İstanbul’a 3. havalimanının yapılacağı Terkos Gölü civarı yüz binlerce kuşun geçiş alanı olması nedeniyle büyük risk taşıyor.
Kuşların göçü ve uçuş güvenliği açısından 3. havaalanının yerini uygun bulmayan İstanbul Kuş Gözlem Topluluğu, ilkbahar ve sonbaharda yüz binlerce kuşun o bölge üzerinden göç ettiğini, uçakların tırmanması sırasında motora kuş girme olasılığının çok yüksek olacağını vurguladı. Yeni havalimanının ÇED süreci de bugün yapılacak ilk halk toplantısıyla başlıyor.
İstanbul Kuş Gözlem Topluluğu (İKGT), Atatürk Havalimanı’nın bile yoğun risk altında olmasına karşın uçuş güvenliği açısından herhangi bir değerlendirme yapılmadan uçuşa devam edildiğini anımsatarak yeni bir havaalanının yapılacağı bölgenin daha riskli olduğunu belirtti.
Terkos Gölü, kışlama alanı...
Topluluk adına yapılan değerlendirmede kuş-uçak çarpışması riskinin sadece göç dönemlerinde geçerli olmayacağı Terkos’un aynı zamanda önemli bir kışlama alanı olduğu kaydedildi. Her yıl on binlerce kuşun bölgedeki göllerde kışladığına dikkat çekildi.
ÇED sürecinde 1.5 ay gibi kısa bir zamanda kuş göçlerine dair ayrıntılı rapor hazırlanamayacağını belirten topluluk en az bir yıl boyunca çok detaylı sayımlar ve izlemelerin yapılması gerektiğini vurguladı.
ÇED süreci bugün başlıyor
Toplam 91 milyon 666 bin 158 metrekarelik alana sahip projenin ÇED süreci de bugün Arnavutköy Tayakadın İlköğretim Okulu’nda yapılacak toplantıyla başlıyor. Proje kapsamında 3 bin 800 metre uzunluğunda 6 pist yapılacak.
Kaynak: Cumhuriyet
7 Kasım 2012 Çarşamba
3 Kasım 2012 Cumartesi
Vegan-anarşist tutsak Osman Evcan 7 günlük açlık grevinde!
Kırıkkale F-Tipi Cezaevi'nde bulunan vegan ve eko-anarşist tutsak Osman Evcan, 30 Ekim 2012 tarihi itibariyle 7 günlük açlık grevine girdiğini açıkladı.
20 yıldır Türkiye Cumhuriyeti hapishanelerinde bulunan ve cezaevinde anarşist fikirlerle tanışarak kendisini anarşist olarak tanımlamış olan Osman Evcan'ın geçtiğimiz haftalarda gönderdiği mektupta 30 Ekim 2012 tarihi itibariyle 7 günlük açlık grevinde olduğunu öğrendik. Osman şu an açlık grevinin 5. gününü bitirmektedir.
Osman Evcan gönderdiği mektupta AKP hükümetinin gerek toplumsal yaşamda, gerek ekonomik alanda, gerekse politik alanda uyguladığı faşist ve tahakkümcü politikalarının küresel veya yerel olarak yol açtığı yıkıcı politikaları protesto etmek ve cezaevlerinde 12 Eylül'den bu yana süregelen açlık grevlerine destek amacıyla açlık grevi eylemini gerçekleştirdiğiini bildirdi.
Geçtiğimiz aylarda Kırıkkale F-Tipi cezaevinin hak ihlallerine maruz kaldığını ve buna tepki için açlık grevi eylemi yaptığını, ancak bir sonuç alamadığını, hak ihlallerinin bir devlet politikası olarak uygulanmaya devam ettiğini belirttiği mektubunda, AKP hükümetinin zindanlarda tutulan mahkumların adeta ölmeleri ve sakat kalmaları için çabaladığını bildirmektedir.
