZ KALIYOR”
Tursun “Ölüm olaylarının meydana geldiği tüm polis karakollarında, istisnasız tüm güvenlik kameraları ya arızalı olmuş, ya da kayıt yapmamıştır, durum böyle gösterilince gözaltı merkezi üzerinden işlem yapmak veya delil toplamak mümkün olmamıştır, dolayısıyla kötü muamelenin ve ölüm olaylarının cezasız kalması kolaylaşmıştır. Polis karakollarında güvenlik kameraları işlevsiz kalınca, birkaç polisin ifadesiyle ikmal edilen dosya üzerinden hakkaniyette uygun ve adil işlem yapmak mümkün olmamıştır. Ölümlerden sorumlu tutulması gereken karakol polislerin anlatımlarıyla ikmal edilen davalar ya takipsizlikle sonuçlandı yada bir kaç aylık gibi erteli sembolik cezalarla kapanmıştır” şeklinde konuştu.
Tursun, başvuru yazısını milletvekillerine de gönderdiklerini, milletvekillerinin de dilekçeden yola çıkarak bir soru önergesi ile İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’e konunun sorulacağını söyledi.
Gülsen Candemir / BirGün
Kaynak: Haberlink
Hani Termik Santral Yapılmayacaktı?
Bartın Yaşam Birlikteliği Amasra'ya kurulması planlanan termik santralin yaşam alanlarını yok edeceği, su kaynaklarının kurumasına neden olacağı ve ekolojik dengeyi bozacağını için izin vermeyeceklerini açıkladı.
"Hani Amasra'ya termik santraller yapılamayacaktı?" Bartın Yaşam Birlikteliği adına yapılan basın açıklamasında AKP Bartın milletvekili Yılmaz Tunç'a böyle seslenildi.
Amasra'da yapılması planlanan termik santrale karşı birleşen yöre halkı, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) resmi web sitesinde de yayınlanan habere tepki gösterdi.
22 Şubat günü proje için imzaların atıldığı haberi şu şekilde verilmişti: "Hattat Holding'e ait Hema Endüstri AŞ'nin Bartın-Amasra'da yerli taşkömürüyle kuracağı 1.320 Megavatlık (MW) termik santrallin 'mühendislik, satınalma ve inşaat' işleriyle ilgili, Hattat Holding Çinli AVIC International firması 1 milyar dolarlık bir çerçeve anlaşması imzalandı."
Bu törende konuşan Hattat Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Hattat, Bartın-Amasra santralinin ve çıkacak kömürün yöreye, memlekete ve gelecek nesillere fayda sağlayacağını söylemişti.
Bartınlıların ise projeye ve kömürün "yararlarına" itirazı var. Bartın Yaşam Birlikteliği basın açıklamasında Hattat'ın Amasra'ya kurmak istediği santralin yaşam alanlarını yok edeceği, su kaynaklarının kurumasına neden olacağı ve ekolojik dengeyi bozacağını için izin vermeyeceklerini açıkladı.
Yaşamımıza sahip çıkıyoruz
Açıklama şu sözlerle sona erdi: "Biz her yerdeyiz. Amasra'da, Gerze'de, Foça'da var olduk. Ünye'de, Çanakkale'de, Yalova'da, Bandırma'da var olacağız. Yatağan'da da, Çatalağzı'nda, Afşin-Elbistan'da, Sugözü'nde de... Enerji yatırımı adı altında yaşam alanları üzerinden zenginleşmeye çalışan bütün şirketlerin karşısında olacağız. Amasra ve Bartın halkı olarak yasadığımız topraklara; yaşamımıza sahip çıkıyoruz."
Kaynak: Bianet
"Hani Amasra'ya termik santraller yapılamayacaktı?" Bartın Yaşam Birlikteliği adına yapılan basın açıklamasında AKP Bartın milletvekili Yılmaz Tunç'a böyle seslenildi.
Amasra'da yapılması planlanan termik santrale karşı birleşen yöre halkı, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) resmi web sitesinde de yayınlanan habere tepki gösterdi.
22 Şubat günü proje için imzaların atıldığı haberi şu şekilde verilmişti: "Hattat Holding'e ait Hema Endüstri AŞ'nin Bartın-Amasra'da yerli taşkömürüyle kuracağı 1.320 Megavatlık (MW) termik santrallin 'mühendislik, satınalma ve inşaat' işleriyle ilgili, Hattat Holding Çinli AVIC International firması 1 milyar dolarlık bir çerçeve anlaşması imzalandı."
Bu törende konuşan Hattat Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Hattat, Bartın-Amasra santralinin ve çıkacak kömürün yöreye, memlekete ve gelecek nesillere fayda sağlayacağını söylemişti.
Bartınlıların ise projeye ve kömürün "yararlarına" itirazı var. Bartın Yaşam Birlikteliği basın açıklamasında Hattat'ın Amasra'ya kurmak istediği santralin yaşam alanlarını yok edeceği, su kaynaklarının kurumasına neden olacağı ve ekolojik dengeyi bozacağını için izin vermeyeceklerini açıkladı.
Yaşamımıza sahip çıkıyoruz
Açıklama şu sözlerle sona erdi: "Biz her yerdeyiz. Amasra'da, Gerze'de, Foça'da var olduk. Ünye'de, Çanakkale'de, Yalova'da, Bandırma'da var olacağız. Yatağan'da da, Çatalağzı'nda, Afşin-Elbistan'da, Sugözü'nde de... Enerji yatırımı adı altında yaşam alanları üzerinden zenginleşmeye çalışan bütün şirketlerin karşısında olacağız. Amasra ve Bartın halkı olarak yasadığımız topraklara; yaşamımıza sahip çıkıyoruz."
Kaynak: Bianet
28 Şubat 2012 Salı
POZANTI CEZAEVİ'NİN ÇOCUKLARI Sonsuz Travma Yaşayacak
İştar Kadın Danışmanlık Merkezi'nin Pozantı Cezaevi'nden çıkan çocuklarla ilgili raporu, çocuklarda travma sonrası stres bozukluğu gibi gözlemlere yer veriyor; polislerin korku ve nefret nesnesi haline geldiklerini tespit ediyor.
Akdeniz Belediyesi İştar Kadın Danışmanlık Merkezi, geçen yıl haziran-ağustos ayları arasında Pozantı Cezaevi'nden çıkan çocuklarla bir dizi etkinlik yaptı ve bunun sonuçlarını raporlaştırdı.
İştar Kadın Danışmanlık Merkezi'nden Dr. Didem Gelegen bianet'e rapora kaynaklık eden çalışma hakkında bilgi verirken bunun, çocukların duygu ve düşüncelerini rahat ifade etmesine ve birbirleriyle dayanışma ağını örmesine yönelik etkileri olacağı düşünülerek başlatılmış bir psikososyal müdahale programı olduğunu söyledi.
Çocuklarda "karmaşık travma sonrası stres bozukluğu" belirtileri olduğunun ifade edildiği raporda, çocukların içinde bulundukları ortam ve ruh haline dair izlenimler yer alıyor.
"Karmaşık travma sonrası stres bozukluğu"nun, travma yaşandıktan ve güvenli yaşam koşullarına geçildikten sonra devam eden sorunlar için kullanıldığının belirtildiği raporda, "bu çocuklar açısından 'travma sonrası durum'a bir türlü geçilemediği" anlatılıyor.
Susturulma tedirginliği
Raporda, üç hafta boyunca süren etkinlikler esnasında çocukların çoğunun duygu ve düşüncelerini ifade etmekte zorlandığı; topluluk önünde konuşmaya utandıkları gözlemlendiği belirtiliyor.
"Bildikleri her iki dilde de (Türkçe ve Kürtçe) ifade zorluğu çekiyorlardı ve dillere hâkim değillerdi. Ya çok hızlı ve ezberlemiş gibi konuşuyor ya da susuyorlardı. Bir şeyleri başarma ve ciddiye alınarak dinlenme deneyimine çok ihtiyaç duyuyor, ancak eleştirilmek ya da susturulmak olasılığı onları çok tedirgin ediyordu.
"Mizah duyguları yüksekti. Politika ana ilgi alanlarıydı; politikleşme düzeyleri akranlarının çok üstündeydi. Yaşıtlarının ilgi duyabileceği etkinliklere (sinema, kitap okuma, gezme) ise ilgisizlerdi (internet kafeler hariç)."
Çoğunun gözaltına alınma ve tutuklanma nedeninin "taş atmak" olduğu saptamasının yer aldığı raporda, bunun çocuklar için bir "varoluş biçimi, bir siyasi kimlik" olduğu ve bu kimliğin aynı zamanda "onların travmayla baş etme biçimi" olduğu anlatılıyor.
Korku ve nefret nesnesi polisler
Raporda yer alan izlenimlerin bazıları şöyle:
* Çocuklarda çekingenlik, içe dönüklük, paranoid düşünceler, öfke-nefret duyguları ve şiddet davranışları içeren; iki uca savrulan (öfke-neşe, suskunluk-hızlı ve uzun konuşma) duygulanımların sıkça yaşandığı bir kişilik örüntüsü yaygındı.
*Sürekli gözaltına alınıp, şiddete uğradıkları bir ortamda güvenlikleri konusunda gerçekliğin sınırlarını tespit etmekte ve güven ilişkisi tesis etmekte zorlanmaktaydılar.
* Çocukların birincil ilgi alanı Kürt sorunu ve siyasetiydi. Polisler için "düşman", cezaevindeki arkadaşları için "esir" kavramlarını kullanıyorlardı.
* Mahalledeki karakolu ve karakoldaki polisleri korku ve nefret nesnesi haline getirmişlerdi.
* Çocuklar polislerin gündelik sohbetlerde "Arkadaşın yine senin üstüne ifade verdi. Akşama seni alacağız, mahvedeceğiz" gibi onları korkutacak ve şüphelendirecek konuşmalar yaptığını söylüyorlardı.
* Çocuklar mahalle dışına çıkmaya ve mahalle dışındaki etkinliklere katılmaya korkuyordu. Polisin kendilerini sürekli takip ettiğini düşünüyor; bir tür izolasyon yaşıyorlardı.
* Okul yaşantıları, idareciler ve öğretmenlerle ilişkileri yoğun şiddet içermekteydi. Çoğu okulu bırakmıştı. Bir tanesi hariç devam etmeyi isteyen de yoktu.
Ajanlık teklifi
Çocuklar için başlatılan bu çalışma tamamlanamadı. Raporu yazan Dr. Didem Gelegen bianet'e verdiği bilgide, çalışmanın yarım kalmasının nedenlerini anlatırken çocukların içinde bulunduğu ortamı da tanımlıyordu aslında.
"Çocuklar yakalandı, grup dağıldı. O yakalamalar sırasında, 'o benim üzerime ifade verdi' diye birbirleriyle sorunları doğdu. Güvensizlik oluştu grup içinde. Sonunda bir grup olma dinamiğini yitirdiler."
Çocuklara sürekli ajanlık teklif edildiğini dile getiren Gelegen, yardım almaya daha açık çocuklar içeri girince, daha çekingen olanların da ortaya çıkmamaya başladığını aktardı.
Mersin'de TMK Kapsamında Gözaltı ve Cezaevi Deneyimi Olan Çocuklarla Toplumsal Travma Çalışmaları Grup Çalışması Deneyimi Raporu'na ulaşmak için tıklayınız.
Kaynak: Bianet
Akdeniz Belediyesi İştar Kadın Danışmanlık Merkezi, geçen yıl haziran-ağustos ayları arasında Pozantı Cezaevi'nden çıkan çocuklarla bir dizi etkinlik yaptı ve bunun sonuçlarını raporlaştırdı.
İştar Kadın Danışmanlık Merkezi'nden Dr. Didem Gelegen bianet'e rapora kaynaklık eden çalışma hakkında bilgi verirken bunun, çocukların duygu ve düşüncelerini rahat ifade etmesine ve birbirleriyle dayanışma ağını örmesine yönelik etkileri olacağı düşünülerek başlatılmış bir psikososyal müdahale programı olduğunu söyledi.