Osman son olarak mektubunu şu cümlelerle bitirmektedir:
"Kırıkkale F-Tipi Cezaevi'nde bulunan vegan ve eko-anarşist bir birey olarak, AKP hükümetinin zarar verici, yıkıcı, tahakkümcü, otoriter, sömürgeci politikalarını kınamak amacıyla 7 günlük açlık grevi eylemine başlamış bulunmaktayım. Kamuoyunun bilgisine sunmak istiyorum. 30 Ekim 2012 tarihinde açlık grevine başlamış olacağım. Sevgi ve selamlarımla..."
Osman Evcan
Kırıkkale F-Tipi Cezaevi
Oda No: A-12
71480 Hacılar-KIRIKKALE
Osman Evcan'ın gönderdiği mektup:
Açlık grevlerinin 53. günü: Devletin vicdansızlığı, tutsakların özgürlük mücadelesi sürüyor
BASINA ve KAMUOYUNA,
AÇLIK GREVİNDEKİ TUTSAKLAR VE DİRENEN KÜRT HALKI YALNIZ DEĞİLDİR!
12 Eylül 2012'den bu yana açlık grevinde olan ve sayıları 700'e yaklaşan siyasî tutsağın, bugün itibari ile eylemlerinin 53. gününe girilmiş bulunulmaktadır. Sağlık durumlarının kritik olması ve gittikçe kötüleşmesine rağmen, hükûmet ve yandaş medya organları, bu sessiz isyanı gözardı etmek için eylemleri, kamuoyu nezdinde manipüle etmek ve halkı oyalamaya çalışmaktan geri kalmayan kirli bir oyun oynamaktadır. Geçtiğimiz sene Aralık ayında Roboski'de olduğu gibi, bizzat devletin ordusunun savaş uçakları tarafından üzerilerine bomba yağdırılıp öldürülen 34 insan için özür dileme gereği bile duymayan, Gazi ve Sivas katliamlarında olduğu gibi birçok katliamda, soruşturmaları zaman aşımına terk eden ve açtığı yaraların kapanması yönünde en ufak bir telafi çabası göstermeyen, yıkıcı politikalarından vazgeçmeye asla niyeti olmadığına her geçen gün şahit olduğumuz iktidar, yine yaşamları hedef almaya devam ediyor.
Her türlü devlet organınca baskı altında yaşamaya zorlanan, hapishanelerde türlü işkence ve kötü muameleyle sindirilmeye çalışılan siyasî tutsaklar, açlık grevlerine tamamen insanî talepler üzerinden başladıklarını ve bundan başka çarelerinin kalmadığını belirtmiş, sonunun ölüm veya kalıcı rahatsızlıklara neden olabileceğinin bilincinde olarak, bedenlerini zindanlara karşı son direniş kalesi haline getirmişlerdir. 12 Eylül'de açlık grevine başlayan tutsaklardan bazıları, direnişlerini ölüm orucuna çevirdiklerini çeşitli medya organları üzerinden duyurmuş, çaresizliğe mahkûm edilen, özgürlükleri ve yaşamları gaspedilenler olarak, devletin ve medyanın bu kayıtsız tutumunu teşhir etmek için, direnişi sokağa dökme çağrısında bulunmuşlardır.
Buna karşı devletin, çözümün çok uzağında yer alan tutumu, tutsakların taleplerini hiçe sayarak, eylemleri kamuoyu nezdinde "örgüt infazı"ymış gibi gösteren, kendi sığ politikalarına altyapı kazandırmaya çalışan, dün olduğu gibi bugün de birçok konuda kayıtsızlığına şahit olduğumuz medyaya ek olarak, Bakan Ergin'in “Her şey kontrol altında, açlık grevindekilerin sağlığına ve hayatlarına titizlikle yaklaşıyoruz, olumsuz bir duruma müsaade etmeyeceğiz” gibi 19 Aralık “Hayata Dönüş” operasyonlarından hatırlayacağımız bir üslupla, eylemcilere izolasyon tehdidinde bulunulmaktadır. Ayrıca, bazı cezaevlerinde tutsakların sıvı ve B1 vitamini ihtiyaçlarının giderilmesine izin verilmeyerek, işkence mekanizmasını alttan alta devreye sokan devlet, bununla da yetinemeyerek, çocukları ve yakınları için endişelenerek cezaevi önlerinde toplanan ailelere ve destekçilerine, gaz bombaları ve coplarla müdahale etmiş, ayrıca resmi-sivil faşist grupları eylemcilerin üzerine kışkırtmaktan geri kalmamış ve çığ gibi büyüyen bu tepkiye karşı her türlü baskı mekanizmasını devreye sokmuştur.