Çocuklarda "karmaşık travma sonrası stres bozukluğu" belirtileri olduğunun ifade edildiği raporda, çocukların içinde bulundukları ortam ve ruh haline dair izlenimler yer alıyor.
"Karmaşık travma sonrası stres bozukluğu"nun, travma yaşandıktan ve güvenli yaşam koşullarına geçildikten sonra devam eden sorunlar için kullanıldığının belirtildiği raporda, "bu çocuklar açısından 'travma sonrası durum'a bir türlü geçilemediği" anlatılıyor.
Susturulma tedirginliği
Raporda, üç hafta boyunca süren etkinlikler esnasında çocukların çoğunun duygu ve düşüncelerini ifade etmekte zorlandığı; topluluk önünde konuşmaya utandıkları gözlemlendiği belirtiliyor.
"Bildikleri her iki dilde de (Türkçe ve Kürtçe) ifade zorluğu çekiyorlardı ve dillere hâkim değillerdi. Ya çok hızlı ve ezberlemiş gibi konuşuyor ya da susuyorlardı. Bir şeyleri başarma ve ciddiye alınarak dinlenme deneyimine çok ihtiyaç duyuyor, ancak eleştirilmek ya da susturulmak olasılığı onları çok tedirgin ediyordu.
"Mizah duyguları yüksekti. Politika ana ilgi alanlarıydı; politikleşme düzeyleri akranlarının çok üstündeydi. Yaşıtlarının ilgi duyabileceği etkinliklere (sinema, kitap okuma, gezme) ise ilgisizlerdi (internet kafeler hariç)."
Çoğunun gözaltına alınma ve tutuklanma nedeninin "taş atmak" olduğu saptamasının yer aldığı raporda, bunun çocuklar için bir "varoluş biçimi, bir siyasi kimlik" olduğu ve bu kimliğin aynı zamanda "onların travmayla baş etme biçimi" olduğu anlatılıyor.
Korku ve nefret nesnesi polisler
Raporda yer alan izlenimlerin bazıları şöyle:
* Çocuklarda çekingenlik, içe dönüklük, paranoid düşünceler, öfke-nefret duyguları ve şiddet davranışları içeren; iki uca savrulan (öfke-neşe, suskunluk-hızlı ve uzun konuşma) duygulanımların sıkça yaşandığı bir kişilik örüntüsü yaygındı.
*Sürekli gözaltına alınıp, şiddete uğradıkları bir ortamda güvenlikleri konusunda gerçekliğin sınırlarını tespit etmekte ve güven ilişkisi tesis etmekte zorlanmaktaydılar.
* Çocukların birincil ilgi alanı Kürt sorunu ve siyasetiydi. Polisler için "düşman", cezaevindeki arkadaşları için "esir" kavramlarını kullanıyorlardı.
* Mahalledeki karakolu ve karakoldaki polisleri korku ve nefret nesnesi haline getirmişlerdi.
* Çocuklar polislerin gündelik sohbetlerde "Arkadaşın yine senin üstüne ifade verdi. Akşama seni alacağız, mahvedeceğiz" gibi onları korkutacak ve şüphelendirecek konuşmalar yaptığını söylüyorlardı.
* Çocuklar mahalle dışına çıkmaya ve mahalle dışındaki etkinliklere katılmaya korkuyordu. Polisin kendilerini sürekli takip ettiğini düşünüyor; bir tür izolasyon yaşıyorlardı.
* Okul yaşantıları, idareciler ve öğretmenlerle ilişkileri yoğun şiddet içermekteydi. Çoğu okulu bırakmıştı. Bir tanesi hariç devam etmeyi isteyen de yoktu.
Ajanlık teklifi
Çocuklar için başlatılan bu çalışma tamamlanamadı. Raporu yazan Dr. Didem Gelegen bianet'e verdiği bilgide, çalışmanın yarım kalmasının nedenlerini anlatırken çocukların içinde bulunduğu ortamı da tanımlıyordu aslında.
"Çocuklar yakalandı, grup dağıldı. O yakalamalar sırasında, 'o benim üzerime ifade verdi' diye birbirleriyle sorunları doğdu. Güvensizlik oluştu grup içinde. Sonunda bir grup olma dinamiğini yitirdiler."
Çocuklara sürekli ajanlık teklif edildiğini dile getiren Gelegen, yardım almaya daha açık çocuklar içeri girince, daha çekingen olanların da ortaya çıkmamaya başladığını aktardı.
Mersin'de TMK Kapsamında Gözaltı ve Cezaevi Deneyimi Olan Çocuklarla Toplumsal Travma Çalışmaları Grup Çalışması Deneyimi Raporu'na ulaşmak için tıklayınız.
Kaynak: Bianet
'Onlar Adanalı değil' diyen Bakana sert cevap
Adana’nın Kozan İlçesi’nde Gökdere Barajı inşaatında meydana gelen patlama sonucu 2 işçi hayatını kaybetmiş, 8 işçi de kaybolmuştu. Kayıp 8 işçiye ise halen ulaşılamadı. Kazada sorumluluğu olanların ortaya çıkarılması için açıklama yapan Adanalı sendika,meslek örgütü ve siyasi parti yöneticilerine ve HES karşıtlarına Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu öfke saçtı. Bakan Eroğlu HES’lere karşı çıkan, iş cinayetinde sorumluların açığa çıkarılması isteyen Adanalıları hedef tahtasına koyarak şunları söyledi “Bazı gruplar var. Bunlar burada yaşamıyor. İstanbul’dan gelen gruplar. Aynı grup şehir şehir dolaşıyor.”
HEPİMİZ ADANALIYIZ
Bakanın Posta Gazetesi’nde yayınlanan açıklamalarına tepki gösteren HDK Adana sözcüsü Güven Boğa, 1963’te Adana’da doğduğunu, 1995’ten beri Adana’da öğretmenlik yaptığını belirterek “11 yıl Eğitim-Sen Adana şubesinde başkanlık ve yöneticilik yaptım. 2007’den beri Adana HDK sözcüsüyüm Bu eylem Adana’daki sendika, meslek odaları ve siyasi parti temsilcilerinin katıldığı bir eylemdi. Burada Adana dışından misafirimiz olan sadece SES Genel Başkanı Çetin Erdolu vardı” dedi.
HES KARŞITLARINI KARALAMAK İSTİYOR
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun halkın HES’lere yönelik tepkisini, mücadelesini karalamak için böyle açıklamalar yaptığını söyleyen Boğa “Adana’da işçi ve memur sendikaları, siyasi partiler olarak barajda meydana gelen kazanın sorumlularının açığa çıkarılması için bir açıklama yaptık. Zaten sorunlara duyarlı olmak için il il gezmeye gerek yok. Her ilde bu sorunlara duyarlı olacak insanlar var. Aadana’daki sorunlara olduğu gibi Türkiye ve dünyadaki meselelere de aynı duyarlılıkla tepkimizi gösteriyoruz. Bunun için bakandan izin alacak değiliz.”
BİZİMLE DEĞİL ŞİRKETLE UĞRAŞSIN
Bakanın bu konuyla ilgili açıklama yapanlardan önce işçilerin yaşamına kasteden, HES’lerle doğa ve insan yaşamını katledenlerle uğraşması gerektiğini söyleyen Boğa, “Bakan bu konuda sorumluluğu olan şirket yetkililerine herhangi bir şey demezken, soruşturma açmazken bizimle uğraşıyor. Bu bakanın bu olayı küçümsediğini, insan yaşamını ciddiye almadığını gösteriyor. Bakanın öfkesi Kardeniz’de ülkenin dört bir yanında HES’lere karşı oluşturulan platformlara, yerel halkın mücadelesinedir. Bakan halkın mücadelesini karalamak için bizim üzerimizden açıklama yapıyor. Ancak bakan bir kez daha baltayı taşa vurmuştur. ”
Kaynak: Evrensel
Baki Koşar Ödülü İstanbul LGBTT'nin
Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği'nin düzenlediği Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası kapsamında verilen ödülü, İstanbul LGBTT'den Şevval Kılıç ile Ebru Kıran aldı.
Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği'nin düzenlediği 4. Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası sona erdi.
Her sene ayrımcılık ve nefret suçları alanında verdikleri mücadeleler için kişi ve kurumlara verilen "Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Ödülü"nü İstanbul LGBTT'den Şevval Kılıç ile Ebru Kıran aldı.
Etkinlikler kapsamında 80'lerde Lubunya Olmak kitabının tanıtımı yapıldı. Pembe Hayat LGBTT Derneği üyesi Belgin Çelik ve Ahu Sezen 80'lerde trans bireylerin deneyimlerini aktardılar.
İzmir Siyah Pembe Üçgen Derneği tarafından dört yıldır yapılan etkinlikler atölyeler, forum, sergi, film gösterimleri yapıldı. Nefret Suçlarıyla Mücadele Yürüyüşü ile etkinlik tamamlandı.
Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası nedir?
Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası, 2009 yılından beri her sene gerçekleştiriliyor. Haftaya adını veren Baki Koşar, nefret cinayeti sonucu yaşamını yitiren bir eşcinsel gazeteci-yazar.
Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası, ilk sene ulusal düzeyde katılımcılarla LGBT hareketinden doğru nefret suçları alanına bir giriş yaptı. Bu konuda hafta boyunca film gösterimleri ve paneller gerçekleştirildi.
İkinci senesinde ise ayrımcılığın her türlüsüne karşı bir duruş oluşturabilme amacıyla "Ayrımcı Tutum ve Zihniyetin Teşhiri" üst başlığını benimsedi. Bu bağlamda etnik ayrımcılıktan, militarizme, türcülükten homofobiye birçok ayrımcı zihniyet ifade özgürlüğü kapsamında irdelendi. Film gösterimleri ve paneller dışında atölye çalışmaları ve forumlarla da kamuoyunun bu konuda nabzını tutmaya çalıştı.
Aynı dönem Valilik tarafından Siyah Pembe Üçgen Derneği'ne açılan kapatma davası nedeniyle örgütlenme özgürlüğü konusunda çeşitli aktivitelerle ayrımcı tutumlar kınandı. Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği geçen yıl ise "Özgürleşme Korkusu ve İktidar" temasını 2011 yılının ana teması olarak belirlemişti.
2012 yılının teması ise "Dil" olarak belirlenmişti.
Kaynak: Bianet
Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği'nin düzenlediği 4. Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası sona erdi.
Her sene ayrımcılık ve nefret suçları alanında verdikleri mücadeleler için kişi ve kurumlara verilen "Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Ödülü"nü İstanbul LGBTT'den Şevval Kılıç ile Ebru Kıran aldı.
Etkinlikler kapsamında 80'lerde Lubunya Olmak kitabının tanıtımı yapıldı. Pembe Hayat LGBTT Derneği üyesi Belgin Çelik ve Ahu Sezen 80'lerde trans bireylerin deneyimlerini aktardılar.
İzmir Siyah Pembe Üçgen Derneği tarafından dört yıldır yapılan etkinlikler atölyeler, forum, sergi, film gösterimleri yapıldı. Nefret Suçlarıyla Mücadele Yürüyüşü ile etkinlik tamamlandı.
Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası nedir?
Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası, 2009 yılından beri her sene gerçekleştiriliyor. Haftaya adını veren Baki Koşar, nefret cinayeti sonucu yaşamını yitiren bir eşcinsel gazeteci-yazar.
Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası, ilk sene ulusal düzeyde katılımcılarla LGBT hareketinden doğru nefret suçları alanına bir giriş yaptı. Bu konuda hafta boyunca film gösterimleri ve paneller gerçekleştirildi.
İkinci senesinde ise ayrımcılığın her türlüsüne karşı bir duruş oluşturabilme amacıyla "Ayrımcı Tutum ve Zihniyetin Teşhiri" üst başlığını benimsedi. Bu bağlamda etnik ayrımcılıktan, militarizme, türcülükten homofobiye birçok ayrımcı zihniyet ifade özgürlüğü kapsamında irdelendi. Film gösterimleri ve paneller dışında atölye çalışmaları ve forumlarla da kamuoyunun bu konuda nabzını tutmaya çalıştı.
Aynı dönem Valilik tarafından Siyah Pembe Üçgen Derneği'ne açılan kapatma davası nedeniyle örgütlenme özgürlüğü konusunda çeşitli aktivitelerle ayrımcı tutumlar kınandı. Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği geçen yıl ise "Özgürleşme Korkusu ve İktidar" temasını 2011 yılının ana teması olarak belirlemişti.
2012 yılının teması ise "Dil" olarak belirlenmişti.
Kaynak: Bianet
"Romanlara Hakaret" Davası
"Çingene'ye beylik vermişler önce babasını asmış" sözünü kullandığı iddia edilen sendikacının yargılanmasına başlandı.
Bursa'da, yerel bir gazetedeki köşe yazısında "Çingene'ye beylik vermişler önce babasını asmış" sözünü kullandığı iddia edilen sendikacının yargılanmasına başlandı.
Bursa 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın ilk duruşmasında, "Basın yoluyla hakaret" suçundan 2 yıl 8 aya kadar hapis istemiyle hakkında dava açılan Kamu-Sen Bursa İl Temsilcisi Selçuk Türkoğlu'nun yargılanmasına başlandı. Türkoğlu, bugünkü duruşmaya katılmadı.
Duruşmaya müşteki olarak katılan Bursa Romanlar Derneği Başkanı Efkan Özçimen, sanığın yerel bir gazetedeki köşe yazısında, "Teşbihte hata olmasın, Çingene'ye beylik vermişler önce babasını asmış" şeklindeki cümlesiyle Romanlara hakaret edildiğini söyledi. Özçimen, sanığın özür dilemediği takdirde cezalandırılmasını istedi.
Mahkeme heyeti, sanığın ifadesi alınamadığı için duruşmayı erteledi.
"Basın önünde özür dilerse şikayetimizi geri çekeriz"
Özçimen, duruşma çıkışında gazetecilere yaptığı açıklamada, söz konusu köşe yazısının yayımlandığı yerel gazetenin yazı işleri müdürünün, Roman vatandaşlardan özür dilemesi üzerine hakkında yaptıkları şikayeti geri çektiklerini hatırlattı.
Efkan Özçimen, şöyle konuştu:
"Biz yaptığı hatadan dolayı Selçuk Türkoğlu'nun da özür dilemesini bekliyorduk. Fakat o bunu yapmadı. Bizim kişi ya da hiçbir kuruma karşı bir husumetimiz yok. Halen basın önünde özür dilese şu an bile şikayetimizi geri çekeriz. Ayrıca bu dava bizi çok duygulandırdı. Herkes 'Böyle bir müracaat mı olur-' diye bizi eleştirmişti. Türkiye'de artık bir şeyler az da olsa değişiyor. Ben bu davanın herkese örnek olmasını, artık insanların etnik köken ayrımı yapmaktan vazgeçmelerini ümit ediyorum."
AA
Kaynak: Haberler.com
Bursa'da, yerel bir gazetedeki köşe yazısında "Çingene'ye beylik vermişler önce babasını asmış" sözünü kullandığı iddia edilen sendikacının yargılanmasına başlandı.
Bursa 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın ilk duruşmasında, "Basın yoluyla hakaret" suçundan 2 yıl 8 aya kadar hapis istemiyle hakkında dava açılan Kamu-Sen Bursa İl Temsilcisi Selçuk Türkoğlu'nun yargılanmasına başlandı. Türkoğlu, bugünkü duruşmaya katılmadı.
Duruşmaya müşteki olarak katılan Bursa Romanlar Derneği Başkanı Efkan Özçimen, sanığın yerel bir gazetedeki köşe yazısında, "Teşbihte hata olmasın, Çingene'ye beylik vermişler önce babasını asmış" şeklindeki cümlesiyle Romanlara hakaret edildiğini söyledi. Özçimen, sanığın özür dilemediği takdirde cezalandırılmasını istedi.
Mahkeme heyeti, sanığın ifadesi alınamadığı için duruşmayı erteledi.
"Basın önünde özür dilerse şikayetimizi geri çekeriz"
Özçimen, duruşma çıkışında gazetecilere yaptığı açıklamada, söz konusu köşe yazısının yayımlandığı yerel gazetenin yazı işleri müdürünün, Roman vatandaşlardan özür dilemesi üzerine hakkında yaptıkları şikayeti geri çektiklerini hatırlattı.
Efkan Özçimen, şöyle konuştu:
"Biz yaptığı hatadan dolayı Selçuk Türkoğlu'nun da özür dilemesini bekliyorduk. Fakat o bunu yapmadı. Bizim kişi ya da hiçbir kuruma karşı bir husumetimiz yok. Halen basın önünde özür dilese şu an bile şikayetimizi geri çekeriz. Ayrıca bu dava bizi çok duygulandırdı. Herkes 'Böyle bir müracaat mı olur-' diye bizi eleştirmişti. Türkiye'de artık bir şeyler az da olsa değişiyor. Ben bu davanın herkese örnek olmasını, artık insanların etnik köken ayrımı yapmaktan vazgeçmelerini ümit ediyorum."
AA
Kaynak: Haberler.com
Şemdinli Davası'nda örgüt görülmedi!
Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi, Şemdinli Davası'na ilişkin gerekçeli kararında bir örgütün varlığına dikkat çekti. Ancak örgütün kanıtlanamadığını savundu.
Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Şemdinli Davası'nda, sanık astsubaylar Ali Kaya, Özcan İldeniz ve itirafçı Veysel Ateş'e verilen cezanın gerekçeli kararı açıklandı. Kararda bir örgütün varlığına dikkat çekildi, ama kanıtlanamadı!
Hakkari'nin Şemdinli ilçesinde 9 Kasım 2005'de meydana gelen bombalı saldırıyla ilgili sanıklar Ali Kaya, Özcan İldeniz ile itirafçı Veysel Ateş, Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandıkları davada 10 Ocak 2012 tarihinde 39 yıl 10 ay 27'şer gün hapis cezasına çarptırılmıştı.
Mahkeme sanıklara verdiği cezayla ilgili olarak 353 sayfalık bir gerekçeli kararı açıkladı.
Gerekçeli kararda, şu ifadelere yer verildi: "Askeri bir emir komuta zinciri içinde bulunan sanıkların böylesi bir eylemi, terör eylemlerinin yoğun olarak yaşandığı bir bölgede tek başlarına planlamaları ve uygulamaları hayatın olağan akışına aykırı olup olanak dışıdır. Nitekim sanıklar Ali Kaya ve Özcan İldeniz'in olay gününe ilişkin görevlendirme yazısına göre, '9 Kasım günü saat 08.00'den itibaren Yüksekova ve Şemdinli ilçeleri bölgesinde bulunan örgüt mensupları hakkında bilgi elde etmek, istihbari ve operasyonel faaliyetlerde bulunmak ve kendilerine gereken yardım ve kolaylığı sağlamak üzere görevlendirildikleri' görülmektedir."
Gerekçeli kararda suç konusu olayın niteliği itibariyle ülke genelinde ve bölgedeki diğer kamu görevlilerini de kapsayacak ölçüde çok yönlü araştırılması gerektiği, yargılama safhasında olayın arkasındaki ilişkilerin çözülmesi mümkün olmadığı vurgulanarak şu ifadelere yer verildi: "Soruşturma ve kovuşturma aşamalarındaki bu kişilerin varlığı tespit edilmemiş ve kendilerine ulaşılamamıştır. İzah edilen örgütü kuran, yöneten ve sanıklar dışında örgüte üye olan ve diğer kişilerin tespit edilip, yargı önüne çıkarılmaları görevi devletin yetkili organlarındadır."
'HUKUK İHLAL EDİLDİ'
Sanıkların bölgede hukuk dışı keyfi eylemlerini sürdürme amacında oldukları anlaşıldığı ifade edilerek, "Terörle mücadele adı altında da olsa açıklandığı gibi hukuk dışı bir örgütlenme ile devletin meşru güçleri gibi güç kullanarak yürürlükteki yasalar yerine kendi güç ve kuralları ile sözde yasalar oluşturmak devleti, hukuk devleti olmaktan çıkarmaktır. Bu koşullarda da güçlünün sözünün geçtiği, nerede başlayıp nerede sona ereceği belli olmayan her türlü yasa dışılığın egemen olduğu bir sistem oluşacağı, sonuçta vatandaş-devlet ilişkisinde hukuk kuralları yerine korku ve kaygının geçerli olacağı, bunun ise bir anayasa ve yasa ihlali olmanın ötesinde tam bir hukuk ihlali niteliği taşıyacaktır" denildi.
Kararda, jandarma teşkilatında istihbaratçı astsubay olarak görevli olan sanıkların icra ettikleri görev içinde bulunan astlık ve üstlük ilişkisi, konumları ile iç disiplin karşısında örgüt içinde yalnız olamayacakları belirtildi. Böyle bir eylemi kendilerinden rütbe olarak yüksek olan görevlilerin himayesi ve katılımı olmadan işlemeyecekleri gözetildiğinde sanıkların örgüt kurmak değil, kurulan örgüte üye olmak ve amaçları doğrultusunda faaliyette bulunmak suçunu işledikleri vurgulandı.
Kaynak: ETHA
Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Şemdinli Davası'nda, sanık astsubaylar Ali Kaya, Özcan İldeniz ve itirafçı Veysel Ateş'e verilen cezanın gerekçeli kararı açıklandı. Kararda bir örgütün varlığına dikkat çekildi, ama kanıtlanamadı!
Hakkari'nin Şemdinli ilçesinde 9 Kasım 2005'de meydana gelen bombalı saldırıyla ilgili sanıklar Ali Kaya, Özcan İldeniz ile itirafçı Veysel Ateş, Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandıkları davada 10 Ocak 2012 tarihinde 39 yıl 10 ay 27'şer gün hapis cezasına çarptırılmıştı.
Mahkeme sanıklara verdiği cezayla ilgili olarak 353 sayfalık bir gerekçeli kararı açıkladı.
Gerekçeli kararda, şu ifadelere yer verildi: "Askeri bir emir komuta zinciri içinde bulunan sanıkların böylesi bir eylemi, terör eylemlerinin yoğun olarak yaşandığı bir bölgede tek başlarına planlamaları ve uygulamaları hayatın olağan akışına aykırı olup olanak dışıdır. Nitekim sanıklar Ali Kaya ve Özcan İldeniz'in olay gününe ilişkin görevlendirme yazısına göre, '9 Kasım günü saat 08.00'den itibaren Yüksekova ve Şemdinli ilçeleri bölgesinde bulunan örgüt mensupları hakkında bilgi elde etmek, istihbari ve operasyonel faaliyetlerde bulunmak ve kendilerine gereken yardım ve kolaylığı sağlamak üzere görevlendirildikleri' görülmektedir."
Gerekçeli kararda suç konusu olayın niteliği itibariyle ülke genelinde ve bölgedeki diğer kamu görevlilerini de kapsayacak ölçüde çok yönlü araştırılması gerektiği, yargılama safhasında olayın arkasındaki ilişkilerin çözülmesi mümkün olmadığı vurgulanarak şu ifadelere yer verildi: "Soruşturma ve kovuşturma aşamalarındaki bu kişilerin varlığı tespit edilmemiş ve kendilerine ulaşılamamıştır. İzah edilen örgütü kuran, yöneten ve sanıklar dışında örgüte üye olan ve diğer kişilerin tespit edilip, yargı önüne çıkarılmaları görevi devletin yetkili organlarındadır."