Kürt siyasî tutsakların talepleri, Kürt halkının verdiği hak ve özgürlük mücadelesinin talepleriyle paraleldir. Bu eksende, uzun yıllardır süren bir mücadelenin cezaevlerindeki son hali olan bu direniş, tutsakların öncülüğünde sokaklara taşınmış, Türkiye ve Kürdistan’ın birçok yerinde ve hatta yurt dışında, cezaevi önlerinde veya şehir merkezlerinde dayanışma eylemleri gerçekleştirilmiştir. Günden güne çığ gibi büyüyen ve 30 Ekim'de birçok ilde eş zamanlı olarak gerçekleştirilen eylemlerle doruğuna ulaşan tepkilere, kolluk güçleri tarafından ırkçı-faşistlerin de eşlik etmesiyle birlikte zalimce ve insafsızca saldırılmıştır. Devletin ve toplumun bu alışılagelmiş ve kasıtlı suskunluğuna sokaklarda tepkisini gösteren binlerce insan ve tutsak yakını polis şiddetine maruz kalmış, yüzlercesi de gözaltına alınmıştır.
Son olarak, toplumsal gösterilere katıldıkları gerekçesiyle TMK kapsamında yargılanan ve Maltepe Çocuk ve Gençlik Kapalı İnfaz Kurumu’nda tutulan bazı çocukların da süresiz açlık grevlerine katıldıkları haberini almış bulunmaktaydık ki yaşları 14 ile 16 arasında değişen bu çocuklar, BDP'li milletvekili Pervin Buldan'ın ve insan hakları aktivistlerinin ikna çabalarıyla eylemlerini sonlandırmıştır. Yetişkinlere göre açlık grevi sürecinde çok daha bitkin duruma düşen bu çocuklar, açlık grevlerinde herhangi bir ölüm yaşanması durumunda tekrar açlık grevine başlayacaklarını ve ikna konusunda kimse ile görüşmeyeceklerini de duyurmuştur. Bu çocuk tutsakların, açlık grevlerine "çocuk olarak" sağladıkları katılım ve yine çocuk olarak bu süreçte ruhsal ve bedensel olarak yaşadıkları, muhalif kesimler de dahil olmak üzere kamuoyunca fazlasıyla ihmal edilmektedir. Medyada ve toplumda, bir ünlünün giydiği kürk kadar gündem maddesi oluşturamayan bu sancılı süreç, insanlık denilen içi boş kavramın bir kez daha olmadığını bizlere göstermiştir. Medyada yer alan ve Başbakan'ın da kullanmaktan utanmadığı "kuzu şiş" gibi saçma sapan haberlerin ve Bakan Ergin'in "her şey kontrol altında" açıklamalarının aksine, Tekirdağ F-Tipi Cezaevi'nde doktorların açlık grevindeki tutsaklara tıbbî kontrol uygulamamasının ayyuka çıkması, açlık grevindeki insanların ne kadar önemsendiğini gözler önüne sermiştir. Özellikle Siirt E-Tipi Kapalı Cezaevi'nde ve Kandıra 1 No'lu F-Tipi Cezaevi'nde tutsaklarda kalp sıkışması, nabız-tansiyon düzensizliği, böbreklerde ve idrar yollarında ağrılar, şiddetli baş ağrıları, göz kararmaları, çarpıntı, mide bulantısı, çeşitli kanamalar olduğu ve bazı kadın tutsakların midelerinin artık sıvı kabul etmediği, açlık grevini sürdüren tutsakların ısınma sorunlarına dair haberler gelmeye başlamıştır.