'HUKUK İHLAL EDİLDİ'
Sanıkların bölgede hukuk dışı keyfi eylemlerini sürdürme amacında oldukları anlaşıldığı ifade edilerek, "Terörle mücadele adı altında da olsa açıklandığı gibi hukuk dışı bir örgütlenme ile devletin meşru güçleri gibi güç kullanarak yürürlükteki yasalar yerine kendi güç ve kuralları ile sözde yasalar oluşturmak devleti, hukuk devleti olmaktan çıkarmaktır. Bu koşullarda da güçlünün sözünün geçtiği, nerede başlayıp nerede sona ereceği belli olmayan her türlü yasa dışılığın egemen olduğu bir sistem oluşacağı, sonuçta vatandaş-devlet ilişkisinde hukuk kuralları yerine korku ve kaygının geçerli olacağı, bunun ise bir anayasa ve yasa ihlali olmanın ötesinde tam bir hukuk ihlali niteliği taşıyacaktır" denildi.
Kararda, jandarma teşkilatında istihbaratçı astsubay olarak görevli olan sanıkların icra ettikleri görev içinde bulunan astlık ve üstlük ilişkisi, konumları ile iç disiplin karşısında örgüt içinde yalnız olamayacakları belirtildi. Böyle bir eylemi kendilerinden rütbe olarak yüksek olan görevlilerin himayesi ve katılımı olmadan işlemeyecekleri gözetildiğinde sanıkların örgüt kurmak değil, kurulan örgüte üye olmak ve amaçları doğrultusunda faaliyette bulunmak suçunu işledikleri vurgulandı.
Kaynak: ETHA
Aliağa Cezaevi'nde tutuklulara baskı
Aliağa Cezaevi'nde inşaatı bitmeden sevk edilen tutuklulara tecrit içinde tecrit uygulanıyor. Politik tutuklulara, haftalardır günlük gazete, televizyon ve radyo verilmedi.
Aliağa Cezaevi'nde inşaatı bitmeden sevk edilen tutuklulara tecrit içinde tecrit uygulanıyor. Politik tutuklulara, haftalardır günlük gazete, televizyon ve radyo verilmedi. Kadın tutuklular, cezaevine sevk sırasında "ince arama" adı altında çırılçıplak soyularak aranmak istendi.
Aliağa'da yapılan kompleks cezaevinin, 2012 yılının Haziran ayında açılması amaçlanıyordu. Ancak, cezaevinin inşaatı bitmeden, hem yeni tutuklanan kişiler hem de Bergama ve Buca cezaevlerinden tutuklular, Aliağa'ya sevk edilmeye başlandı.
Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) İstanbul İl Başkanı Hülya Gerçek ile İzmir İl Başkanı Meliha Kayacı da bu cezaevine konuldu. İki kadın tutuklunun ailelerinden alınan bilgiye göre, tutuklulara, cezaevine girişte çıplak arama dayatıldı, ayakkabıları da çıkarılmak istendi. Ancak kadın tutuklular, uygulamayı kabul etmedi.
11 Şubat gününden bu yana tutuklulara, günlük gazeteler verilmedi. Ayrıca, televizyon ve radyo satın alma talebi de karşılanmadı. Diğer cezaevlerinde bulunmayan kitap sınırlaması da Aliağa Cezaevi'nde uygulamada. Ailelerin, götürdüğü kıyafetler de tutuklulara verilmiyor.
Aileler, yaşananları, F tipi cezaevlerinde ilk yıllarda uygulanan baskılara benzetiyor, "Yakınlarımıza, tecrit içinde tecrit uygulanıyor" diyor.
Kaynak: ETHA
Aliağa Cezaevi'nde inşaatı bitmeden sevk edilen tutuklulara tecrit içinde tecrit uygulanıyor. Politik tutuklulara, haftalardır günlük gazete, televizyon ve radyo verilmedi. Kadın tutuklular, cezaevine sevk sırasında "ince arama" adı altında çırılçıplak soyularak aranmak istendi.
Aliağa'da yapılan kompleks cezaevinin, 2012 yılının Haziran ayında açılması amaçlanıyordu. Ancak, cezaevinin inşaatı bitmeden, hem yeni tutuklanan kişiler hem de Bergama ve Buca cezaevlerinden tutuklular, Aliağa'ya sevk edilmeye başlandı.
Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) İstanbul İl Başkanı Hülya Gerçek ile İzmir İl Başkanı Meliha Kayacı da bu cezaevine konuldu. İki kadın tutuklunun ailelerinden alınan bilgiye göre, tutuklulara, cezaevine girişte çıplak arama dayatıldı, ayakkabıları da çıkarılmak istendi. Ancak kadın tutuklular, uygulamayı kabul etmedi.
11 Şubat gününden bu yana tutuklulara, günlük gazeteler verilmedi. Ayrıca, televizyon ve radyo satın alma talebi de karşılanmadı. Diğer cezaevlerinde bulunmayan kitap sınırlaması da Aliağa Cezaevi'nde uygulamada. Ailelerin, götürdüğü kıyafetler de tutuklulara verilmiyor.
Aileler, yaşananları, F tipi cezaevlerinde ilk yıllarda uygulanan baskılara benzetiyor, "Yakınlarımıza, tecrit içinde tecrit uygulanıyor" diyor.
Kaynak: ETHA
Hocalı "Nefret" Mitingi'nin sloganına sessiz kalmayanlar iş başında: Ermeni dostumuz tehdit edildi!
Ayrımcılığın, faşizmin, yükselen linç, cinayet ve katliam savunuculuğu dalgasının dört bir tarafımızı kuşattığı ve yaygın bir “kültür” haline getirildiği bir yerde ve zamanda yaşıyoruz.
Hocalı Katliamı'nı anmak maksadı ile düzenlendiği iddia edilen ve başından sonuna nefret söylemi ve ırkçılık üzerinden yürütülen mitingin sloganı "Ermeni Yalanına Sessiz Kalma" idi. Bu sloganı dikkate alıp harekete geçenlerin, Ermenilere kinini kusmak için çoktan kolları sıvadığını görüyoruz.
Miting dağılmadan türlü bahanelerle Hrant Dink'in katledildiği Agos gazetesi'nin önüne yürümek isteyen nefret dolu kalabalığın bu isteği, güçlükle engellenebilmişti. Faşizme, ırkçılığa, Hrant'ın katillerine methiyeler düzüldüğü, halkların üzerine nefretin kusulduğu miting olaysız dağıldı ama yankıları halen sürüyor.
Toplantı, gösteri ve yürüyüşlere kapalı olduğu sürekli belirtilen Taksim Meydanı'nda toplanan kalabalığa, "birileri" tarafından ırkçı ve faşist görseller dağıtılmıştı. Bunlardan biri de "Ermeni Yalanına Sessiz Kalma" şapkaları idi... İşte o iğrenç şapkalardan biri, dün gece bir Ermeni dostumuzun bahçesine atıldı. Bu eylemin Ermenilere ve dostumuza gözdağı vermek için, onlara göz hapsinde olduklarını hissettirmek için yapıldığını çok iyi biliyoruz. Bunun için, "Hepimiz Ermeniyiz" sloganını ne amaçla haykırdığımızı asla anlayamayacak bu gruba inat, "Yaşasın Halkların Kardeşliği" diyoruz.
Halkların kardeşliğinin ne olduğunu asla anlayamayacak kadar sabit fikirli bir kalabalıktan oluşan ve bu şiarı vatan hainliği ile tanımlayan bu mitingin, Hocalı Katliamı'nı anmak için yapıldığı iddia edilmiştir ancak bir soykırımın, insanlık ayıbının, ırkçı ve faşizan nefret söylemleriyle anılmasının mümkün olmadığı gözlerden kaçırılmıştır. Bu nefret mitingi, faşistlerin, kinlerini Ermenilerin üzerine boca etmesine sahne olmuş ve Hocalı Katliamı, Ermeni Soykırımı'nın üstünü kapatmak ve Ermeni Soykırımı'nı gündemden düşürmek için kullanılmıştır.
Hocalı'da yaşananlar Ermenistan devletinin soykırımıdır ancak Hocalı katliamı, Osmanlı devletinin Ermenilere uyguladığı soykırımın üstünü hiçbir şekilde kapayamaz. Türkiye'de ise tehcirci, imhacı zihniyetin halen süregeldiğini günümüz koşullarından çok iyi bilmekteyiz. Aslında bütün devletler soykırımcı ve katliamcıdır. Zaten devlet dediğimiz yapı belli bir ırkı yücelterek, diğer ırkları yok sayarak, inkâr ederek, belli bir ayrımcılığı temel alarak kendisini var eder. Halklar ise devletlerin iktidar oyunlarıyla tarihte ve günümüzde birbirine düşman edilmiş ve edilmektedir.
Organizasyonunun kime ait olduğu dahi bilinmeyen ve İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in de Ermenilere yönelik nefret dolu pankartlar önünde, kana susamış kalabalığa seslendiği miting, mitinge hakim olan söylem ve görseller yanında, bunlara hiçbir şekilde müdahale edilmemesi sebebiyle hiç de masum bir anma etkinliği değildir. Bu coğrafyada daha dün gibi hatırladığımız cinayetler, katliamlar yine nefret saçan bu güruhun marifetleridir. Bu nedenle, bu mitingde olup bitenler, bu mitinge hakim olan nefret söylemi, geçmişte yaşanan bu katliamların bugün de yaşanabileceğinin apaçık bir göstergesidir.
Taksim Meydanı'nda Ermenileri "piç" olarak tanımlayıp "kendilerince" aşağılayan, Hrant'ın katili Ogün Samast'ı kahraman olarak yücelten bu zihniyeti onaylayan devlet erkânının ve bürokratların mitinge teşrifi, faşizmin Türkiye'de devlet eliyle tırmandırıldığını göstermektedir. Bu mitingle, insanlar Ermenilere karşı "harekete geçmeye" teşvik edilmiş, yoğun bir şekilde nefret suçu işlenmiştir. Bu nefret suçunu işleyen zihniyetin, çok yakın tarihlerde bu memlekette ne gibi cinayetlere, katliamlara neden olduğunu, halklar arasındaki kardeşlik bağını nasıl budamaya çalıştığını unutmadık.
Ermeni dostumuza yönelik tehdit eylemini gerçekleştiren ve Hocalı'yı anmak için toplandığını iddia edip nefret suçu işlemekte sakınca görmeyen zavallı zihniyeti ve daha en başından bir nefret eylemine dönüşeceği belli olan mitinge katılan ve destekleyen İçişleri Bakanı'nı, İstanbul Valisi'ni ve tüm siyasî partileri kınıyor, faşizme inat bir kez daha "Hepimiz Ermeniyiz" diyoruz. Çünkü aramıza sokulmuş sahte düşmanlığa kananlar birbirlerini kırıp geçirirken, çeşitli iktidar odakları egemenliklerini daim kılacak bu kanlı senaryoları kuytu köşelerinden sevinerek izliyor. Onları sevindirmemek için 1915'te bütün Anadolu'da, 1926 - 1930'da Ağrı'da, 1934'te Trakya'da, 1938'de Dersim'de, 1955'te İstanbul'da, 1978'de Maraş ve Çorum'da, 1992'de Hocalı'da, 1993'te Sivas'ta ve Almanya Solingen'de, tam 5 yıl önce de Agos'un önünde, 2010'da Manisa Selendi'de, 2011'de Tokat'ta, Roboski'de... Hangi ırka mensup olunursa olunsun, nerede yaşanmış olursa olsun linçlerde, cinayetlerde, katliamlarda, soykırımlarda her zaman "Hepimiz ....'yiz" diye haykırdık ve haykıracağız.
Bu coğrafyada faşizmin yükselişine, nefret suçlarının artmasına, kısacası endişe ile izlediğimiz bu gidişata şaşıramıyoruz, ancak öfke ile izliyoruz. Kirli oyunlar dahilinde bir kişinin daha harcanmasına da, eskiden olduğu gibi sessiz kalmayacağımızı ısrarla beyan ediyoruz. Bizler, yarın hiç dilemediğimiz ve deli gibi korktuğumuz kem bir sonun ardından, yine “Hepimiz ......’yız” diye yollara dökülmemek için, egemen toplumun "öteki"leri henüz burada ve bizimleyken onlarla yan yana durmaya, dayanışmaya devam edeceğiz.
Yeryüzüne Özgürlük Derneği
Hocalı Katliamı'nı anmak maksadı ile düzenlendiği iddia edilen ve başından sonuna nefret söylemi ve ırkçılık üzerinden yürütülen mitingin sloganı "Ermeni Yalanına Sessiz Kalma" idi. Bu sloganı dikkate alıp harekete geçenlerin, Ermenilere kinini kusmak için çoktan kolları sıvadığını görüyoruz.
Miting dağılmadan türlü bahanelerle Hrant Dink'in katledildiği Agos gazetesi'nin önüne yürümek isteyen nefret dolu kalabalığın bu isteği, güçlükle engellenebilmişti. Faşizme, ırkçılığa, Hrant'ın katillerine methiyeler düzüldüğü, halkların üzerine nefretin kusulduğu miting olaysız dağıldı ama yankıları halen sürüyor.
Toplantı, gösteri ve yürüyüşlere kapalı olduğu sürekli belirtilen Taksim Meydanı'nda toplanan kalabalığa, "birileri" tarafından ırkçı ve faşist görseller dağıtılmıştı. Bunlardan biri de "Ermeni Yalanına Sessiz Kalma" şapkaları idi... İşte o iğrenç şapkalardan biri, dün gece bir Ermeni dostumuzun bahçesine atıldı. Bu eylemin Ermenilere ve dostumuza gözdağı vermek için, onlara göz hapsinde olduklarını hissettirmek için yapıldığını çok iyi biliyoruz. Bunun için, "Hepimiz Ermeniyiz" sloganını ne amaçla haykırdığımızı asla anlayamayacak bu gruba inat, "Yaşasın Halkların Kardeşliği" diyoruz.
Halkların kardeşliğinin ne olduğunu asla anlayamayacak kadar sabit fikirli bir kalabalıktan oluşan ve bu şiarı vatan hainliği ile tanımlayan bu mitingin, Hocalı Katliamı'nı anmak için yapıldığı iddia edilmiştir ancak bir soykırımın, insanlık ayıbının, ırkçı ve faşizan nefret söylemleriyle anılmasının mümkün olmadığı gözlerden kaçırılmıştır. Bu nefret mitingi, faşistlerin, kinlerini Ermenilerin üzerine boca etmesine sahne olmuş ve Hocalı Katliamı, Ermeni Soykırımı'nın üstünü kapatmak ve Ermeni Soykırımı'nı gündemden düşürmek için kullanılmıştır.
Hocalı'da yaşananlar Ermenistan devletinin soykırımıdır ancak Hocalı katliamı, Osmanlı devletinin Ermenilere uyguladığı soykırımın üstünü hiçbir şekilde kapayamaz. Türkiye'de ise tehcirci, imhacı zihniyetin halen süregeldiğini günümüz koşullarından çok iyi bilmekteyiz. Aslında bütün devletler soykırımcı ve katliamcıdır. Zaten devlet dediğimiz yapı belli bir ırkı yücelterek, diğer ırkları yok sayarak, inkâr ederek, belli bir ayrımcılığı temel alarak kendisini var eder. Halklar ise devletlerin iktidar oyunlarıyla tarihte ve günümüzde birbirine düşman edilmiş ve edilmektedir.
Organizasyonunun kime ait olduğu dahi bilinmeyen ve İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in de Ermenilere yönelik nefret dolu pankartlar önünde, kana susamış kalabalığa seslendiği miting, mitinge hakim olan söylem ve görseller yanında, bunlara hiçbir şekilde müdahale edilmemesi sebebiyle hiç de masum bir anma etkinliği değildir. Bu coğrafyada daha dün gibi hatırladığımız cinayetler, katliamlar yine nefret saçan bu güruhun marifetleridir. Bu nedenle, bu mitingde olup bitenler, bu mitinge hakim olan nefret söylemi, geçmişte yaşanan bu katliamların bugün de yaşanabileceğinin apaçık bir göstergesidir.
Taksim Meydanı'nda Ermenileri "piç" olarak tanımlayıp "kendilerince" aşağılayan, Hrant'ın katili Ogün Samast'ı kahraman olarak yücelten bu zihniyeti onaylayan devlet erkânının ve bürokratların mitinge teşrifi, faşizmin Türkiye'de devlet eliyle tırmandırıldığını göstermektedir. Bu mitingle, insanlar Ermenilere karşı "harekete geçmeye" teşvik edilmiş, yoğun bir şekilde nefret suçu işlenmiştir. Bu nefret suçunu işleyen zihniyetin, çok yakın tarihlerde bu memlekette ne gibi cinayetlere, katliamlara neden olduğunu, halklar arasındaki kardeşlik bağını nasıl budamaya çalıştığını unutmadık.
Ermeni dostumuza yönelik tehdit eylemini gerçekleştiren ve Hocalı'yı anmak için toplandığını iddia edip nefret suçu işlemekte sakınca görmeyen zavallı zihniyeti ve daha en başından bir nefret eylemine dönüşeceği belli olan mitinge katılan ve destekleyen İçişleri Bakanı'nı, İstanbul Valisi'ni ve tüm siyasî partileri kınıyor, faşizme inat bir kez daha "Hepimiz Ermeniyiz" diyoruz. Çünkü aramıza sokulmuş sahte düşmanlığa kananlar birbirlerini kırıp geçirirken, çeşitli iktidar odakları egemenliklerini daim kılacak bu kanlı senaryoları kuytu köşelerinden sevinerek izliyor. Onları sevindirmemek için 1915'te bütün Anadolu'da, 1926 - 1930'da Ağrı'da, 1934'te Trakya'da, 1938'de Dersim'de, 1955'te İstanbul'da, 1978'de Maraş ve Çorum'da, 1992'de Hocalı'da, 1993'te Sivas'ta ve Almanya Solingen'de, tam 5 yıl önce de Agos'un önünde, 2010'da Manisa Selendi'de, 2011'de Tokat'ta, Roboski'de... Hangi ırka mensup olunursa olunsun, nerede yaşanmış olursa olsun linçlerde, cinayetlerde, katliamlarda, soykırımlarda her zaman "Hepimiz ....'yiz" diye haykırdık ve haykıracağız.
Bu coğrafyada faşizmin yükselişine, nefret suçlarının artmasına, kısacası endişe ile izlediğimiz bu gidişata şaşıramıyoruz, ancak öfke ile izliyoruz. Kirli oyunlar dahilinde bir kişinin daha harcanmasına da, eskiden olduğu gibi sessiz kalmayacağımızı ısrarla beyan ediyoruz. Bizler, yarın hiç dilemediğimiz ve deli gibi korktuğumuz kem bir sonun ardından, yine “Hepimiz ......’yız” diye yollara dökülmemek için, egemen toplumun "öteki"leri henüz burada ve bizimleyken onlarla yan yana durmaya, dayanışmaya devam edeceğiz.
Yeryüzüne Özgürlük Derneği
Askeri cezaevinde öldürmek serbest
Murat Polat'ın askeri cezaevinde işkenceyle öldürülmesinin ardından açılan dava cezasızlıkla sonuçlandı.
Murat Polat adlı genç, Adana 6. Kolordu Komutanlığı 1. Sınıf Cezaevi'ne gördüğü işkence sonucu yaşamını yitirdi. Olayın ardından komutanların da içinde olduğu askerler hakkında "işkence" suçundan dava açıldı. Ancak 5 yıllık yargılama sonunda, işkence yine cezasız kaldı.
Murat Polat, 27 Haziran 2005 tarihinde, "hırsızlığa teşebbüs ettiği" iddiasıyla tutuklanarak Adana 6. Kolordu Komutanlığı 1. Sınıf Cezaevi'ne konuldu. Cezaevine kabul sırasında gardiyanlar tarafından cop ve sopayla dövülen Polat, komaya girdi. Bir ay hastanede yoğun bakımda tutulan genç, yaşamını yitirdi. Hazırlanan otopsi raporu, Murat Polat'ın aldığı darbeler sonucunda komaya girdiğini ve yaşamını yitirdiğini belgeledi.
DELİLLER KARARTILDI
Ölümün ardından soruşturma başlatan askeri savcılık, delillerin toplanması sırasında, daha önce cezaevi idaresi tarafından bir soruşturma başlatıldığını ve bu soruşturmada delillerin karartıldığını ve sahtecilik yapıldığını saptadı. Askeri savcılık ayrıca, Murat Polat'ın dövülmesinde kullanılan sopa üzerinde, isim ve tarihler de belirtilerek "şafak" yazıldığını saptayarak cezaevindeki işkence fiillerinin uzun süreden beri uygulanmakta olduğunu tespit etti.
BAŞKA ASKERLER DE İŞKENCE GÖRDÜ
Soruşturma sırasında Hasan Motu, Yener Bezek, Adil Kılıç, Mustafa Kılıç, Ahmet Sambur ve Harun Teke'nin de aralarında olduğu çok sayıda askere işkence yapıldığı ortaya çıktı.
DAVA İŞKENCEDEN AÇILDI
İşkencenin sistematik olarak uygulandığı, komutanların emir verdiği hatta bizzat kendilerinin işkence yaptığı anlaşılınca 1'i yarbay, 4'ü başçavuş toplam 30 asker hakkında "işkence” ve "neticesi sebebi ile ağırlaştırılmış işkence" suçlarından dava açıldı. 2007 yılında Adana 5.Ağır Ceza Mahkemesi'nda davanın görülmesine başlandı.
SAVCI İŞKENCEYİ GÖRMEDİ
2011 yılı Aralık ayında sanıklar hakkındaki taleplerini açıklayan savcılık, Murat Polat'ın öldürülmesi ile ilgili "işkence" nitelemesini yapmadı, "kasten adam öldürme" suçunu düzenleyen TCK'nın 81. maddesinden ceza istedi. Bu cezalandırma talebi de, iddianamenin aksine sadece gardiyan Hüseyin Güldaşı hakkında yapıldı, diğer komutanlar ve gardiyanların söz konusu suç bakımından beraati istendi. Savcılık, diğer sanıklar hakkında mağdurlara "işkence" yaptıkları gerekçesiyle ceza istedi.
MAHKEME DE İŞKENCEYİ GÖRMEDİ
Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen son duruşmada, mahkeme, sanıkların çokluğu ve iş yoğunluğu gerekçesiyle kararını sözlü olarak açıkladı. Sanıkların eylemini, "işkence" olarak görmedi.
Mahkeme, Murat Polat'ın ölümüne neden olan işkencenin Hüseyin Güldaşı'nın "bireysel eylemi" olduğuna karar verdi. "Kasten adam öldürme" fiilinden cezalandırılan Güldaşı hakkında "pişmanlık" indirimi de yapıldı.
Diğer sanıklar hakkında "kasten yaralama" suçundan ceza veren mahkeme, cezayı önce para cezasına çevirdi, ardından da erteledi.
AVUKATLARDAN AÇIKLAMA
Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesi adına süreci takip eden avukatlar Şule Arslan Hızal ve Hülya Üçpınar, "Mahkemenin bu kararı yürek sızlatan bir karardır. 'İşkenceye sıfır tolerans' söyleminin ardında yatan gerçek Adana 5.Ağır Ceza Mahkemesi kararında da görüldüğü üzere politik bir göz boyama çabasından başka bir şey değildir" dedi.
Kararın "işkencecilere cezasızlık" yaklaşımının açık ve somut bir sonucu olduğunu belirten avukatlar, şu değerlendirmelerde bulundu: "İşkence dosyaları büyük oranda 'kovuşturmaya yer olmadığı' ya da 'beraat' kararlarıyla veya 'zamanaşımı' ile sonuçlanmaktadır. Açılan davalarda 'işkence' nitelemesine rastlamak son derece zordur; açılan davalardaki atılı suç, bugünkü kararda da olduğu gibi, çok az bir ceza gerektiren, paraya çevrilmesi mümkün olan, hükmün açımlanması geri bırakılabilen 'zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama'dır. Nitekim bu dosyada da görüldüğü gibi işkenceciler halen yargı eliyle korunmakta, işkence mağdurları halen acılarıyla baş başa bırakılmaktadır. Adalet arayışları sırasında yaşanan bu cezasızlık olgusu da mağdurların, maruz kaldıkları fiziksel ve ruhsal travmanın derinleşmesinden başka bir şeyle sonuçlanmamaktadır."