Günlerdir, dönüşümsüz açlık grevine devam eden yüzlerce tutsaktan bazıları, musluk suyu ile eylemlerine devam etmekte, geçmiş yıllarda benzer açlık grevlerinde yaşananlardan daha beteri günümüzde yaşanmakta, tutsakların en yaşamsal ihtiyaçları bile cezaevi idarelerince karşılanmamakta ve görmezden gelinmekte, Türk Tabipler Birliği'nin Adalet Bakanlığı'na yapmış olduğu "izleme" başvurusu halen yanıtsız bırakılmakta, tutsaklara ulaşmak isteyen bağımsız, tarafsız, gönüllü hekimlerin girişimleri yok sayılmakta ve açlık grevini sürdüren tutsakların yaşadığı süreç en azından tıbben dahi olsa izlenememektedir. Açlık grevi gibi metabolizmayı yoran ve kalıcı, ölümcül sonucu olan eylemlerde dışarıdan takviye ile alınması zaruri olan B1 vitamininin bile tutsaklara verilmeyişi ve geciktirilmesi, bu konuda cezaevi idarelerince sürdürülen gelişigüzel uygulamalar, bakanların, Başbakan'ın ve medyanın açlık grevlerine karşı tutumu, günden güne bedenlerini tüketen tutsakların hayatlarının ve taleplerinin ne denli dikkate alındığının bir göstergesidir. Bu nedenle, yaşanan bu süreci endişe ile izlemeye devam ediyoruz.
Zindanlardaki bu çığlığa kayıtsız kalmayı yeğleyen devletin ve medyanın bu tutumunu kınıyor, çok yakın bir süre içerisinde üzücü sonlara sahne olabilecek cezaevlerinde yaşanan ve yaşanacak tüm hak ihlallerinden devleti sorumlu tutuyoruz. Açlık grevindeki tutsakların ve Kürt halkının hak ve özgürlük mücadelelerinde yalnız olmadıklarını ve onları, özellikle yakın tarihte, yaşanan birçok katliamın, faşist eylem ve girişimin, acıların baş sorumlusu olan devletle mücadelelerinde yalnız bırakmayacağımızı bir kez daha belirtmek istiyoruz.
Endişe ile izlediğimiz bu süreçte, haklara duyarlı olan tüm kesimleri dayanışmayı büyütmeye çağırıyoruz.
Birimiz özgür değilsek, hiçbirimiz özgür değiliz!
Tüm politik tutsaklara özgürlük!
İnsana, hayvana, yeryüzüne özgürlük!
Yeryüzüne Özgürlük Derneği
03 Kasım 2012
AÇLIK GREVİNDEKİ TUTSAKLAR VE DİRENEN KÜRT HALKI YALNIZ DEĞİLDİR!
12 Eylül 2012'den bu yana açlık grevinde olan ve sayıları 700'e yaklaşan siyasî tutsağın, bugün itibari ile eylemlerinin 53. gününe girilmiş bulunulmaktadır. Sağlık durumlarının kritik olması ve gittikçe kötüleşmesine rağmen, hükûmet ve yandaş medya organları, bu sessiz isyanı gözardı etmek için eylemleri, kamuoyu nezdinde manipüle etmek ve halkı oyalamaya çalışmaktan geri kalmayan kirli bir oyun oynamaktadır. Geçtiğimiz sene Aralık ayında Roboski'de olduğu gibi, bizzat devletin ordusunun savaş uçakları tarafından üzerilerine bomba yağdırılıp öldürülen 34 insan için özür dileme gereği bile duymayan, Gazi ve Sivas katliamlarında olduğu gibi birçok katliamda, soruşturmaları zaman aşımına terk eden ve açtığı yaraların kapanması yönünde en ufak bir telafi çabası göstermeyen, yıkıcı politikalarından vazgeçmeye asla niyeti olmadığına her geçen gün şahit olduğumuz iktidar, yine yaşamları hedef almaya devam ediyor.