Avukatlar, mahkemenin kararını temyiz edeceklerini ve sürecin takipçisi olacaklarını duyurdu.
Kaynak: ETHA
Murat Polat adlı genç, Adana 6. Kolordu Komutanlığı 1. Sınıf Cezaevi'ne gördüğü işkence sonucu yaşamını yitirdi. Olayın ardından komutanların da içinde olduğu askerler hakkında "işkence" suçundan dava açıldı. Ancak 5 yıllık yargılama sonunda, işkence yine cezasız kaldı.
Murat Polat, 27 Haziran 2005 tarihinde, "hırsızlığa teşebbüs ettiği" iddiasıyla tutuklanarak Adana 6. Kolordu Komutanlığı 1. Sınıf Cezaevi'ne konuldu. Cezaevine kabul sırasında gardiyanlar tarafından cop ve sopayla dövülen Polat, komaya girdi. Bir ay hastanede yoğun bakımda tutulan genç, yaşamını yitirdi. Hazırlanan otopsi raporu, Murat Polat'ın aldığı darbeler sonucunda komaya girdiğini ve yaşamını yitirdiğini belgeledi.
DELİLLER KARARTILDI
Ölümün ardından soruşturma başlatan askeri savcılık, delillerin toplanması sırasında, daha önce cezaevi idaresi tarafından bir soruşturma başlatıldığını ve bu soruşturmada delillerin karartıldığını ve sahtecilik yapıldığını saptadı. Askeri savcılık ayrıca, Murat Polat'ın dövülmesinde kullanılan sopa üzerinde, isim ve tarihler de belirtilerek "şafak" yazıldığını saptayarak cezaevindeki işkence fiillerinin uzun süreden beri uygulanmakta olduğunu tespit etti.
BAŞKA ASKERLER DE İŞKENCE GÖRDÜ
Soruşturma sırasında Hasan Motu, Yener Bezek, Adil Kılıç, Mustafa Kılıç, Ahmet Sambur ve Harun Teke'nin de aralarında olduğu çok sayıda askere işkence yapıldığı ortaya çıktı.
DAVA İŞKENCEDEN AÇILDI
İşkencenin sistematik olarak uygulandığı, komutanların emir verdiği hatta bizzat kendilerinin işkence yaptığı anlaşılınca 1'i yarbay, 4'ü başçavuş toplam 30 asker hakkında "işkence” ve "neticesi sebebi ile ağırlaştırılmış işkence" suçlarından dava açıldı. 2007 yılında Adana 5.Ağır Ceza Mahkemesi'nda davanın görülmesine başlandı.
SAVCI İŞKENCEYİ GÖRMEDİ
2011 yılı Aralık ayında sanıklar hakkındaki taleplerini açıklayan savcılık, Murat Polat'ın öldürülmesi ile ilgili "işkence" nitelemesini yapmadı, "kasten adam öldürme" suçunu düzenleyen TCK'nın 81. maddesinden ceza istedi. Bu cezalandırma talebi de, iddianamenin aksine sadece gardiyan Hüseyin Güldaşı hakkında yapıldı, diğer komutanlar ve gardiyanların söz konusu suç bakımından beraati istendi. Savcılık, diğer sanıklar hakkında mağdurlara "işkence" yaptıkları gerekçesiyle ceza istedi.
MAHKEME DE İŞKENCEYİ GÖRMEDİ
Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen son duruşmada, mahkeme, sanıkların çokluğu ve iş yoğunluğu gerekçesiyle kararını sözlü olarak açıkladı. Sanıkların eylemini, "işkence" olarak görmedi.
Mahkeme, Murat Polat'ın ölümüne neden olan işkencenin Hüseyin Güldaşı'nın "bireysel eylemi" olduğuna karar verdi. "Kasten adam öldürme" fiilinden cezalandırılan Güldaşı hakkında "pişmanlık" indirimi de yapıldı.
Diğer sanıklar hakkında "kasten yaralama" suçundan ceza veren mahkeme, cezayı önce para cezasına çevirdi, ardından da erteledi.
AVUKATLARDAN AÇIKLAMA
Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesi adına süreci takip eden avukatlar Şule Arslan Hızal ve Hülya Üçpınar, "Mahkemenin bu kararı yürek sızlatan bir karardır. 'İşkenceye sıfır tolerans' söyleminin ardında yatan gerçek Adana 5.Ağır Ceza Mahkemesi kararında da görüldüğü üzere politik bir göz boyama çabasından başka bir şey değildir" dedi.
Kararın "işkencecilere cezasızlık" yaklaşımının açık ve somut bir sonucu olduğunu belirten avukatlar, şu değerlendirmelerde bulundu: "İşkence dosyaları büyük oranda 'kovuşturmaya yer olmadığı' ya da 'beraat' kararlarıyla veya 'zamanaşımı' ile sonuçlanmaktadır. Açılan davalarda 'işkence' nitelemesine rastlamak son derece zordur; açılan davalardaki atılı suç, bugünkü kararda da olduğu gibi, çok az bir ceza gerektiren, paraya çevrilmesi mümkün olan, hükmün açımlanması geri bırakılabilen 'zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama'dır. Nitekim bu dosyada da görüldüğü gibi işkenceciler halen yargı eliyle korunmakta, işkence mağdurları halen acılarıyla baş başa bırakılmaktadır. Adalet arayışları sırasında yaşanan bu cezasızlık olgusu da mağdurların, maruz kaldıkları fiziksel ve ruhsal travmanın derinleşmesinden başka bir şeyle sonuçlanmamaktadır."
Avukatlar, mahkemenin kararını temyiz edeceklerini ve sürecin takipçisi olacaklarını duyurdu.
Kaynak: ETHA
İHD: 28 Şubat'ı AİHM mi Yargılayacak?
İnsan Hakları Derneği, 28 Şubat postmodern darbe döneminde, derneklerinin basılması ve dernek Başkanı Akın Birdal'ın vurulması ile ilgili AİHM'e de intikal eden olayın sorumluların yargılanmasını talep etti.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Merkezi, 28 Şubat 1997 "post modern" darbesinden sonra dernek Başkanı Akın Birdal'ın vurulmasıyla sonuçlanan karalama kampanyasının sorumlularının yargılanmasını istedi.
İHD, bugüne kadar konuyla ilgili açılan soruşturmaların tekrar açılarak kamu davasına dönmesi halinde Akın Birdal'ın konuyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurusunu geri çekeceğini belirtti.
Birdal, Hürriyet ve Sabah gazetelerinde yayınlanan ve içerisinde adının geçtiği "andıç"ın yayınlanmasından 12 gün sonra, 12 Mayıs 1998'de silahlı saldırıya uğramıştı.
O dönem Sabah'ın Yazıişleri Müdürü olan Ergun Babahan, 2002'de Nuriye Akman'a andıçı yayınlama sürecinde Hürriyet'le anlaşma yaptıklarını, bundan andıçta ismi geçen Mehmet Ali Birand ile Cengiz Çandar'ın da haberdar olduğunu söylemişti.
* Nisan 1998'de, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik'in onayladığı Andıç belgesinde HADEP, İHD, Fazilet Partisi, Belediye Başkanları, iş insanları ve gazetecilerin kamuoyu önünde yıpratılması, itibarlarının düşürülmesi ve kurumların kapatılmasına kadar giden sürecin hazırlanması gibi ayrıntılı bilgiler yer alıyor.
* Bu belge Kasım 2000'de Genel Kurmay Başkanlığı tarafından resmen kabul edildi.
Gazeteler özür dilemeli
* O dönem Şemdin Sakık'a atfen yalan yanlış birçok beyan gerçekmiş gibi gazete ve televizyonlarda yayınlanmaya başlandı.
* Bu yayınlardan hemen sonra halen yasa dışı silahlı Ergenekon örgütünden yargılanan bazı kişilerin de içinde olduğu bir grup tarafından 12 Mayıs 1998'de İHD Genel Merkezi basıldı.
* İHD Genel Başkanı Akın Birdal'a silahlı saldırıda bulunuldu. Birdal ölmedi; Şemdin Sakık, yargılandığı davada böyle beyanlar vermediğini özellikle belirti.
* O dönem Akın Birdal tarafından yazılı ve görsel medyada çıkan yayınlar nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunuldu; ancak takipsizlik kararı verildi.
İHD, dernekleri ve Birdal ile gazeteci arkadaşları hakkında o dönem karalama faaliyetinde bulunan gazetelerin ve onların yayın yönetmenlerinin de özür dilemesi gerektiğini belirtti.
Kovuşturmaya yer yok dendi
* 3 Kasım 2000'de Genel Kurmay Başkanlığının açıklamasıyla Andıç belgesi resmen kabul edilmesine rağmen bu belgeyi hazırlayan ve uygulamaya koyan kişiler hakkında hiçbir soruşturma açılmadı. Askeri Savcılığa yapılan suç duyurularından sonuç alınamadı.
* Askerlerin sivil yargıda yargılanmasının önünün açılmasıyla İHD ve Akın Birdal 2009'da Çevik Bir hakkında suç duyurusunda bulundu. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildi.
* Karara itiraz ettik, o da reddildi. Bunun üzerine hak arama hakkının ihlali, adil yargılanma hakkının ihlali, örgütlenme özgürlüğünün ihlali gerekçe gösterilerek davayı AİHM'e taşıdık.
Kaynak: Bianet
İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Merkezi, 28 Şubat 1997 "post modern" darbesinden sonra dernek Başkanı Akın Birdal'ın vurulmasıyla sonuçlanan karalama kampanyasının sorumlularının yargılanmasını istedi.
İHD, bugüne kadar konuyla ilgili açılan soruşturmaların tekrar açılarak kamu davasına dönmesi halinde Akın Birdal'ın konuyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurusunu geri çekeceğini belirtti.
Birdal, Hürriyet ve Sabah gazetelerinde yayınlanan ve içerisinde adının geçtiği "andıç"ın yayınlanmasından 12 gün sonra, 12 Mayıs 1998'de silahlı saldırıya uğramıştı.
O dönem Sabah'ın Yazıişleri Müdürü olan Ergun Babahan, 2002'de Nuriye Akman'a andıçı yayınlama sürecinde Hürriyet'le anlaşma yaptıklarını, bundan andıçta ismi geçen Mehmet Ali Birand ile Cengiz Çandar'ın da haberdar olduğunu söylemişti.
* Nisan 1998'de, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik'in onayladığı Andıç belgesinde HADEP, İHD, Fazilet Partisi, Belediye Başkanları, iş insanları ve gazetecilerin kamuoyu önünde yıpratılması, itibarlarının düşürülmesi ve kurumların kapatılmasına kadar giden sürecin hazırlanması gibi ayrıntılı bilgiler yer alıyor.
* Bu belge Kasım 2000'de Genel Kurmay Başkanlığı tarafından resmen kabul edildi.
Gazeteler özür dilemeli
* O dönem Şemdin Sakık'a atfen yalan yanlış birçok beyan gerçekmiş gibi gazete ve televizyonlarda yayınlanmaya başlandı.
* Bu yayınlardan hemen sonra halen yasa dışı silahlı Ergenekon örgütünden yargılanan bazı kişilerin de içinde olduğu bir grup tarafından 12 Mayıs 1998'de İHD Genel Merkezi basıldı.
* İHD Genel Başkanı Akın Birdal'a silahlı saldırıda bulunuldu. Birdal ölmedi; Şemdin Sakık, yargılandığı davada böyle beyanlar vermediğini özellikle belirti.
* O dönem Akın Birdal tarafından yazılı ve görsel medyada çıkan yayınlar nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunuldu; ancak takipsizlik kararı verildi.
İHD, dernekleri ve Birdal ile gazeteci arkadaşları hakkında o dönem karalama faaliyetinde bulunan gazetelerin ve onların yayın yönetmenlerinin de özür dilemesi gerektiğini belirtti.