Her türlü devlet organınca baskı altında yaşamaya zorlanan, hapishanelerde türlü işkence ve kötü muameleyle sindirilmeye çalışılan siyasî tutsaklar, açlık grevlerine tamamen insanî talepler üzerinden başladıklarını ve bundan başka çarelerinin kalmadığını belirtmiş, sonunun ölüm veya kalıcı rahatsızlıklara neden olabileceğinin bilincinde olarak, bedenlerini zindanlara karşı son direniş kalesi haline getirmişlerdir. 12 Eylül'de açlık grevine başlayan tutsaklardan bazıları, direnişlerini ölüm orucuna çevirdiklerini çeşitli medya organları üzerinden duyurmuş, çaresizliğe mahkûm edilen, özgürlükleri ve yaşamları gaspedilenler olarak, devletin ve medyanın bu kayıtsız tutumunu teşhir etmek için, direnişi sokağa dökme çağrısında bulunmuşlardır.
Buna karşı devletin, çözümün çok uzağında yer alan tutumu, tutsakların taleplerini hiçe sayarak, eylemleri kamuoyu nezdinde "örgüt infazı"ymış gibi gösteren, kendi sığ politikalarına altyapı kazandırmaya çalışan, dün olduğu gibi bugün de birçok konuda kayıtsızlığına şahit olduğumuz medyaya ek olarak, Bakan Ergin'in “Her şey kontrol altında, açlık grevindekilerin sağlığına ve hayatlarına titizlikle yaklaşıyoruz, olumsuz bir duruma müsaade etmeyeceğiz” gibi 19 Aralık “Hayata Dönüş” operasyonlarından hatırlayacağımız bir üslupla, eylemcilere izolasyon tehdidinde bulunulmaktadır. Ayrıca, bazı cezaevlerinde tutsakların sıvı ve B1 vitamini ihtiyaçlarının giderilmesine izin verilmeyerek, işkence mekanizmasını alttan alta devreye sokan devlet, bununla da yetinemeyerek, çocukları ve yakınları için endişelenerek cezaevi önlerinde toplanan ailelere ve destekçilerine, gaz bombaları ve coplarla müdahale etmiş, ayrıca resmi-sivil faşist grupları eylemcilerin üzerine kışkırtmaktan geri kalmamış ve çığ gibi büyüyen bu tepkiye karşı her türlü baskı mekanizmasını devreye sokmuştur.
Kürt siyasî tutsakların talepleri, Kürt halkının verdiği hak ve özgürlük mücadelesinin talepleriyle paraleldir. Bu eksende, uzun yıllardır süren bir mücadelenin cezaevlerindeki son hali olan bu direniş, tutsakların öncülüğünde sokaklara taşınmış, Türkiye ve Kürdistan’ın birçok yerinde ve hatta yurt dışında, cezaevi önlerinde veya şehir merkezlerinde dayanışma eylemleri gerçekleştirilmiştir. Günden güne çığ gibi büyüyen ve 30 Ekim'de birçok ilde eş zamanlı olarak gerçekleştirilen eylemlerle doruğuna ulaşan tepkilere, kolluk güçleri tarafından ırkçı-faşistlerin de eşlik etmesiyle birlikte zalimce ve insafsızca saldırılmıştır. Devletin ve toplumun bu alışılagelmiş ve kasıtlı suskunluğuna sokaklarda tepkisini gösteren binlerce insan ve tutsak yakını polis şiddetine maruz kalmış, yüzlercesi de gözaltına alınmıştır.
Son olarak, toplumsal gösterilere katıldıkları gerekçesiyle TMK kapsamında yargılanan ve Maltepe Çocuk ve Gençlik Kapalı İnfaz Kurumu’nda tutulan bazı çocukların da süresiz açlık grevlerine katıldıkları haberini almış bulunmaktaydık ki yaşları 14 ile 16 arasında değişen bu çocuklar, BDP'li milletvekili Pervin Buldan'ın ve insan hakları aktivistlerinin ikna çabalarıyla eylemlerini sonlandırmıştır. Yetişkinlere göre açlık grevi sürecinde çok daha bitkin duruma düşen bu çocuklar, açlık grevlerinde herhangi bir ölüm yaşanması durumunda tekrar açlık grevine başlayacaklarını ve ikna konusunda kimse ile görüşmeyeceklerini de duyurmuştur. Bu çocuk tutsakların, açlık grevlerine "çocuk olarak" sağladıkları katılım ve yine çocuk olarak bu süreçte ruhsal ve bedensel olarak yaşadıkları, muhalif kesimler de dahil olmak üzere kamuoyunca fazlasıyla ihmal edilmektedir. Medyada ve toplumda, bir ünlünün giydiği kürk kadar gündem maddesi oluşturamayan bu sancılı süreç, insanlık denilen içi boş kavramın bir kez daha olmadığını bizlere göstermiştir. Medyada yer alan ve Başbakan'ın da kullanmaktan utanmadığı "kuzu şiş" gibi saçma sapan haberlerin ve Bakan Ergin'in "her şey kontrol altında" açıklamalarının aksine, Tekirdağ F-Tipi Cezaevi'nde doktorların açlık grevindeki tutsaklara tıbbî kontrol uygulamamasının ayyuka çıkması, açlık grevindeki insanların ne kadar önemsendiğini gözler önüne sermiştir. Özellikle Siirt E-Tipi Kapalı Cezaevi'nde ve Kandıra 1 No'lu F-Tipi Cezaevi'nde tutsaklarda kalp sıkışması, nabız-tansiyon düzensizliği, böbreklerde ve idrar yollarında ağrılar, şiddetli baş ağrıları, göz kararmaları, çarpıntı, mide bulantısı, çeşitli kanamalar olduğu ve bazı kadın tutsakların midelerinin artık sıvı kabul etmediği, açlık grevini sürdüren tutsakların ısınma sorunlarına dair haberler gelmeye başlamıştır.
Günlerdir, dönüşümsüz açlık grevine devam eden yüzlerce tutsaktan bazıları, musluk suyu ile eylemlerine devam etmekte, geçmiş yıllarda benzer açlık grevlerinde yaşananlardan daha beteri günümüzde yaşanmakta, tutsakların en yaşamsal ihtiyaçları bile cezaevi idarelerince karşılanmamakta ve görmezden gelinmekte, Türk Tabipler Birliği'nin Adalet Bakanlığı'na yapmış olduğu "izleme" başvurusu halen yanıtsız bırakılmakta, tutsaklara ulaşmak isteyen bağımsız, tarafsız, gönüllü hekimlerin girişimleri yok sayılmakta ve açlık grevini sürdüren tutsakların yaşadığı süreç en azından tıbben dahi olsa izlenememektedir. Açlık grevi gibi metabolizmayı yoran ve kalıcı, ölümcül sonucu olan eylemlerde dışarıdan takviye ile alınması zaruri olan B1 vitamininin bile tutsaklara verilmeyişi ve geciktirilmesi, bu konuda cezaevi idarelerince sürdürülen gelişigüzel uygulamalar, bakanların, Başbakan'ın ve medyanın açlık grevlerine karşı tutumu, günden güne bedenlerini tüketen tutsakların hayatlarının ve taleplerinin ne denli dikkate alındığının bir göstergesidir. Bu nedenle, yaşanan bu süreci endişe ile izlemeye devam ediyoruz.
Zindanlardaki bu çığlığa kayıtsız kalmayı yeğleyen devletin ve medyanın bu tutumunu kınıyor, çok yakın bir süre içerisinde üzücü sonlara sahne olabilecek cezaevlerinde yaşanan ve yaşanacak tüm hak ihlallerinden devleti sorumlu tutuyoruz. Açlık grevindeki tutsakların ve Kürt halkının hak ve özgürlük mücadelelerinde yalnız olmadıklarını ve onları, özellikle yakın tarihte, yaşanan birçok katliamın, faşist eylem ve girişimin, acıların baş sorumlusu olan devletle mücadelelerinde yalnız bırakmayacağımızı bir kez daha belirtmek istiyoruz.
Endişe ile izlediğimiz bu süreçte, haklara duyarlı olan tüm kesimleri dayanışmayı büyütmeye çağırıyoruz.
Birimiz özgür değilsek, hiçbirimiz özgür değiliz!
Tüm politik tutsaklara özgürlük!
İnsana, hayvana, yeryüzüne özgürlük!
03 Kasım 2012
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)