Kovuşturmaya yer yok dendi
* 3 Kasım 2000'de Genel Kurmay Başkanlığının açıklamasıyla Andıç belgesi resmen kabul edilmesine rağmen bu belgeyi hazırlayan ve uygulamaya koyan kişiler hakkında hiçbir soruşturma açılmadı. Askeri Savcılığa yapılan suç duyurularından sonuç alınamadı.
* Askerlerin sivil yargıda yargılanmasının önünün açılmasıyla İHD ve Akın Birdal 2009'da Çevik Bir hakkında suç duyurusunda bulundu. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildi.
* Karara itiraz ettik, o da reddildi. Bunun üzerine hak arama hakkının ihlali, adil yargılanma hakkının ihlali, örgütlenme özgürlüğünün ihlali gerekçe gösterilerek davayı AİHM'e taşıdık.
Kaynak: Bianet
Halil Savda'nın İhtiyacı, Kitap ve Avukat
Halil Savda ile hükümlü bulunduğu Doğubeyazıt Cezaevi'nde görüşen nişanlısı Eda Erdener, avukat olmadığı için kendisine kitap gönderemediklerini söyledi.
Dr. Psikolog Eda Erdener, Doğubeyazıt Kapalı Cezaevi'nde tutuklu bulunan nişanlısı vicdani retçi Halil Savda'yı bugün cezaevinde ziyaret etti.
Erdener, bianet'e yaptığı açıklamada, ağır cezaevi koşullarına ve Doğubeyazıt'ta görüşçüsünün olmamasına rağmen Savda'nın sağlık durumunun ve moralinin oldukça iyi olduğunu söyledi.
"En büyük eksik avukat"
Savda'nın tutuklandığı gün Doğubeyazıt'ta bir avukatın kendisiyle ilgilendiğini söyleyen Erdener, ancak devamlı olarak kendisiyle ilgilenebilecek bir avukata ihtiyaç duyduklarını söyledi.
"Bugün cezaevine gittiğimde Halil'in bir avukatı olsaydı, kendisine kitapları ulaştırabilecektik. Ayrıca yazdığı yazıları da ben teslim alabilecektim. Ancak Halil'le devamlı ilgilenecek bir avukat bulamadığımız için bu mümkün olmadı."
"İsrail'i protesto ettim, cezaevindeyim"
Savda'nın başka cezaevine naklinin mümkün olmadığını söyleyen Erdener, koğuşların çok sıkışık olduğunu söyledi.
"Koğuşta 16 kişi kalıyorlar. İnsanlar yerlerde yatıyormuş. Koğuşun iç kuralları gereği Halil'in de yerde yatması gerekirken, Halil'e ranzada yer vermişler. Hem mahkumlarla hem de gardiyanlarla arası şimdilik oldukça iyi. Herhangi bir kötü muamele söz konusu değil."
Görüş sırasında, Halil'in İsrail'in Lübnan'ı işgalini protesto ettiği ve İsrailli vicdani retçilere destek verdiği için cezaevinde olduğunu söylediğini aktaran Erdener, Halil'in mesajını paylaştı:
"Ben İsrail'in Lübnan'ı işgalini protesto ettiğim ve İsrailli askerlerin vicdani retlerini açıklamalarına destek verdiğim için cezaevindeyim. Okuduğum basın açıklamasında Türkiye aleyhine bir ifade de yoktu. İsrail Konsolosluğu önünde yaptığımız açıklamanın suç sayılması da Başbakan Erdoğan'ın İsrail'e rest çekmesinin çok samimi olmadığının göstergesidir."
Erdener, Savda'nın, tutuklanmasına gerekçe olarak gösterilen Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) "Halkı askerlikten soğutma" olarak tanımlanan 318. maddesini de fikir ve ifade özgürlüğü önünde ciddi bir engel olarak gördüğünü ve derhal kaldırılması gerektiğini söylediğini ifade etti.
"Askere gitme" demişti
Halil Savda, 2006'da İsrail'in Lübnan'a saldırmasını protesto etmek amacıyla İsrail Konsolosluğu önünde bir basın açıklaması okumuştu.
Okuduğu basın açıklamasında İsrailli vicdani retçilere destek amacıyla "Askere gitme" dediği için "Halkı askerlikten soğuttuğu iddiasıyla hakkında dava açılmıştı.
Dava sonucunda beş aylık hapis cezasına çarptırılan Savda, cezasının kesinleşmesi üstüne 24 Şubat'ta Doğubeyazıt'ta kaldığı bir otelde gözaltına alınmıştı.
Savda, cezası kesinleştiği için savcılık tarafından Doğubeyazıt Kapalı Cezaevi'ne gönderilmişti.
Kaynak: Bianet
Dr. Psikolog Eda Erdener, Doğubeyazıt Kapalı Cezaevi'nde tutuklu bulunan nişanlısı vicdani retçi Halil Savda'yı bugün cezaevinde ziyaret etti.
Erdener, bianet'e yaptığı açıklamada, ağır cezaevi koşullarına ve Doğubeyazıt'ta görüşçüsünün olmamasına rağmen Savda'nın sağlık durumunun ve moralinin oldukça iyi olduğunu söyledi.
"En büyük eksik avukat"
Savda'nın tutuklandığı gün Doğubeyazıt'ta bir avukatın kendisiyle ilgilendiğini söyleyen Erdener, ancak devamlı olarak kendisiyle ilgilenebilecek bir avukata ihtiyaç duyduklarını söyledi.
"Bugün cezaevine gittiğimde Halil'in bir avukatı olsaydı, kendisine kitapları ulaştırabilecektik. Ayrıca yazdığı yazıları da ben teslim alabilecektim. Ancak Halil'le devamlı ilgilenecek bir avukat bulamadığımız için bu mümkün olmadı."
"İsrail'i protesto ettim, cezaevindeyim"
Savda'nın başka cezaevine naklinin mümkün olmadığını söyleyen Erdener, koğuşların çok sıkışık olduğunu söyledi.
"Koğuşta 16 kişi kalıyorlar. İnsanlar yerlerde yatıyormuş. Koğuşun iç kuralları gereği Halil'in de yerde yatması gerekirken, Halil'e ranzada yer vermişler. Hem mahkumlarla hem de gardiyanlarla arası şimdilik oldukça iyi. Herhangi bir kötü muamele söz konusu değil."
Görüş sırasında, Halil'in İsrail'in Lübnan'ı işgalini protesto ettiği ve İsrailli vicdani retçilere destek verdiği için cezaevinde olduğunu söylediğini aktaran Erdener, Halil'in mesajını paylaştı:
"Ben İsrail'in Lübnan'ı işgalini protesto ettiğim ve İsrailli askerlerin vicdani retlerini açıklamalarına destek verdiğim için cezaevindeyim. Okuduğum basın açıklamasında Türkiye aleyhine bir ifade de yoktu. İsrail Konsolosluğu önünde yaptığımız açıklamanın suç sayılması da Başbakan Erdoğan'ın İsrail'e rest çekmesinin çok samimi olmadığının göstergesidir."
Erdener, Savda'nın, tutuklanmasına gerekçe olarak gösterilen Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) "Halkı askerlikten soğutma" olarak tanımlanan 318. maddesini de fikir ve ifade özgürlüğü önünde ciddi bir engel olarak gördüğünü ve derhal kaldırılması gerektiğini söylediğini ifade etti.
"Askere gitme" demişti
Halil Savda, 2006'da İsrail'in Lübnan'a saldırmasını protesto etmek amacıyla İsrail Konsolosluğu önünde bir basın açıklaması okumuştu.
Okuduğu basın açıklamasında İsrailli vicdani retçilere destek amacıyla "Askere gitme" dediği için "Halkı askerlikten soğuttuğu iddiasıyla hakkında dava açılmıştı.
Dava sonucunda beş aylık hapis cezasına çarptırılan Savda, cezasının kesinleşmesi üstüne 24 Şubat'ta Doğubeyazıt'ta kaldığı bir otelde gözaltına alınmıştı.
Savda, cezası kesinleştiği için savcılık tarafından Doğubeyazıt Kapalı Cezaevi'ne gönderilmişti.
Kaynak: Bianet
Müdahillik talebine red
Kadın örgütlerinin kadın cinayeti davalarına müdahil olma talepleri devam ederken, Gülay Yaşar davasındaki müdahillik talebi de reddedildi.
Eski eşi Gülay Yaşar'ı intihar süsü vererek öldürdüğü iddia edilen Muhittin Özücoşkun'un "hakaret" ve "tehdit" suçlamasıyla yargılandığı davaya devam edildi.
Gülay Yaşar'ın "tehdit" ve "hakaret" gerekçesiyle yaptığı başvuru, ölümünden sonra sonuçlanmış, Yaşar öldükten sonra Özücoşkun hakkında dava açılmıştı.
Daha önce hakkında yakalama kararı verilen Muhittin Özücoşkun, nöbetçi savcılıkta ifade vermiş ve tutuksuz yargılanmak üzere salıverilmişti.
İstanbul 29. Sulh Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmaya tutuksuz sanık Özücoşkun'un yanı sıra Gülay Yaşar'ın babası Duran Yaşar katıldı.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun bir önceki celsede yaptığı müdahillik başvurusu, suçtan doğrudan zarar görmedikleri gerekçesiyle reddedildi.
Sanık Muhittin Özücoşkun, Gülay Yaşar’ı tehdit etmediğini iddia ederek, boşandıktan sonra da görüşmeye devam ettiklerini öne sürdü.
Baba Duran Yaşar, şikayetinde ısrarcı olduğunu bildirdi. Yaşar'ın avukatı Selda Savaş, duruşma bitiminde, "Soruşturmanın başından bu yana adaletin tecelli edeceğine inancımı yitirdim. İstifa ediyorum" diyerek, duruşmadan çekildi.
Duruşma 31 Mayıs 2012 tarihine ertelendi.
Kaynak: ETHA
Eski eşi Gülay Yaşar'ı intihar süsü vererek öldürdüğü iddia edilen Muhittin Özücoşkun'un "hakaret" ve "tehdit" suçlamasıyla yargılandığı davaya devam edildi.
Gülay Yaşar'ın "tehdit" ve "hakaret" gerekçesiyle yaptığı başvuru, ölümünden sonra sonuçlanmış, Yaşar öldükten sonra Özücoşkun hakkında dava açılmıştı.
Daha önce hakkında yakalama kararı verilen Muhittin Özücoşkun, nöbetçi savcılıkta ifade vermiş ve tutuksuz yargılanmak üzere salıverilmişti.
İstanbul 29. Sulh Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmaya tutuksuz sanık Özücoşkun'un yanı sıra Gülay Yaşar'ın babası Duran Yaşar katıldı.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun bir önceki celsede yaptığı müdahillik başvurusu, suçtan doğrudan zarar görmedikleri gerekçesiyle reddedildi.
Sanık Muhittin Özücoşkun, Gülay Yaşar’ı tehdit etmediğini iddia ederek, boşandıktan sonra da görüşmeye devam ettiklerini öne sürdü.
Baba Duran Yaşar, şikayetinde ısrarcı olduğunu bildirdi. Yaşar'ın avukatı Selda Savaş, duruşma bitiminde, "Soruşturmanın başından bu yana adaletin tecelli edeceğine inancımı yitirdim. İstifa ediyorum" diyerek, duruşmadan çekildi.
Duruşma 31 Mayıs 2012 tarihine ertelendi.
Kaynak: ETHA
Hocalı mitingi nedeniyle İçişleri Bakanı'na suç duyurusu
İHD ve Halkevleri, pazar günü Hocalı Katliamı adı altında yapılan ırkçı mitingte konuşan İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ve miting tertip komitesi hakkında suç duyurusunda bulundu.
İnsan Hakları Derneği, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na Hocalı eylemindeki ırkçı konuşma ve dövizler nedeniyle İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ve miting tertip komitesi hakkında suç duyurusunda bulundu.
Çağlayan Adliyesi önünde bir araya gelen İHD İstanbul Şubesi üyeleri adına açıklama yapan Meral Çıldır, İdris Naim Şahin'in "20 yıl önce bugün, kan içiciler, katiller, acımasızlar ve merhametsizler, yüreksizler, korkaklar Hocalı'da 603 insanın kanını içtiler. O kan o gün akmıştır, ama hesabı bitmemiştir. Türk milleti yaşadıkça o kanın hesabı yapılacaktır ve sorulacaktır" şeklindeki ırkçı ve Ermeni halkını hedef gösteren konuşmasını hatırlattı.
Söz konusu mitingde yapılan konuşmalar ve atılan sloganlar ile taşınan pankartların ırkçı ve bir halkı zedeleyici olduğunda dikkat çeken Çıldır'ın açıklamasının ardından suç duyurusu dilekçeleri savcılığa verildi.
İstanbul Halkevleri yöneticilerinin oluşturduğu bir heyet de sabah saatlerinde yaptıkları açıklamanın ardından suç duyurusunda bulundu.
İstanbul Halkevleri Başkanı Özge Ozan açıklamasında, "İdris Naim Şahin'in tutumu bizi şaşırtmamıştır. Çünkü kendisi AKP faşizminin aynasıdır. 26 Şubat'ta örtülü finansmanlar, bindirilmiş kıtalar ve iktidar desteği ile örgütlenen miting bir kamuoyu tepkisi değil AKP'nin özel psikolojik harp operasyonudur. Faşizme karşı 'Yaşasın halkların kardeşliği' sloganıyla sokaklarda olacağız" dedi.
Kaynak: ETHA
İnsan Hakları Derneği, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na Hocalı eylemindeki ırkçı konuşma ve dövizler nedeniyle İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ve miting tertip komitesi hakkında suç duyurusunda bulundu.
Çağlayan Adliyesi önünde bir araya gelen İHD İstanbul Şubesi üyeleri adına açıklama yapan Meral Çıldır, İdris Naim Şahin'in "20 yıl önce bugün, kan içiciler, katiller, acımasızlar ve merhametsizler, yüreksizler, korkaklar Hocalı'da 603 insanın kanını içtiler. O kan o gün akmıştır, ama hesabı bitmemiştir. Türk milleti yaşadıkça o kanın hesabı yapılacaktır ve sorulacaktır" şeklindeki ırkçı ve Ermeni halkını hedef gösteren konuşmasını hatırlattı.
Söz konusu mitingde yapılan konuşmalar ve atılan sloganlar ile taşınan pankartların ırkçı ve bir halkı zedeleyici olduğunda dikkat çeken Çıldır'ın açıklamasının ardından suç duyurusu dilekçeleri savcılığa verildi.
İstanbul Halkevleri yöneticilerinin oluşturduğu bir heyet de sabah saatlerinde yaptıkları açıklamanın ardından suç duyurusunda bulundu.
İstanbul Halkevleri Başkanı Özge Ozan açıklamasında, "İdris Naim Şahin'in tutumu bizi şaşırtmamıştır. Çünkü kendisi AKP faşizminin aynasıdır. 26 Şubat'ta örtülü finansmanlar, bindirilmiş kıtalar ve iktidar desteği ile örgütlenen miting bir kamuoyu tepkisi değil AKP'nin özel psikolojik harp operasyonudur. Faşizme karşı 'Yaşasın halkların kardeşliği' sloganıyla sokaklarda olacağız" dedi.
Kaynak: ETHA
Hasta tutuklu Karadağ'a tahliye yok
Hasta tutuklu Yasemin Karadağ yine tahliye edilmedi.
Hasta tutuklu Yasemin Karadağ, bugün İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada tahliye edilmedi.
Duruşmaya, Karadağ'ın yanı sıra, 2'si tutuklu 4 sanıkla, sanık avukatları Oya Aslan, Ebru Timtik, Barkın Timtik ve Taylan Tanay katıldı.
Hasta tutuklu Yasemin Karadağ, Adli Tıp Kurumu'nda 2 dakikalık bir muayeneden geçirildiğini, sağlık durumunun kötüleştiğini belirterek tahliyesini talep etti. Karadağ'ın avukatı Barkın Timtik de, boyu 1.63 olan Karadağ’ın sağlık sorunları nedeniyle 1.53'e indiğini vurgulayarak, Karadağ'ın tahliye talebini yineledi.
Tutuksuz sanıklardan mahalle esnafı Gazi Nefes ise yasal bir kuruma su sattığı için yargılandığını söyledi, "Su satmak suç olur mu?" diyerek tepki gösterdi.
Heyet, 3 kişinin tutukluluğun halinin devamı yönünde karar verdi. Duruşma 12 Haziran 2012 tarihine ertelendi. Mahkeme ayrıca, aylardır Adli Tıp Kurumu'na göndermediği sağlık raporlarının gönderilmesi yönünde de karar verdi.
Duruşmayı, TAYAD üyeleri de izledi.
Kaynak: ETHA
Hasta tutuklu Yasemin Karadağ, bugün İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada tahliye edilmedi.
Duruşmaya, Karadağ'ın yanı sıra, 2'si tutuklu 4 sanıkla, sanık avukatları Oya Aslan, Ebru Timtik, Barkın Timtik ve Taylan Tanay katıldı.
Hasta tutuklu Yasemin Karadağ, Adli Tıp Kurumu'nda 2 dakikalık bir muayeneden geçirildiğini, sağlık durumunun kötüleştiğini belirterek tahliyesini talep etti. Karadağ'ın avukatı Barkın Timtik de, boyu 1.63 olan Karadağ’ın sağlık sorunları nedeniyle 1.53'e indiğini vurgulayarak, Karadağ'ın tahliye talebini yineledi.
Tutuksuz sanıklardan mahalle esnafı Gazi Nefes ise yasal bir kuruma su sattığı için yargılandığını söyledi, "Su satmak suç olur mu?" diyerek tepki gösterdi.
Heyet, 3 kişinin tutukluluğun halinin devamı yönünde karar verdi. Duruşma 12 Haziran 2012 tarihine ertelendi. Mahkeme ayrıca, aylardır Adli Tıp Kurumu'na göndermediği sağlık raporlarının gönderilmesi yönünde de karar verdi.
Duruşmayı, TAYAD üyeleri de izledi.
Kaynak: ETHA
Deşifre Edilecekler!
Kent Hareketleri, başlattığı imza kampanyasında, ekolojiyi, kültürel mirası yok edecek, insanları yerlerinden edecek projelere imza atan mimar, sehir plancıları ve bilim insanlarını deşifre edeceğini açıkladı.
Kent Hareketleri, mimar, şehir plancıları ve akademiye seslenerek ekolojiyi, çevreyi, kültürel mirası yok edecek insanları yerlerinden edecek projelerde yer almamalarını isteyen bir imza kampanyası başlattı.
İmza metninde, bu projelere ortak olanların teşhir edileceği belirtildi.
Küresel sermayenin tayin ettiği kentlerin planlanmasında, kent sakinlerine söz hakkı verilmediği belirtilen imza metninde bu rant kavgasına bir kısım mimar, plancı ve akademinin de katıldığı ifade edildi.
Metinde, doğayı, çevreyi, kültür varlıklarını ve tarihi değerleri hiçe sayan bu gidişata karşı, insan hak ve özgürlüklerine dayalı, hukuki güvenceleri ve katılımcı mekanizmalarıyla herkesin barış ve onur içinde yasayabileceği bir kent talep edildi.
Afet bahanesiyle spekülasyona karşı
İmza metninden satır başları:
* Kamu politikalarının, kentsel planlamanın, bütçelendirmenin ve kent süreçlerinin tasarlanmasında, uygulanmasında, izlenmesinde ve değerlendirilmesinde kent sakinlerinin katılımcılığının en yüksek karar alma seviyelerinde sağlanmasını,
* Kentin kaynaklarının toplumsal sorumluluk ile kullanılmasını, ayrımcılık yapmadan, kentin tüm sakinlerine sağlıklı ve yaşanabilir bir çevre teminini, doğal afet bahanesiyle spekülasyon ve rant amaçlı projeler yerine, bu afetlere karşı tedbirlerini alan,
* Yasal güvenliği olan emniyetli konut hakkını, kentin sakinlerini zorla tahliye ile yerinden etmeksizin garanti eden bir yönetimi, kentsel ayrışma/dışlama /zorla tahliye ve yerinden etmelere karşı hukuki yaptırım mekanizmalarını, kentteki tüm kişi ve topluluklara eşit şartlarda gelişim olanakları sağlanmasını talep ediyoruz.
Mimar, şehir plancları ve akademiye
* Ekolojiyi ve çevreyi tamir edilemez bir şekilde zarara uğratacak, yoksulluğu arttıracak, insanları yerlerinden edecek,
Somut ve somut olmayan kültürel miras değerlerini, çok-sınıflı kamusal alanları ve kent meydanlarını, kamusal binalar ile kentin hafıza mekânlarını yok edecek projelerde yer almamaları, bunları gerçekleştiren tüm projelere de karşı çıkmaları çağrısında bulunuyoruz.
Kent Hareketlerine bu adresten ulaşılabilir.
Ayrıca facebook sayfasından da takip edebilirsiniz.
Kent Hareketlerinin "Kürsü Senin İstanbul" eylemi için tıklayınız.
Kaynak: Bianet
Kent Hareketleri, mimar, şehir plancıları ve akademiye seslenerek ekolojiyi, çevreyi, kültürel mirası yok edecek insanları yerlerinden edecek projelerde yer almamalarını isteyen bir imza kampanyası başlattı.
İmza metninde, bu projelere ortak olanların teşhir edileceği belirtildi.
Küresel sermayenin tayin ettiği kentlerin planlanmasında, kent sakinlerine söz hakkı verilmediği belirtilen imza metninde bu rant kavgasına bir kısım mimar, plancı ve akademinin de katıldığı ifade edildi.
Metinde, doğayı, çevreyi, kültür varlıklarını ve tarihi değerleri hiçe sayan bu gidişata karşı, insan hak ve özgürlüklerine dayalı, hukuki güvenceleri ve katılımcı mekanizmalarıyla herkesin barış ve onur içinde yasayabileceği bir kent talep edildi.
Afet bahanesiyle spekülasyona karşı
İmza metninden satır başları:
* Kamu politikalarının, kentsel planlamanın, bütçelendirmenin ve kent süreçlerinin tasarlanmasında, uygulanmasında, izlenmesinde ve değerlendirilmesinde kent sakinlerinin katılımcılığının en yüksek karar alma seviyelerinde sağlanmasını,
* Kentin kaynaklarının toplumsal sorumluluk ile kullanılmasını, ayrımcılık yapmadan, kentin tüm sakinlerine sağlıklı ve yaşanabilir bir çevre teminini, doğal afet bahanesiyle spekülasyon ve rant amaçlı projeler yerine, bu afetlere karşı tedbirlerini alan,
* Yasal güvenliği olan emniyetli konut hakkını, kentin sakinlerini zorla tahliye ile yerinden etmeksizin garanti eden bir yönetimi, kentsel ayrışma/dışlama /zorla tahliye ve yerinden etmelere karşı hukuki yaptırım mekanizmalarını, kentteki tüm kişi ve topluluklara eşit şartlarda gelişim olanakları sağlanmasını talep ediyoruz.
Mimar, şehir plancları ve akademiye
* Ekolojiyi ve çevreyi tamir edilemez bir şekilde zarara uğratacak, yoksulluğu arttıracak, insanları yerlerinden edecek,
Somut ve somut olmayan kültürel miras değerlerini, çok-sınıflı kamusal alanları ve kent meydanlarını, kamusal binalar ile kentin hafıza mekânlarını yok edecek projelerde yer almamaları, bunları gerçekleştiren tüm projelere de karşı çıkmaları çağrısında bulunuyoruz.
Kent Hareketlerine bu adresten ulaşılabilir.
Ayrıca facebook sayfasından da takip edebilirsiniz.
Kent Hareketlerinin "Kürsü Senin İstanbul" eylemi için tıklayınız.
Kaynak: Bianet
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)